Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

EDEBİ PORTRELER KİTABINDAN

AHMET HİKMET-

Altınordu'sunu Selanik’te, Türkçülüğün beni yakıp kavurduğu coşkun günlerde okumuştum. Gıcırdayan kağnılar, tok tok ses veren kargı çatışmaları, nal parıltıları, savaşçı naraları muhayyilemin boşluğunda uğulduyordu. Bu yazıyı okurken, kılıç çakıntılarının altında uçan yeleler, uçan kuyruklar ve hız rüzgârıyla dolup yelkenlenmiş cepkenler görüyordum.

Ahmet Hikmet işte bu eserle gönlüme girdi. Sonra Üzümcü, Türk Halısı gibi eserlerinde Türk aşkının ne yüksek bir şuurlu varlık halini aldığını görünce sevgim arttı.

Belki yirmi sene oluyor; bir gün muharrirler bir cemiyet kurmak hevesine düşerek toplandılar ve o zaman veliaht bulunan Abdülmecid Efendi’den bu cemiyeti himayeleri altına almasını istemeye karar verdiler.

Rahmetli Ahmet Şükrü, Osman Kemal ve ben gidip bu lütfu isteyecektik.

Dolmabahçe Sarayı’nın sol yakasındaki mermer direkli geniş merdivenleri çıkarken bizi uzunca boylu, kibar gülüşlü, zarif bir adam karşıladı.

Bu adam, Ahmet Hikmet’ti. Siyah gözleri gür kirpiklerin hızla çarpan yelpazesiyle üflenmiş gibi parlıyordu. Gövdesince yapılı, fakat pek mütenasipti. Şakaklarını dolduran akların yanında kaşları daha gümrah ve daha siyah duruyordu.

Konuşurken, düzgün ve bembeyaz dişlerinin temiz aydınlığında sanki sözleri yıkanıp berraklaşıyordu.

Bizi aldı. Salonlardan, divanhanelerden, altın oyalı, billur âvizeli sofalardan geçirerek veliahdın oturduğu yere götürdü. Kapıya yaklaşırken:

-    Biz bir saraya ilk defa giriyoruz, usul bilmeyiz. Utanılacak bir merasim hatasına düşmeyelim. Lütfedin, bizi tenvir buyurun, dedim.

Sıkıldı, duraksadı, sonra kibar gülüşüyle:

-    Türk’ün asaleti merasimin üstündedir. Hiçbir hata yapmazsınız, cevabını verdi. Ve girdik.

Onu işte böyle üzüntülü bir saray ziyareti, ipek, yaldız, billûr ve derin bir sessizlik dekoru içinde tanıdım.

Edebiyat-ı Cedide’cilerdendir. Fakat onlardan ayrı bir ruh taşır. Türkçülüğü kendi davası yaptı. Turan denilen büyük rüyayı coşkun gönlünün ufuklarında gördü. Hiçbir gün buna utopi demedi. Hiçbir gün dizlerinde yorgunluk titremedi. Hiçbir kere bu mübarek ve engin mefkûreyi bir megalo idea haline düşürmedi.

Servet-i Fünun’da sanat, kendi çevresinden çok, başka ufukların muhacir kuşlarıdır. Ahmet Hikmet, bilhassa olgunluk çağma doğru bu yoldan ayrıldı.

“Üzümcü” her vakit ibretle okunacak bir yazıdır.

-    Dantelâ kordelâaaaa!

-    Patlıcan, domateeees! de birer satış sesidir.

-    Çavuuuş!

-    Karpuuuuz! da.

Fakat Ahmet Hikmet burada Osmanlı halitasının başka başka örneklerini ruhî kudretleri, gövde ve göğüs kabiliyetleriyle ne güzel canlandırır.

Türk, gürlediği vakit, uzak yamaçlara kadar her yerden ürkek kuş bulutları havalanır. Bu ses, vatan ufuklarını halka halka kuşatır.

Ötekilerinde bu kahraman yaratılış yoktur.

Kur’a Neferi’nde Türk’ün bu eşsiz ruhuyla birlikte tarihimizin de çağlar arasındaki esrarlı akışı duyulur.

Değerli sanatkâr Kara Urba’nın kuzuyu nasıl arslan yaptığını, daha doğrusu asker urbasının asker ruhunun muazzam heykeline nasıl bir kaide kurduğunu ne güzel anlatır.

Macar payitahtında yazdığı “Halı”, yine Türklüğün bir başka kudret halinde tecellisini gösterir. Gür bir sesin âhenginde millî destanın tohumunu, mayasını bulan Ahmet Hikmet, ipek bir halının erişinde, argacında, çiçeklerinin şeklinde, yapraklarının renginde Türk ün gönül ve ruh yanını, şair ve ressam tarafını ortaya koyup işler. Millî cevheri bu iki başlı işleyiş, kim diyebilir ki gayesiz, hedefsizdir?

Bizim kahraman bir millet olduğumuzu düşmanlar bile inkâr edemez. Fakat öteden beri acı bir iftira yapışkanlığıyla yüzümüze attıkları bir şey vardı. Bizi yalnız silâh eri, kılıç ve mızrak ustası sayarlar, barbar derlerdi. İlme, sanata, fen ve medeniyete hizmetimiz şöyle dursun, hattâ istidadımız söylenmemiştir.

Ahmet Hikmet bir halının şahitliğinden işte bu sanatkârlığımızın beratını alıyor.

Siyasî hayata karışması, yabancı ülkelerde vatan bekçiliği edişi, ona sanata harcayacak çok az zaman bırakmıştı. Kıt yazışı bu yüzdendir. Yoksa milliyet aşkı gibi coşkun bir kaynağa eren ruh, Müftüoğlu nu pek zengin eser hâzinelerinin sahibi etmeye yeterdi.

EDEBİ PORTRELER KİTABINDAN, HAKKI SÜHA GEZGİN

SON EKLENENLER

Üye Girişi