Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

AHMET HAŞİM KİMDİR? AHMET HAŞİM

(1887-1933)

Türk şairi ve deneme yazarı.

Bağdat’ta doğdu. Doğum tarihi olarak yakın zamanlara kadar 1883 ile 1887 arasında değişik tarihler gösterilmişse de M. Kaya Bilgegil’in Millî Eğitim Bakanlığı Arşivi’nden (D/6490 numaralı dosya) tesbit ettiği yeni bilgilere göre, bu tarihin hicrî 1304, rûmî 1303 (1887) olduğu kesinlik kazanmıştır. Baba tarafından Bağdatlı Âlûsîzâdeler’e, anne tarafından da Kâhyazâdeler’e mensuptur. Her iki aileden de müfessir, fakih ve din adamları yetişmiştir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki vazifeleri sebebiyle düzensiz bir tahsil gördü. Çok sevdiği annesinin ölümü üzerine babasıyla İstanbul’a geldi. Bir yıl Numûne-i Terakkî Mektebi’ne devam ettikten sonra (1896), Galatasaray Sultânîsi’ne yatılı olarak girdi (1897). Mezun olunca (1907) Reji İdaresi’ne memur oldu, bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etti. İzmir Sultânîsi’nde Fransızca ve edebiyat muallimliği (1910-1914), daha sonra Maliye Nezâreti mütercimliği yaptı. I. Dünya Savaşı’ndaki askerliğinde Anadolu’nun çeşitli yerlerini görmek fırsatını buldu. Askerlik sonrasında bir müddet İâşe Nezâreti’nde ve Düyûn-ı Umûmiyye’de (1922-1924) çalıştı. Bu arada Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri verdi. Daha sonra tayin edildiği Mülkiye Mektebi Fransızca muallimliğiyle beraber akademideki kürsüsünü ölünceye kadar muhafaza etti.

1924’te Düyûn-ı Umûmiyye’den aldığı ikramiye ile Fransa’ya giden Ahmed Hâşim, o yılın yazını Paris’te geçirdi. 1928’de ikinci defa, bu sefer tedavi için Paris’te bulundu. Son olarak yine tedavi için gittiği Frankfurt’tan iyileşemeden döndü. 4 Haziran 1933’te Kadıköy’deki evinde öldü. Mezarı Eyüp’tedir.

Kaynaklar, babasının memuriyeti gereği yer değiştirmesi dolayısıyla Hâşim’in İstanbul’a geldiği zaman Türkçe’yi iyi bilmediğini yazarlar. Bir yıl okuduğu Numûne-i Terakkî’ye, bu eksikliğin telâfisi için verilmiş olmalıdır. Onun sanat ve edebiyat meseleleri ile ilgilenmeye başlaması Galatasaray’daki öğrencilik yıllarına rastlar. Burada devrinin ünlü isimleri arasında bulunan Arapça muallimi Zihni Efendi, Farsça muallimi Acem Feyzi, edebiyat muallimleri Tevfik Fikret ve Müftüoğlu Ahmed Hikmet beylerden faydalandı. Yine burada, sonraları her biri edebiyat alanında şöhret yapacak olan Hamdullah Suphi, İzzet Melih, Emin Bülent ve Abdülhak Şinasi ile de yakın mektep arkadaşı oldu. Sanata ve edebiyata meraklı bu çevre içinde şiirle uğraşan Haşim’in bilinen ilk manzumesi “Hayâl-i Aşkım”, 7 Mart 1901 tarihli Mecmûa-i Edebiyye’de neşredilmiştir. Bu şiirle beraber, daha sonraki iki yıl içinde çıkan on beş şiirinde, kısmen Muallim Nâci ve Abdülhak Hâmid, daha çok da Fikret ve Cenab’ın tesirleri görülür.

Ahmed Hâşim, Galatasaray’daki talebeliğinin son yıllarında Fransız şiirini, özellikle Fransız ve Belçikalı sembolistleri, bu yolla da Batı edebiyatının estetik ve poetik temelini yakından tanımaya çalışmıştır. Halit Ziya Kırk Yıl’da, onun kendi nesli içinde Batı şiirini en iyi araştıran ve bilen bir sanatkâr olduğunu söyler. 1906’da Galatasaray Sultânîsi’nin son sınıfında iken tamamlayıp 1908-1909 yıllarında neşrettiği “Şi‘r-i Kamer”lerde şahsiyeti ve orijinalliği belirmeye başlar. 1909’da aralarına katıldığı Fecr-i Âtî çevresindeki yazıları, topluluğun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisindeki on beş kadar şiir ve Edebiyât-ı Cedîdeciler’i tenkit eden bir makaleden ibarettir.

Göl Saatleri ve Piyâle adını taşıyan kitaplarıyla bunun dışındaki şiirlerinin toplamı doksan beş civarında olan Hâşim için verimsiz olmaktan ziyade, titiz ve “saf şiir” peşinde bir şair hükmünü vermek daha doğru olur. Bir mukaddime kıtası ve iki küçük şiirin ilâvesiyle on iki parçadan ibaret olan “Şi‘r-i Kamer”ler, Bağdat’ta geçen çocukluğuna ait hâtıralar ve intibalarla, sonraki şiirlerinde platonik aşkla karışacak olan derin bir anne sevgisi, güneşten kaçıp çöle hayat veren geceye sığınma, hastalık, ölüm gibi şairin çocukluğundan gelen, bazan şuur altında gizlenmiş duyguların izlerini taşır.

1921’de Dergâh mecmuasında çıkan “Bir Günün Sonunda Arzu” adlı şiirinin fazla müphem bulunarak tenkit edilmesi üzerine kaleme aldığı “Şiirde Mâna ve Vuzuh” adlı yazısı, edebiyatımızda şiir üzerine yazılan önemli makalelerdendir. Daha sonra Piyâle’nin mukaddimesi olarak “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” adıyla neşredilen bu yazıda Hâşim, şiirde mâna ve anlaşılabilirlik aranmayacağını, şiirin didaktik, fikrî ve belâgatçı değil, “resullerin sözleri gibi” çeşitli yorumlara müsait, sözden çok mûsikiye yakın ifade sanatı olması gerektiğini ileri sürer. Gerçekten de Hâşim’in şiiri, genellikle bu tarife uygun olarak, Batılı sembolist-empresyonist akımın tesiri altında, netlikleri silinmiş, gölgelenmiş, karartılmış tablolar gibidir. Hemen hepsinde derin bir melankoli, müphemlik, uzak ve meçhul diyarlara duyulan nostalji ve çok defa psiko-analitik yorumlara muhtaç renkler ve mûsiki hissedilir.

Hâşim’in nesir yazıları, şiirinden farklı bir karakter gösterir. Bu yazıların açık, berrak, nisbeten sade, nükteli hatta müstehzi bir ifadesi vardır. Nesirlerinde de şiirlerindeki kadar kelime seçiminde titiz olan Hâşim, küçük obje ve vak‘alardan hareket ederek, fazla derinliği olmayan bir perspektiften yakaladığı dış dünya intibalarını nakleder. Fıkralar, edebî tenkitler ve seyahat notlarının sağlığında neşredilenleri, her zaman beğenilmiş ve aranmıştır.

Hâşim, son devir edebiyatımızın cemiyet meseleleri ile en ilgisiz şairidir.
Bilhassa şöhretini yaptığı yıllarda, Türk toplumunun içinde bulunduğu çalkantılar ve çağdaşları olan diğer şairlerin katıldıkları siyasî-fikrî akımlar göz önüne alınırsa, onun bu tarafı daha da dikkati çeker. Bunun yanı sıra dinî duygulara da ilgisiz kalmıştır. İlk şiirleri arasında “Allahüekber” gibi dinî, “Perî-i Hürriyet” gibi fikrî ve “Bayrak” gibi millî motiflerden hareket eden üç şiirini de sağlığında çıkan kitaplarına almamıştır. Ancak onun sembolizm yoluyla bir çeşit mistisizme yaklaşmış olduğu söylenebilir. Fransız sembolist şairi Mallarmé’den naklederek benimsediği kanaatlerine göre, şekilleri ve maddeyi tasvir eden realizmin değil, edebî olan ide ve duyguların tebcili, şairlerin insanlar arasında “ruhanî” ve “lâdinî mutasavvıflar” zümresi teşkil ettiği, günlük dilin ancak “kudsî” bir istihâleden geçerek şiir dili haline gelebileceği gibi düşünceler, şiirin âdeta din yerine kaim olduğu hükmünü verdirir. Şiiri “resullerin sözleri” olarak telakkisi, yahut “Yollar” şiirindeki mâbed motifleri de bu duygunun mahsulleridir.

Eserleri.

Şiirler: Göl Saatleri (İstanbul 1921); Piyâle (İstanbul 1926). Birkaç defa yayımlanan şiirleri son olarak, Bütün Şiirleri (Piyâle, Göl Saatleri, Diğer Şiirleri) adıyla İnci Enginün-Zeynep Kerman tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1987).

Nesirler: Bize Göre (İstanbul 1928); Gurebâhâne-i Laklakan (İstanbul 1928); Frankfurt Seyahatnamesi (İstanbul 1933). Nesirlerinin tamamı Mehmet Kaplan tarafından Bize Göre/Gurabahane-i Laklakan/Frankfurt Seyahatnamesi (İstanbul 1969) adıyla yayımlanmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmed Haşim, İstanbul 1934; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 582-583; Şerif Hulûsi, Ahmed Haşim, Hayatı ve Seçme Şiirleri, İstanbul 1947; Yaşar Nabi, Ahmet Haşim, Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1954; Rıfat Necdet Evrimer, Ahmed Haşim, İstanbul 1959; Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmed Haşim, Şiiri ve Hayatı, İstanbul 1963; Asım Bezirci, Ahmet Hâşim, İstanbul 1979; Akyüz, Modern Türk Edebiyatı, s. 146-149; a.mlf., Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1860-1923), İstanbul 1986, s. 596-607; M. Kaya Bilgegil, “Ahmed Hâşim’e Dâir Bâzı Vesîkalar”, Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, II, Erzurum 1980, s. 483-494; Doğumunun Yüzüncü Yılında Ahmet Hâşim [armağan], Ankara 1987; Nihad M. Çetin, “Ahmed Haşim’in Kaynakları Hakkında Bir Deneme”, TM, XI (1954), s. 183-212.

M. Orhan Okay  İslam Ans. cilt:2, sayfa:89

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

AHMET HAŞİM ŞİİRLERİ

KARANFİL - AHMET HAŞİM

BİZE GÖRE ÖZETİ - AHMET HAŞİM


AHMET HAŞİM’İN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ, ESERLERİ
Pek çok âlim yetiştirmiş, eski ve yaygın bir aile olan Âlûsizâde’lere mensuptur. 1894 de İstanbul’a geldi. Ahmed Haşim, babasının Arap vilayetlerinde memurluk yapmasından dolayı İstanbul’a geldiğinde Türkçe bilmiyordu.
Önce Nümune-i Terakki Mektebi’ne (1895) devam etti. Mekteb-i Sultani’ye (Galatasaray Lisesi) parasız yatılı olarak girdi (1896) ve buradan mezun oldu (1906).

Reji memurluğu, İzmir Sultanisinde Fransızca öğretmenliği (1907-8), Maliye Mezareti’nde tercümanlık yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında ihtiyat zabiti (yedeksubay) olarak askere alındı. Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki askerî birliklerde görev yaptı. Böylece bir nisbette Anadolu’yu tanıma imkânı buldu.
Savaştan sonra Düyûn-ı Umûmiye’de çalıştı. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) estetik ve mitoloji dersleri vermeğe başladı. Bu hocalığı uzun seneler devam etti. 1924 yazını Paris’te geçirdi. Fransız sembolistlerinin yayın organı Mercure de France dergisinde “Les tendances actuelles de la literatüre Turque” adlı, Tanzimattan sonra Türk edebiyatını ele alan bir makalesi yayımlandı (1 Ağustos 1924). Dönüşte Osmanlı Bankası’nda çalıştı. Aynı zamanda Mülkiye Mektebi ve Harp Akademisi’nde Fransızca dersleri verdi ve Sanayi-i Nefîse’deki görevine devam etti. Bu yıllar sanat hayatı bakımından da en hareketli yıllarıdır. 1928 de, hastalığı sebebiyle ikinci defa Paris’e gitti. Dönüşünde sıhhati için daha rahat bir iş; Anadolu Şimendöferleri Şirketi İdare Meclisi azalığı bulmuştu. Hastalığı ilerliyordu. 1932 de tedavi için gittiği Frankfurt’tan iyileşemeden döndü. 4 Haziran 1933 de vefat etti. Mezarı Eyüp’tedir.


Edebi Kişiliği
 
1. Ahmed Haşim’in sanat hayatı Galatasaray’da öğrenci iken başlar. Burada onun şiir zevkini geliştiren ilk tesir, edebiyat öğretmeni Ahmed Hikmet’ten gelir. Mektep arkadaşları İzzet Melih, Hamdullah Subhi, Emin Bülend ve Abdülhak Şinasi ile beraber bir sanat çevresi teşkil ettiler. Bu çevre içinde Haşim’in ilk şiiri Hayâl-i aşkım 7 Mart 1901 tarihli Mecmua-i edebiye’de çıktı. O yıl içinde aynı mecmuada neşredilen onüç manzumemesinde Servet-i fünun şiirinin, bilhassa Cenap ve Fikret’in tesiri görülür.
2. 1906-8 yılları Haşim, Fransız şiirini, özellikle sembolistleri ve Batı edebiyatının estetik temellerini yakından tanımaya çalıştı. Halid Ziya, Kırk Yıl’da, Hâşim’in kendi nesli içinde Avrupa şiirini en iyi araştıran ve bilen bir şair olduğunu söyler.
3. 1908 de İzmir dönüşü Aşiyan, Musavver muhit mecmualarında, şahsiyetini daha çok belirten şiirlerini neşre başladı. Bu tarihten ölümüne kadar şiirlerinin çıktığı diğer dergiler Resimli kitap, Servet-i fünun, Rebab, Dergâh, Yeni mecmua ve Yeni Türk’tür.
4. 1909 da Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Ancak, grupla bağı bu topluluğun yayın organı durumundaki Servet-i Fünun mecmuasına şiir vermekle kaldı. Grubun toplantılarından yalnız birine katıldı. Şahsiyet olarak da bu topluluğun dışında olan A. Haşim, ömrünün sonuna kadar da hiç bir akım içinde yer almadı, kendine has bir şiir ve nesir anlayışıyla kendine has bir şahsiyet olarak kaldı.
5. Ahmed Haşim’in olgunluk devresini teşkil eden şiirlerde, Abdülhak Hâmid’le beraber, bâzı Servet-i fünun şairlerine tesir eden Şeyh Galib’in duygu ve hayâl gücü hissedilir. Gül-bülbül, Leylâ-Mecnun gibi motifler, mum alevinde yanan pervaneler, alevden kadeh ve şarap, hayâl havuzları… Galib’i hatırlatan veya düşündüren imajlardır.
6. Ahmed Haşim’in, başta Şiir-i Kamer’leri olmak üzere birçok şiirlerinde, Bağdad’da geçen çocukluğuna ait hatıraları bulmak mümkündür. Bazen platonik bir aşk olarak da görünen derin bir anne sevgisi, güneşten kaçıp çöle hayat veren geceye sığınma, hastalık ve ölüm gibi motifler çocukluğundan getirdiği, bazan açık, bazan şuur-altında gizlenmiş hatıraların izlerini taşır.
7. Haşim’in sosyal tarafı bulunmayan şairliği de fıtraten içe kapanıklığı, çirkinlik ve yabancılık kompleksleriyle izah edilmelidir. Ancak, onun şiirinin asıl kaynağını Fransız sembolizminde aramak lâzımdır.
8. Sembolist şiirle ilk defa, Galatasaray’da iken, Fransızca bir şiir antolojisinde karşı karşıya gelir. Sembolizm onun şiir anlayışı haline gelir.
9. 1921 de Dergâh’da çıkan “Bir Günün Sonunda Arzu” isimli şiirinin fazla müphem bulunarak tenkit edilmesi üzerine, edebiyatımızda şiire dâir en güzel yazılardan biri olan Şiirde Mâna ve Vuzuh başlıklı makalesini yazar. Bu yazı daha sonra Piyale kitabının başına “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” adıyla basılmıştır. Hâşim bu makalesinde, şiirde mâna ve açıklık aranmayacağı, şiirin tasvirî, öğretici veya belâgatçi değil, resullerin sözleri gibi çeşitli yorumlara müsait, sözden çok mûsikiye yakın bir ifade olması gerektiği üzerinde durur.
10. Bütün hayatı boyunca 80 kadar şiir yazıp yayınlamış olan Ahmed Haşim bu yazısında ortaya koyduğu tarife, şiirlerinde yaklaşabilmiş midir? Gerçekten de onun birçok şiirleri çeşitli tefsirlere açık kalmıştır. Umumî hatlarıyla bu şiirler psiko-analitik yorumlara muhtaç renkler, müzikalite, derin bir melankoli ve müphemiyet, uzak ve meçhul diyarlar hasreti arzeder. Konturları gölgelenmiş, karartılmış ve silinmiş birer tablo gibidir. Onlarda gerçek değil, sadece intiba verilmek istenmiştir. Buna göre Hâşim’in şiiri sembolistlere olduğundan daha fazla belki empresyonistlere yaklaşmış olmalıdır. Ahmed Haşim’in nesri, şiirinden çok farklı bir karakter gösterir. Şiirindeki müphemiyete, vuzuhsuzluğa, aşırı santimantalizme mukabil, nesirde açık, berrak, nisbeten sade ve bazan nüktedan, hattâ müstehzi bir ifâdesi ve üslûbu vardır. Onun bu tavrı da gerçekte, “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” makalesinde nesirden beklediği vasıflara uygun bulunmaktadır. Gerek fıkraları ve edebî tenkitleri (Bize göre ve Gurabâhâhe-i lâklâkan) gerekse seyahat anektodları (Frankfurt seyahatnamesi) kendi nevilerinde muvaffak olmuş ve beğenilmiş nesir yazılarıdır.
Eserleri:
Şiirleri:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
Nesirleri:
Gurabâhâne-i Lâklakan (1928).
Bize Göre (1928)
Frankfurt Seyahatnamesi (1934)

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

AHMET HAŞİM ŞİİRLERİ

KARANFİL - AHMET HAŞİM

BİZE GÖRE ÖZETİ - AHMET HAŞİM



 Ahmet Hâşim (özet):

    Fecr-i Âti topluluğunun en güçlü şairidir.
    Şiirlerinde musiki de vardır.
    Empresyonizm ve sembolizmin etkisiyle şiirler yazar.
    Ona göre şiir, anlamın ve ahengin uyumundan doğar.
    Ahenk kavramına büyük önem verir.
    Sanatçıya göre gerçek şiir, nesre çevrilmesi mümkün olmayan bir şiirdir.
    Aruz ölçüsüyle yazan şair, Arapça ve Farsça sözcüklere de bolca yer verir.
    Haşim, anlamca kapalı olan şiirleri sever.
    Serbest müstezata ilgi duyar. Haşim'e göre şiirlerde "açıklık" ve "fikir" gereksizdir.
    Şiir, anlamını okuyucudan almalıdır. Okuyucu kendi gücü oranında yorum yapmalıdır.
    "Piyâle" Haşim'in olgunluk dönemi şiirlerini kapsamaktadır.
    Bu dönemde hayat ve kadın karşısında kendisini yalnızlık içinde bulan sanatçının ruh yansımaları vardır.
    Ahmet Haşim, hece ölçüsünü musiki açısından yeterli görmez, serbest müstezatı Servet-i Fünûnculardan daha rahat kullanır.
    Şiirlerinde tasvire yer veren sanatçı sıfatları da çok kullanır.
    Sembolizmin ahenk ve anlam kapalılığı ilkesinden; empresyonizmin izlenimlerinden yararlanır.
    Sanatçı, toplumsal sorunlara ilgisizdir. Şiirlerinin konusunu hüzün, yalnızlık, ölüm, aşk gibi bireysel konular oluşturur.
    Haşim'e göre şiir, musiki ile söz arasında; fakat sözden çok musikiye yakın bir dildir. Şiirlerin, açık ve anlaşılır olmasına karşıdır. Haşim; sarı, kırmızı, siyah renkleri kullanır.
    Şiirlerinde duygusallığa anlam kargaşalığına önem veren sanatçı nesirlerinde açık, yalın, anlaşılır bir üslupla karşımıza çıkar. Sanatçının fıkraları, edebi tenkitleri, gezi yazıları vardır. Ayrıca nesirlerinde sosyal konulara da ağırlık verir.

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

AHMET HAŞİM ŞİİRLERİ

KARANFİL - AHMET HAŞİM

BİZE GÖRE ÖZETİ - AHMET HAŞİM


AHMET HAŞİM-YUSUF ZİYA ORTAÇ

Haşim’le tanışmamız, hayır, sevişmemiz bir hicivle başladı.

O, yeni bir şiir yazmıştı. Kendi sanat yapısı içinde güzel, ışıklı bir şiir:

YARI YOL

Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak.
Yarı yoldan ziyade yerden uzak,
Yarı yoldan ziyade mâha yakın!

Ben bunu eski harflerin Akbaba'sında alaya aldım:

YARI YOL

Haşim’in şiiridir bu, şiire bakın:
Bunu mümkün müdür hiç anlamamak.
Yarı yoldan ziyade nesre uzak,
Yarı yoldan ziyade şiire yakın!

O gün, akşama doğru, Haşim zeki kahkahalarla odama girdi ve yarım saat içinde dost olduk. Ölünceye kadar süren sahici dost.

Size önce Haşim’in resmini çizeyim: Büyük, fırlak, bir alın. Sonra, yine bu alın kadar büyük, sağlam, ortası çukur, fırlak bir çene. Kaşlar, yukarı doğru çekilmiş, uçları biraz kırık iki şeytan çizgisi. Göz bebeklerinde, altın, demir, bakır karışık bir maden parçasının bütün renk ışıklarını görürdünüz. Yüzü, taşkın bir neş’e, taşkın bir öfke, taşkın bir arzu ile kırmızıydı.

O, kendi yüzünü, şu mısralarla çizmiştir:

Ürkerim kendi hayalâtımdan,
Sanki kandır şakağımdan akıyor.
Bir kızıl çehrede âteş gözler
Bana gûya ki içimden bakıyor

Haşim, ölünceye kadar o zeki baştan ürktü. Onun gençliğinde, pudralı yanak, kozmatikli bıyık, briyantinli saçtı güzel sanılan!

Şair, bu korku içinde, son nefesini verdiği kırk yedi yaşına kadar, sevmenin, sevilmenin hasreti içinde, yapyalnız yaşamıştır.

Gece, Moda kıyılarında tek başına gezerken, yaprak fısıltılarını, buse fısıltıları sanan Haşim'i, mehtap bile yaralamıştır:

Oklar gibi saplanmada kalbe
Vurdukça semadan yere mehtap!

Üç Ahmet Haşim var: Şair Haşim, fıkra yazarı Haşim, konuşan Haşim.

Hemen söyleyim: Üçü de şairdi bunların.

Konuşan Haşim’in tadına doyamazdınız. Bu, tuzu, biberi, hardalı çok, iştah açıcı yemekler, baş döndürücü sert içkiler gibi bir konuşmaydı.

Onu, biraz huysuz, biraz hırçın, biraz ağulu yapan, mizacından çok talihiydi. Arkadaşlarının hepsi bir şey olmuştu: Kimi vekildi, kimi mebustu, kimi elçi... O, mülkiye mektebinde, çok sevilen, az maaşlı bir Fransızca hocasıydı sade!

O zaman, kelimeler, içinde dönen haset çarkında bileniyor ve ok oluyor, hançer oluyor, kılıç oluyordu.

Kendisi, ayağında postallar, sırtında kaput, başında kabalak, Çanakkale cehenneminde askerliğini yaparken, iki dostundan biri Suriye’de Cemal Paşa’nın yaveriydi.

Öbürü de ciğerleri zayıf olduğu için İsviçre dağlarında.

Bir dost evinde:

— «F...» ihtiyat zabiti midir? diye sonra bir hanımefendiye, Haşim, Mefistofelesi kıskandıracak kahkahalar atarak:

— Hayır hanımefendi, demişti, operet zabitidir!

Ama savaş yıllarını, İttihat ve Terakki Hükümetinin yardımı ile İsviçre dağlarında geçiren arkadaşı için söylediği iki mısra, daha çok zalimdir:

Bu ne ihsan o değersiz cüceye,
İskelet başlı ciğersiz cüceye!

Bilir misiniz, bu korkunç Haşim, o iki dostu çok, ama sahiden çok severdi!

Bir yaz günü, kıpkırmızı bir mayo giymiş, plâjda yatıyordum. Haşim, soyunup vücudunu kalabalığın gözleri önüne seremiyecek kadar ürkekti. Benim, deniz suyu, temmuz güneşi ve kıvılcımlı kumda bakırlaşmış derime hasetle bakarak zehir gibi bir kahkaha çatlattı. Bu kahkahanın arkasında bir nükte vardı muhakkak. Onu konuşturmak için sordum:

— Ne var Haşim, ne oldu?...

Kendisinin bu çıplaklar arasındaki şapkalı, bastonlu, kravatlı gülünçlüğünü unutmuş, benim kırmızı mayomla alay etti:

— Mahmut Şevket Paşanın tabutuna dönmüşsün!

Haşim, yazarken dünyanın en cesur adamıydı, okurken en korkak. Akşam, matbaaya bıraktığı fıkrasını sabahleyin gazetede okuyunca ödü kopardı!

Tanıdığım insanların en keyiflilerinden biri olan rahmetli Ali Naci Karacan’la şakalaşmalarını hâlâ unutamam.

Bir gün kendisine:

— Arap Haşim! diye takılan Naci’ye:

— Aman beyefendi, demişti, bize Arap demeyi de artık Türklere bırak!

Kadıköyünde, küçük bir apartımanda oturuyordı. Az, ama kibar eşyası vardı. Kendi eliyle semaverde demlendirdiği çayı karşılıklı içtiğimiz günleri bir daha bulamadım. Kadından, şiirden, aşktan, sesi gizli bir sıtmayla yanarak konuşurdu. Onun konuşması, bildiğiniz kelimelerle bilmediğiniz bir dildir!

Bir gün, sabah Matbaasının altındaki eski vükelâ berberi Anastas’ta saçlarını kestirirken Yakup Kadri ile cümbüşlü bir konuşma yapıyorlarmış. Bir aralık berber hayretle durarak:

— Beyefendi, demiş, söylediğiniz bütün sözleri anlıyorum, ama ne söylediğinizi anlıyamıyorum!... Haşim, sevinçle:

— Yakup, demiş, bizi en iyi anlıyan adam bu!...

Onu bir gün, sevgili evinden alıp Alman Hastahanesine götürdük: Yatağından çıkmış, giyinmeğe gitmişti. Yarım saat geçmiş, gelmemişti bir türlü. Merak ile odaları dolaştık, yok. Bir de baktık ki, mutfakta: Akşamdan kalma domatesli pilâv tenceresini kaşıklıyor!

— Haşim!.. Ne yapıyorsun Haşim!... diye üstüne atılınca mahzun mahzun boynunu bükmüştü:

— Bırak Yusuf Ziya, nasıl olsa hastahanede tuzsuz kabak haşlamasından başka şey yedirmiyecekler! Sonra acı acı gülmüştü:

— Ve nasıl olsa öleceğim, bari ağız tadiyle öleyim!'

Doğru çıktı dediği. Bir aylık perhizden ve tedaviden sonra evine daha yorgun, daha perişan döndü. İlk işi kendisine şefkatle bakan tek kadınla evlenmek oldu. Ölüm döşeğinde kıyılan bu nikâhtan sonra:

— Ooooh, dedi, şimdi bahtiyarım, ben de arkamda, gözleri yaşlı bir dul bırakacağım.

YUSUF ZİYA ORTAÇ
Portreler, S. 95-98

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

AHMET HAŞİM ŞİİRLERİ

KARANFİL - AHMET HAŞİM

BİZE GÖRE ÖZETİ - AHMET HAŞİM