Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

İSMAİL SAFA-2

Eskilikle yeniliğin çarpıştığı günlerde doğmuştu. Ruhunda, başkalarının sezemeyeceği küçük nefesleri ses ve ahenk yapan gergin, içli teller vardı. Dalgın, mavi gözleri, duru, cömert ve bütün âlemi kaplayacak kadar geniş bir sevgiyle parlardı. Fakat ince çizgili yüzü, dudaklarına doğru ansızın insanı şaşırtan bir mahzunluğa bürünür ve bu hüznü, keskin renkli sakalı bile katılaştıramaz. Ağız çizgilerinde öyle derin bir elem bükülüşü göze çarpar.

Ziya Paşa’nın:

Şair, şair doğar anadan!

mısraını sanki ispat için dünyaya gelmişti. Muallim Naci de, ona Şair-i Maderzâd dedi ve bu terkip çağının bütün edebiyatçıları tarafından tekrarlandı durdu. İsmail Safa’nın şahsiyetini bütün hatlarıyla belirtmek için, onu zamanı ve muhitiyle birlikte incelemek lâzımdır. Şair etrafına ne vermiş, etrafından ne almış? Açık konuşalım, bunu bulutsuz bir katiyetle bildiğimizi öne süremeyiz. Ne edebiyat tarihlerinde onun manevi varlığına dair aydınlık sayfalar var, ne de geniş çapta bir monografi.

Bu eksiği, bari oğulları İlhami ile Peyami tamamlasalar.

Rahmetli İsmail Safa:

Bence İlhami fidandır; bir fidan pür berk ü bâr.

demişti. Onun gerçekten pür berk ü bar bir fidan olması, olabilmesi için böyle bir eser vermesini beklemek, hiç de yersiz sayılmaz. Biz, şairin hususiyetine dair hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Yalnız Mekke’de doğduğu, Trabzonlu bir ailenin neslinden geldiği söylenir. Bu kadarlık bilgi ise, bir şahsiyeti bütünlüğüyle kavramaya yetmez. Şu halde İsmail Safa gibi henüz dün denecek kadar yakın bir geçmişin şairini de, yine eseılerinden anlatmaya çalışacağız. Eldeki tek ışık bunlardır.

İsmail Safa, Nâci’nin şöhreti etrafa yayıldığı günlerde yetişmişti. Genç yaşında o da muhitin modasına uyarak gazeller yazdı. Fakat bu eski kalıplar, yıpranmış şekiller içinde de Divan çeşnisinden ayrılan hususi bir renk taşıyordu. Evvelâ dil bakımından ötekilere benzemedi. Onun ilk eserlerinde bile fütursuz bir sadelik göze çarpar. Bunu, şuurlu bir hareketin kalkış noktası diye kabul etmiyorum. Çünkü Safa, böyle bir hamle için lâzım gelen tecrübeye sahip değildi. Şuur kudreti, geniş ve yaygın bilgiden gelir. Böyle taşkın bir kültür üstünlüğü ise onda yoktu.

Kendisini bir istikbal müjdecisi hüviyeti içinde muhakeme etmediğimize göre, bunu onun bir eksikliği gibi gösteremeyiz

Şu halde onda muhitine nispetle bu üstün ayrılığı yapan sebep nedir? Ben, kendi payıma bunu, ondaki heyecan coşkunluğuna veriyorum. Öyle heyecan ki sanatkârı çevrenin yapmacığından kurtaracak kadar asildir.

Gönlüyle baş başa kaldığı vakit, zaman ve muhiti, âdet ve göreneği mahremiyetine sokmayan nadir adamlara gerçek sanatkâr denir.

Bel bükülmüş, el ayak titrer, sararmış bet beniz Her adımda sendeler

müstezadını bu kadar tabiî bir dille söyleyebilmek için, yürekte samimi bir heyecanın köpürmesi gerektir. Ancak bu türlü ruh sarsıntıları içinde insan, yaldıza itibar etmez. İç ve dış dünyasının hakikatlerine çıplak güzellikler verir.

İsmail Safa’da buna sık sık rastlıyoruz. Hattâ bazen büyük bir saffet içinde göründüğü de olur. Meselâ kırda yürürken, etrafında bir mahşer kaynaşması görülen bir karınca yuvasına gözü ilişir ve uzun uzun seyrettikten sonra:

Muamma... Ne işler yapar bir karınca

Şaşar, lâne-i mura insan varınca!

demekten çekinmez. Şiiri okurken, anlarsınız ki sanatkâr yuvanın başına çömelmiş, karıncaların telâşlı çalışkanlığına bir hayli bakıp düşünmüştür. Fakat bu temaşada bir Saint Beauve’ün, bir Meterlen’in bakışını aramayın. Felsefî düşünüşlü bir kafa, hayreti burgu yapar ve onunla hâdisenin kabuğunu delerek öze iner.

Safa ise, sadece “muamma” der ve ona göre bu muamma karşısında serhat “hayret”tir. Akıl ve ruh ona varınca, netice fethedilmiş olur.

İsmail Safa’yı, gerçi Nâci burcunun bir yıldızı olarak tanıdık. Fakat o, içindeki cevherle az vakitte bu mahrekten sıyrılarak Recâizâde Ekrem’e, ondan da Fikret’e yaklaşmıştır. Servet-i Fünun’a da girdiğini biliyoruz.

“Yangın” adlı şiirinde:

Bir yâre açılmış gibi leylin cesedinde

Kan fışkırıyor semt-i semâvâte füruzân

gibi iki mısra ile bir tablo çizişi, Safa’daki tasvir ve hayal üstünlüğünü gösterir.

Dömeke kahramanları için Fikret’le ortaklaşa yazdıkları manzumenin ilk kıtası şöyledir:

Olsun gazan mübarek ey gâziyân-ı İslâm!

Canlandı sayenizde ümid-i şân-ı İslâm 

Gösterdiniz cihana neymiş tuvân-ı İslâm 

Ey şanlı kahramanlar fahreyleriz sizinle 

En pür-inad hasmı kahreyleriz sizinle

Birkaç yıl evvel, çok yersiz bir münakaşaya sebep olan:

Lâz idi sonra dönüp Kürd oldu 

İllet-i kafiyeden mürd oldu

beyti sevişen arkadaşlar arasındaki bir şakadan başka bir şey değildi. Ne yazık ki bunu takdir edemeyen bazı kısa görüşlüler, bu şakayı, bir leke damgası yapmak istediler. Hâlbuki bu türlü ithamlardan Safa kadar uzak pek az adam bulunur.

Rübab-ı Şikeste'deki “Seza” şiirinin pek dalgın olan Safa için  yazıldığı söylenir.

Bir gün bu eserler dikkatli bir tenkit eleğinden geçirilirse, sahibinin ne içli bir yürek taşıdığı, mısralarından ne tatlı bir I lirizmin sızdığı meydana nakarattır

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi