Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

MEHMET RAUF-2

Sefil olacakmış, aç kalacakmış.. Vicdanını hiç kimsenin nail olamayacağı bir huzur ve refah içinde yaşattıktan sonra açlığın ve sefilliğin ne önemi olurdu?

Mehmet Rauf

HAYATI: 1874’de İstanbul’da doğdu. Kütahya’dan İstanbul’a gelip yerleşmiş bir ailenin oğludur. Soğukçeşme Askerî Rüştiyesi’nde (şimdiki Adlî Tıp binası) okuduktan sonra Deniz Lisesine ve Deniz Harb Okuluna girdi. Burada İngilizce ve Fransızca öğrenerek bu dillerden ilk edebî ürünleri okudu. Hikâye ve roman denemelerine de, çok küçük yaşındayken, bu okullarda başladı. O yıllarda Halit Ziya İzmir’de «Hizmet» adlı bir gazete çıkarıyordu. Mektuplaşma yoluyla onunla arkadaş oldu ve ilk eserlerini «Hizmet»te yayımladı.

Okuldan deniz subayı olarak mezun olduktan sonra, o zamanlar henüz Türkiye’ye bağlı bulunan Girit adasındaki savaş gemilerimizde görev aldı. Bir yıl sonra staj görmek üzere, Almanya’da Kiel kanalının açılış töreninde bulunacak Türk deniz subayları arasına katıldı. Bu gezisi onda unutulmaz anılar bıraktı. Almanya’dan dönüşünde daha bir süre Girit’te kaldıktan sonra İstanbul’a alındı. O zamanlar Türkiye’deki büyük batılı devletlerin elçiliklerine bağlı birer küçük savaş gemisi, «istasyoner» adı altında Boğaz’da demirli bulunurlardı. Bu gemilerle Türk bahriyesi arasındaki gerekli bağlantıyı sağlamak üzere onların yanlarında bir de Türk irtibat teknesi yer alırdı. İki yabancı dili çok iyi bildiği için Mehmet Rauf bu irtibat gemisinde bir göreve atandı.

Halit Ziya İzmir’den İstanbul’a gelmiş, bir süre sonra da Servetifünun edebiyat topluluğu kurulmuştu. O da genç üstadı Halit Ziya aracılığı ile bu topluluğa katıldı. Servetifünun’da önce büyük hikâyeleri, sonra «Eylül»ü tefrika edildi. Daha tefrika edilişi sırasında geniş ilgi toplayan bu roman, kitap halinde çıktıktan sonra yazarına pek büyük bir ün kazandırdı. Zaten ilk ve son gerçek başarısı da budur.

Servetifünun topluluğunun dağılmasından sonra, 1908’e kadar, sadece denizcilikteki göreviyle meşgul olan Mehmet Rauf, İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra askerlikten istifa etti ve bütün çabalarını yazarlığa yöneltti. Meşrutiyet’in başlangıcından Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bazı gazetelerin yazı işlerinde çalışarak, zaman zaman da edebiyat, magazin ve kadın dergileri çıkararak hayatını kazanmaya çalıştı.' Gerek bu çabalarında, gerekse giriştiği bazı ticaret işlerinde başarıya ulaşamadığı için son yıllarını büyük geçim darlıkları içinde geçirdi. Ismarlama yazdığı bazı açık saçık eserler yüzünden ününü de zedelemişti. 1932 yılı başlarında İstanbul’da öldü. Edirne-kapı mezarlığında gömülüdür.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: İlk roman denemesini on iki yaşlarındayken yapan Mehmet Rauf, ilk eserini yayımladığı zaman da daha on altı yaşındaydı. Bu «Düşmüş» adlı büyük bir hikâyeydi ve Halit Ziya’nın «Sefile»sinin bir çeşit kopyasıydı. Zaten Mehmet Rauf hikâye ve romanlarında daima Halit Ziya’nın etkisinde kalmış, onun dil ve anlatımı ile plan ve tekniğinden yararlanmıştır. Bunu ünlü romanı «Eylül»ün ilk yaprağında «İlk romanım son üstadıma» sözleriyle bizzat kendisi de belirtmekten zevk almıştır.

Servetifünun’da önce hikâyeler yayımlayan, sonra «Ferdâ-yı Garam» adlı küçük bir romanı tefrika edilen Mehmet Rauf, yine aynı dergide «Eylül»ü tefrika ettirip hemen ardından kitap haline getirmesiyle birlikte o zamanki Türk edebiyatının en ünlü ve en saygın temsilcileri arasında yer aldı. Bir edebiyat tarihçimiz bu roman için: «Bu kitap roman tarihimizin durak noktalarından biridir.» der ki, pek de aşırı bir yargı sayılmasa gerektir.

Ancak Mehmet Rauf «Eylül»de çıktığı yüksekliğe başka hiç bir eserinde bir daha ulaşamamıştır. Bundan sonra yazmış olduğu romanların sayısı yirmiyi geçer; fakat bunların hepsi de «Eylül»e oranla çok zayıf ve çelimsiz eserler olarak göze çarpar. Yazar bundan sonraki romanlarında zaman zaman bazı özel tipleri canlandırmak hususunda, özellikle dil ve anlatımda belirli gelişmeler ve aşamalar göstermiştir. Fakat roman çatısı, kahramanları birbirleriyle karşılaştırıp bağdaştırmak, insan ruhu ve o ruhun labirentleri ortamında gezintiler yapmak, canlı ve hareketli tasvirlere yönelmek, romanın teknik düzenini ayarlamak ve bunları planlamak bakımlarından hiç bir zaman «Eylül»deki seviyesine erişememiştir. Öyde anlaşılmaktadır ki sanatçı Mehmet Rauf, ilk gençliğinin gücü, hızı ve atılımı ile nesi var nesi yoksa hepsini bu ilk büyük eserine harcamış, bundan sonra da tümden tükenmiştir.

Bazı eleştirmeciler «Eylül»ü Türk edebiyatında psikolojik roman türünün ilk büyük başarılı örneği saymakta, hatta yazarının bu konuda üstadı Halit Ziya’yı bile geride bıraktığını öne sürmekte sözbirliği etmiş gibidirler. Bunda önemli bir gerçek payı bulunmaktadır. Ancak «Eylül»ün her şeye rağmen hareketsiz ve monoton bir roman olduğunu söylemek de mümkündür. Bu eserin büyük bir ün kazanıp o ünün de o gün bugündür sürüp gelmesinde, alışılmış ve bunun sonucu olarak da klişeleşmiş görüşlerin rolü ve etkisi bulunduğu kolaylıkla söylenebilir. Sonuç olarak: «Bu kitap roman tarihimizin durak noktalarından biridir» diyen edebiyat tarihçisinin bu yargısı belli oranda kanıtlanmış oluyor.

Mehmet Rauf, romanda olduğu gibi, edebiyatın öteki türlerinde ve dallarında da Halit Ziya’yı izlemekte devam etmiştir. Örneğin o da mensur şiirler yazmış ve böylece üstadının açtığı bu küçük çığırı yaygınlaştırmak istemiştir.

Mehmet Rauf, bir «moeurs» romancısı olmaktan çok, bir aşk romancısıdır. «Eylül»deki saf ve katıksız aşk tema’sı bir yana bırakılırsa, ondan sonraki romanlarında daima ihtiraslı bir aşkın eyleme dönük arzu ve çalkantıları yer alır. Yaratılış bakımından doymaz bir aşk içgüdüsüne sahip bulunan bu yazarın, hiç olmazsa romanlarında olsun, bu duygusunu tatmini amaç edindiğini yazan yakın arkadaşı Halit Ziya —bu bakımdan— büyük bir gerçeğe parmak basmıştır.

Mehmet Rauf’un «Eylül»den sonraki en güçlü romanı «Karanfil ve Yasemin» adını taşır. Bu roman oldukça büyük başarısına ve yer yer gerçekten çok ustaca yapılmış ruh ve çevre tahlillerine, insanların iç dünyalarını kemiren bazı içgüdülerin sergilenmesine rağmen —nedense— hakettiği üne ve değere ulaşamamıştır. Hikâye ve tiyatro dallarında da sayıca bir hayli kabarık eserler meydana getirmiş olan Mehmet Rauf’un bu tür eserleri, sözü edilemeyecek oranda, zayıf ürünlerdir. Yazmak; hayatını kazanmak ve geçimini sağlamak için yazmak zorunluğu, Servetifünun topluluğunun bu en talihsiz sanatçısını gittikçe çelimsizleşen bir kalem haline getirmiş ve sonunda iyiden iyide tüketmiştir.

Yazarın, ömrünün son yıllarında meydana getirdiği «Halâs» adlı roman —ki İstiklâl Savaşı’nın bir destanı olmak üzere kaleme alınmıştı— edebiyat çevrelerinde en küçük bir yankı bile bırakmadan unutulup gitmiştir.

Mehmet Rauf’un genellikle doyurucu olmayan edebî verilerinin yanıbaşında verimli bir yönü vardır ki, kendisini Servetifünun’un öteki şair Ve yazarlarından daha üstün kılan bir açı sayılabilir. Bu yön, onun dili ve anlatımıdır. Gerçekten de —aslında tam bir Servetifünuncu sayılamayan Ahmet Hikmet bir yana bırakılacak olursa— bu edebiyat topluluğunun Türkçeyi en duru ve en külfetsiz yazan sanatçısı Mehmet Rauf’tur. O, çok özentili bir dil ve anlatım kullandığı «Eylül»de bile öteki arkadaşlarından daha duru ve rahat bir Türkçeye yatkındır. Hele o topluluk edebiyatının havasından kurtulduktan sonra yazdığı eserlerde bu özelliği daha da açık seçik olarak göze çarpar. Öte yandan —başta Cenap Sahabettin olmak üzere— hemen bütün Servetifünun’cular dildeki sadeleşme ve durulaşma akımlarına karşı çıkarlarken, Mehmet Rauf böyle bir sürtüşmeye hemen hiç katılmamıştır.

Ömrünün son yıllarında bir yandan çala-kalem hikâye, roman, tiyatro, sohbet yazan; bir yandan sürümsüz dergiler çıkaran Mehmet Rauf, bunları yapmak zorunda kalmasaydı belki çok daha faydalı çalışmalar meydana getirebilirdi. Çünkü artık olgunlaşmış ve durulmuştu. Nitekim bu şartlar içinde bile onun zaman zaman edebiyatla ve onun çeşitli sorunlarıyla ilgili belgesel makaleler meydana getirdiği, ustaca eleştirmeler yazdığı görülmektedir. Öte yandan değişik zamanlarda, değişik dergi ve gazetelerde edebiyat tarihimize ışık tutacak, parça parça, anılarını da kaleme almıştır. Bu anıların, sabırlı bir çalışma ile derlenip bir araya getirilmesi ve yayınlanması, muhakkak ki, Türk edebiyatı tarihi için büyük bir hizmet ve kazanç olacaktır.

BAŞLICA ESERLERİ: Mehmet Rauf’un değişik konulardaki büyüklü-küçüklü eserlerinin sayısı 50’yi aşkındır. Bunlardan başlıcaları şunlardır:

Romanlar: Eylül; Karanfil ve Yasemin; Fedâ-yı Garâm; Kan Damlası - Define; Son Emel; Son Yıldız; Genç Kız Kalbi; Böğürtlen; Menekşe; Kadın İsterse; İhtizar; Harabeler; Kâbus; Halâs.

Mensur şiirler: Siyah İnciler; Sonbahar. Hikâyeler: Bir Aşkın Tarihi; Hanımlar Arasında; Aşk Kadını; Safo ve Karmen; Pervaneler Gibi; Gözlerin Aşkı; Eski Aşk Geceleri.

Tiyatro eserleri: Pençe; Cidal; Yağmurdan Doluya; Sansar; Ferdi ve Şürekâsı (Halit Ziya’nın romanından).

SON EKLENENLER

Üye Girişi