Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 AHMET RASİM KİMDİR?ahmet rasim ile ilgili görsel sonucu

Benden ibret al; durmam dinlenmem,

cayır cayır yazar ve yine vızır vızır okur, okuturum.

Efkâr-ı umumiye üzerinde hükümran

olmak istiyorsan yaz!

Ahmet Rasim

HAYATI: Türk edebiyatının çok tanınmış, halkça çok sevilmiş yazarlarından biri olan Ahmet Rasim, 1864’te İstanbul’da doğdu. Babası Bahaettin Efendi Kıbrıs asıllıydı ve serseri yaratılışlı bir adamdı. Bir söylentiye göre, daha Ahmet Rasim doğmadan, başka bir söylentiye göre ise oğlu iki yaşlarında iken, evini ve ailesini bırakıp kayıplara karışmıştı.

Annesi, çocuğunu yoksulluk içinde ve güç koşullar altında büyütmeye çalıştı. Ahmet Rasim önce mahalle mektebine gitti —ki sonraları bu tür okulları ve onların renkli ortamım anılarında uzun uzadıya dile getirecektir— Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, akraba ve bazı tanıdıkların yardımıyla, Darüşşafaka’ya yazıldı. Burada, zamanın göre, düzenli bir öğrenim gördü.

Darüşşafaka’da iken okumaya merak sarmış ve bazı yazma denemeleri de yapmıştı. On dokuz yaşında bu okulu birincilikle bitirdi. Posta ve Telgraf Nezareti fen kalemine memur olarak girdi. O sırada zamanının en ünlü gazetecilerinden biri olan Ahmet Mithat Efendi «Tercüman-ı Hakikat» adlı gazetesini çıkarıyordu. Daha önce de bazı gazete ve dergilerden birkaç denemesi yayınlanmış bulunan Ahmet Rasim, «Tercüman-ı Hakikat»a yolladığı yazıların beğenilmesi üzerine gidip Ahmet Mithat Efendi’yle tanıştı. Posta ve-telgraftaki görevinden ayrılarak gazeteciliğe başladı.

Bundan sonra bütün ömrünü gazeteciliğe adayan Ahmet Rasim Ceride-İ Havadis. Tercüman-ı Hakikat, Saadet, İkdam, Sabah, Malumat, Servet, Servetifünun, Tanin, Hak, Tasvir-i Efkâr... gibi gazeteler ve sayısız dergiler başta olmak üzere —o zamandan başlayıp Ömrünün son bir-iki yıl öncesine kadar— Türkiye’nin hemen bütün yayın organlarında türlü dallarda yazılar yazdı.

1927’de, Atatürk’ün işaretiyle, İstanbul’dan milletvekili seçildi. Beş yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra 1932’de İstanbul’da öldü. Vasiyeti gereğince kendisini Heybeliada mezarlığına gömdüler. Orada, Hüseyin Rahmi’nin hemen yakınlarında yatmaktadır.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: Yazı türlerinin her çeşidinde eser veren, fakat özellikle sohbet, fıkra, anı alanlarındaki ürünleriyle ölmezliğe ulaşan Ahmet Rasim, önce Fransızcadan yaptığı küçük çevirilerle basın hayatına girdi. Bir süre sonra hikâye ve roman denemelerine girişti. Zamanında çok ilgi gören ve okunan bu hikâyeler günümüzde artık tamamen unutulmuş, geçerliliğini de yitirmiştir. Daha sonra manzum ve mensur şiirler de kaleme alan yazar, kişiliğini günlük gazetelerde yayınlamaya başladığı sohbet, makale, fıkra ve anılarla oluşturdu. Onun bu tür yazılarında renkli ve çok canlı, hareketli bir dil ve anlatım, gerçekten güçlü bir gözlemcilik vardı. Günlük hayatın büyük ya da küçük, geniş ya da dar, derin ya da yalın, yüksekteki ya da alçaktaki her türlü olay ve görüntülerini duru ve tertemiz bir Türkçeyle, hiçbir özentiye kaçmadan anlatan, tasvir eden, aslına sadık bir tablo gibi çizen yazıları her dönemde herkes tarafından büyük ilgi gördü. Bu yazılarda iddia ve özenti hiçbir zaman yoktu. Bunun sonucu olarak Ahmet Rasim, varlığı kişiliğine özgü bir sanatçı ve yazar olarak Türk edebiyatı tarihine geçmiş bulunmaktadır.

Çevresini, ülkesini, ulusunu, bu ulusu meydana getiren halkın ruhunu, gelenek ve göreneklerini yakından, içten gözlemleyen, onu çok iyi bilen Ahmet Rasim, yazılarında malzeme olarak daima bunların verilerinden yararlandı. Özellikle İstanbul’u ve İstanbul halkını bütün dış ve iç özellikleriyle tanımıştı. Küçüklüğünden beri çevresini, çevresinin renklerini, olaylarını ve tiplerini içine sindire sindire büyümüş, gelişmişti. Bundan dolayı onun birçok yazıları, içinde bizzat yaşadığı dönem ve çevrelerle, kendisinin hiç olmazsa kalıntılarına ya da anılarına yetiştiği dönemlerin ve çevrelerin sosyal ve toplumsal tasvirleriyle doludur.

Onun, çok zaman içine zarif mizah unsurları da katarak, kaleme almış olduğu yazılardan pek çoğu zamanında büyük lezzetle okunduğu gibi, bugün ve yarın da hemen hemen aynı lezzetle okunmaya devam edecektir. Çünkü ilk olarak bu yazıların dili— zamanıyla oranlanmayacak ölçüde— duru, arı ve yerlidir; ikinci olarak da bunlardaki ilgi çekici dekorlar, insanlar ve olaylar, kısacası ortam ve atmosfer bugünün ve yarının kuşaklarına geçmiş günleri bir ayna gibi yansıtacaktır.

Şurasını da belirtmek yerinde olur: On dokuzuncu yüzyılın sonlarıyla yirminci yüzyılın başlarındaki Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un gelenek-görenek, toplum ve uygarlık tarihini yazacak kimseler için Ahmet Rasim’in eserleri —bir bakıma— belgesel nitelik de taşımaktadır. Geleceğin incelemecileri, kuşkusuz, bunlardan pek büyük ölçüde, kaynak olarak da yararlanacaklardır.

Ahmet Rasim’in fıkra, sohbet, anı çeşidinden; kendisini en çok temsil eden yazılarının ötesinde, tarihçilik ve incelemecilik tarafı da bulunmaktadır. Türk basın tarihine en çok ve en iyi şekilde ışık tutan eserleri o vermiş, ayrıca yakın tarihimizin siyasi-ekonomik olaylarını ve bu alandaki evrimleşmesini etüd eden ciddi eserler meydana getirmiştir. Bunların dışında ilk resimli ve haritalı Osmanlı tarihini yazan da yine odur. Hâsılı Ahmet Rasim, elli yıla uzanan geniş bir yazı hayatı içinde bilgisi, geniş kültürü ve edebi zevki de bulunan bir kalemin, ulusuna verebileceğinin gerçekten fazlasını vermek suretiyle, ülkesinin kültür ve sanatına büyük katkılarda bulunmuş seçkin, değerli bir fikir-sanat ustasıdır.

Ruhtan ve yaratılıştan zengin bir kabiliyet olan Ahmet Rasim’in —konumuzun dışında bulunmakla birlikte— Türk müziğiyle de yakından uğraştığını ve bu alanda da yaratıcı olduğunu belirtmek gerekir. Onun birçok şarkı sözleri ile besteleri, Türkiye radyolarının müzik repertuvarlarını bugün hâlâ süslemektedir.

BAŞLICA ESERLERİ: Ahmet Rasim’in çeşitli türlerde, büyüklü küçüklü, yüze yakın eseri bulunmaktadır. Ayrıca gazete ve dergi sayfalarında kalmış binlerce yazısı vardır. Eserlerinden en tanınmışları şunlardır:

Falaka (okul ve mahalle anıları); Fuhş-ı Atik (eski İstanbul anıları). Fıkralar, sohbetler: Şehir Mektupları; Cidd ü Mizah; Eşkâl-i Zaman; Gülüp Ağladıklarım. Muharrir, Şair, Edip (gençlik ve edebiyat anıları); Muharrir Bu ya(sohbetler, makaleler, anılar); Şinasi (inceleme); Resimli ve Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi; Hamamcı Ülfet (roman); Kitabe-i Gam (mensur şiirler); Romanya Mektupları (gezi notları); İstibdattan Hâkimiyet-i Millete (Tanzimat dönemi tarihi); İki Hatırat-Üç Şahsiyet (Abdülhamit dönemi tarihi).

ŞEMSEDDİN KUTLU


AHMET RASİM-2

Omuzlarına nispetle biraz iri, dağınık kır saçlı bir baş. Dolgun, kırmızı bir yüz. Üst kapakların altına doğru kayıp baygınlaşmış elâ gözler, tasallûptan yer yer kan oturmuş bir burun ve üstünde siyah kordonlu kelebek bir gözlük. Kelebek sözünü yalnız şekil için söylemiyorum. Bu gözlük gerçekten bir kelebek telâşıyla ve hemen havalanacakmış gibi titrerdi. Ahmet Râsim, zaman zaman bunların üstünden bakarken, Eşkâl-i Zaman' m sahibi olurdu.

Bu bakışlar zekâ güneşini bir pertavsız toplayışıyla bebeklerinde biriktirir, ışıktan oklar yapardı. Üst dudağını örten bıyıklar nikotinle kozmetikli idi. Yumuşak tombul ellerinde cigara yakarken hafif bir titreme sezdirdi.

İspirto ile pürüzlenmiş, azıcık kısık, kalın bir ses, ortadan kısa bir boy... İşte Ahmet Râsim’in sözden çerçevesi...

Onu ilk defa, Kadıköy’ünde Şifa’daki evinde görmüştüm. Bahçeye sürgüsüz, mandalsız, kilitsiz bir kapıdan giriliyordu.

Ot bürümüş, bakımsız bir bahçenin sonunda hasır döşeli bir odada oturuyordu. Hem yalnız da değil. Meşhur Bektaşî şeyhi Cemalî Baba ile birlikte.

Biz, onları yere kurulmuş bir hamur sofrası başında bulmuştuk. Vakit daha ikindi olmamış, ama onlar demlenmeye başlamışlardı. İkisinin de entarileri arkalarında, ikisinin de kolları sıvalı idi. Gelenler arasında bir yabancıyı görünce, Bektaşî aldırmadı ama üstâdın gülümseyen gözlerinde bir sitem şimşeğinin yanıp söndüğünü sezer gibi oldum. Bereket yadırgaması çok sürmedi. Yer minderlerine çöktük. Sofranın etrafındaki halka genişledi. Konsolun alt gözünden kadehler çıktı. Koca hasır daha beriye çekildi. Cemalî Baba, cana yakın bir sesle:

Tekke-i aşk içre rıza postunu

Sermesem bir türlü sersem bir türlü;

Talip olanlara gönül dostunu

Vermesem bir türlü versem bir türlü nefesine başladı. Sonra bu şiirini Abdullah Cevdet’in İctihad'ında da görmüştüm.

Yatsıya doğru ayrıldık. Fakat bu ilk görüşmemizin arkası gelmedi. Yaşayışımızın yolları başka başka yerlerden geçiyordu. Uzun seneler bir daha karşılaşmadık. Ama her gün bir gazetede onu buluyor, okuyordum.

Yem Gün kapanınca o da bir kenara çekildi. Sessiz bir gururu, bükülmez bir vakarı vardı. Cebinde kâğıt tomarlarıyla matbaaları dolaşmaz, muharrirliği, işportacılığın çok üstünde tutardı. Aylarca yoksulluğuna şerefli bir büyüklük vererek yaşadı.

Nihayet Hakkı Tarık onu aramış bulmuş ve Vakit'e. getirmişti.

Benim Ahmet Râsim'le yakından tanışmam asıl ondan sonra başlar. Yıllarca karşı karşıya çalıştık. Üstâd matbaada yazmazdı.

Sabah, yaz-kış, gün doğmadan kalkar, mangala cezvesini sürer, allı yeşilli köpükleri seyrede ede kahvesini kabartırken mevzularını seçip işlerdi.

Bir hiç’in baştanbaşa bir hep olması için, Ahmet Râsim’in sanat menşurundan süzülmesi yeterdi. Başkalarının görmeden geçtikleri şeylerden o bir eleğimsağmanın bol rengini, bir avizenin zengin ışığını fışkırtırdı.

İstanbul’u, onun kadar iyi bilen, onun gibi anlayan, onun kadar sezen hiçbir kalem yoktur. Üstâd, bir yerden, bir semtten bahse başladı mı, o semt, hususi havası, çeşnisi, rengi, kokusu hulâsa bütün varlığı ile yazıya sinerdi.

İstanbul’u sabah, öğle, ikindi, akşam, gece yarısı simalarıyla onun gibi kimse tanımazdı. Zamanın sular, topraklar, damlar, sokaklar, çehreler üstündeki perde perde değişişini yalnız o görmüş, o yakalamış ve cümlelere yalnız o dökebilmiştir.

Ressamlarımız arasında bile rahmetli Ali Rıza’dan başka böyle keskin bir görüşe ereni ben tanımıyorum. Kitabe-i Gam’ında o kadar içli bir şair olan Ahmet Râsim, Eşkâl-i Zaman’ı nasıl yazdı? Hamamcı Ülfet, Fuhş-u Atik, Fuhş-u Cedid’de o keskin realizmi, o amansız teşrih neşterini nasıl kullandı?

Şaşılacak nokta, onun şahsındaki bu oynak ve akıcı varlıktır. Bir hüviyetten ötekine, hem duruluktan hiçbir şey kaybetmeden geçiyor.

Ne de çok şey bilirdi. Hafızası, şuur projektörleri ile donanmış güzel istifli bir bilgi ambarı idi. Hiç’i hep yapışındaki kuvvet, işte bu harç zenginliğinden doğuyordu. Hangi şeye sarıldıysa mutlaka koparmıştır.

Üç ciltlik Osmanlı Tarihi, tarihlerin en güzellerindendir. Kuvvetli riyaziyesi vardı. Mantığındaki ölçülü kaplayışı belki biraz da bu bilgisine borçludur.

Söze, onun maddesi ile başlamıştım. Size yarım sahifede et ve kemik Ahmet Râsim’i, birkaç yaprakta da muharrir Ahmet Râsim’i tanıtmaya çalıştım. Fakat bunların ikisinden de büyük bir adam daha var. Bu, İnsan Ahmet Râsim’dir.

Türkiye’de kaleminden başka, hiçbir kuvvete dayanmadan yaşamış ondan başka adam gösterilemez. Ama bu hükmü zaman içinde mukayese ve muhakeme etmelisiniz. Çünkü artık bizde de fikir pazarları kurulmuş, mânâ alışverişi başlamıştır.

Hayır, ölçü kullanırken Ahmet Râsim’in yaşadığı çağı gözden uzak tutmayınız. Sansörü, sarayı, hafiyeleri, zihinlere oturtulan zindan, sürgün korkuluklarını düşününüz.

Bu büyük şahsiyet, işte bütün bu kötü şartlar ve kanlı zorbalıklar içinde elli yıl yazdı. Hem sürçmeden, küçülmeden, satılmadan, şerefine en küçük bir leke sürdürmeden yazdı.

Kalenderliği zarafet haline koymuştu. Cana yakın ve tatlı bir babayâniliği vardı. Duygulu zihin antenleriyle, güzellik diyarında yeni bir fetih yaptı mı, fesini arkaya yıkar, gözlük camları çakıntılar içinde kalır ve şarkı bestelerdi. Bu şarkı, biraz da kazandığı manevî zaferin marşına benzer. Gençliğinde musikiye merak sardırmış, meşhur Zekâi Dede’nin huzurundan feyz almıştı.

Zaman zaman gönlünün şenlik gecelerini andıran ufuklarından bir kıvılcım kopararak şarkı, nağme olur ve ruhları titretirdi.

Son yıllarında büyük bir lügate başlamıştı. Bana yazdığı bir mektupta, “Nay kelimesine gelmek üzereyim. Bana bu sazın perdelerini, akortlarına göre aldıkları isimleri ve buutlarını mufassalca yaz,” dediğine bakılırsa, N harfine kadar gelmişmiş. Eski elifbede isen’nin yeri malûm.

İlmî araştırmalarındaki titizliğini bildiğim için, bu eserin basılmamasına acıyorum. Bizde ilk monografi örneğini de Şinâsi’siyle o vermişti.

Doğrusunu isterseniz benim bildiğim Ahmet Râsim, bir hamlede aşılamayan bir denizdir. Ne kadar güzel yazılırsa yazılsın, onu böyle bir makale sedefine sığdırmak kabil olmaz.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

İLGİLİ İÇERİK

FALAKA ÖZETİ -AHMET RASİM

AMİN ALAYI ÖZETİ-AHMET RASİM

ŞEHİR MEKTUPLARI ÖZETİ - AHMET RASİM

AHMET RASİM KİMDİR?