Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

CENAP ŞAHABETTİN-3

Koşarız emr-i Hakk’ı takdîse

Hikmet-i emri anlasak, bilsek; 

Bari toprak biraz güzellense 

Böyle ezhâr-ı hüsnü bel’ederek.

Cenap Şahabettin

HAYATI: Servetifünun topluluğunun hem nesir hem nazım dalında eserler vermiş bulunan Cenap Şahabettin, 1870 yılında Manastırca doğdu. Babası Osman Şahabettin Bey subaydı. Küçük oğlu daha yedi-sekiz yaşlarındayken, Plevne Savaşı’nda şehit düştü. Bunun üzerine Cenap Şahabettin, annesiyle birlikte, İstanbul’a göç etti. Bir süre sonra kendisini «Feyziye Mektebi» adlı bir okula verdiler.

Feyziye Mektebi’nde, Eyüp Askerî Rüştiyesinde okuduktan sonra Askerî Tıbbiye ye girdi. Buradaki öğrenimini hekim yüzbaşı olarak tamamladı. Çalışkan ve başarılı bir öğrenci olarak tanınmıştı. Uzmanlık öğrenimi yapmak üzere, devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada dört yıl kaldı. Bir yandan tıptaki bilgilerini geliştirirken öte yandan da küçüklüğünden beri özel bir ilgi duyduğu şiir ve edebiyatla uğraştı. Onun Paris’te bulunduğu yıllar, Fransız sembolizminin yoğun doğum ve gelişim sancıları ile doluydu. Bunların etkisinde kaldı. Bazı sembolistlerle dost oldu.

Yurda dönüşünde bir süre Haydarpaşa hastanesinde görev yaptı. İlk şiirlerini de bu sıralarda yayınlamaya başladı. «Şelâle-i Edeb» ve «Mekteb» adlı dergilerde —zamanına göre— belirgin yenilikler taşıyan manzumeler yazıyordu.

Kısa aralıklarla İzmir, Konya, Ankara sağlık müfettişliklerinde bulundu. Karantina hekimliği ile Irak, Hicaz, Yemen dolaylarında çalıştı. Mısır ve Hindistan gibi ülkeleri de dolaştı.

1896’da kurulan Servetifünun topluluğuna —bazan uzaktan, bazan yakından— yazdığı ve yolladığı şiir ve nesirleriyle katılmıştı. 1901 yılında bu topluluk dağıtılıp susturulunca o da, öteki arkadaşları ile birlikte, uzunca bir süre şiir ve edebiyatla ilgisini kesti.

1908, İkinci Meşrutiyetken sonra «Meclis-i Kebir-i Sıhhiye Azalığı»na, daha sonra «Daire-i Umûr-ı Sıhhiye Umumi Müfettişliği»ne atandı. 1914’te hem bu resmi görevlerinden istifa etti, hem de hekimlik mesleğini kesinlikle bıraktı. Bu arada şiiri de geniş ölçüde terk ederek hemen sadece nesirle uğraştı.

1915 yılında İstanbul Darülfünunu’nda edebiyat tarihi kürsüsü hocalığına getirildi. Bu arada, kısa bir süre gazetecilik ve ticaretle de uğraştı. Her iki alanda da başarıya ulaşamayınca yalnız yazı hayatı ve üniversite hocalığı ile yetindi.

Mütareke yıllarında gerek Darülfünun hocaları, gerek İstanbul basın mensupları arasında belirgin bir ikilik yüz göstermişti. Her iki çevrenin mensupları arasında İstanbul hükümetini destekleyenler ve Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı tutanlar vardı. Cenap Sahabettin bu ayrımda —yazık ki— Anadolu’ya karşı olanlar içinde yer aldı. Hem Darülfünun’daki derslerinde, hem de Ali Kemal Bey’in gazetesinde ulusal hareketi incitici bir tutum içinde göründü. Bunun sonucu olarak, öğrenciler tarafından düzenlenen bir boykot üzerine, dört-beş öteki profesörle birlikte, Darülfünundan uzaklaştırıldı.

Cumhuriyet yıllarında hiç bir aktif görev almayarak, alamayarak Bakırköy’deki evinde okuma-yazma ve bilimsel incelemelerle meşgul oldu. Değerli edebiyat araştırmaları yaptı. Güçlü bir dilciydi. Son yıllarında mukayeseli bir Türk sözlüğü hazırlamaya girişmiş, bunun değişik bölümlerini zamanın bazı dergi ve gazetelerinde yayımlamıştı. 19.34 yılında İstanbul’da öldü. Ünlü «Elhân-ı Şitâ»sında tasvir ettiği, uçan karlarla dolu bir şubat gününde, Bakırköy mezarlığına gömüldü.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: Servetifünun edebiyatında nesrin en büyük temsilcisi Halit Ziya, nazmın en büyük temsilcisi Tevfik Fikret’tir. Bu topluluğun öteki nesircileriyle öteki şairleri, bu iki büyük temsilciden sonra derece derece sanattaki yerlerini alırlar. İste Cenap Şahabettin’in ötekilerden ayrılan yönü budur O, nesirde bütün ötekilerden daha öne geçerek, Halit Ziya’dan sonra ikinciliği koruduğu gibi; şiir ve nazımda da bütün öteki şairlerden daha öne geçerek bu alanda da Tevfik Fikret’ten sonra ikinciliği korur. Başka bir deyimle Cenap Sahabettin, bir nesir yazarı olarak şüphesiz Halit Ziya’nın derecesine yükselememiştir; fakat Halit Ziya dışındaki öteki Servetifünun nesircileri içinde hepsinden daha önde ve daha başta gelir. Aynı durum Fikret ve öteki şairlerle oranlandığı zaman da böyledir. Öteki iki üstadın birer birinciliğine karşılık Cenap’ın iki ikinciliği var demektir. Bu Özelliği yüzünden de o, Servetifünun’un üç büyük temel direğinden birini teşkil etmiş olur.

Tevfik Fikret, ince ve lirik duygulardan çok. Düşünceye ve toplum sorunlarına dayalı bir şairdir. Halit Ziya, gerçekçiliğinden daha fazla değilse bile, en az buna yakın, ince ve lirik duygulara dayalı bir hikâyeci ve romancıdır. Bunların her ikisinde de —kendilerinin çok zeki olmalarına karşılık— eserleri güçlerini zekâdan fazla, başka kaynaklardan alır. Ovsa Cenap Sahabettin böyle değildir. O, nesirlerinin kaynağının temelini zekâya dayadığı gibi, şiirlerinde bile kendisini bu alışkanlıktan kurtaramaz. Cenap Şahabettin’in şiirlerindeki lirizm kalpten çok zihinden doğar; bunun sonucu olarak da onun en duygusal şiirlerinde bile ürpertili heyecanlara pek az rastlanılır.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Cenap’ın Paris’te bulunduğu yıllar, Fransız sembolizminin en görkemli ve en verimli dönemine rastlamıştır. Edebiyata ve şiire karşı büyük eğilim duyan bir gene olarak —şüphesiz— o bundan etkilenmiştir. Ancak bu sadece etkilenmektir, fakat sindirmek değildir. Cenap Sahabettin sembolizmden sadece etkilendiği, onu içine, sanat zevkine ve anlayışına gereği gibi sindiremediği için kendisini, bazı edebiyat araştır-marnlarımızın ileri sürdükleri gibi, «Türk şiirine sembolizmi getiren ilk şair» olarak nitelemek kolay kolay mümkün değildir. Kaldı ki şairi sembolist olarak niteleyenler bu görüşlerine belge olarak kavram ve söyleyişleri değil, sadece birtakım kelime, deyim ya da yeni ve o zamana göre değişik bazı tamlamaları göstermişlerdir. Bunların sembolizm olmayışı bir yana, daha sonraları, Cenap’taki bu tür malzemenin de o dönemin birkaç Fransız şairinden aktarılmış ya da ödünç alınmış birtakım çeviri ve yakıştırmalardan ibaret bulunduğu anlaşılmıştır.

Cenap Şahabettin’in şiirlerinde —Fikret’te olduğu gibi— ülkücülük, toplum ve özgürlük sorunlarına yöneliş ve benzeri kaygılar bulunmamaktadır. O şiirlerini daha çok «sanat sadece sanat içindir» anlayışının ışığında meydana getirmiştir. Bunlarda hâkim tema aşk, tabiat, çevre sevgisidir. Ancak Cenap’taki tabiatın ve tabiat sevgisinin «pastoral şiir»le de pek ilgisi yoktur. O tabiatı belli bir dekor içinde, özellikle daima seçkin ve yüce olarak hayâl ettiği güzel bir kadını çerçeveleyen bir dekor olarak düşünür. Aşk şiirlerinde derin ve ürpertili kendinden geçişler yerine de, zihnin ve zekânın zorla şuradan buradan yakalayıp getirdiği birtakım zoraki duygular ve imajlar yer alır.

Fikret gibi Cenap da eski nazmın dar kurallarından kurtulmuştur. Onun manzumeleri daima özgür ve kendine özgü biçimde ya da batılı nazım düzenindedir. Yine arkadaşı Tevfik Fikret gibi «Serbest Müstezad» denilen, aruz kalıplarıyla serbest nazmı da denemiştir.

Hemen bütün Servetifünun şairlerinde görüldüğü gibi Cenap Şahabettin’de de nazım dili, duru ve arı bir Türkçe olmaktan çok uzaktır. O da, başta Tevfik Fikret olmak üzere, şiir dilini öteki arkadaşları ile birlikte kendisinin sanat anlayışına ve zevkine göre düzenlenmiş, hatta —Türkçe kelimelerden değil— Arapça ve Farsça sözlerden yeni Osmanlıca kelime ve deyimler meydana getirmiştir.

Bu arada, genellikle aşkı ve tabiatı şiirlerine ana konu ve tema edinen Cenap Şahabettin’in —fazla derin ve orijinal olmasalar da— bazı düşündürücü manzumeleri bulunduğuna işaret etmek yerinde olur.

Nesir ürünlerine gelince: Bu ünlü edebiyatçımızın nesirlerinin çok belirgin iki özelliğinin bulunduğunu öncelikle işaretlemek gereklidir: Süslü nesir ve sağlam nesir. Süslü nesirlerinde onun, üzerine titrediği ciddiliğini ve ağırbaşlılığını aşan, aşırı bir sanatçılık kaygısı vardır. Ancak bu tür örnekleri ilk gençlik yıllarından sonra bir hayli azaltmıştır. Fakat yazar, sağlam nesrini ömrü boyunca korumuştur. Onun nesrinin sağlamlığı hem Osmanlıcanın dil kurallarına, anlatım yapısına, hem de geniş bir mantık ve zekâ düzenine dayanmaktadır. Cenap insanların ve çevrenin maddi-manevi oluşlarını, zayıf ve güçlü yönlerini çok ustalıklı bir gözlemle zapt etmeye, sonra onları tasvire muktedirdir. Buna bir de engin zekâsı ve esprili anlatımı katışınca nesirleri gerçekten üstün ve seçkin bir özellik taşır. Ancak o nazımda olduğu gibi nesir dilinde de eskiye çok bağlı ve tutucudur. Bütün ömrü boyunca nesir dilinin konuşma dilinden ayrı olması gereğini savunan Cenap’a göre, konuşma diliyle eser vermek, edebî eser vermemek demektir. Ona göre bir eserin «edebî» sıfatını hakkıyla taşıyabilmesi için, konuşulan dilin ötesinde ve üstünde bir niteliğe ulaşması zorunluluğu vardır. Bu yüzden Cenap Şahabettin dildeki yenileşme çabalarına her yerde ve her zaman karşı çıkmıştır.

Cenap’ın nesirlerinin özelliklerinden biri de istihza, hattâ zaman zaman alaydır. Çok zeki ve zeki olduğu oranda da kuşkucu bir karaktere sahip bulunan bu yazarın: «İstihza zekânın hakkıdır» yollu bir sözü vardır. Yani zeki olan bir kimse her şeyle, herkesle alay etmek hakkına sahiptir. Bu, oldukça çarpık görüş ve bu kuşkucu ruh yapısıdır ki Cenap’ı ömrü boyunca herkese ve her şeye karşı şüpheyle bakmaya zorlamış, tabiatıyla kendisini birçok zamanlarda ve birçok konularda yanıltmıştır. Müspet bilimlerden biri olan hekimliği bile sonraları reddetmesi, Kurtuluş Savaşı’na inanmaması onun bu tutumunun belirli örneklerinden bir ikisidir.

Cenap Sahabettin nesir dalında alışılmış ve yaygın sanat ürünleri vermemiş, bir-iki başarısız tiyatro denemesi dışında, roman ve hikâye türleriyle ise hiç uğraşmamıştır. Onun nesir ürünleri sohbetler, makaleler, tasvirler ve daha sonraları ele aldığı bilimsel çalışmalardan ibarettir. Ancak şurası da bir gerçektir ki Cenap Sahabettin Türk edebiyatında bugün «Gezi Notları» dediğimiz seyahat edebiyatının ilk ve en başarılı örneklerini vermiş bir edebiyatçıdır.

Gerek görevi gereği, gerek başka sebeplerle doğuda ve batıda birçok yerleri gezip dolaşan bu edebiyatçımız; gezip gördüğü yerlerin kişilerini, tiplerini, onların karakterlerini, toplumsal yaşayış düzenini, bu ülkelerin maddi-manevi güçlü ve zayıf yönlerini —çok keskin gözlemi sayesinde— son derece canlı ve renkli olarak zapt etmiş, sonra bütün bunları büyük bir ustalıkla satırlara, sayfalara dökmüştür. Bunlara zaman zaman ruhunun sanatçı havasından da aydınlatıcı katkılarda bulunduğu içindir ki onun bu tür eserleri, Türk edebiyatının —belki hâlâ değerleri hakkıyla ölçülememiş— üstün gezi notları ürünleri arasında yer almaktadır.

Cenap Sahabettin, Fransız yazarlarından La Rochefoucold’un «Maximes»lerini andıran denemeler de yapmıştır. Ancak bu ünlü yazarın özdeyişleri genellikle daha ağırbaşlı ve daha felsefeye dayalı iken, yani şakaya öyle fazla bir yer verilmemiş olduğu halde, Cenap «Tiryaki Sözleri» diye adlandırdığı bu tür özdeyişlerine zaman zaman esprinin ve mizahın da çeşnisini katmıştır. Bununla birlikte bu tür yazılarını özgür bir kitap halinde yayımlamamış; bir kısmını ünlü bir kitabının sonuna eklemiş, kalanlarını da bazı dergilerin sayfalarında bırakmıştır. «Tiryaki Sözleri»nin dili, onun nesir ürünleri içinde en sade ve külfetsiz olanlarıdır.

BAŞLICA ESERLERİ: Tâmat: (İlk gençlik dönemi şiirleri, «Saçma-sapan şeyler» anlamına geliyor). Evrak-ı Leyâl (Şair, şiirlerini bu adla, bir kitap halinde toplayıp bastırmaya karar vermiş, hazırlıklarını tamamlamış, gazete ve dergilerde ilânlarını da yaptırmıştı. Sonradan, bilinmeyen bir sebeple, bunu gerçekleştirmedi). Gezi notları: Hac yolunda; Âfaak-ı Irak; Avrupa Mektupları. Makale, sohbet ve tasvirler: Evrak-ı Eyyam; Nesr-i Harb, Nesri Sulh(Tiryaki Sözleri bu kitabın ikinci bölümünü oluşturuyor). Tiyatro eserleri: Yalan; Körebe; Küçük Beyler. İncelemeler: Kadı Burhanettin; Vilyem Şekspir. 

Şemseddin Kutlu

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi