Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

CAHİT SITKI TARANCI KİMDİR?

(1910-1956) Cumhuriyet dönemi şairi.

Diyarbakır'da doğdu. Asıl adı Hüseyin Cahit'tir. Diyarbakır'ın eski ve köklü ailele­rinden Pirinççizâdeler'e mensup Bekir Sıt­kı Bey'in oğludur. İlk ve orta okulu Diyar­bakır'da okudu; daha iyi bir öğrenim gör­mesi için babası tarafından İstanbul'a Saint Joseph Lisesi'ne gönderildi. Daha son­ra bu okuldan Galatasaray Lisesi'ne geçti. Burada ölünceye kadar dostlukları devam edecek olan Ziya Osman (Saba) ile tanıştı. Mezun olunca yine babasının isteğiyle Mül­kiye Mektebi'ne kaydoldu (1931). Derslere karşı ilgisizliği ve çirkinliği dolayısıyla ken­dini içkiye vermesi, birtakım gönül mace­raları yaşaması yüzünden dört yıl sonra diploma alamadan okuldan ayrılmak zo­runda kaldı, ancak kaydını Yüksek Ticaret Mektebi'ne nakletti (1935). Bu arada Sümerbank'ta memur olarak çalışmaya baş­ladı (1936). Cumhuriyet gazetesinde hi­kâyelerini yayımlayan Nadir Nadi'nin mad­dî desteğiyle öğrenimine devam etmek üzere 1938 yılı sonlarında Paris'e gitti ve orada Ecole Sciences Politiques'e kaydol­du. Paris'te Oktay Rifat'la birlikte bir süre Paris Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi'nde spiker olarak çalıştı. Temmuz 1940'ta Pa­ris Almanlar tarafından bombalanırken Pa­ris'i terkedip önce Lyon'a, oradan Cenev­re'ye geçti. İsviçre'de kısa bir süre kaldık­tan sonra güçlükle Türkiye'ye dönebildi.

Bir süre Diyarbakır'da ailesinin yanında kalan Cahit Sıtkı, Mart 1941'de askere git­ti; Ekim 1943'e kadar Ankara, Burhaniye ve Ilıca'da görev yaptı. Askerlik dönüşü iş­lerini İstanbul'a nakletmiş bulunan baba­sının yanında ticarethanenin muhasebe defterlerini tutmaya başladı. Ancak baba­sıyla anlaşmazlığa düşünce işten ve aile­sinden ayrıldı. 1944 yılı sonlarında Anka­ra'ya gitti ve Anadolu Ajansı'na mütercim olarak girdi. Bu tarihten itibaren araların­da Orhan Veli Kanık, Ahmet Muhip Dranas, Melih Cevdet Anday, Baki Süha Ediboğlu, Oktay Rifat, Ceyhun Atuf Kansu, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret Aksal, Sabahattin Eyüboğlu gibi şair ve yazar­ların bulunduğu edebiyatçılar çevresin­de yaşamaya başladı. Daha sonra Top­rak Mahsulleri Ofisi'nde yine mütercim olarak çalıştı; buradan Çalışma Bakanlığı'ndaki mütercimlik kadrosuna geçti. 1951'de Cavidan Hanım'la evlendi. 1954 yılında hastalandı; kısmî felç dolayısıyla konuşamadığı gibi hareket de edemiyordu. Hastalığı sırasında bir süre İstanbul'da, bir süre de Diyarbakır'da ailesinin yanında kal­dı. Arkadaşı Samet Ağaoğlu'nun yardımıy­la tedavi için gittiği Viyana'da öldü (12 Ekim 1956); cenazesi Türkiye'ye getirile­rek Ankara'da toprağa verildi. Diyarbakır'­da doğup büyüdüğü ev daha sonraki yıl­larda Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi haline ge­tirilmiştir.

Ünlü bir şair olmaya hevesi daha lisede okuduğu yıllarda başlayan Cahit Sıtkı ede­biyatla ilişkisinin, küçük yaşta ailesinden uzakta sıkıcı yatılı okul hayatının hasta ru­huna yüklediği sıkıntıdan kaynaklandığını söyler. Dayısının teşvikiyle yazdığı, Abdul­lah Cevdet'in de takdirle karşıladığı dene­melerinden sonra ilk şiirleri 1930'lu yıllar­da Servet-i Fünûn-Uyanış ve Muhit ile Galatasaray Lisesi'nin Akademi dergisin­de, daha sonraki yıllarda Varlık, Yücel, İnkılâpçı Gençlik, Ağaç, İnsan, Gün­düz, Akpınar, Ülkü, Kültür Haftası, İs­tanbul, Yaratış, Cumhuriyet, Akşam, Vatan, Sanat ve Edebiyat gibi gazete ve dergilerde yayımlanır. Edebiyat dünyasın­da tanınmasında Peyami Safa'nın 1932 yı­lında Cumhuriyet gazetesinde şiiri üze­rine yazdığı üç yazının büyük etkisi olur. 1945'te Cumhuriyet Halk Partisi şiir yarış­masında "Otuz Beş Yaş" şiiriyle birinci ol­du; böylece şöhreti bir anda yayıldı.

Cahit Sıtkı, Fransız sembolist şairlerin­den Baudelaire, Verlaine, Rimbaud, Valéry ve Paul Eluard'ın etkisinde kaldığı ilk şiir­lerinde vezne ve şekle önem verdiği gibi şiirde ses, anlam ve biçim bütünlüğünü âdeta şart koşar. Yetişme çağlarında biraz da döneme hâkim olan milliyetçi ve mem­leketçi edebiyat dolayısıyla halk şiirinden etkiler alan Cahit Sıtkı'nın 1935'ten sonra yazdığı şiirlerde yalnızlık ve ölüm temala­rı üzerinde yoğunlaştığı dikkati çeker. Bu temalar üzerinde ısrarla durmasını döne­min toplumsal şartları dolayısıyla içine düştüğü nihilizm duygusuyla açıklayan Mehmet Kaplan onu metafizik seviyeye yükselememiş, dünya ile boşluk arasına sı­kışıp kalmış, hayata sarılmak isteyen, fa­kat hayatta da aradığını bulamayan bir şair olarak değerlendirir. Aynı nesle men­sup Orhan Veli ve arkadaşları gibi o da ge­rek toplumsal gerekse dinî ve tarihî de­ğerlere ilgi duymadığından boşluğa düşmüş, bundan dolayı bir kaçış psikolojisiyle bazan tabiata, bazan da yaşama sevin­cine sığınmaya çalışmıştır.

Kendi neslinin diğer şairleri gibi dünyayı duyularıyla kavramaya ve tadını çıkarma­ya çalışan Cahit Sıtkı'nın hemen bütün şi­irlerinde ölümün gölgesinde yaşayan insa­noğlunun yaşama sevinci veya buruk ta­dı duyulur. Şiirlerinin çoğunda ölüm, için­de yaşanılan bu güzel dünyayı sona erdi­recek bir tehdit şeklinde varlığını hisset­tirirken mutluluğu zaman zaman çocuk­luk günlerine dönmek suretiyle yakalama­ya çalışır. Şiirlerinde yaşamayı âdeta bir ibadet gibi gören, vatan topraklarının mut­lu insanlarla dolmasını arzulayan Cahit Sıt­kı'nın günlük hazları ölümsüzleştirmesi büyük başarılarından biri kabul edilmiştir. Şiirlerinde yalnızlık, çaresizlik, çirkinlikten şikâyet ve ölüm korkusu yanında yaşama sevinci de dikkati çeken en önemli tema­lardır. Fazla bir derinlik taşımamakla bir­likte sade, akıcı ve ahenkli bir dil kullan­ması dolayısıyla şiirleri devrinde geniş bir okuyucu kitlesi tarafından sevilerek okun­muştur. Türk edebiyatında şiir üzerine en çok düşünen şairlerden biri olan Cahit Sıt­kı bu konudaki görüşlerini çeşitli yazıla­rıyla mektuplarında uzun uzadıya açıkla­mıştır. Yazılarından birinde; "Şiir kelime­lerle güzel şekiller kurma sanatıdır" der. Ona göre kelime annedir, dosttur, hasret­tir, hayaldir; yani bir anlamı, çağrışımı, bir gölgesi, hatta bir rengi ve adı olan nesne­dir. Şiirde mükemmellik ne aruzun ne he­cenin ne de serbest veznin tekeli altında­dır. Mükemmellik şairin kullandığı dilden âzamiyi koparmasıdır.

Cevat Sadık-ve İrfan Kudret takma ad­larıyla bir kısım şiirleriyle paralellikler gös­teren hikâyeler de yazan Cahit Sıtkı, şah­sî yaşantısının ve kültürünün kendisine ka­zandırmış olduğu birikimi şiirleriyle birlik­te hikâyelerinde de bol bol kullanmıştır. Zaman zaman hikâyelerinde işlediği konu­ları kelimelerin istifinden doğan şiir sesi­ne ulaştıkları zaman şiirine geçirmiş, ba­zan da şiirini yazdıktan sonra onu bir de hikâyede işleyerek açıklamıştır. Böylece hikâye ve şiirleri âdeta birbirini tamamla­mıştır. Olay örgüsünün genellikle basit bir çerçevede geliştiği hikâyeleri her şeye rağ­men hayatın yine de yaşanmaya değer ol­duğunu anlatır (hikâyelerinin bir kısmını Selahattin Önerli derlemiştir, bk. bibi.): Cahit Sıtkı ölümünden sonraki yıllarda da sevilen ve okuyucusu azalmayan bir şair olmaya devam etmiştir.

Eserleri.

Şiir: Ömrümde Sükût (İstan­bul 1933), Otuz Beş Yaş (İstanbul 1946), Düşten Güzel (İstanbul 1952), Sonrası (yetmiş üç yeni, on tercüme şiir, ölümün­den sonra hakkında yazılanların bir kıs­mı, İstanbul 1957), Bütün Şiirleri (haz. Asım Bezirci, İstanbul 1983).

Mektup: Ziya'ya Mektuplar (Ziya Osman Saba'ya yazdığı elli yedi mektup; başında Saba'nın "Cahit'le Günlerimiz" başlığıyla yer alan uzun bir yazısı vardır, İstanbul 1957), Eşi­me ve Nihal'e Mektuplar (haz. İnci Enginün, Ankara 1989).

Makale-deneme: Ya­zılar, Makaleler, Konuşmalar, Yanıtlar (haz. Hakan Sazyek, İstanbul 1995). İn­celeme: Peyami Safa: Hayatı ve Eser­leri (İstanbul 1940). Tercüme: Fransa'da Müstakil Resim (A. Basler-C. Kunstler'den, A. Muhip Dranas'la birlikte, I—II. İs­tanbul 1938). Cahit Sıtkı'nın şiirlerinden otuz üçü Necdet Adabağ tarafından İtalyancaya çevrilerek yayımlanmıştır (Trentacinque arını (Milano 1972]).

BİBLİYOGRAFYA :

Güngör Gençay, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1956; Muzaffer Uyguner. Cahit Sıtkı Tarancı: Hayatı, Sanatı, Eseri, İstanbul 1966; Şevket Beysanoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1969; Meh­met Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstan­bul 1973, s. 107-116; a.mlf.. Edebiyatımızın İçin­den, İstanbul 1978, s. 196-206; Selahattin Öner­li, Cahit Sıtkı Tarancı'nın Hikâyeciliği ve Hikâ­yeleri, Ankara 1976; Gültekin Samanoğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Ankara 1988; İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1991, s. 240-249; a.mlf.. Cumhuriyet Dönemi Türk Ede­biyatı, İstanbul 2001, s. 72-74; Önder Göçgün, "Şiir Dünyası İçinde" Calıit Sıtkı T&rancı", Diyar­bakır: Müze Şehir (haz. Şevket Beysanoğlu v.dğr), Istanbul 1999, s. 319-333; Şaban Sağlık, Cahit Sıtkı Tarancı 'nın Hikâyeleri Üzerine Bir incele­me, Ankara 2003; Milliyet Sanat Dergisi (Ölümünün 20. Yılında Cahit Sıtkı Tarancı-özel sayı), sy. 200, İstanbul" 1976;' »Talanlar Cahit Sıtkı", TDEA, VIII, 251-254; Ramazan Korkmaz, "Cahit Sıtkı Tarancı", Türk Dünyası Edebiyatçıları An­siklopedisi, Ankara 2007,:VIII, 195-198, .

İNCİ ENGİNÜN,İSLAM ANS. CİLT: 40

 


CAHİT SITKI TARANCI-2

Cumhuriyet şiirimizin öncülerinden. Diyarbakır'da doğdu. İlköğrenimini Diyarbakır’da yaptıktan sonra İstanbul'a geldi. 

Kadıköy Saint-Joseph Lisesinde okudu. (1924-1928). Galatasaray Lise’sini bitirdi. (1931) Mülkiye Mektebi’ne girdi tamamlamadan Fransa’ya gitti. Paris Siyasal Bilgiler Fakültesine devam etti. II Dünya Savaşı’nda Paris’in Almanlar tarafından işgali üzerine öğrenimini yarım bırakarak yurda döndü. Askerlik sonrası memurluk hayatına atıldı. Bir yandan edebiyat hayatını izliyor şiirler yazıyordu. Ankara’da Anadolu Ajansı mütercimliği, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde görevde bulundu Çalışma Bakanlığı mütercimi iken hastalandı. İki yıl kadar Ankara, İstanbul, Diyarbakır'da tedavi gördükten sonra gittiği Viyana'nın bir hastanesinde öldü. Naaşı getirilerek Ankara'ya gömüldü. Cahit Sıtkı Tarancı estetik, bireysel bir şiir görünüşüyle hemen bütün şiirlerinde ölümle fanilik temalarını işler. Toplumsal yaşantılarını şiirlerine öz olarak alır. Hecenin hiç değişmeyen kalıplaşmış duraklarını atarak heceye yeni uyum olanaklarım hazırlayanların arasındadır. "Şairin mesuliyeti ve şerefi sesle başlar, sesle biter. Yoksa kelimenin tek başına manasından beklenen güzellik, nesir hudutları içine girer. Şiir, nihayet bir kelime işidir; duygular, fikirler, buluşlar sonra gelir." görüşünü savunur. "En yaşlı şair kadar olgun ve kâmil, en genç şair kadar, hatta ondan da taze ve yeni olabilmek" gayesindedir. Anadilimizi tüm canlılığı ve sıcak duygusallığı ile vermek ister. Cahit Sıtkı Tarancı, şiirlerinin yanı sıra deneme, mektup, makale, hikâye türlerinde de yazdı. Kitap hâlinde çıkan en tanınmış eserleri: Ömrümde Sükût (Şiirler, 1933); 1946 CHP şiir yarışmasında birincilik kazanmasıyla ününü genişleten şiirinin adını taşıyan eseri Otuz Beş Yaş (Şiirler, 1946); Düşten Güzel (Şiirler, 1952); ölümünden sonra çıkan, ilk kitaplarına girmeyen şiirleri ile çeviri şiirlerini, ölümü üzerine yazılan seçme yazıların yer aldığı kitap Sonrası (1957); arkadaşı şair Ziya Osman Saba'ya gönderdiği Ziya'ya Mektuplar (1957).

(S.Kemal Karaalioğlu, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1983)

 

 


CAHİT S.TARANCI-R.ÖZCAN

Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956), şiir hayatına Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Emin Yurdakul'u okuyarak başlar. Sevdiği şairler arasında Fuzuli, Bakî, Şeyh Galip, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi Tecer'i sayabiliriz. Daha sonra Saint Joseph ve Galatasaray Lisesinde iken klasiklerden Corneille, Bacine ve La Fontaine'i okuyarak şiir kültürünü oluşturur. Ziya Osman Sabayla Galatasaray Lisesinde tanışması, şiir kültürüne büyük bir katkıda bulunur. Onun aracılığıyla tanıdığı Baudelaire'in, Cahit Sıtkı'nın şiir hayatında önemli bir yeri vardır. Şiir çizgisini, Baudelaire'den önce ve Baudelaire'den sonra olmak üzere ikiye ayırması, bu etkilenmenin önemini gösterir. Daha sonraki yıllarda Paris'e gitmesi ve Fransız şiirini yakından tanıması, onun şiirinin takip edeceği yörüngeyi belirler:

"Cahit Sıtkı Tarancı, herhangi bir siyasi bağlantısına girmeden, Türkçenin duru ve temiz ırmağında devrinin kendi oluş sorunsalına iddiasız bir biçimde tanıklık etmeye çalışır. Ona göre kendi oluşun ilk biçimi ölüme karşı bir tavır geliştirmekten ortaya çıkar. Yaşamın kutsallığına yönelmiş tehditleri ölümden önce ve sonra olmak üzere iki kesite ayıran şair, dünyalık ölümleri; alışkanlıkların sıradanlığına batma, fark ediş düzeyinden düşme ve unutma/unutulma gibi insani yitimlerle değerlendirirken, dünya yaşamını sona erdiren mutlak ölüm duygusu karşısında ise çaresiz bir ikaros trajedisi yaşar." (Korkmaz 2002: 390)

Görsellik unsurunun parçalanmışlığıyla en aza indirildiği yayılgan / geleğen imgeleri, duygusal öğeler içerirken yeni yaratımlara açık olmasıyla dikkat çeker. "İmgeyi oluşturan sözcüklerin anlamları ve görünümleri arasında mantığın onayladığı düz ve birebir ilişkiyi dışlayarak; daha çapraşık bir düzen inşa eder. Çarpıcı olmak için dili anlaşılmaz kılmaya itibar etmez. Onun esas gayesi, tabiilikte orijinali yakalamaktır." (Korkmaz 2002: 279). Böylece doğada bulunan farklı tür ve nitelikteki her şey, bu şiirde her an kucaklaşma, el ele dolaşma ve paylaşma şansım bulur.

"Kelimeler onun dünyasına anlamından çok ses değerleriyle girerler. Bu yüzden şiirlerinde nağmeye dönüşen kelime ve mısra anlayışı hakimdir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerde bile bu akustik dengenin titizlikle gözetildiği dikkati çeker."(Korkmaz 2003: 327).

Cahit Sıtkı Tarancı, büyük sorunların ve/ya sosyal meselelerin şairi değildir. O, küçük insanın günlük acılarını ve ümitlerim şiir aracılığıyla dile getirir. "Şiirlerinde hayat; tekrarı olmayan ve sürekli tükenişe, unutuluşa akan bir altın ırmak gibidir. Kendisiyle beraber inşam da tükenişe götürmektedir. Bu kavrayış, zımnî olarak biraz da Batılı pozitivistlerin etkisiyle, hayatı, bir din gibi benimsemesine ve ona bağlanmasına vesile olur." (Korkmaz 2002: 3O6). Bunun için geniş kitlelerin şairi olabilme şansım yakalayabilmiştir. Ölüm karşısında büyük acılar yaşayan Cahit Sıtkı Tarancı'nın en güçlü izleği, şiirlerindeki insan kadrosunun dinmek bilmeyen atılımlarla yöneldiği ve çelik kancalarla bağlı olduğu yaşama sevincidir. Ancak ölüm, çok yönlü yüzüyle kutsal yaşam ırmağının en büyük tehdididir.

Yaşama karşı duyarsızlaşmayı, alışkanlıkların oluşturduğu körlük alanlarında yitmeyi ve fark ediş seviyelerinden düşmeyi de ölümle eşdeğer gören şair; ölümü aşabilmenin, dünya ve yaşamı içermekle mümkün olacağını savunur.

Şiirle ve aşkla dünyaya bağlanan şair, sonsuza dek yaşam lambasının sönmemesini arzular. Şiir kitapları Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve Sonrası (1957) adlarını taşımaktadır

(Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası)

 


 Cahit Sıtkı TARANCI-ŞÜKRAN KURDAKUL
 

Diyarbakır’da doğdu (1910-13 Ekim 1956). Ortaöğrenimini Sait Joseph ve Galatasaray Lisesi’nde tamamladı (1931). Mülkiye Mektebi’nde ve Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Memurluk, çevirmenlik yaptı.

Cahit Sıtkı, kimileri “Muhit” ve “Servet-i Fünun/Uyanış” dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini topladığı Ömrümde Sükût’ta (1933), deney evresinin olağan sayılacak acemiliklerini en aza indirebilen bir şair kimliği kazanmıştı. Zaman, ölüm, aynalar gibi Ahmet Hamdi’nin, Necip Fazıl’ın sevdiği temaları işlerken hecenin değişik kalıplarını deniyordu. Yetiştiği yıllar, Nâzım Hikmet’in özgür kuruluşlar içinde coşku çağıltıları haline gelen şiirlerindeki yeni ses, yeni kavramlar ve insanı bulunduğu her yerde arama kaygısı ilgisini çekmedi pek. Ahmet Hamdi gibi erken yaşlanmışlara özgü bir dünyada benmerkezli duyarlıkların ağırlığı altında kaldıkça, “Semada yıldızlardan,yerde kurtlardan başka öldüğümü kimseler bilmeyecek” (Ömrümde Sükût) dizelerinde gördüğümüz genç insan gerçeğinin taşıdığı doğallıklara uymayan acılara düştü.

Ölçüye egemenliği vardı; beğenisi, sesi vardı, ama bu yetenekleri, içerik yönünden kendi kendisini sınırlama tehlikesi taşıyan bir ortamda sergilendiği için yeni bir şiir kurma olanağını vermediler.

Varlık dergisinin ilk yılında çıkan dokuz şiirinin adları bile* Cahit Sıtkı’nın işlediği temalarda, 1920 kuşağının izleyicisi olduğunu gösterir sanıyoruz. Şiirine hareket noktası olan kimi sözcüklerle de saptayabiliriz bu durumu:

Sonbaharı duyar da ağaç

Gündüzleri çeker işkence

Bir hülyada dalar da her gece

 

Başında gök ürperen bir taç.

Göz kırparken ona yıldızlar

Baharında sanıp kendini

Çağırır da bülbüllerini

Ağaç pırıl pırıl sayıklar.

 

“Sayıklayan Ağaç” (Varlık, 15 Haziran 1934) adını taşıyan bu şiiri oluşturan 30’a yakın sözcükten sonbahar, ağaç, hülya, gece, yıldızlar, gök, ürperme, bülbül… Ahmet Hamdi; sayıklama, işkence, pırıl pırıl… Necip Fazıl’ın pek çok kullandıkları sözcükler arasındadır.

“Eşya” (İlkin Varlık, 15 Temmuz 1934) adlı şiir ise hem içerik, hem biçim yönünden Necip Fazıl yörüngesinde görünür.

Gece oldu mu korkunç

Şekiller alan eşya

İçime ürpermeler

Korkular salan eşya.

………

Ben sizi var sanırım

Sahiden var mısınız?

Cahit Sıtkı’nın dünyasına egemen olan- yer yer idealizme dönük- bireysellik, şiirinin daha sonraki aşamalarında da sürdüğü için temaları ve sözcük dünyası sınırlıdır.

Bilmem ki hâtıralar

Ne istersiniz benden

Gelir gelmez sonbahar,

Bu kanat çırpış neden

Cama vuracak ne var

Ey eski hâtıralar

Sanmayın güller açar

Bülbül değildir öten

Bu rüzgâr başka rüzgâr…

Şairin Otuz Beş Yaş kitabına da aldığı bu şiirin hatıra, sonbahar, gül, bülbül gibi şiirimizin esmişi sözcüklerinin en yüzeysel anlamlarına dayanarak kurulduğunu görüyoruz. Daha değişik kavramlara açılmak istediği zaman Necip Fazıl’ın şiir dünyasına kapılıyor. “Gündüz” (Otuz Beş Yaş, 12. bas., sf. 9) adlı şiirin ilk dörtlüğünü Kültür Haftası’ndaki (6 Mayıs 1936) biçiminden okuyarak saptayabiliriz bu savı.

Ey sakin suları karıştıran el

Balıklara huzur vermeyen dalgıç

Gündüz cüceyle dev, çirkinle güzel

Arkasında keskin parlayan kılıç.

Bu geçiş dönemi, Orhan Burian’ın da belirttiği gibi, geceden ve ölümden duyduğu ürküntünün yerini, hayata ve insanoğluna duyduğu sevgi alıncaya kadar sürer Cahit Sıtkı’da. Sonra “Bahar Sarhoşluğu” gibi, “Abbas” gibi dünyalı şiirler görünmeye başlar. Garipçilerin orta tabaka insanının günlük yaşama bağlı duyarlıklarını ortaya koyuş biçimlerini benimsediğini gösteren örneklerin (Şaşırtmaca, Bir Saadet, Su Sesi, Dalgın Ölü, Uçtu Uçtu) yanı sıra, Rıfat Ilgaz gibi ince yergiyi toplumsal taşlama düzeyine çıkaran şiirler de yazar.

Bu konak eski paşalardan birinin

Bu arsa bir mebusundur

Bir doktorun bu apartman

Bu dükkân benim değil

Bu çarşıya hükmeden Yahudiler

Bereket versin gökyüzünün tapusu yok

Herkes bakabilir

Bulutlara kimse el koyamaz

Hayal kurma hürriyeti var.

Nedir ki, bir çeşit kendini yenileme çabası olarak düşünebileceğimiz bu girişimci heveslere karşın, şair, duyarlığına egemen olan iki temel etkenden kurtulamaz: Yaşlanma ve ölüm…

Ölüm Tehlikesi, Dalgın Ölü, İnsan Hali, Paydos, Akıbet, Ölüm gibi şiirlerde; ölüm teması ya doğrudan doğruya, ya dolaylı olarak işlenmiştir.

Çoktandır tekneyi aldı sular.

Çoktandır ümitler sende ölüm?

Sabır tesbihim kopmak üzredir

Ne gün kalkacak bu perde ölüm

( Ö l ü m )

Bir de baktım ki ölmüşüm

Dünya sönmüş başucumda

( B i r  d e   B a k t ı m  k i   Ö l m ü ş ü m )

Gel diyordu uykumda ölüler gel

( D a v e t )

Bana da yolculuk göründüğü gün

Bulunmasına bulunur sanırım

Tabutumu taşıyacak üç beş dost.

( İ n s a n  H a l i )

Ölüm yer yer bir istek olarak görünmesine karşılık, çoğun, korku ifadesidir Cahit Sıtkı’da. Bu nedenle, belki çevre koşulları değiştiği, iç güçlerine dayanarak kendini yaşının adamı kimliğinde duyduğu zamanlarında bilinçaltını saran bu korkulara yeter demek ister. Yalnızlıktan yakınır. İçtenliği şiirin başlıca koşullarından biri saydığı için saklamaz kendini, “Bitirdi beni bu içki, bu kumar” (Paydos), “Hani ev bark/ Hani çoluk çocuk/ Ne geçti elime bu hayatın/ Meyhanesinde kerhanesinde” (Garip Kişi) dizelerinde gördüğümüz gibi açılmamış penceresi kalmasın ister. Her şeyi duyarlığa bağlıdır. Sevgi bile sevgi özlemiyle birlikte yaşar onda. Kadını, aşkı, sevecenliğin egemen olacağı yaşamı özlediği zaman, kötümserliği de, içindeki gizemci adamı da yenmiş görülür.

Ölmek varsa günün birinde gayri

Göz nuru, el emeği, alın teri

Yaşadığım iyi kötü günleri

Değişmem hiçbir cennet masalına.

( İ n s a n o ğ l u )

dizelerinde gördüğümüz gibi, birçok şiirine ve usa aykırı olan her şeye yeter demek isteyen bir davranışla yılların biriktirdiği alışkanlıklara karşı çıkar. Bu elbette ki idealizmden materyalizme yöneliş değil, kişiliğinin artık kendine karşın, başkaldırısıdır.

Ahmet Hamdi ve Necip Fazıl şiirini, 1940 hareketine ulaştıran Cahit Sıtkı’nın, dönemi içinde yarattığı geniş etkiyi yaşadığını yazma alışkanlığına bağlayabiliriz.

ŞİİR KİTAPLARI: Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957).


KAYNAKLAR: Ziya’ya Mektuplar (1957); Muzaffer Uyguner, Tarancı’nın Şiiri Üzerine Düşünceleri (1960), Cahit Sıtkı Tarancı (1966); Turgut Uyar, Papirüs (Şubat 1968); İrfan Yalçın, Yansıma (Mayıs 1972); Selâhattin Önerli, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (1976), Milliyet Sanat, özel bölüm (8 Ekim 1976); İlhan Gencer, Cahit Sıtkı Tarancı (1977); Mustafa Şerif Onaran, Düşlem (Ekim 1998).

* Akşam Vakti, Kuyu, Aynalarda Gece, Sen de Her Şey Gibi, Akşamlayın, Yağmur Yağadursun, Sular, Ağaçlar, Kuşlar, Hatıralar, Sayıklayan Ağaç.


        Şükran KURDAKUL

Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1 Şiir, Şükran Kurdakul, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2002, s.157-160