Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MİDHAT CEMAL-EDEBİ PORTRELER

Yumuşacık, tombul bir vücut; fakat dikkatle bakınca bu şişmanlığa yakın topluluğun, bozup eritemediği âhenkli bir çizgi güzelliği görülür. Hâlâ seyrelmemiş gümüşlü saçları altında yorgun bir alın, uykuyu özlemiş gibi süzgün gözler altında ansızın dolgunlaşan yanaklar, sizi, belki biraz yadırgatır. Amma Midhat Cemal’in gerdanını çok görmemek için bu zihin hazırlığı lâzımdır.

İlk defa nerede gördüm! Şimdi bir türlü hatırlayamıyorum. Belki Harp Mecmuası'nda, belki sokakta, belki de bir dost evinde.

Fakat ne zaman yeni bir şiirini okusam, ne zaman bir fikri, bir hissi, bir makalesiyle karşılaşsam, şairi, hep noter bürosunun dekoru içinde düşünüyorum.

Amerikan yazıhane, geniş, rahat koltuklar ve yazı masasının billur peçesi üstünde üstâdın çok hareketli gölgesi.

Midhat Cemal’in bende kalan en keskin intibaı niçin budur? Ben, hukukçu değilim. Onun bu tarafıyla hiçbir alışverişim yok. Hattâ Fransızcadan tercüme ettiği hukuka ait bir eseri de okumadım.

Öyle amma, Noter Midhat Cemal, bütün kuvvetiyle hafızamda yaşıyor. Bunun sebebi şahsîdir. Hayatımın feci bir kefalet hâdisesi, sanatkârımızı hâfızama bu hüviyetiyle çakmıştır.

Et ve kemik Midhat Cemal’in, bendeki izi bu. Amma ruh Midhat Cemal’in, sanatkâr Midhat Cemal’in bende bambaşka bir izi var. Kendisini görmeden önce galiba antolojilerden birinde bir şiirini okuyup hayran olmuştum.

Eğer yanılmıyorsam, rahmetli Mehmed Âkif le müştereken İran Şahı Mehmed Ali için yazılmıştı.

Gürz-i girân-ı zulmünü ey kanlı nâsiye
Eyuan-ı zercidârına as ziynetim diye

diye başlayan bu manzumenin ne coşkun ve ne tok bir sesi, ne kahramanca bir ahengi vardır.

Sonra bir gün Harp Mecmuası'nda çıkan bir şiirinde:
Bedayi ihtira eyler ölüm bahsinde erkekler

mısraını okuyunca, onun kalemine biat ettim. O vakit harbin ilk senesiydi. Çanakkale’de ölüm değirmeninin çarkları insan kanıyla dönüyor, can öğütüyordu. İstanbul sokaklarında ceketlerinin boş kolları sarkan sülün gibi delikanlılar, koltuk değneklerini esnete esnete seken dağ gibi yiğitlerle karşılaşıyorduk. Midhat Cemal bunları ilk terennüm eden, bu ulvî sakatları tunç ve altın mısralara döken ilk şairdir. Edebiyat, onun hayatında ikinci planda gibi görünür. İlkin adliyeci idi; sonra yine onun serbest bir sahası demek olan noterliğe girişti. Fakat bütün bunlar bir heykelin kaidesine benzer. Midhat Cemal’in asıl hüviyeti sanatkârlığıdır. Öteki işleri, sırf bunu yükseltmek için yapar.

Az yazması, kendini az harcayışından değildir. İster ki yazdığı vakit, alın yazısı gibi silinmez şeyler yaratsın. Sanatının örsünde dövüp kılıç namluları gibi ortaya attığı mısralara bakınız, hepsinde soğumaz bir yürek ateşinin kızgınlığını, coşkun bir nabzın atışını görüp duyarsınız. Meselâ:

Hep selleri kan, taşları yekser kemik olsa.
Bir son nefes enkazı olup bitse nesîmi;
Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hattâ.
Çekmez kürenin sırtı bu tabut-ı cesîmi.
Açtı tarihe giden, ufku aşan şanlı yolu
Irkımın titremeyen tunç eli, âzâde kolu
Bu yolun her yeri uğrunda ölenlerle dolu
Gölgemiz sırtını asrın ezer, edvâre yüküz
Şühedâmızla yerin kalbine biz mahkûkûz.

parçalarını okuduğumuz vakit, şiirlerle ruhlarımızın birleştiğini, bu kuvvetli kanatlarla bizim de ayaklarımızın yerlerden kesildiğini duyuyoruz. Fikir, his ve şekil güzelliğini birleştirmeyen şiirler, muhataplarına bu uçuşu veremez. Midhat Cemal, sanatının pertavsızında duygu ışıklarını biriktirerek ateş yapan bahtiyarlardandır.

“Üslûbunda biraz Akif’i hatırlatan bir hal vardır,” derler. Evet, bazen mısralar arasında o muhteşem sanatkârı hatırladığımız oluyor. Fakat Midhat Cemal’in ruhu başkadır. Onda daha ulviyete meyyal bir hal sezilir. Sözünün saltanatı, âhenginin akordu daha başkadır.

Yalnız bir şiiri, bütün öteki şiirleriyle tezat halindedir, sanıyorum. Galiba bir an için, Midhat Cemal, eski mutasavvıfların ruhunu teneffüs etmiş olacak ki bize kendisini tam bir kaderiyyeci halinde gösteriyor.

Her noktada ölçülü, keskin ve coşkun bulmaya alıştığımız sanatkârı böyle her şeyi tesadüfe kurban etmiş görünce, biraz şaşırıyoruz:

Hayatı siz benim gözümle seyredin gülersiniz
Müessiriz mi sandınız? Hayır, hata, esersiniz.
Safa, cefâ zekâ, dehâ, şeref, cehâlet ilm ü fen
Tesadüfen, tesadüfen, tesadüfen, tesadüfen 
Tesadüfen bu çehre parlıyor, o çehre kapkara.
Tesadüfen bu mutena, tesadüfen o maskara 
Neticeler içinde gizlenen sebep “tesadüfen ”
Tesadüfen, tesadüfen hulâsa hep tesadüfen!

Kendisini yakından tanımadığım, hususiyetlerini bir bir incelemek fırsatına eremediğim için, bu fatalıst tefekkürün ne dereceye kadar ona mal edilebileceğini kestiremiyorum. Fakat başka eserlerinde buna benzer örnekler görülmediğine bakılırsa, bu telakkiyi de tesadüfen kalemin ucuna takılmış bir fantezi sayabiliriz.    

Değerli sanatkârımızın, Üç İstanbul adıyla romanımsı bir eseri de var. Bir devrin siması bakımından pek kıymetli görüşlerle doludur. Son günlerde çıkardığı Mehmed Akif ise, bütün tetkik ve tahlil meraklılarına örnek olacak güzellikte bir monografidir. Akif’e ne mutlu ki arkasında bu kadar büyük ve kuvvetli bir dost bırakmış.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

İLGİLİ İÇERİK

KUVVET - MİTHAT CEMAL KUNTAY

KİMİZ? - MİTHAT CEMAL KUNTAY

GAZİ'YE - MİTHAT CEMAL KUNTAY

ATATÜRK'Ü ANKARA'DA KARŞILARKEN - MİTHAT CEMAL KUNTAY

EĞİLME! - MİTHAT CEMAL KUNTAY

SON EKLENENLER

Üye Girişi