Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AHMET CEVDET PAŞA KİMDİR?

Tarihçi (1822 - 25 Mayıs 1895). Bulgaristan'ın Lofça kasaba­sında doğdu. İlk ve ortaöğrenimini memleketinde yaptıktan sonra İstanbul'a geldi; medrese öğrenimini sürdürürken Mu­rat Molla Tekkesinde Farsça, Hendesehane'de matematik ve kozmografya dersleri aldı, Fransızca öğrendi (1839-45). Kısa süre kadılık ve müderrislik yaptıktan sonra Maarif Meclisi üyeliği, Darülmuallimin (öğretmen Okulu) müdürlüğü (1850), Encümen-i Dâniş üyeliği (1851), Vak'anüvislik (1855), Meclis-i Âli-i Tanzimat üyeliği ve Arazi Komisyonu Reisliği (1857) görevlerinde bulundu. 1865'ten sonra Vezir rütbesiyle Halep, Bursa, Maraş, Yanya valiliklerine gönderildi. Birkaç kez Ad­liye, Maarif, Evkaf nazırlıkları yaptı. Devlet Şûrası Başkan yardımcılığına seçildi. Bir hafta kadar da Nazırlar Heyeti Başkanlığına getirildi. 1855'te Vakanüvislik görevi verilen Cevdet Paşa, İmparatorluğun 1774-1825 yılları arasında ya­şadığı olayları kaleme alırken Montesquieu (1689 - 1755), Michelet (1798 - 1874) gibi Fransız tarihçilerinin getirdikleri yöntemleri uygulama çabası göstermiştir. Yalnız gözlemler­le yetinmeyerek, olayların hem doğrusunu araştırmış, hem nedenleri ve sonuçları üzerinde değerlendirmeler, karşılaş­tırmalar yaparak sentezci tarih anlayışına doğru önemli adım­lar atmıştır. Yapıtın giriş bölümünde imparatorluğun yükse­liş, duraklama ve çöküş dönemlerinde dayandığı sınıf ve ta­bakaların durumlarını incelemesi, ilgi düştükçe Avrupa dev­letlerinin birbirleriyle olan ilişkilerini söz konusu etmesi ta­rih anlayışının yenilikçi yönleridir. Öte yandan Fuat Paşa ile birlikte yazdığı Kavaid-i Osmaniye ile Agâh Sırrı Levent'in belirttiği gibi, geleneksel dil yapısını kırmayı düşünmeden Osmanlı dilinin kurallarını saptayarak Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşmuş üç yönlü bir dilbilgisi meydana getirmiştir.

BAŞLICA YAPITLARI: Kavaid-i Osmaniye (1851); sadeleş­miş basımı Kavaid-i Türkiye adıyla (1873), Belâgat-i Osmani­ye (Osmanlı Edebiyatı Bilgileri, 1881), Tarih-i Cevdet (12 cilt, 1854-1885), Kısas-ı Enbiya (Peygamberler Tarihi, 12 cilt, 1874 - 1888), Kırım ve Kafkas Tarihçesi (2. bas. 1889 - 1890).

KAYNAKLAR: F. Aliye (A. Cevdet Paşa ve Zamanı, 1901), M.Ş. Ülkütaşır (Ahmet Cevdet Paşa, Hayatı, Şahsiyeti, Eser­leri, 1945), Prof. Ebülulâ Mardin, (Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, 1946, 1948), Ahmet Hamdi Tanpınar, (Cevdet Paşa Hakkında Düşünceler, İstanbul Dergisi, 14, 15, 16. sayılar, 15 Haziran -15 Temmuz 1945).

KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).

 



 

AHMED CEVDET PAŞA

Eski bir Nevsal'de resmini görmüştüm. Kemikleri üstüne sımsıkı gerilmiş bir yüz. Hafif bir sakal, geniş bir alın ve açık mavi gözler. Bu gözlerin, renginden çok, bakışları dikkate çarpıyor. Burgu gibi delen keskin, hattâ sivri bakışlar.

Bu yüksek zekânın Lofça’da doğduğunu biliyoruz. On yedisinden sonra, artık o dar muhite sığamadı. İstanbul’a geldi. Ondaki istidat genişliğini, çalışma hâzinesini Deli Müftü keşfetmişti; Murat Molla, bu istidadın son kabuğunu kaldırdı. Uzun ve terkipli bir okuyuştan sonra, genç yaşında kürsüye çıkmıştı. O zamanlar, Ehl-i Kıyam diye tanınan azgın bir bilgiçler grubu vardı. Cami cami dolaşırlar, ders verenlere çetrefil sualler sorarlar ve adamcağızları mat edince hep birden kalkıp giderlerdi. Ehl-i Kıyam tâbiri işte bundan ötürüdür.

Cevdet Efendi’nin henüz delikanlı denecek bir yaşta kürsüye çıktığını duyunca, bu şark sofistleri, hemen onun kürsüsü etrafında çöreklendiler.

Çetin sualler hazırlamışlar, mantık tuzakları kurmuşlardı. Bunları perde perde genç müderrisin önüne yaydılar. Cevdet tınmadı. Bilgisinin hisarı kurusıkılarla yıkılacak şeylerden değildi. Sordular, sordular, sordular, fakat cevaplar onların boyunlarına ağır hâleler gibi geçti ve Ehl-i Kıyam kötürümleşti.

0 zaman, büyük bir ilim zaferi halinde alkışlanan bu hâdise Ahmed Cevdet i kürsülerin kutbu haline koymuştu. Hâlbuki onun asıl kıymeti, hiç de bu galebede değildir. Birkaç softanın çene çanlarına ot tıkamak, ona şeref verecek bir hal sayılamaz.

Bu meselenin bahse değer tarafı, Ahmed Cevdet’in nasıl sağlam bir bilgi kaidesi üstünde yükseldiğini göstermesidir. Büyük hamleler ancak dolgun kafalardan doğabilirler.

Reşid Paşa’nın oğullarına paşa oluşu, Ahmed Cevdet’in hayatında bir dönüm noktasıdır. Orada yeni bir âlemle karşılaşmış, yeni bilgi ufuklarının genişliğini duymuştu. İçindeki engin öğrenmek ihtirasını bu duygular köpürttü. Kendisine bu yeni âlemin kapılarını açacak anahtarı aradı. Frenkçe öğrenmeye karar verdi. Sarık ve cüppe ile Frenkçe o zamana göre uzlaşmaz şeylerdi. Fakat o, tuttuğu yolun doğruluğuna inanmıştı. Gizli gizli çalıştı. Fransızcayı elde etti. Mişle’nin eserleriyle temas, onda tarih merakını uyandırdı.

Reşid Paşan’ın konağında zamanın büyükleriyle tanışıyor, kendi mevkii de gittikçe yükseliyordu.

Fuat Paşa ile sıkı fıkı idiler. Bursa kaplıcaları, bir taraftan vücutlarını dinlendirirken, bir yandan da onları yeni bir esere başlatmıştı. Derli toplu bir sarf ve nahiv kitabını orada yazdılar.

Bu kitap, didaktik eser vermek bakımından ondaki kabiliyeti ortaya koydu. İkinci basılışındaki tadiller ile eser de tek başına kaldı. Belâgat-ı Osmaniye'nin tohumu da yine bu kitabın sahifeleri içindedir.

Sistem eski, tâ Mutavvel tasnifine bağlı olmakla beraber kitapta dil ve fikir yenilikleri göze çarpar.

Bu sıralarda Encümen-i Daniş kuruluyor ve Cevdet Paşa da o ilim yuvasına giriyordu. Azadan her biri, birer eser yazmayı kararlaştırmışlardı. Fakat Cevdet Paşa’dan başka hiç kimse bu işi başaramadı. Meşhur on iki ciltlik Tarih-i Cevdet işte bu başarışın mahsulüdür.

Bizdeki şehnâmeciliği, vakanüvisliği bilenler, eski tarihlere göz gezdirenler, bu eserin değerini hemen teslim ederler. Nâima’ya kadar gelenlerin hepsi tarih ile destan arasında fark gözetmemişlerdi. Müverrih, hakikati değil, hoşa gideni yazıyordu.

Nâima bile, Karaçelebizâde Aziz’in Ravzatü’l-Ebrar'ını ve sahibinin akıbetini kastederek “Tarih yazan ihvan-ı bâsafaya birkaç nasihat yadigârdır,” ithafıyla, “Yazarken, düşününüz ki bugün küçük mevkilerde bulunanlar yarın yükseklere çıkarlar. Verdiğiniz hükümlerin intikamını alırlar,” mânâsına gelen öğütler vermiştir.

Böyle bir zihniyetle vukuatın hakiki çehresini çizmeye imkân olur mu?

Cevdet Paşa, bize ilk gerçek tarihi vermiştir. Eserinin baş tarafına koyduğu Mehazler kısmı da bu on iki cildin ne büyük emeklerle, ne göz nuru pahasına elde edildiğini gösterir.

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa'ya gelince: Bu eser, din tarihi bakımından ne kadar ehemmiyetli ise, dil bakımından da o derecede değerlidir. Kısas-ı Enbiya’da öyle sahifeler var ki bugün için de imrenilecek örneklerden sayılabilir.

Zaten Cevdet Paşa’daki bu lisan kudreti değil midir ki onu Mecelle gibi bir hukukî vecizeye sahip etti.

Bu kuvvetli adam, memleketin derin boşluğu içinde durmadan çalışarak birçok eserler verdi. Gerçek ilmin ilk meşalelerinden birini yaktı. Biz bu meşalenin aydınlığında hayli şeyler görüp öğrendik. Miyar-ı Sedat onda tecrübe ve terkip kabiliyetlerinin kaynaklarından biridir. Cevdet Paşa’yı ilim adamı olarak tanıyoruz. Eserlerinin çeşnisi herkese bu inanışı vermiştir. Fakat gerek Kısas-ı Enbiyamdaki üslûbu, gerek Mecelle'deki ifade komprimeleri, bizi bu büyük adamın edebî kudretine de hayran etmeye yeter.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER