Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AŞIK PAŞA HAYATI ve ESERLERİ

Aşık Paşa’nın Orhan Gazi devrinin büyüklerinden olduğu, Ahmet Aşık’ın şu mısralarından anlaşılmaktadır.

Ne geyse yakışır Orhan Gazi,
Aşıkpaşa zamanında idi gazi.

Aşık Paşa, Süleyman Türkmani gibi devrin zahiri ve batınî ilminde olgunluğa ermiş bir kişiden feyz ve ışık alarak yetişti. Latifi’nin dediği gibi; “O kibar meşayihin zenginlerindendi. Şahane itibar ve değeri, padişahane kudret ve gücü vardı.”

Aşık Paşa’nın yaşadığı devirde Fars dili, ilim ve şairler arasında çok yaygın olarak kullanılmakta iken, Garipname isimli eserini Türkçe olarak yazmış, Türk ve Tacik dillerini gaflet uykusundan uyandırmak için şu siiri yazmıştır:

Türk diline kimse bakmaz idi,
Türklere her giz gönül akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi el dilleri,
İnce yolu ol ulu menzilleri.

Türk dilinde yeni manalar bulalar,
Türk, Tacik cümle yoldaş olalar,
Yol içinde birbirini yermiye
Dile bakıp manayi her görmiye.

Aşık Paşa XIV. Asrın, Türk dili için çalışan ve Türk dili edebiyatının gelişmesine değerli hizmette bulunan en mühim şahsiyetlerden biridir.

Aşık Paşa, XIII. Asır Anadolu’sunun eski nüfuzlu bir ailesine mensuptur. Bu aile Anadolu’ya Horasan’dan gelmiştir. Böylelikle Azeri Türkçesi’nin Hasan Oğlu’su, Anadolu edebiyatının Hoca Dehhani’si, Yunus Emre’si gibi, Anadolu’da Türk dili edebiyatının kurucularından biri olan Aşık paşa’nın da Horasanlı bir Türk ailesine mensup oluşu dikkate değer bir husustur.

Aşık Paşa’nın bugün bilinen en eski atası Baba İlyas İbni Aliyyül’-Horasani’dir. Baba İlyas, Amasya’da yerleşmiş büyük bir şeyh’dir. ki müridlerine Babai denir. (Bir rivayete göre Anadolu’da meşhur Babai isyanını çıkararak Selçuk Devleti’ni çok güç durumlara düşüren Baba İshak da, Baba İlyas’ın bir mürididir.)

Yine rivayete göre Baba İlyas’ın dört oğlu vardır. Bunlardan biri Baba Muhlis’dir. Baba Muhlis’in Konya’da altı ay kadar padişahlık yaptıktan sonra bu sultanlığı Karaman Oğulları’na bıraktığı, yine bu asra ait söylentiler arasındadır. Şekaayık Tercümesi’ne göre (S.22) Baba Muhlis bu sultanlığı babasının müridleri arasında bulunan Nûre Sûfi’ye bırakmıştır ki bu zat, Karaman Oğulları ailesinin kurucusudur.

Eski kaynaklar, Baba Muhlis’i Muhlis Paşa üvanıyla da anmaktadırlar. İşte Aşık Paşa, Konya saltanatından feragat ettiği söylenen bu Muhlis Paşa’nın oğludur.

Her halde Aşık Paşa’nın Orta Anadolu’da zengin ve nüfuzlu bir aileye (bir şeyh ailesine) mensup olduğu, onun seceresi için söylenen en doğru bilgidir.

Aşık Paşa’nın asıl ismi Ali’dir. Şiirlerinde ve eserlerinde Aşık adını mahlas olarak kullanmıştır. 1272 de rivayete göre Kırşehir’de doğmuştur. Fakat doğduğu yer hakkında verilen bilgiler kat’i ve inandırıcı değildir.

Paşa; kuvvetli bir ihtimale göre yine Kırşehir’de iyi bir tahsil görerek yetişmiştir. (61) Aşık Paşa’nın yaşadığı tarihlerde Kırşehir, Anadolu’nun kültür iktisat ve medeniyet merkezlerinden biriydi. Devrin en güzel mimarı eserleriyle süslenmiştir. Büyük binalar, çeşitli medeni imkanları olan bu şehrin aynı tarihlerde fikir ve edebiyat sahasında da ileri durumda olduğu aşikardır.

Şeyh Ahmed Gülşehirin bu şehirde yetişmesi yine bu şehirde daha birçok zaviyeler bulunması, Aşık Paşa’nın fikir ve edebi terbiyesini nasıl bir muhitten aldığı veya nasıl bir çevrede geliştirdiği hakkında kafi bilgi vermektedir.

Ayrıca bu tekkeler çevresinde toplanan ve bu şöhretli şeyhlere mürid olan Türk halkının da milli benliklerine bilhassa milli dilleri Türkçeye bağlılıkları, Kırşehir şeyhlerini hatta idealist birer Türkçeci yapacak kadar tesirli olmuştur.
Aşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa hakkında geniş bilgi yoktur. Selçuklu isyanı sırasında 6 ay kadar Konya tahtında oturduğu yazılmaktadır. Muhlis Paşa’nın Eskişehir’e giderek Ertuğrul Gazi ile görüştüğü, büyük iltifat gördüğü, bu görüşmede Osman Beyin’de bulunduğu, torunu Ahmet Aşık’ı Aşık Paşazade Tarihi adlı kitabında yazılıdır. Osman Bey’in kaynatası Şeyh Edebali, Kırşehir ahilerinin büyüklerindendir. 


Aynı tarihlerde Kırşehir’in en mühim müesseselerinden biri, bizzat Aşık Paşa Zaviyesi’dir. Halka halk diliyle ve Yunus tarzı bir söyleyişle hitap eden Aşık Paşa’nın tekkesi çevresinde büyük kalabalık toplanmıştır.

Çeşitli tarikatların birbirleriyle az çok rekabet halinde bulundukları bu çevrede Aşık paşa büyük tesir uyandırmıştır. Aşık Paşa ailesi, oğlu Elvan Çelebi ve Şeyh Süleyman isimli diğer bir oğlunun torunu tanınmış tarihçi aşık paşa-zade (Derviş Ahmed Aşık) gibi mühim edebi simalar yetiştirmeğe devam etmiştir. (62) aynı aile Aşık Paşa vakıflarının kurucusu olarak Kırşehir de ve Kırşehir tarihinde uzun zaman yaşamış ve bu ailenin Amasya ve Çorum çevrelerinde yaşayan kolları olmuştur.

Aşık Paşa’nın Kırşehir dışında; tepeler üstündeki eski bir mezarlıkta mimari değeri büyük bir türbesi vardır. Anadolu’da Türk türbe mimarisinin ilk ve en milli çizgileriyle işlenmiş yani böyle bir mimarinin XIV. Asırdaki devamı suretiyle meydana getirilmiş bu türbe yakın zamanlara kadar halkın mukaddes tanıdığı bir ziyaret makamı olmuştur.

Aşık Paşa’nın Anadolu’daki geniş ve devamlı şöhreti şairliğinin kudretinden ziyade şeyhliği sofiliği dolayısıyledir. Tasavvuf inanışının türlü sosyal ve tarihi buhranlar arasında gelişerek çok sayıda ve çeşitli teşekküller kurduğu XIII. Asır gibi bir buhran asrında yetişen Aşık Paşanın kuvvetli bir tasavvuf terbiyesine sahip bulunması tabii bir hadisedir. Mevlana gibi Sultan Veled gibi Hacı Bektaş , Veli, Yunus Emre, Ahi Evren, Şeyh Süleyman gibi büyük ve tanınmış Anadolu sofileriyle çağdaş bir sima olan ve bilhassa şöhretli ve hareketli bir sofi ailesine mensup bulunan Aşık Paşanın fikri ve derûni terbiyesi üzerinde çağının ve ailesinin derin tesiri vardır.

Ayrıca iyi tahsil gören; Arabi, Farisi gibi, devrinin en üstün ilim ve sanat lisanlarından başka İbranice ve Ermenice de bildiği anlaşılan Aşık Paşa, Şarkın inanış hayatını iyi biliyor; Türk sofileri kadar, büyük İran mutasavvıflarını da yakından tanıyordu. O kadar ki Garibname isimli eserinin adını bile İran mutasavvıfı Sena’i’nin aynı isimdeki eserinden almıştı.

Tasavvuf inanışlarını sünni inanışlarla birleştirmeğe çalışan ve çevresindekilere bu yolda telkinler yaptığı anlaşılan bu şairin, Farisi gibi, tasavvuf düşünüşlerini söylemek için son derece işlenmiş bir sanat dilini bir tarafa koyarak, eserlerini Türk dili ile yazması bir tesadüf değildir.

Bunun ilk mühim sebebi Gülşehri ve Aşık Paşa’dan önce Mevlana Celaleddin Rumi’ye Sultan Veled’e nihayet Yunus Emre’ye Türkçe şiirler söylemek lüzumunu hissettiren tarihi ve sosyal zaruretlerdir. Aynı Türkçenin bu çağlardaki Orta Anadolu halkının ana lisanı oluşu ve kalabalık Türkmen boylarının kendi dillerine ehemmiyet verdirecek ölçüdeki milli ve kudretli varlıklarıdır.

Türkçeliği Aşık Paşa her şeyden önce XIII. Asır sonu ve XIV. Asır başı Anadolu’sunda halk yığınlarına sûfiliği tanıtan ve onlara, Allaha varma heyecanları veren bir Türk panteistidir. Fakat bu şair eserlerini meydana koyarken Türkçeyi halka hitap için kullanmakla beraber bu dile layık olduğu kıymeti vermiş milli dile bilerek hizmet yoluyla milli vazife görmüştür. Aşık Paşa’nın Türkçeciliği yalnız asrının sade Türkçesiyle eserler yazmaktan ibaret kalmamıştır. Bu şair tıpkı Gülşehri gibi Türkçe yazmanın şuuruna ermiş, Türkçeye değer vermekteki isabet ve ehemmiyeti bilhassa belirtmiştir. Paşa Garibname adlı eserinde bu eseri bilhassa Türk dili ile yazdığını söylerken:

Kamu dilde var idi zabt ü usül
Bunlara düşmüş idi cümle akül
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri

Gibi mısralar sıralamak lüzumunu duymuştur. Arabi ve Farisi gibi o asırlardaki en büyük dünya dillerinin tedvin edilmiş olmaları dolayısıyla eser yazanların hep bu dilleri seçtiklerini söyleyen Paşa bunun yanında Türkçeye hiç kıymet verilmemiş olmasından şikayetçidir. Bir milletin dilini öğrenmenin o millete karşı gönül yakınlığı uyandırdığına da dikkat ve nüfuz eden paşa edebiyatta Türkçe kullanmayışın, Türklerin de sevilmesine mani olduğunu belirtir. Paşa’ya göre bunda o kadar ileri gidilmiştir ki Türkler dahi kendi dillerini bilmemek; Türkçe ile ne ince ve ne yüce eserler verilebileceğini akıl edememek durumuna düşmüşlerdir.

Böylelikle Aşık Paşa sebebi ne olursa olsun, eserlerini Türk dili ile vermek ve bunu bilerek ve severek yapmak suretiyle asrının Türkçecileri arasında şerefli bir yer almıştır.

Bununla beraber Aşık Paşa Türk dilini kullanırken büyük sanat gösterememiş mısralarına gereken ahengi verememiştir. Esasen Aşık Paşa şair ve sanatkar olmak bakımından kuvvetli bir şahsiyet değildir. Hayalleri dar söyleyişi lirik vasıflardan mahrumdur. Tamamiyle didatik mahiyeyetteki eserlerinin çekici tarafı inanmış ve samimi bir insanın oldukça geniş bir kültürle birleştirerek ifade ettiği mevzuların ehemmiyetindedir.

Manzumelerinde aruz’un yer yer tatlı bir çetrefillikle kullanılışı onun eserlerine başlangıç devri yazıları olmak bakımından hususi bir sevimlilik vermiştir.

Eserleri
1. 1. Garibname Aşık paşa’nın öteden beri en tanınmış eseri Garibname’dir. Garibname 12.000 beyit tutarında, ahlaki, tasavvufi, büyük ve didaktik bir mesnevi’dir.

Eserin başında Farsça mensur bir mukaddime vardır. Bundan sonra kainatın yaratılışından bahseden bir bölüm; Hz Muhammed için na’at ve diğer islam büyükleri için kasideler ihtiva eden bir ön kısım kitapta uzunca bir yer tutar.

Asıl eser 10 bab’a ayrılmıştır. Her bab da ayrıca 10 destan halinde yazılmıştır:

Birinci bab’da Allah gibi bir olan mevzular; ikinci bab’da dünya ve ahiret yer ve gökten ve can gibi iki olan şeyler anlatılmıştır. Üçüncü bab’da mazihal ve istikbal gibi üç olanlar; dördüncü bab’da ateş hava, su ve toprak gibi dört olan varlıklar sıralanır. Beşinci bab’da beş his, beş ibadet gibi, sayısı beş olanlar söylenir. Dünyanın 6 günde yaradılışından; yedi kat göklerden sekiz cennet’den dokuz nefis’den 10 sayısının kamil aded oluşundan bahseden diğer bölümler de böylece sayıları altı, yedi, sekiz, dokuz ve on olan şeylerden bahseder. Prof. Fuad Köprülü Garibname’nin “adeta hendesi bir intizama malik” olduğundan söyleyerek bu eserin güzel bir tarifini yapmıştır.

Garibname’de tasavvuf edebiyatı eserlerinden en çok Mesnevi’nin tesiri vardır. Ancak Garibname’de hikayeler yine hendesi bir intizamla tertip edilmiş ve Mesnevi’deki birbiri içine girmiş tahkiye tarzından uzak kalınmıştır. Garibname’nin başta Türkiye kütüphaneleri olmak üzere, birçok Doğu ve batı kütüphanelerinde çok sayıda yazma nüshaları vardır.

Şiirleri
Aşık Paşa’nın Yunus emre tarzında söylenmiş şiirleri (ilahileri, gazelleri) vardır. Bunlar, aruz’un heceye yakın vezinleriyle ve bazan da hece ile tertiplenmiştir. Bir çokları musammat tarzında (ortalarından kaafiyeli) mısralarla söylenen bu gazellerin, bestelenerek terennüm edilebilmek için klasik halk ilahilerini andırdığı görülür. Bu gazellerin bir kısmı mısra başları aynı harflerle başlayan en eski Türk şiirinin alliterasyonlarını andırır tertipte söylenmiştir. Aşağıya mısralarını ortadan bölerek, dörtlükler halinde yazdığımız ilahi bunun bir örneğidir:

Devlet daki sensün bana
Devran daki sensün bana
Değdi bana senden bu aşk
Döndü yüzüm senden yana

Devletlü başun tacısın
Dervişlerün mi racısın
Dün gün canum muhtacısın
Dindür seni sevmek bana

Doldum senün fikrün ile
Dirliklerüm şükrün ile
Dilüm senün zikrün ile
Dek durmasun önden sona

Dermanda bu Aşık canı
Diler göre her dem seni
Dolınma iy devlet güni
Didaruni göster bana

Aşık Paşa’nın Garibname’sine nisbetle daha canlı mısralar taşıyan bu tarz şiirleri de, ve sanat bakımından yeter derecede kuvvetli sayılamıyacak manzumelerdir. Herhalde hece’de Yunus Emre’nin aruz’da Hoca Dehhani’nin ve Gülşehri’nin yetiştiği bu devirde Aşık Paşa’nın şiirlerindeki bu yetersizliği, şairin sanatkarlık derecesinde aramak doğrudur. Bununla beraber yazmalarda Aşık Paşa adına kayıtlı bu şiirlerin hangilerinin ne dereceye kadar bu şaire ait olduğu tamamiyle belli değildir. Meşhur bir sofi olması dolayısıyle o çağlara ait bazı şiirlerin Aşık Paşa’nın sanılması ve bunun aksine olarak Aşık Paşa’ya ait bazı şiirlerin de eski kaynaklarda başkaları adına kayıtlı bulunması mümkün ve muhtemeldir.

Başka Eserleri
Aşık Paşa’nın şiirlerinden ve Garibname’den başka manzum ve mensur, bazı küçük eserleri daha vardır. Edebi kıymet bakımından fazla değer taşımayan bu eserlerden Fakrname, Vasf-i Hal, Hikaye ve Kimya Risalesi ile yine Aşık Paşa’ya atfedilen iki risale daha Agah Sırrı Levend tarafından tedkik ve neşrolunmuştur. (64) Bunlardan Vasf-ı Hal Manzumesi, Garibname’nin üçüncü bab’ın da mazi, hal ve istikbal’den bahseden bölümün bir tekrarı çehresindedir. Bütün bu Mesnevi ve risalelerin de Paşa tarafından yazılmış olmaları kadar, Paşa’ya atfedilmiş olmaları ihtimali de vardır.

Haz. Ömer YILMAZ
http://brahms.emu.edu.tr

 

***

Gerçi kim söylendi bunda Türk dili
İlle malum oldu ma'na menzili

Türk diline kimseler bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi.

Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnceyoh, ol ulu menzilleri

Bu Garib-nâme anın geldi dile
Kim bu dil ehli dahi ma'na bile

Yol içinde birbirini yermeye
Dile bakıp ma'nayı hor görmeye

Ta ki mahrum kalmaya Türkler dahi
Türk dilinden anlayalar ol Haki

Ma'nayı bir bir dilde sanman siz hemân
Cümle diller onu söyler bî-gümân

Cümle dilde söylenen ol sözdurur
Cümle gözlerden görinen ol gözdurur
Garib-nâme'den

 

İlahi
Benden mi bana bu elem
Aşktan mı yoksa derd ü gam
Bunca bela cevr ü sitem
Bilsem nedendir bilmezem

Canan olursa ger nihan
Kalmaya canda zerre can
Buluban bu sözü ıyan
Bilsem nedendir bilmezem

Aşkın yürekte yarası
Pes olmuşam avaresi
Ya Rab bu derdin çaresi
Bilsem nedendir bilmezem

Daim dilefgar olduğum
Şüride vü zar olduğum
Talib-i didar olduğum
Bilsem nedendir bilmezem

Âşık’ta bu hayret nedir
Maşuktaki şevket nedir
Derviş buna hikmet nedir
Bilsem nedendir bilmezem