Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

ÖMER SEYFETTİN-EDEBİ PORTRELER

 

Bu satırlar, Ömer hakkında, ne geniş, ne dar herhangi bir etüt iddiasının mahsulü değildir. Ben burada onun sadece iç ve dış yüzünün taşkın çizgilerini kabartarak belirtmeye çalışacağım.

Realist hikâyenin tohumunu Sâmipaşazâde’de aramak, bir edebiyat tarihi modasıdır. Küçük Şeyler istediği kadar mütevazı bir isim taşısın; zaman ona lâyık olduğu şeref damgasını vurdu.

Yalnız şu var ki Sezâi’de realizm, dalgalı bir şeydir. Onu, bir kül, bir bütün olarak ele alınca, sık sık aksadığını görürüz.

Gerçek realizm, asıl Ömer’dedir. Küçük hikâye, bütün inceliği, olanca kıvraklığıyla onda yaşar.

Yıllar onun kemiklerini eriteli hanidir! Fakat sönen, biten bu gövde Ömer’in arkasında, ruh Ömer bir dev gibi, ehramlar gibi zamanı ayakları altına alarak yükseliyor.

Çiçek bozuğu pembe bir yüzü, azgın bir beynin itip fırlattığı, çıkıntılı bir alm vardı. Bitmez bir hayretle kalkık gölge kaşları, küçük mavi, kirpiksiz gözleri, gaga burnu, kısa kesilmiş dağınık, bakımsız saçlarıyla hiç de güzel değildi. Yalnız o mavi, o kirpiksiz gözlerden öyle zengin, öyle tılsımlı bir tan aydınlığı dökülürdü ki, bu ışıkla yıkanan yüz, ansızın parlar, sevimli, cana yakın, vazgeçilmez bir şey olurdu.

Ruh Ömer, zaman gibi, akarsular gibi her saniye başka bir adamdı. İnsanları tarif ve tahlil edebilmek için onlarda sabit hallere muhtacız. Bu sabit hallere itiyat deriz. Tanıdıklarımıza dair düşüncelerimizi bir hükme bağlamak isteyince, itiyat ölçüsüne, itiyat çerçevesine başvururuz.

Onda ise itiyat yoktu. Neyi sever, neden nefret eder, kime dost, kime düşmandır, bilinmezdi.

Şimdi hayran olduğuyla biraz sonra alay eder, onda akla hayale gelmez gülünçlükler bulur, zavallının iç çizgilerinde korkunç bir karikatür fırçası gezdirerek kepazeye çevirirdi. Hicivci zekâsının kendi irade frenlerine de baş eğmediğini kaç kere görmüşümdür.

Ömer’in bulunduğu mecliste başmisafir kahkaha idi. Alaylarına anlatılmaz bir saffet sindirir, kırmadan, incitmeden istediğini söyleyebilirdi. Şilep gibi yüklü hafızası, siperlere kadar taşıdığı kitaplardan toplanmıştı. Kendini sanata verenler içinde onun kadar çok okumuş pek az adam bulunur sanırım. Neleri merak etmezdi ki...

Dünya şaheserlerini, fikir tarihinin asırdan asra geçen mirasını, yaratıcı insanlığın bıraktığı ruh ve kafa izlerini, ta kaynaklarına inerek incelemişti. Onun gibi taşkın, tez canlı ve akıcı bir varlığın bunu nasıl yapabildiğine şaşmamak kabil değildir.

Ömer Seyfettin, neşesini herkese cömertçe harcar, sıhhatini ruhlara, gönüllere ışık gibi dağıtırdı. Fakat onu dinleyenler, bu taşkın keyfin, nasıl bir iç yarasının sargısı olduğunu bilmezlerdi.

Ondaki bu çılgınca neşe, amansız bir can sıkıntısının telli pullu duvağı idi. Ömer, ancak büyük yaratıcılara nasip olan o derin ürperişli doğum sancılarından mustaripti.

Yükseklere tırmananların nefes darlığı çektikleri gibi, iç Himalayalar’ında dolaşanların alınlarına da bu türlü buhranlar yazılıdır. Duyarlar, çekerler ve inlemeden doğururlar.

Ömer’de çılgınlık derecelerine varan taşkın neşe, işte böyle bir ruh çarpışının eseri idi.

Efruz Bey’ine dikkatle bakın, bu kahramanın hayat ve hâdiseler karşısındaki düşünüşünü tahlil edin onda Ömer Seyfettin’in kendi kendini yoğurarak sanat potasında nasıl pişirdiğini görürsünüz.

Bu sanatkâr, bakarken orta, düşünürken gerçekten büyüktür. Derler ki Fidyas, bir tek tırnaktan, o tırnağın sahibi olan aslanı mermerde canlandırırmış. Ömer de en küçük bir vesileden, çok kere bir hiçten psikolojisi, mantığı birbirinden üstün hikâyeler yaratırdı.

Onu otuz altı yaşında kaybettik. Dalları meyvelerinin ağırlığı ile esneyip sarkmış bir ağaçtı. Gür bir yıldırım onu yer

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi