Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

 

EMİN BÜLENT

Uzun bir boy, geniş omuzlar, sert, keskin, adalî kımıldanışlar, derin soluklu şişkin bir göğüs, güneşte tunçlaşmış kırmızı bir yüz, dik çizgili ve katılığı tâ karşıdan belli sağlam bir boyun. Bu atlet gövdenin üstünde biraz küçük gibi duran kumral; hayır hayır, kumraldan çok kızıla çalan bir baş... Elmacıklara, çene kemiklerine yapışık, gergin, etsiz bir sporcu yüzü. İşte Emin Bülent.

Onu ömrümde üç kere gördüm. Biri Balkan Harbi sıralarında idi. İkinci kere Çanakkale’de, Arıburnu’na tırmanan yalçın sırtlarda karşılaşmıştık. Geçenlerde bir defa da Kadıköy vapurunda rastladım.

Fakat kendisini görmeden de tanırdım. Selânik’te henüz bir lise talebesi iken onun şiirlerini okumuş, mısralarındaki gür erkek sesine gönül vermiştim. Bu mısralarda ben, eski Türk akıncılarının eğri kılıçlarını görür gibi olurdum. “Hisarlara Karşı manzumesi, Edebiyat-ı Cedide simalarının, Fecr-i Âti şahsiyetlerinin hiçbirinde sezmediğimiz bir kahramanlık havası taşır. O mısralar, sanki birer tarih dehlizidir. İçinde canfes şalvarlı, eleğimsağma kuşaklı cihangirlerin nal şakırtıları, kılıç çakıntıları gelen birer tarih dehlizi...

Ben, bu şiirleri Makedonya’da okumuştum. Dağlarında manliher sesleri dinmeyen, kayalarında kan lekeleri kurumayan Makedonya havası, bu şiirlerin üstüne derin mabetlerin fısıltıyı uğultu yapan içli kubbelerini kuruyor, coşkun ahengini bir kat daha arttırıyordu.

Emin Bülent, Rumelihisarı’nın tırtıl kuşaklarına, yeri deler gibi toprağa saplanan burçlarına baka baka:

Guruba karşı mehabetle dinlenen kuleler

Neden semânızın üstünde yok nevâ-yı zafer?

diye sorarken, ruhu hiç şüphesiz onların kurulduğu şanlı günlere kadar gidiyordu.

Yele sakallı bostancılar, hançer bıyıklı dizdarlar, zırh derili çıplaklar birer birer gözlerinin önünden geçmişti.

Yanar, sönerdi hisarlarda şanlı miğferler

Gezerdi kalede müthiş sarıklı askerler

tablosu mutlaka böyle heybetli bir hayal menşurundan süzülmüştür.

Viktor Hugo’nun* “Mavi Gözlü Yunan Çocuğu” adlı şiiri onu sinirlendirmiş ve bu iç kaynaşmasından kin volkanı fışkırmıştı. Fransız şairi, bu eserinde Yunan ihtilâline rûhen karışır ve henüz beşikte yatan bir Rum çocuğunun gözyaşlarını dindirmek için birtakım şeyler sorar. Sualler tabiî bir küçüğün akla gelen ihtiyaçlarını karşılayacak surette sıralanmıştır. Çocuk hepsine:

-    Hayır! cevabını verir ve sonunda:

-    Bana barutla kurşun ver ki, Balkan’da istiklâl için çarpışanlara götüreyim! der.

İnkılâp ve ihtilâlin bayrağını taşımış, hattâ bizzat bayrak olmuş bir şairin, Yunan ihtilâlcilerini alkışlaması belki akla yakın düşer. Fakat Emin Bülent de ondan daha mukaddes bir hakka dayanarak buna cevap vermiştir:

Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini;

Binlerce can dirilse de nakletse geçmişi;

Garbın cebin-i zâlimi, affetmedim seni,

Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi!

kıtası bu topraklar üstünde bir tek Türk kaldıkça yaşayacaktır.

Başta Emil Fage olmak üzere birçok Fransız münekkitleri, ihtilal kurbanı Andre Şenye” için “Genç yaşında kafası kesilmeseydi Fransa’nın en büyük şairi olurdu,” hükmünü verirler. Emin Bülent in bize bıraktığı birkaç şiir karşısında ben de zaman zaman böyle düşünmüş ve “Yazmaktan vazgeçmeseydi kim bilir daha ne güzel şeyler verecekti!” demişimdir.

Bir Girit faciası onu köpürtmeye yetiyor, akşam güneşleriyle kızıllaşan hisarlar, ona kahraman bir ruh kalkınışı veriyordu. Bu kadar ergin bir içle yıllardır şiirden nasıl uzaklaştı; işte buna akıl erdiremiyorum.

Son günlerde öğrendiğim bir hâdise bu uzaklaşışı biraz anlatır gibidir. Edebî simalar hakkında vesika toplayan bir arkadaş ona da başvurarak, “Sanat gayelerinizi anlatır, beğendiğiniz şiirlerinizi verir misiniz?” diye sormuş. Emin Bülent buna, “Geçmişimizde birkaç şiir yazmak günahını işlemiş isek, bu demek değildir ki ömrümüz oldukça bunun hesabını verip azabını çekeceğiz. İşin mi yok Allah aşkına?” sözleriyle cevap vermiş.

Hayat, demek Emin Bülent’te şiiri günah saydıracak çetin bir ders tesiri bırakmış. Bu cevabın arkasında bence iki mânâ var:

1.    Ya sanatkâr, kendini yaratıcı bir adam saymıyor ve böyle kısır bir varlıkla şairliğini uzlaştıramıyor.

2.    Yahut şiirin son yıllarda düştüğü çukura işaret ederek bu düşüşten kendi varlığını korumak gayretiyle konuşuyor.

İster biri, ister öteki olsun, ben bu düşünüşe düşmanım. Çünkü işte bunlardır ki bizi şair Emin Bülent’ten, yaradılışın ona bağışladığı hâzinelerin mısra haline gelmesinden mahrum ediyor.

Hâlbuki Fecr-i Âti’yi kuranlar arasında şahsiyetini en çabuk belirten o, hususiyetini en kısa zaman içinde gösteren o, şiirleriyle sarı heyecanlar uyandıran o idi.

Acaba gerçekten mi yazmıyor? Yoksa garip bir şair kıskançlığıyla mı eserlerini saklıyor? Kim bilir! Valen, yirmi yıl sustuktan sonra koca bir ciltle sanat ufkuna yeniden doğmuştu. Emin Bülent için de böyle düşünmek bana bir teselli gibi görünüyor.

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi