Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KORYÜREK, Enis Behiç

(1893-1949)

Beş Hececiler’den, şair.

27 Mart 1893’te İstanbul’da doğdu. Babası doktor yarbay İsmail Behiç Bey, annesi Fâika Hanım’dır. Çocukluğu Makedonya’da geçti. İlk öğrenimini özel öğretmenlerden ve babasından aldığı derslerle evde yaptı. Lise öğreniminin büyük bir bölümünü Selânik ve Üsküp idâdîlerinde gördükten sonra İstanbul İdâdîsi’nde tamamladı (1910). Mülkiye Mektebi’ni bitirdi (1913). Hariciye Nezâreti Umûr-ı Ticâriyye Şubesi kâtipliğine tayin edildi (1914). Bir süre Bükreş Konsolosluğu’nda (1915), ardından Budapeşte Başkonsolosluğu’nda (1916) görev yaptı. Aynı yerde çalışan şair Müftüoğlu Ahmed Hikmet ile tanıştı ve ondan etkilendi. Budapeşte’de iken Türk-Macar dostluğunun pekişmesinde, Gülbaba Türbesi’nin yeniden ziyaretgâh ve müze haline getirilmesinde büyük hizmetleri oldu. Kasım 1919’da yurda döndü. Millî Mücadele yıllarında Müdâfaa-i Milliye Teşkilâtı’na katıldı (1921). Edirne Vilâyeti Umûr-ı Hukūkıyye müdürlüğüne getirildi (Kasım 1922). 1925’te Ankara’da Ticaret Vekâleti baştercümanlığı, 15 Şubat 1926’da Ticaret Mukaveleleri Dairesi başkan yardımcılığı, 1930-1936 yılları arasında Başbakanlık Yüksek İktisat Meclisi umumi kâtipliği, Ekim 1936’da İktisat Vekâleti İş Dairesi başkanlığı görevlerinde bulundu. Çalışma Bakanlığı müsteşarlığına tayin edildi (1942). Dönemin iktidarı ile olan siyasî görüş ayrılığı yüzünden 1944’te istifa ettirildi ve 1945’te emekliye sevkedildi. Demokrat Parti’den Zonguldak milletvekili adayı oldu (1946), ancak seçilemedi. Ölümüne kadar bir daha kendisine resmî görev verilmediğinden son yıllarını sıkıntı içinde geçirdi. 17 Ekim 1949’da Ankara’da öldü ve Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi.

Enis Behiç Koryürek şiire Mekteb-i Mülkiye’de öğrenci iken başlamıştır. Çoğu Şehbal ve Hürriyet-i Fikriyye dergilerinde çıkan, aruz vezniyle yazdığı ilk şiirlerinde aşk ve tabiat gibi ferdî temalara yoğunluk vermiş, sonraki şiirlerine göre daha ağır bir dil kullanmıştır. Bu bakımdan şairliğinin ilk döneminde Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin ve Celâl Sahir’in etkisi görülür. Balkan Savaşı’nın patlak vermesi ve bozgunla sonuçlanması üzerine bu bozgunun sebep olduğu millî matemi dile getiren “Vatan Mersiyesi”, “Vatana Mersiye”, “Buhran”, “Mağlûplar ve Guruplar I-II” gibi şiirleriyle tanınmaya başlar. Bu dönemde mûsiki usullerini aruza uygulama denemeleri de yaparak yeni aruz kalıpları çıkarmaya çalışmıştır. “Mağlûplar ve Guruplar” başlıklı iki şiiriyle “Sevgilim ve Kılıcım” manzumesi bu denemelerine örnektir. Ziya Gökalp’le tanıştıktan sonra onun da teşvikiyle hece veznine yönelen Koryürek, I. Dünya Savaşı döneminde yazdığı, yine millî duyguları işleyen şiirlerinin bir kısmını Donanma dergisinde yayımlamıştır (1915). “Ordunun Duası”, “Çanakkale Şehitliğinde”, “Şair ve Hilâl”, “Kâbus”, bu savaşın ve Mütareke yıllarının uyandırdığı millî duygularla yazılmış, vatan ve millet sevgisini, savaş ve kahramanlık temalarını işleyen başlıca şiirleridir. İçerik, dil ve biçim bakımından Ziya Gökalp’in etkisinde kalan ve Beş Hececiler’e katılan şair milliyetçi, zaman zaman Turancı duyguları ve düşünceleri dile getiren “Turan Kızları”, “Millî Neşîde” gibi manzumeler kaleme almış, hece vezninde yenilikler yapmaya çalışmış, hecenin bazı duraklarını değiştirmiştir. Bir şiirinde değişik hece vezinlerini kullanarak Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî şairlerinin serbest müstezatta yaptıklarını hece vezniyle uygulamıştır. “Millî Neşîde”, “Sadaka”, “Süvariler” ve “Gemiciler” bu tarz şiirlerindendir.

 

Bükreş ve Budapeşte’de görev yaptığı yıllarda gönül maceralarını mizahî bir dille anlatan aşk şiirleri yazan Enis Behiç, yurda döndükten sonra 1927’de ilk şiir kitabı Miras’ı bastırır. Kitabın “Sevgili Yurdum İçin” ve “Akdeniz Rüzgârları” başlıklı bölümlerinde millî duyguları işleyen şiirlere karşılık “Fanteziler”, “Gönülden Birkaç Yaprak” ve “Birkaç Hikâye” başlıklı bölümlerde daha çok aşk ve çapkınlık konularının ele alındığı manzum hikâyeler vardır. “Maymunlar” bölümü ise insanın ikiyüzlülüğünü masal tarzında dile getiren altı şiirden oluşur. Miras’ta Koryürek’in aruzla yazdığı şiirlerden bir kısmını, heceye yönelişini ve bu vezindeki yenilik arayışlarını görmek mümkündür.

1927’den sonra aralıklarla şiir yazmayı sürdüren Enis Behiç bazı şiirlerini Hayat (1929) ve Varlık (1933) dergilerinde yayımlar. Son yıllarında aruzla yazdığı şiirlerini İsfahan’dan-Hicaz’dan Nağmeler, Miras’tan sonraki şiirlerini de Güneşin Ölümü adlı kitaplarda toplamayı düşünmüşse de bunu gerçekleştirememiştir. Fethi Tevetoğlu, sonraki yazdıklarını Miras’la birlikte Miras ve Güneşin Ölümü adıyla yayımlamıştır (1951). Güneşin Ölümü’nde şairin 1921’den 1939’a kadar yazdığı şiirler yer almaktadır. Bunlarda eski şiirlerindeki millî heyecanın, coşkunluğun ve uçarı aşkların yerini giderek hayatın geçiciliği, ölüm gibi konular almaya başlamıştır. Koryürek bu yıllarda sadece şiir yazmakla kalmamış, Erkek Çocuk Doğumları Üzerinde Harbin ve Sair Felâketli Hadiselerin Tesiri (1934), Bugünkü Harplerin Başlıca Demografik Etkileri (1935), Toptan Göçler (1935), Harbin Demografik Kanunları (1935), Nüfus Meselesi ve Irkın Korunması (1936), Kanuni Sultan Süleyman (1950) adlı eserleri Türkçeye çevirmiştir.

Koryürek hayatının son yıllarında ruhî ve edebî anlamda büyük bir değişim yaşar. Katıldığı ispritizma seanslarında medyum hüviyetiyle irticâlen söylediği ve yakınlarının kaydettiği şiirler daha sonra Vâridât-ı Süleyman adıyla basılmıştır (1949). Kitabın önsözüne ve seanslarda bulunanların ifadelerine göre şair, XVII. yüzyılda Trabzon’da yaşamış Mevlevî dervişi Çedikçi Süleyman Çelebi’nin ruhuyla temasa geçmiş ve ondan gelen ilhamla aruz vezniyle ve eski dille tasavvufî-hikemî şiirler söylemeye başlamıştır. Vâridât-ı Süleyman otuz sekiz “Bezm-i Alî”den oluşur. Her “Bezm-i Alî”de Süleyman Çelebi’den ilhamla söylenmiş, tasavvufî mahiyette, bir kısmı nasihat tarzında şiirler yer almaktadır. Kitap yayımlandığında bazı kişiler bunu olağan üstü bir hadise, bazıları ise şarlatanlık olarak nitelendirmişlerdir. Vâridât-ı Süleyman’ın oluşumu hikâyesiyle bütün metinlerin tasavvuf açısından ayrıntılı açıklaması Ömer Fevzi Mardin tarafından 819 sayfalık bir külliyat halinde yayımlanmıştır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Enis Behiç Koryürek, Miras ve Güneşin Ölümü, Ankara 1951, Fethi Tevetoğlu’nun girişi, s. V-LII; Murad Uraz, Türk Edip ve Şairleri, İstanbul 1939, s. 74; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1945, IV, 1287-1291; Ömer Fevzi Mardin, Vâridât-ı Süleyman Şerhi, İstanbul 1950-51, I, 3-40; III, 798-807; Ali Hüseyin, “Koryürek, Enis Behiç”, AA, s. 85; Hilmi Yücebaş, Yedi Şairden Hatıralar, İstanbul 1960, s. 189-208; Yusuf Ziya Ortaç, Portreler, İstanbul 1963, s. 129-133; a.mlf., Bizim Yokuş, İstanbul 1966, s. 21-25; Ali Çankaya Mücellidoğlu, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968-69, IV, 1575-1586; Samet Ağaoğlu, İlk Köşe, [baskı yeri yok] 1978, s. 33-38; Fethi Tevetoğlu, Enis Behiç Koryürek Hayatı ve Eserleri, Ankara 1985; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul 1986, s. 817-819; Osman Selim Kocahanoğlu, Millî Edebiyat Hareketi ve Beş Hececiler, İstanbul 1987, s. 84-91; a.mlf. - Pervin Öztabağ, “Koryürek, Enis Behiç”, TDEA, V, 399-400; Reşid Halid Gönç, Bab-ı Ali’nin Hatıra Defteri (haz. Ayhan Yetkiner), İstanbul 1988, II, 93; Orhan Okay, “Enis Behiç Koryürek”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1992, XII, 381-383; Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler (haz. Beşir Ayvazoğlu), İstanbul 1997, s. 82-85; Mehmet Behçet Yazar, “Enis Behiç Koryürek”, Yedigün, sy. 358, İstanbul 1940, s. 17; Tevfik Ararat, “Edebiyat Âleminde Metapsişik Bir Hadise”, Edebiyat Âlemi, sy. 9, İstanbul 1949, s. 1, 7; sy. 10, s. 1, 7; sy. 11, s. 1, 7; sy. 12, s. 1, 6; sy. 13, s. 1, 6; “Koryürek, Enis Behiç”, TA, XXII, 241-242; Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1979, II, 1133; “Koryürek, Enis Behiç”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul 2001, II, 516.

Alâattin Karaca, TDV, cilt: 26; sayfa: 216

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ENİS BEHİÇ KORYÜREK ŞİİRLERİ

 


ENİS BEHİÇ KORYUÜREK KİMDİR?

1. Hayatı, Eserleri, Mizacı ve Birikim Kaynakları

Millî Edebiyat Dönemi sanatkârlarından biri olan Enis Behiç Koryürek, 1893 yılında İstanbul da doğmuştur. Babası, Emekli Doktor Yarbay İsmail Behiç Bey’dir. Uzun yıllar Makedonya da askerî doktor olarak görev yapmış ve daha sonra 1909 yılında İstanbul a gelmiştir. Şairin Annesi, Trabzonlu bir asker kızı olan Faika Hanım’dır. Enis Behiç in anne ve babası okumaya önem veren insanlardır. Miras Şairinin ayrıca iki kardeşi olmuş; bunlardan Munis adlı erkek kardeşi küçük yaşta ölmüş; kendisinden yaklaşık on beş yaş küçük olan Kız kardeşi Güzin uzun yıllar yaşamıştır.

Enis Behiç Koryürek’in çocukluğu hakkında kaynaklarda çok az bilgi verilmektedir. Çocukluğunda çelimsiz, saz benizli, büyücek kafalı iyi bir çocuk olan Enis, anne babasının bir tanesi olarak çok nazlı bir şekilde büyütülmüştür. Babası askeri doktor olduğu için, görevi icabı küçük Enis Behiç i de yanında götürmüş; bu sebepten şairin çocukluğu Makedonya da geçmiştir. Düzenli olarak bir okula devam edemeyen Enis Behiç, İlköğrenimini özel öğretmenlerden evde ders alarak yapmış ve bizzat babası tarafından da okutulmuştur. Ortaöğreniminin büyük bölümünü Selânik ve Üsküp İdadîlerinde gördükten sonra şair, 1909 da İstanbul a gelmiştir. Enis, doğduğu şehir olan İstanbul da, son sınıfını okuduğu İstanbul Sultanisi’ni birincilikle bitirmiştir (1910); aynı yıl Mülkiye Mektebine girmiş ve Temmuz 1913 te Mülkiye Mektebi’ni yine birincilikle bitirme başarısını göstermiştir. Enis Behiç in çocukluğu ve ilk gençliği tamamen savaş zamanlarında geçmiştir. Bu sebeple vatan konusunda çocuk yaştan itibaren duyarlı bir halde yetişen şairin şiirlerine, bu durum fazlasıyla yansımıştır.

Miras Şairi, öğrencilik yıllarında ilk şiirlerini Şehbâl dergisinde yayımlamış ve daha o yıllarda (1913) tanınmaya başlanmıştır. Şehbâl de yayınlanan ilk şiiri, Vatan Mersiyesi Namık Kemâl in ruhuna ithaf edilmiştir. Bu şiir, Balkan Savaşı hezimeti yıllarında yazılan eserlerin en güzellerinden biri kabul edilmiştir. Daha sonra yine aynı dergide Mersiye-yi Vatan ve Buhran isimli şiirlerini yayımlamıştır. Bunlar şairin öğrencilik yıllarında kaleme aldığı ilk şiirleri olmuştur. Bu dergide yayımladığı diğer şiirleri ise, Mülkiye Mektebi’nden mezun olduktan sonraki eserleridir. Enis


Behiç, öğrencilik yıllarında musiki ile de uğraşmış ve müzik bilgisini geliştirmiştir. Şair, bu bilgisini şiirle musiki arasında gizli bir sihrin olduğunu ispatlamak için kullanacak ve aruzla hece vezinlerini çeşitli musiki usulleriyle deneyecektir. Ayrıca 1912 yılı içinde, Mülkiye öğrencisi olan şair, çok kısa bir süre de olsa, Fecr-i Atî grubuna katılmıştır. Enis Behiç, öğrencilik yıllarında yabancı dillerde -özellikle-Fransızcada üstün bir başarı göstermiş; Macarcayı da mükemmel şekilde öğrenerek Macar şairlerinden tercüme şiirler yazmıştır.

Enis Behiç (Koryürek), ilk evliliğini Ekim 1919 tarihinde Fransız uyruklu Gabrielle Guillemet (Gabi) ile Viyana’da yapmıştır. Ancak, gurbette yapılan bu sıra dışı aşk evliliği fazla uzun sürmeyecek ve şair 14 Eylül 1922 tarihinde İlk eşi Gabi’den boşanacaktır. Gabi’den, Hasan Argon adında bir oğlu olmuştur. Enis Behiç, oğlu doğduktan sonra onunla mektupları vasıtasıyla haberleşme imkânı bulmuştur. Toplam 27 mektup yazan şair, bu mektuplarda zaman zaman sevincini, neşesini anlatırken; çoğunlukla da ıstıraplarını, oğluna olan hasret ve sevgisini ifade etmiştir. Enis Behiç, oğlu Hasan’la tam dokuz yıl gibi uzunca bir zaman hiç haberleşememiştir (1930-1939). Bunun altında da yine Gabi’nin geçimsiz tutumları yatmaktadır.

İlk evliliği hüsranla sona eren Enis Behiç; eşinden boşandıktan sonra, Millî Mücadelenin sona ermesi, İstanbul ve Trakya’nın TBMM’ye geçmesi üzerine, Ankara Hükümeti tarafından 1922 yılı Kasım ayı başlarında Edirne Vilayeti Hukuk İşleri Müdürlüğü’ne tayin edilir. Aynı zamanda Edirne Lisesinde Edebiyat ve Fransızca öğretmenliği de yapar. Enis Behiç, ikinci evliliğini Edirne’de iken 27 Şubat 1924 tarihinde, Fahri Paşa’nın kızı Müfide Hanım’la yapmıştır. Bu evlilik şair ölene kadar devam eder. (17 Ekim 1949). Ancak bu evlilikten şairin herhangi bir çocuğu olmaz.

Balkan Savaşı acısını şiirlerinde ele alan şairin, artık memuriyet hayatında savaşı daha yakından hissetmesi, onun mesleğine daha fazla sarılmasına sebep olmuştur. İmparatorluğun içerisinde I. Dünya Savaşı yaşanırken, bu zor yıllarda yeni görev yeri olan Bükreş Konsolosluğu Kâtipliğine, Eylül 1915 tarihinde görevlendirilir. Yaklaşık olarak dokuz ay Bükreş’te görev yapan Enis Behiç, 1916 yılının Haziran ayında, Konsolos Kâtibi olarak Budapeşte’ye gönderilir. Budapeşte onun hayatında bir dönüm noktası olmuş; burada büyük Türkçü ve Budapeşte Başkonsolosu Ahmed Hikmet ile tanışmıştır. Şair, yedi yıl gibi uzun bir süre kaldığı Budapeşte’de, memuriyet hayatında oldukça başarılı sayılabilecek işler yapmıştır. Ahmed Hikmet Bey onu bağrına basmış, özel hayatında da yanından, meclisinden ve sofrasından hiç ayırmamaya özen göstermiştir.

Zaman zaman geçici görevlerle yurda dönen Enis Behiç, Müdafaa-i Milliye teşkilatı kadrosuna da üye olarak seçilmiştir. Enis Behiç, Millî Mücadele’nin en çetin günlerinde, İstanbul’da, Hâriciye Nezâreti’ndeki resmî diplomatlık vazifesini yaparken, bir yandan da Millî Mücadele’yi desteklemek için kurulan Müdafaa-i Milliye teşkilâtı kadrosunda Türk istiklâli için çaba harcar. Üç yıllık Edirne’deki memuriyetinden sonra, şairin bu sefer ki durağı Ankara olmuştur.

Enis Behiç, 1925 yılında Edirne’den Ankara’ya, Ticâret Vekâleti’ne tâyin edilmiştir. 15 Şubat 1926’da yeni kurulan Ticâret Anlaşmaları Dâiresi Başkan Yardımcılığı’na getirilmiştir. 1927 yılında, kanserden vefat eden üstâdı Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey, Mîras’ın yayımlanmasını görememiştir. Enis Behiç, Mart 1930’da resmi görevli olarak yaklaşık üç ay kalacağı Moskova’ya gider. Enis Behiç’in Moskova dönüşünden sonra görev aldığı memuriyetler şu şekildedir:1930-1936 yılları arasında Başbakanlık Yüksek İktisat Meclisi Umumî Kâtipliği, Ekim 1936’da İktisat Vekâleti İş Dairesi Başkanlığı; 1942’de Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığıdır. Şair, dönemin iktidarı ile olan siyasî görüş ayrılığı yüzünden 1944’te istifa etmiştir. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’den Zonguldak milletvekili adayı olmuş ancak seçilememiştir. Ölümüne kadar da bir daha kendisine resmî görev verilmediğinden, son yıllarını sıkıntı içinde geçirmiştir.

Enis Behiç sadece, resmî görevlerde bulunmamış, 1932-1936 yılları arasında, ayrıca “Erkek Doğumlara Harbin Te’siri, Toptan Göçler, Bugünkü Harblerin Başlıca Demografik Etkileri, Harbin Demografik Kanunları, Nüfus Meselesi ve Irkın Korunması, Kanuni Sultan Süleyman” gibi eserleri tercüme ederek Türk kültürüne kazandırmıştır. Şair, başarılı memuriyet hayatında zaman zaman haksızlığa, zulümlere uğramış; bu sebepten yakın dost ve arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düşmüş ve onlarla küskünlük yaşamıştır. Onu üzen en önemli olay ise, 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’den Zonguldak milletvekilliğini kaybetmesidir.

Enis Behiç’in Şehbâl’de yayınladığı şiirlerin tamamı “Aruz” vezni ile yazılmış, dili Arapça, Farsça ağırlıklı “Servet-i Fünûn” dilidir. Şiirlerin temaları vatan, vatan sevgisi, vatanın düştüğü zor durum, bireysel hislenmeler ve çeşitli konulardır. Enis Behiç, ayrıca aruz veznini musiki usullerine uygulayarak yeni vezinler üretmeye çalışmıştır. Onun ilk şiirlerinden bazıları, “Donanma Mecmuası, Halka Doğru, Talebe Defteri, İctihad, Hürriyet-i Fikriye ve Türk Yurdu” dergilerinde de yayımlanmıştır.

Aruzla şiir hayatına adım atan Enis Behiç, devrin önemli fikir adamlarından biri olan Ziya Gökalp ile tanışmasından sonra, farklı bir mecraya kaymış ve hece veznini benimsemiştir. Enis Behiç, Ziya Gökalp’ı, Orhan Seyfi’yi ve Yusuf Ziya’yı ilk olarak Bilgi Derneği’nde tanımıştır. Yusuf Ziya Ortaç, “Bizim Yokuş” isimli anı kitabında, bu tanışmanın Ziya Gökalp’ın bir konferansında olduğunu belirtir. Halka Doğru İdarehanesinde Ziya Gökalp’la görüşen Enis Behiç, hece vezninin işlenmediğini söyleyerek, niçin aruzla şiirler kaleme aldığını izah etmiştir. Fakat Ziya Gökalp’ın onu, ısrarla heceyle yazmaya teşvik etmesi ve gelecekte şiir çığırını heceyle yazanların açacağını belirtmesi üzerine ondan çok etkilenir. Birkaç gün sonra da ilk hece denemesi olan “Hodbin” şiirini kaleme alır. 1912’de Ziya Gökalp’la tanıştıktan sonra onun yönlendirmesiyle hece veznini kullanmaya başlayan Enis Behiç; böylece Millî Edebiyat Akımı taraftarları arasında yerini almıştır. 28 Haziran-9 Temmuz 1915 tarihleri arasında, Çanakkale Savaşında Türk askerlerine moral aşılamak üzere Enis Behiç’in de içinde bulunduğu Heyet-i Edebiye, 28 Haziran’da İstanbul’dan yola çıkmış, savaş alanını gezerek 9 Temmuz’da geri dönmüştür. Burada vatan için hislenen şair, Eylül 1915’de “Çanakkale Şehitliğinde” adlı şiirini yazmıştır. Bu şiirini, Çanakkale harp sahasından geldikten bir ay sonra yayımlar.


1927 yılı şair için edebî anlamda önemli bir zaman dilimidir. Çünkü bu yılda şair, o zamana kadar yazdığı şiirlerden bir seçme yaparak “Miras” isimli ilk şiir kitabını çıkarmıştır. Yaklaşık olarak 44 şiirin bulunduğu bu eserde, hem hece hem de aruzla yazılan şiirler yer almaktadır. Şairin de içinde olduğu “Hecenin Beş Şairi” ifadesi, İsmail Habib Sevük tarafından verilmiştir. Fakat genel ortak görüş, edebiyat tarihlerinde kullanılan bu “Beş Hececiler” gruplaşmasının günümüze kadar galat-ı meşhûre olarak gelmiş, doğruluğu olmayan bir isimlendirme olmasıdır.

 Enis Behiç, 1946 yılında Demokrat Parti’den Zonguldak milletvekili adayı olmuş, ancak bu seçimi kaybetmiştir. Bununla beraber Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan istifa ettirilmiş; ölümüne kadar maaş alamamıştır. Bu boşlukta edebiyattan ziyade değişik zaman geçirici şeylerle uğraşan şair, ispirtizmaya merak sarmış ve 17. yüzyılda yaşamış Süleyman Çelebi isimli Mevlevî bir şairin ruhu ile temasa geçmiş; onun verdiği ilhamları bir kitap olarak vefatından önce “Varidât-ı Süleyman” ismi ile bu tasavvufi eserini yayımlamıştır (1949). Adı geçen eser, edebiyat âlemini derinden etkilemiş ve şaşırtmıştır. Önceki hayatı ile kıyaslandığında farklı bir mecraya sürüklenen şairin, sanki ölüme hazırlanışı gibi algılanmıştır. Eser hakkında birçok olumlu ve olumsuz yazılar yazılmış; kimi şairi peygamber, ruhani bir veli, kimi de şarlatan olarak algılamıştır. Eser tamamen tasavvuf ağırlıklı, ağır bir dille ve aruz vezni ile kaleme alınmıştır. Bütün bunlar önceki Enis Behiç’i düşününce, inanılmaz olarak kabul edilmiş, edebiyat âlemince fazla benimsenmemiştir.

Şairin vefatı ani olmuş, 56 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Şairi ölüme götüren hastalıklardan biri, böbrek rahatsızlığı, diğeri ise ruh çağırma seanslarında sinir sisteminin bozulması, buna ek olarak yüksek tansiyonunun olmasıdır. Bu tanıların bütün ayrıntılarını, Enis Behiç’in yakınlarına yazdığı mektuplardan öğreniyoruz. Şair, Cebeci Asri Mezarlığına defnedilmiştir. Enis Behiç’in vefatı ile birlikte, ardından birçok anma yazısı yazılmış, onun edebî yönü ile insanî tarafı üzerinde durulmuştur. Birkaç yıl üst üste ölüm yıldönümü yâd edilmiştir.  


İlk şiirlerini 1913’den itibaren Şehbâl’de yayınlayan şairin, bu derginin dışında “Hürriyet-i Fikriye, Donanma Mecmuası, Türk Yurdu, Yıldız Mecmuası, İctihad, Güneş, Hayat, Talebe Defteri, Yeni Mecmua, Çığır, Şair, Varlık, Türk Kültürü, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi” gibi yayın organlarında manzumelerine rastlanır. Enis Behiç Koryürek’in şiir, tercüme, mektup ve hikâyeden başka, çeşitli dergilerde yayınlanmış tenkit ve tanıtma türüne giren yazıları da vardır.

Enis Behiç, edebiyatımızdaki ince ruhlu, hassas, nazik, prensip sahibi,  çalışkan, aristokrat mizacın en önemli temsilcilerindendir. Mizacının oluşmasında aile ve eğitimin rolü önemli bir yer tutar. İlk eğitimini dört yaşında anne ve babasından alır. Özellikle hamur oyunuyla annesi ona okuma yazmayı öğretir. İlk eğitimini özel hocalardan alan şairin, babası Doktor Yarbay İsmail Behiç Bey’den bizzat ders aldığı bilinmektedir. Model insan olarak babasının, bu dönemde Enis üzerindeki etkisi bir hayli fazladır. Babasıyla birlikte ilk çocukluk yıllarını Makedonya’da geçiren Enis Behiç, onun askeri disiplini çerçevesinde büyümüş, bu disiplin onun ileriki yaşamında –özellikle okul yılları ve memuriyet hayatında-bir hayli etkili olmuş ve başarılarla dolu bir hayata kapı aralamıştır. Çocukluk döneminde etkisinde kaldığı bir diğer şahsiyet “Cici anne” dediği anneannesidir. Şairin çocukluğunda hafızasına kazınan İkinci Abdülhamid düşmanlığı bu anneannesinden gelir. Çocukluğunda küçük Enis’in eve gelen gazete ve mecmualara çok fazla ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. Resimli gazetelere bakmayı çok sever. Kendi hayatını anlattığı “Bir Hikâye”de, onun “Çocuklara Mahsus Gazete, Hanımlara Mahsus Gazete, Servet-i Fünûn, Malumat, Hayal” vb. neşriyatı inceleyip takip ettiğini görüyoruz. Çocukluğunda çok zeki olan Enis, kafasına takılan soruları özellikle anne, baba ve öğretmenlerine sormaktan çekinmez, her zaman yeni bilgilere beynini ve gönlünü açık tutar.

Meraklı bir çocuktur. Kitap okumayı –özellikle roman, şiir, tarih kitapları-çok sever. Çocukken okuduğu kitaplardan biri, o dönemde yasak olan “Murad Beyin Tarih-i Umumîsi”dir. Özellikle birkaç arkadaşıyla Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”sini de ellerinden düşürmezler. İstanbul’a gelmeden önceki öğrenimini Balkanlar’da önemli bir edebî merkez haline gelen Selânik ve Üsküp’te yapmıştır. Özellikle sinema ve cumhuriyet rejimi konusundaki ilk bilgileri daha on bir yaşındayken Üsküp’te öğrenmiştir. Babasının o dönemde gizli gizli cemiyete gitmesi, şairin bunu gurur vesilesi yapması; onun cumhuriyet rejimine o zamandan beri taraftar olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 1909’da İstanbul’a gelen şairin, eğitiminin son durağı İstanbul Sultanîsi olmuştur. 1910’da okul birincisi olarak bu eğitim kurumunu bitirmiştir. Şairin ilk edebî düşünceleri Selânik ve Üsküp’te gelişmiş ve İstanbul’da bu edebî duyarlılık, üstüne koyarak devam etmiştir.

Şair, zarif, dürüst, giyinişine düşkün, temiz, şen şakrak ve tevazu sahibi birisidir. Ayrıca hata işlemekten korkar, yanında çalışanları kollar ve müzikle de uğraşmayı çok sever. Yusuf Ziya’nın ifade ettiği gibi genç yaşta şöhret sahibi olmuş, iyi bir şair olmasının yanında iyi bir hariciyeci olarak da ömrünün son yıllarına kadar bunu sürdürmüştür. Sadece Fransızca değil Macarca da öğrenen şairin, bazı şiirleri Macarcaya tercüme edildiği gibi, kendisi de Macar şairlerinden çeviriler yapmıştır. Yabancı dili iyi kavrayan şair, Fransızcadan bazı eserleri çevirmiştir. Bunlardan en önemlisi şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatan eserdir. Ayrıca onun, İstanbul Vefa İdadisinde ve Edirne Lisesinde Fransızca öğretmenliği yapması da bunu pekiştiren bir sebep olarak görülmektedir. Musiki ile çocukluğundan beri ilgilenen Enis Behiç, keman çalar, hatta kendisine ait boru şeklinde bir kemanı vardır. Sadeddin Arel’in evinde musiki toplantılarına katılan “Miras” şairinin, bestelenen altı da şiiri vardır. Ayrıca “Musiki Usullerinin Nazma Tatbiki” isimli Şehbal’de yayımladığı dört makalesinde onun Türk musikisini veznimize uydurma çabalarını görürüz. Fakat bu çabalar yeterince desteklenmemiş, zaman olarak da elverişli olmadığı için kendisi bu denemelerinden vazgeçmiştir.


1946 yılında mistik düşüncelere kapı aralayan şair, Çedikçi Süleyman Çelebi adında Mevlevî bir şairin ruhuyla temasa geçerek, “Vâridât-ı
Süleyman” isimli şaşırtıcı eserini meydana getirmiştir. Bu eser, arkadaşlarıyla birlikte “Bezm-i Âli” denilen ruh çağırma seanslarında Mevlevî Şeyhinin verdiği ilhamların kayda geçirilmesi sonucu oluşturulmuştur. Şair, bu dönemde daha çok spiritüalist bir davranış içine girer. “Miras” şairi tamamen mistik bir kişiliğe dönüşerek, dinî-
tasavvufî şiirler kaleme almaya başlar. Edebiyat âlemini şaşırtan bu olay karşısında, şairin artık öbür dünya hayatına hazırlandığı görüşü yaygındır. Enis Behiç, son yıllarında maddî yönden de büyük sıkıntılar çekmiştir. Bunun sebebi müsteşarlıktan istifa etmesi ve tekrar başka bir göreve verilmemesidir. Ayrıca yine son yıllarında şair, sık sık hastalanmış ve sağlığı bozulmuştur.

Hülâsa, Enis Behiç hakkında bilgi veren tüm kaynaklar onun şairliğinden ziyade insanî yönünü daha ön plâna çıkarmışlardır. Şairin yetişmesi, mizacının oluşması ve sanatçı kişiliğinin teşekkül etmesi sırasında birçok kaynaktan beslendiği görülmektedir. Bütün bu kaynaklar, onun sosyal ve edebî birikim kaynaklarını oluşturur. Yaradılıştan gelen birikimlerine baktığımızda, şairin dürüst, çalışkan, temiz, zarif, saygılı, zeki, samimi, dostluğa değer veren, vefalı, vatan ve millet sevgisiyle dolu, şık giyinen,  kanaatkâr, sabırlı ve tevazu sahibi olduğu görülür. Enis Behiç’te bulunan bu güzel hasletler, onu toplum içinde sevilen ve sayılan bir insan hâline getirmiş; hatta yakın arkadaşlarının hatıralarında anlattığı gibi onsuz olmanın acısı fazlasıyla yaşanmıştır.

Yukarıda saydığımız olumlu davranışların oluşmasında sadece şairin doğuştan getirdiği mizacıyla beraber, ayrıca onu yetiştirebilmek için sürekli çırpınan bir anne-babaya sahip olması da bunda etkili olmuştur. Annesinin şaire dört yaşında okumayı ilk öğreten kişi olduğunu düşünürsek, onun Enis’in yetişmesindeki payının ne kadar büyük olduğunu da görürüz. Bunda babasının yaklaşık on sene ailesinden uzakta görev yapmasının eksikliği de vardır. Fakat babası İsmail Behiç Bey, oğlunun iyi yetişmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Asker olması sebebiyle oğluna aşıladığı disiplin sayesinde, onun ileride eğitim ve memuriyet hayatında çok başarılı olmasındaki amillerden biri, babası olmuştur. Şairin, çocukluğunda etkili olan kişilerden biri de daha önce bahsettiğimiz “Cici Anne” dediği anneannesidir. Küçük Enis, İstanbul’da Aksaray’da anneannesinin evinde doğmuş ve doğumuyla birlikte onu hep yanı başında kendisiyle ilgilenen biri olarak görmüştür. Aileden tevarüs eden birikimler, onun ilerde okul hayatında çok başarılı olmasını sağlamıştır.

Enis Behiç’in birikim kaynaklarından bir diğeri, eğitim gördüğü okullardır. İlk eğitimini daha dört yaşında anne ve babasından alan şairin, kısa sürede okuma yazmayı öğrenmesi de onun ne kadar istekli ve kabiliyetli olduğunun bir nişanesidir. Ayrıca ilköğrenimini babasıyla birlikte olduğu Makedonya’da özel öğretmenlerden almıştır. Orta öğreniminin büyük bölümünü Selânik ve Üsküp İdadilerinde yapan Enis, 1909’da İstanbul’a geldiklerinden dolayı, son sınıfı İstanbul Sultanîsinde tamamlayarak 1910 yılında birincilikle burayı bitirmiştir. Daha sonra şair, yüzlerce aday arasından birincilikle kazandığı Mülkiye Mektebi’ni, yine 1913’te birincilikle bitirmiştir.

Makedonya, Selanik, Üsküp, İstanbul Enis Behiç’in hayatının ilk yirmi yılının geçtiği güzide yerlerdir. Dönemin en faal edebî hareketlerinin bu bölgelerde yapıldığını düşündüğümüzde, Enis’in şairliğinin ve kültürel birikiminin burada üstüne koyarak ilerlediği görülür. Özellikle vatan ve millet sevgisi doruk noktadadır. Şüphesiz bunda, o yıllarda Osmanlı’nın sürekli savaşları kaybederek topraklarının ellerinden gitmesi de sebep olmuştur. Edebî ve siyasî faaliyetlerin hız kazandığı Selanik, bunlar içinde çok önemli bir yer işgal eder. 1911 yılında Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’ın önderliğinde “Yeni Lisan” makalesiyle birlikte Genç Kalemler Dergisinde başlayan hareket, Millî Edebiyat Dönemi düşüncesini Selanik’ten tüm yurda yayacaktır. Enis Behiç, buna duyarsız kalmayacak ve çok sayıda vatan temasını işleyen şiir kaleme alacaktır.

Enis Behiç’in birikim kaynaklarından biri de okumuş olduğu eserlerdir. Daha dört yaşında okuma yazma öğrenen zeki çocuk Enis, özellikle resimli gazeteleri incelemeyi ve onlarda geçen isimleri ezberlemeyi çok sevmektedir. Anne ve babasının da okumayı çok sevmesi, onun hayatının şanslı taraflarından biridir. O, “Vatan Mersiyesi” şiiri ile ünlenecektir. Balkan hezimetini anlatan ilk şiirleri, Enis Behiç 1912-1913 yıllarında kaleme alacaktır. Onun okumayı en çok sevdiği eserler arasında Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” ile vatan konularını işleyen şiirleri gelir. Fuzuli’yi de çok sevdiği bilinen şairin ona ithaf ettiği şiirleri de bulunmaktadır. Ayrıca çocukluğunda tarihe ilgi duyan şairin, ilk okuduğu tarihi kitaplardan biri, Murad Bey’in “Tarih-i Umumî”sidir. Yasak olmasına rağmen Enis, bu eseri gizli gizli babasından alarak okumuştur. Yine onun Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemi eserlerini okuduğu da bir gerçektir. Özellikle kendisinin belirttiği gibi Süleyman Nazif, Süleyman Nesip ve Faik Ali’nin eserlerini çok okuduğunu anlıyoruz. Şair özellikle çocukken roman okumasını çok sever. Bu şekilde birçok yerli ve yabancı eseri okur.

Fransızca ve Macarcayı tercüme yapacak kadar çok iyi bilen Enis Behiç, Fransızcadan altı tercüme yapar. Macarcadan bazı şairlerin şiirlerini tercüme eder. Bu da onun hem Fransız hem de Macar eserlerini okuduğunu gösterir. Peyami Safa’ya Fransızcayı ilk öğreten de Enis Behiç olmuştur.

Enis Behiç’in çevresinden gelen birikimler, bir diğer birikim kaynaklarındandır. Özellikle okul ve memuriyet hayatında pek çok okul ve iş arkadaşı olmuş; bunlarla çok yakın arkadaşlık ve dostluklar da kurmuştur. Bu etkileşimler esnasında şairin çok şeyler kazandığı, iletişim kurduğu arkadaşlarına da çok şeyler verdiği aşikârdır. “Hıfzı Tevfik Gönensay, İbrahim Alaattin Gövsa, İsmail Habip Sevük, Celâl Sahir Erozan, Ziya Gökalp, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Abdülhak Hamit Tarhan, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı, Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmed Cevad Üstün, Muammer Galib Kuntav, Hâşim Re’fet Hakarar, Ârif Hikmet Arar, İbrâhim Rükneddin Nasûhioğlu, Celal Bayar, Samet Ağaoğlu, Fethi Tevetoğlu, Avni Doğan, Suat Pilevne, Halil Nihat Boztepe, İhsan Hamamî, Hakkı Süha, Ali Canip Yöntem, Fâik Âli Ozansoy, Kemal Bora, Tâhir Sebük, Sinan Onbulak, Fâhire Fersan ve Refik Fersan, Neyzen Şevki Bey, Salâhaddin Korkut, Selim Arık, Abdürrahim Güzelyazıcı, Prof. Osman Berki, Nusret Karasu” gibi çok sayıda arkadaş ve dost çevresi olmuştur. Bu arkadaş ve dost çevresinden en önemli ikisi, şüphesiz Ziya Gökalp ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu’dur. Ziya Gökalp ve Ahmet Hikmet’ten gelen birikimler şairin edebî yönünü şekillendiren sebepler olarak karşımıza çıkar. Devrin büyük şairlerinden Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret tarafından övülen Enis Behiç, daha sonra Ziya Gökalp’ın yönlendirmeleri sonucunda heceyle şiirler yazmaya başlar.

1933’ten sonra dergilerde şiiri görülmeyen şair, yeniden doğuşunu 1949 yılında ölmeden evvel yapacaktır. Edebiyat tarihimizde unutulmaz bir eser olarak “Vâridât-ı Süleyman” adlı yazılışı ile tüm dikkatleri ve tartışmaları üzerine çeken eserini yayımlar. Bir Mevlevi şairi olan Çedikçi Süleyman Çelebi’nin ruhu ile temasa geçen şair, bu şekilde tuttuğu manzumeleri yayınlar. Bu şiirleri aslında birer ilham kaynağı olarak ele alabiliriz. Tamamen kendisini tasavvufa veren şairin iç dünyası, bu şiirlerde gün yüzüne çıkacaktır. Lehinde ve aleyhinde pek çok yazı yazılan eser, Divan şiiri tarzıyla nazma alınmıştır

Dr. Kâzım ÇANDIR

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ENİS BEHİÇ KORYÜREK ŞİİRLERİ

 


ENİS BEHİÇ KORYÜREK-EDEBİ PORTRELER

 

İnce, zarif bir endam; krem renkli solgun, fakat içindeki zekâ zorlayışıyla şişip kabarmış yuvarlak bir alın; profiline bir kuş manzarası veren keskin çizgili, atılgan bir burun; yüksek, kemerli kaşların ebedî hayreti altında sevimli, parlak gözler. İki sıra kirpik oyası içinde hızla dönen, hızla mânâ değiştiren bu gözler Enis’in madde olmuş maneviyatından birer parçadır.

Hafifçe kabarık şakaklardan sonra, süzüle süzüle inen yüz çizgileri çukurlu, nissivri bir çene ile biter ve başı uzaktan bir topacı andırır.

Ben, onu Mülkiye’yi bitirdiği yıl tanıdım. Arkasında iyi kesilmiş siyah bir jaketatay, fantezi yelek ve çizgili pantolon vardı.

Bu ciddi kıyafet içinde bile o, yine kendi taşkın ruhunun bir alâmetini gösterirdi. Meselâ, kravatını herkes gibi düğüm bağlamaz, katı yakanın altına güzel kıvrımlar yapacak şekilde sıkıştırır, kalabalıktan ayrılırdı.

Dünyanın belki en şen adamlarındandır. Bir meclise girince havayı değiştirir. Ağırlığı, resmiyeti hemen dağıtır. Tatlı, cana yakın bir şakraklıkla bütün bu işleri kimseyi incitmeden becerir ve herkesin:

- Hay Allah razı olsun! duasını kazanır.

Konuşması renklidir. Söylerken, ağzında bembeyaz dişleriyle beraber, sözleri de birer kıvılcım gibi çakar. Sesi yumuşak tavlıdır. Zahmetsizce her tona çıkıp iner. Her ırkın şivesini hem tecvit, hem nahviyle birlikte taklit eder. Keman çalar, şarkı söyler, hülâsa eskilerin “bir kol çengi” dedikleri nadir yaradılışlı, dört başı mamur bir varlıktır.

Bükreş ve Peşte’de bıraktığı tesiri görenlerin parmakları ağızlarında kaldı. Siyasî hayat, bu şen şakrak, zevkine düşkün şahsiyetin altında ne derin vakarlı bir hüviyet yaşadığını göster. Onu en son defa, birkaç ay evvel Ankara’da gördüm. Zaman, yalnız saçlarına dokunmuş. Yirmi yıllık koca gün ehramının onun yüzünde bir tek izi bile yoktu.    ?

Madde Enis işte budur. Sanatkâr, şair ve ruh Enis e gelince:

O ilk şiirlerini, Şehbâl mecmuasında neşretti.

Nâmık Kemal’in ruhuna ithaf ettiği bu şiir, Balkan felâketine ağlayan bir gönül imbiğinden damla damla süzülmüştü. Belki zamanın, millî yeisin de onu beğendirmekte, ruhlara sıcak göstermekte payı vardır. Fakat gerçek olan şu ki hepimiz onu

Enis Behiç, olanla doyacak, sanata karşı, Ne yerseler ona şâkir, ne kılsalar ona şâd” diyecek adamlardan değildi. Ruhunda derin bir çarpıntı, hayalinde geniş bir ufuk, kalbinde kükremiş ihtiraslı bir engin seziyordu. Evvelce açılmış yollarda başkalarının izlerine basa basa yürümekle avunamadı. Yem bir şey, bambaşka bir çığır açmak istedi. Bu iç dalgalanandan hız aldı ve aruzla musiki darplarını birleştirerek yeni bir ahenk keşfine çalıştı. Düm, tek kâ, düm tek’leri aruzla uzlaştırmak uğrunda bir hayli uğraştı.

Bu aranıştan, bu ruh sondajlarından belki yepyeni bir ahenk fıskiyesi çıkacaktı. Fakat fena zamana rastladı. Milli cereyan etrafı kaplayacak kadar genişlemiş ve kuvvetlenmişti.

Yurtta yem şairi, yeni sanatkârı heceden bekleyen bir hava dalgalanıyordu. Aruza yabana malı gözüyle bakılıyor, manevi kapitülasyon zincirinin bir halkası gibi muhakeme ediliyordu

İşte bu yüzdendir ki Enis Behiç’in yeni ahenk keşfi tecrübeleri durdu.

0 da hece vezniyle yazmaya başladı. Burada da yine ondaki ruh açlığının izlerini görürüz. “Süvariler” ve “Gemiciler” şiirleri tamamıyla başka tarzda yazılmıştır:

Poyraz var 

Yelken dolar 

Gemi sanki kanatlı

tarzında mısraları, gittikçe artan rüzgâr gibi büyüttü. Gemiciler şiirim yana yatırırsanız, dalgalı bir deniz manzarası görürsünüz.

Enis bununla da kanmadı. Bir gün onu bizim eski bahriye tarihlerim okurken gördük. Orada gemici ıstılahları, levent argoları, gemi parçalarına ait isimler öğrenip not ediyordu.

Çok geçmeden bu didişmeden şanlı bir ganimetle döndü bize meşhur deniz destanları yazdı.

Yine doldu gemimizin arması 

Bizim gemi martı gibi pek oynak. 

Ye hoş olur şimdi ateş açarsak 

Ufukları dumanların sarması,

"Vardiya ”dan bağırdılar:

-    Üç direkli bir gemi!

Kaptan sordu gür sesiyle:

-Bandırası belli mi?

-    Venedikli!

Bu ses bütün göğüsleri dolaştı 

Venedikli! Venedikli! 

Son saatin yaklaştı.

Enis, hece veznine yalnız kahramanlık menkıbelerini, destan havasını sokmakla kalmadı. Heceye eski varsağılarda gördüğümüz o erkek sesi de getirdi.

Bu kadar büyük bir ihtiras, derin susayışlarla edebiyata giren şairden biz, çok şey bekliyorduk. Fakat siyasî hayata atılış onu birdenbire değiştirdi.

Bükreş’e gittikten sonra bize bir tek manzume yollamıştı. Onun ruhundaki başkalarından ayrılmak, yükseklikler fethetmek ihtirasını bildiğim için müşahede ufuklarının genişlemesine yardım eden bu yeni memuriyetine sevinmiştim. Fakat aldanmışım. Onu galiba bu yeni ufuklar tüketti.

Bir yerde bir ressamın Roma’daki meşhur sanat âbidelerini gördükten sonra elinden fırçasını attığını okumuştum. Acaba, Enis kendisine yeis veren büyük kudretlerle mi karşılaştı? Yoksa ondaki ihtiras, maddî refah ve zevk ile doyan, ruh fütuhatından vazgeçen cinsten küçük çapta bir şey miydi?

Gönül, “Hayır!” demek istiyor. Fakat zihin, bu yıllar süren susuşun altında ezilmekten kurtulamıyor.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

ENİS BEHİÇ KORYÜREK ŞİİRLERİ

ENİS BEHİÇ KORYÜREK HAYATI ve ESERLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi