Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

MÜFİD RÂTİB

Seyrek, kumral saçlar, şakaklara doğru fazla yayılmış yorgun bir alın. Başıbozuk kaşlar, kapakları şiş, sarı elâ, dalgın gözler. Elmacıklar üstüne gerilmiş solgun yanaklar. Küçük, hususıyetsiz bir burun. Acı bir şey yalamış gibi buruk bir ağız. Yüzünde genç yaşıyla uzlaştıramayacağınız bir bitkinlik sezerdiniz. İnce boynu ve damarları kabarık elleri, karşısındakini acındırırdı. Ufacık, tefecikti. Zemberekli bir döşeme üstünde gidiyormuş hissini veren bir yürüyüşü vardı. Şeffaf, kansız kulakları, her yutkunuşta inip çıkan gırtlağı, mahzun, hattâ biraz ürkek bakışları insanda dikkat uyandırırdı.

Sokulgan değildi. Topluluklarda lâfa karışmaz, bir köşeye büzülür, kendi içine bakarak dalgın yaşardı. Ömrünü kemiren hastalıklar onu bedbin etmişti. Yüzü hep güneşe bakıyormuş gibi çatık, gözleri kırpışıktı.

Müfid Râtib i ben ilk defa, Sirkeci İstasyonu’nda gördüm. Çanakkale harp sahasına giden edebî heyet içine onu da katmışlardı.

Gülen, söyleyen o heyecanlı kalabalık arasında Müfid Râtib, minimini bir Buda heykeli gibi sessizdi. Fakat susuşunda heybet değil, dermansız bir tevazu göze çarpıyordu.

Keşan’da geçirdiğimiz gece ona uğursuz geldi. Hastalanmıştı. Ertesi günü, ateşle uyandı ve tabiî yola devam edemeyerek gerisin geriye döndü.

Ondan sonra Müfid Râtib’i çok göremedik. Yazıları da adamakıllı seyrekleşmişti ve bir gün kara bir haberle karşılaştık:

-    Müfid Râtib ölmüş, dediler.

Kimin nesiydi? Nasıl yetişmişti? Bilmiyorum. Kendi imzaladığı satırlarda bu türlü merakları giderecek hiçbir vesika yoktur. Damarlarında taşıdığı kanın, kendisine getirdiği bir sanat ve zevk mirası var mıydı? Bunu da bilmiyoruz.

Zaman onu sildi. Fakat unutulmamalı ki şahsiyetler, sanatkârlar karşısında iki türlü zaman vardır. Biri eserlere lâyık olduğu değeri veren bir ölçü olduğu halde, öteki, değerleri idrâkten mahrum, kara ve ruhsuz bir dalgadır. Gerçek kıymetlerin üstüne, uğursuz bir bulut gibi çöker ve onlardan dağılan yaratıcı ışıkları kapatır. Ama bu geçici bir şeydir. Sonra sonra, çağ, ruhsuzluğundan kurtulunca, geçmişe karşı borcunu tanıyan, istidatların kadrini bilenler doğar. Onların nefesleriyle, unutulanların üstündeki toz tabakası, dalga dalga uçar. Alın teriyle kazanılmış haklar sahiplerine verilir.

Bence Müfid Râtib de böyle bir zaman nankörlüğünün kurbanıdır. Gerçi o, şair değildi. Büyük bir üslûp değişmesiyle, nesrimize de yenilikler getirmemiştir. Sanat alanından arkasında mıknatıslı hava cereyanları bırakarak peykler sürükleyen kuvvetli bir rüzgâr gibi geçmedi. Hâdiselerin dış kabuğunda kalanlar, belki onun portresini yadırgayacaklar:

-    Niçin?

-    Hangi eseri için?

-    Neden ötürü? diyecekler.

Fakat işin içyüzü hiç de böyle değildir.

Bizde hâlâ her şeycilik hüküm sürüyor. Şairlerimiz hem şair, hem nasır, hem romancı, hem hikâyeci, hem tiyatrocu hem münekkittirler.   

Tanzimatçılarda, bunun en kabarık örneklerini görüyoruz Edebyat-ı Cedide’ciler, biraz bundan ayrılır gibi olmuşlardı Fakat kendi devirlerini kapadıktan sonra onlar da her şeyciliğe döküldüler. Tiyatro yazdılar. Tenkitler kaleme aldılar

Müfid Ratip hususiyeti işte buradadır. O, bütün gücünü sade bir noktaya toplamış, sanatın yalnız tiyatro sahasın, benimsemişti.

Fransızların meşhur Sarsey’i gibi, Müfid Râtib de kendini bütün benliğiyle tiyatroya verdi. Kendi zamanında çıkan Resmi, Kitap, Musavver Muhit, Servet-i Fünun, Rübab mecmualarına tiyatro hayatımız, adım adım takip ettiğini gösteren, nümayişsiz, aka olgun ve dolgun makaleler, tenkitler yazmıştır un arı dikkatle okuyanlar, onun bu sahadaki geniş kültürünü derin bilgisini, ince zevkini görürler.

Mufid Ratıb, sanat hudutlarında kendine böyle bir cephe seçince o cephenin bulutlu, müphem, kavranmamış hiçbir tarafın, bırakmamak için büyük bir iç kuvvetle çalışmış Bıraktığı izlerden anlıyoruz ki o, bir yandan merakım, bir yandan da gururunu doyurmak iştihasıyla, tiyatronun tarihini, çağlara göre değişen tekniğini, Yunan’daki, Roma’daki görünüşlerini putperest ve zabit devirlerdeki tecellisini bir bir incelemiş.

Büyük sahne sanatkarlarının hayatlarını, istidat ve dehâlarını, oynayabiliş tarzlarım, hususiyetlerini hafızasına doldurmuş. Ruhlarıyla baş başa kalmış. Büyük medeniyet merkezindeki tiyatroların, dekor ve kıyafet zenginliklerini gözden geçirmiş. Bunlar, yıllarca süren bir emek ve fedakârlıkla toplamış, sonra koleksiyonlarının ve hafızasındaki yığınların içine kapanarak çalışmaya başlamış.

Onun başkalarına benzemeyen taraf, bu işte. Edebiyat tarihimizde kendini idealine bu kadar cömertçe harcamış, bütün kuvvetini yalnız bir sahaya dökmüş şahsiyetler bol değildir inanıyorum ki yakın veya uzak bir yarının Çocuklarımız.", gözlerimizi kapayan gaflet bağım çözecekler ve Müfid Ratib’e lâyık olduğu mevkii verecekler. Ronsard’ı elli ve Alı Şir’i beş yüz sene sonra unutuluş uçurumundan çekip çıkaran ruh, onun da hakkını tanıyacaktır.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi