Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞEHABEDDİN SÜLEYMAN KİMDİR?

(1885–1919) Yazar, fikir adamı, eğitimci.

İstanbul'da doğdu. İzmir Defter-i Hâkânî müdürü olan babası Süleyman Şevket Bey, 1717–1718 yıllarında Türkmenistan'­dan gelerek Sındırgı-Bigadiç civarına yer­leşen Çavdarlı Ali Ağa hanedanına men­suptur. Yüksek bürokratlar yetiştiren aile­nin en tanınmış şahsiyeti İstanbul valiliği, Maarif ve Dâhiliye (1919) nazırlığı, Şûrâ-yı Devlet reisliği yapan Damad Mehmed Şe­rif Paşa, Sehâbeddin Süleyman'ın amca­sının oğludur ve başta İbn Battûta Seya­hatnamesi

olmak üzere tercüme ve telif eserleri vardır. Sehâbeddin Süleyman'ın kardeşleri Memduh Süleyman ve Rıza Çav­darlı da basılmış eserleri bulunan yazar­lardır. Sehâbeddin Süleyman'ın 1914'te ev­lendiği İhsan Râif devrin tanınmış kadın şairlerinden olup Köse Râif Paşa'nın kızı­dır.

İzmir İdâdîsi (1904) ve Mekteb-i Mülkiyye'den (1908) mezun olan Sehâbeddin Sü­leyman'ın ilk resmî vazifesi, Eylül 1908'de tayin edildiği Maarif Nezâreti İzmir Tedrîsât-ı İbtidâiyye kâtipliğidir. Aynı yılın so­nunda Vefa İdâdîsi Fransızca muallimliği ve müdür muavinliğine getirildi. Fakat "ah­lâksızlığı yayıcı" suçlamasıyla eleştirilen Çık­maz Sokak adlı piyesi yüzünden görevin­den uzaklaştırıldı (Mayıs 1910). II. Meşru­tiyetin ilânı üzerine siyasetle ilgilenmeye başlayan Sehâbeddin Süleyman, öğretmen­likten uzaklaştırıldığı sıralarda İttihat ve Terakkî Fırkası'na karşı Osmanlı Demok­rat Fırkası (Fırka-i İbâd) saflarında yer aldı ve bu grubun yayın organı durumundaki Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde siyasî yazılar yayımladı. Muhalif tavrını aynı par­tinin yayın organı Yeni Ses ve Muahede gazetelerinde başyazar olarak sürdürdü. Bu partinin çekirdeği olan Selâmet-i Umûmiyye Kulübü'nün de üyesiydi. On bir ay açıkta kaldıktan sonra Nisan 1911'de İs­tanbul Mekteb-i Sultanîsi lisân-ı Osmânî muallimliğine getirildi. 1914'te Dârülmu-allimîn-i Âliye'de edebiyat ve Fransızca mu­allimliği yanında müdür muavinliği de yap­tı. Son resmî vazifesi 191S'te tayin edildi­ği Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi'nde ede­biyat ve İstanbul Sultânîsi'nde edebiyat ve felsefe öğretmenliğidir. Bu sırada sağ­lığı bozulan yazar basın hayatından çekil­miş gibiydi. Tedavi için gittiği İsviçre'nin Davos-Platz kasabasında İspanyol gribin­den öldü ve oraya defnedildi (Ocak 1919).

Sehâbeddin Süleyman idâdî yıllarında Ahenk gazetesinde başladığı (1903) yazı hayatını yine İzmir'deki Hizmet, Hafta­lık İzmir (İzmir), 11 Temmuz ve Sedat gazetelerinde II. Meşrutiyeti takip eden birkaç ayda daha sürdürdü. Mülkiye'yi bi­tirdikten sonra tür, tema ve konu bakı­mından hayli zenginlik gösteren yazıları­na Büyük Duygu, Çocuk Duygusu, Do­nanma, Gençlik (İzmir), İkdam, Genç Kalemler, Hak, Hakk'ın İlâvesi, İctihad, İştirak, Karagözün Salnamesi, Musav­ver Erganun, Musavver Eşref, Musav­ver Hâle, Musavver Muhit, Mehâsin, Nevsâl-i Millî, Nihâi, Piyano, Rübâb, Resimli İstanbul, Resimli Kitab, Resim­li Roman, Süha, Servet-i Fünûn, Sabah Gazetesi, Sadâ-yı Millet, Safahât-ı Şiir ve Fikir, Şehbâl, Tenkit, Teminat Ga­zetesi, Yeni Nesil gibi gazete ve dergi­lerde devam etti. Ayrıca Fecr-i Âtî'nin çı­karmayı düşündüğü dergi yayımlanamayınca bunun yerine çok kısa ömürlü Şiir ve Tefekkür ile (2–9 Eylül 1909) Jale (25 Kasım 1909) mecmualarını neşretti.

Sehâbeddin Süleyman 20 Mart 1909 ta­rihinde toplanan Fecr-i Âtî'nin öncü kuru­cularındandır, grubun ilke olarak benim­sediği, "Sanat şahsî ve muhteremdir" slo­ganı da ona aittir (Karaosmanoğlu, Genç­lik ve Edebiyat Hatıralan, s. 40). Bu grup içinde tiyatro, hikâye, fanteziye (mensur şiir) ve eleştiri yazılarıyla tanındı. Yeni Lisan ha­reketini takdir etmekle birlikte alışkanlık­larından dolayı ona katılamayacağını açık­ladı. Batı edebiyatı akımlarıyla beslenip Anadolu'nun Türkleşmeye başladığı döne­min şairlerindeki samimi söyleyişi esas alan Nâyîler adlı yeni bir edebî zümre oluştur­mak istedi. Dârü't-temsîl-i Osmânî ve Ye­ni Tiyatro Cemiyeti gibi kuruluşların ede­bî heyetinde yer alan Sehâbeddin Süley­man'ın amatörce tiyatro oyunculuğu da vardır.

Hikâye, mensure ve piyeslerinde aşk, kıs­kançlık, ihanet, ihtiras, aile içi geçimsiz likler, çocuk sevgisi, sanat ve meslek gay­reti, siyasî çekişmeler, istibdat, taassup, aydın-halk-yönetici anlaşmazlığı, nesil ve kültür farklılıklarının doğurduğu sorunlar gibi temaları işledi. Şehâbeddin Süleyman, aynı zamanda Türkiye'de modern anlam­daki edebiyat tarihi çalışmalarının kuru­cusu sayılır. İdâdîlerin müfredatına ede­biyat tarihi konulunca (1909) ders kitabı olarak onun yazdığı Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye kabul edildi. Hippolyte Taine ve Gustave Lanson metodundan faydala­narak kaleme aldığı bu kitabı geliştirerek sultanîler için Mehmed Fuad'ın da (Köprü­lü) imzasıyla Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı adlı eseri yayımladı. Birlikte imza koydukları kitapta Köprülü'nün fazla bir katkısının olmadığı anlaşılmaktadır (Polat, Şehâbettin Süleyman, s. 118–119; Meh­met Kaplan için, s. 190–199).

Eserleri: Rehber-i Erib-Kûmil: Bir Mu­allimin Şâkirdlerine Dersleri (I-III, 1910, ilk iki cildi Brunot'dan tercüme ve adap­te, III. cilt Türkçe parçalardan oluşan an­tolojidir); Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniy­ye (1910); Nâmık Kemal-Karabelâ Mü­nasebetiyle (1911; Nâmık Kemal'in ese­rini tenkit ederek onun tiyatro yazan, ro­mancı, tenkitçi ve şair sayılamayacağını ileri sürmektedir); Sanat-ı Tahrîr ve Ede­biyat (1911); Resimli Muktatafât (I-III, 1911–1912, antoloji); Meşrûtiyette Ter­biye-! Etfâl (1912, Mehmed Fuad ile bir­likte); Ma'lûmât-ı Edebiyye (MI, 1912–1913, Mehmed Fuad ile birlikte); Osman­lılıkta Vâhime-i Mes'ûiiyyet (1913); Abdülhak Hâmid: Hayatı ve Sanatkâr (1913); Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı (1914, Mehmed Fuad ile birlikte).

Ti­yatroları: Fırtına (1910); Ben... Başka! (1911, Tahsin Nâhid ile birlikte); Çıkmaz Sokak (1911); Kösem Sultan (Rübâb dergisinde 1912'de kısmen tefrika edilen eser İnci Enginün tarafından yayımlan­mıştır: Ankara 1990). Nurhan Şeşen tiyat­roları üzerine mezuniyet tezi hazırlamış­tır (bk. bibi.). Dergilerde hikâyeleri, mensureleri, edebî tenkitleri de bulunan Şe­hâbeddin Süleyman'ın fikrî ve edebî ter­cümelerinden sadece Emil Faguet'den Aşk: Nesâyih-i Aşereden adlı çevirisi ba­sılmıştır (1911). Küçük hikâyeleriyle ilgi ola­rak da bir mezuniyet tezi yapılmıştır (bk. bibi.).

BİBLİYOGRAFYA:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Şehâbeddin Sü­leyman Bey", Hevsâl-i Millî, İstanbul 1914, s. 149; a.mlf., Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, An­kara 1969, s. 29-56; Milli Talim ve Terbiye Ce­miyeti Müsâmeresidir, İstanbul 1917; Necati Öztürk, Şahabeddin Süleyman-Hayatı ve Eserleri (mezuniyet tezi, 1955), Türkiyat Enstitüsü, nr. 366; Mehmet Öztürk, Şahabeddin Süleyman'ın Kü­çük Hikâyeleri, Mensur Şiirleri ve Fantazileri (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed. Fak.; Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, İstanbul 1968-69, III, 1183-1189; Nurhan Şeşen, Şaha­beddin Süleyman'ın Tıyatrolan (mezuniyet tezi, 1969), İÜ Ed. Fak.; Bilge Ercilasun, "Şahabeddin Süleyman'ın Tenkid Görüşleri", Mehmet Kap­ları'a Armağan, İstanbul 1984, s. 117-143; Nazım H. Polat, Sahabettin Süleyman, Ankara 1987; a.mlf., "Fuad Köprülü ile Sahabettin Süleyman'ın Ortak Eserleri", Mehmet Kaplan için (haz. Zey­nep Kerman), Ankara 1988, s.189-199; a.mlf., "Şahabeddin Süleyman Gözüyle Namık Kemal", Türklük Bilimi Araştırmaları, sy. 6, Sivas 1998, s. 7-22; Selâhattin Enis [Atabeyoğlu], "Son Ölen Altı Şair", Kaplan, sy. 1, İstanbul 1335/1919, s. 6;sy. 2 (1335/1919), s. 4-6.

Nazım H. Polat, DİA, 38

  


ŞAHABEDDİN SÜLEYMAN-EDEBİ PORTRELER

Uzun bir boy, ince ve sanki yürürken hâsıl ettiği rüzgârdan esniyormuş hissini veren saz gibi hafif bir vücut. İri, koyu gözler. Hemen havalanacakmış gibi billûr kanatları titreyen bir kelebek gözlük, kırpılmamış bıyıklar. Geniş, ihtiraslı bir ağız.

Edebiyata mal olan üslûbuna hiç uymaz, sert, gürültülü bir ses. Şen şakrak kahkahalar. Ruhunun kalenderliği aslâ kıyafetine giremezdi. En züğürt günlerinde bile tertemiz ve zarif giyinir, kibar duruşuna toz kondurmazdı.

Onu ilk defa İstanbul Lisesi’nde görmüştüm. Sigara dumanlarıyla esatir seması gibi sisli muallimler odasında arkadaşlarıyla şakalaşıyordu. Bir elinde kahve fincanı, ötekinde siyah Erzurum kehribarı teşbih ortalığı parlak, akortlu bir sese boğuyor, kendisiyle birlikte etrafını da şenlendiriyordu.

Bu ilk tanışmadan sonra, hemen dostluğumuz ilerledi. Zaten ondan yabancılığı eriten, çekingenlikleri kaldıran bir sıcak dalgası yayılırdı. Şimdi takdim edilseniz bile, üç dakika sonra size:

- Gel, bize gidelim, lâf atarız! der, hattâ tereddüdünüzü görürse, kolunuza bile girip sürüklerdi.

En keyifli zamanları, nöbet geceleri idi. O zaman İstanbul Lisesi, Senbenuva binasına yerleşmişti. Çocuklar yattıktan sonra tâ tepedeki Kazaz Artin’in olduğu söylenen köşke çıkar, tatlı muhabbetlere dalardık.

Çok kere kendimize geldiğimiz zaman gecenin bitmek üzere olduğunu görür ve doğruca koğuşlara dağılarak talebeyi kaldırırdık. Bursa Sokağı’ndaki evi de ayrı bir maceradır. İhsan Raif’le evlendikten sonra derbederliği duruldu. Takvime ve saate itinaya başladı.

Nöbetçi olmadığı geceler, şayet yine lâfa tutulur, sıcaktan gevşeyerek bir yere serilir de eve gidemezse, ertesi günü hepimizin imzasını taşıyan bir ikamet tezkeresi alır, evine öyle giderdi.

Şahabeddin Süleyman çabuk unutuluşuna acınacak bir adamdır.

Kuvvetli bir nesri, güzel ve ileri bir zevki vardı. Edebiyat kitaplarına estetik umdelerini ilk koyan, edebiyat derslerini sanat hakkında etraflı izahatla başlatan odur. Bu hakkı için olsun, onu hafızalarımızda taşımaya borçluyuz.

Hocalık, edebiyat hocalığı da olsa, sanat tarihinde yer almaya bir sebep teşkil etmez. Fakat Şahabeddin Süleyman, hocalıktan ilham alarak sanatkârlık etmesini bilmiş bir adamdır. “Muallimin Tesellisi” gibi gerçekten güzel ve çok içli mensureler, ona hocalık kanalından geçerek mal olmuştur.

Sonra şurasını da unutmayalım ki o, derbederliğinden umulmaz bir mütetebbiydi de. Kütüphaneleri dolaşır, hafızıkütüplerle beraber örümcekli raflarda eser arar, fihristlerin kaydetmediği kitapları, toz yataklarından hayata çıkarırdı.

Yalnız elyazısı berbat bir şeydi. Sanki eski siyakatle kilise notasını birleştirerek bu yazı örneğini doğurmuştu. Bu satırları sökebilmek için zavallı mürettiplerin neler çektiğini ben bilirim.

Bir aralık tiyatro yazmaya da heveslenmişti. Çıkmaz Sokak bu hevesten doğmuştur. Eserde belki biraz pervasızca seçilmiş fakat herhalde orijinal bir mevzu işleniyordu.

0 zamanın taassubunu, dar ahlâk çerçevesini, müsamahasızlığını, içtihat düşmanlığını bir düşünün. Şahabeddin Süleyman’daki ruh ve inan kuvvetinin alkışlanacak bir dereceye vardığını anlarsınız.

Açık saçık bin bir gece masallarını, Behnâme’leri çırılçıplak görmekten çekinmeyen eski zihniyet, yenilerde biraz aykırı bir görünüşe asla tahammül edemezdi.

Çıkmaz Sokak, o zihniyeti de hiçe sayan cesur bir kafanın eseridir. Şahsî hayatında nazik, şen, ince ve uysal olan Şahabeddin Süleyman, bediî telakkilerinde, sanat bahsinde anarşist bir ruh taşırdı. İnandığı bir davayı ne pahasına olursa olsun ortaya fırlatmaktan çekinmezdi. Amma bu fırlayan şey kelimeden zarflara doldurulmuş bir bomba tesiri yapacakmış... Şen kahkahasını atar:

- Adam sen de... Ne çıkar? derdi.

Bıraktığı mensurelere Kırk Mahfaza ve Çıkmaz Sokak gibi büyükçe eserlerine bakanlar, onda gittikçe olgunlaşan bir sanatkârlığın izlerini görebilirler. Güneş, bulanık bir su birikintisinden nasıl parlak billûrlar çıkarırsa, zaman da onun kalemindeki darayı öylece yontup atmıştı. Bu tasfiye, daha uzun sürse, zaman imbiği daha birkaç yıl ona müsaade etseydi, öyle sanıyorum ki bugün tanıdığımız Şahabeddin Süleyman’dan daha büyük ve daha derin bir sanatkârla karşılaşacak, daha iri çaplı bir zekâyı alkışlayacaktık.

Ne yazık ki onu çok genç yaşında toprağa verdik. Neşredilmemiş yazıları var mıdır, yok mudur? Bunu da bilmiyoruz. Başka memleketlerde kimsesiz sanatkârların bile bir tek satırının kaybolmamasına canla başla çalışan teşekküller kurulduğunu duyup imreniriz.

Hâlbuki Şahabeddin Süleyman, münevver bir kardeşe, münevver bir hayat arkadaşına sahipti...

Bir aralık, bir türlü söküp parlamayan Fecr-i Âti’den ümidini keserek yeni bir edebî mektep kurmayı da tecrübe etti. Nâyî’ler, işte böyle bir gayretin yavrusudur. Fakat o, buna inanmamıştı. İşin sadece alayında idi. Çünkü edebî mekteplerin tesis edilmeyeceğini, ancak teessüs ede gelmekte olduklarını pekiyi bilirdi.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER