Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HACI BAYRAMI VELİ HAYATI

Bayramiyye tarikatının kurucusu yalnız Ankara’nın değil, Türk tasavvuf tarihinin en büyük ve en önemli şahsiyetlerinden biri Hacı Bayram-ı Veli, 15.yüzyılda Anadolu Türk Birliğinin yeniden sağlanmasında en az politik ve askeri güçler kadar etkili olan Anadolu sufilerinin en önemlilerindendir. Ankara’nın Çubuk çayı kenarındaki Solfasol köyünde Numan bin Ahmed, adıyla dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte kaynaklarda H.753/M.1352-53 yılları olarak belirtilir. Ünvanı Koyunluca olan Ahmet Efendinin üç oğlundan büyüğüdür. Ortanca kardeşi Safiyüddin, küçük kardeşi Abdal Murad’tır. Anneleri Fatma Hanımdır.

Hacı Bayram-ı Veli Hz. çocukluk yıllarından itibaren ilim tahsiline başlayıp din ve fen ilimlerinde yetişti, Tefsir,Fıkıh,Hadis,Matematik,Felsefe,Arapça,Farsça Edebiyat gibi çeşitli dersleri okudu. Hacı Bayram-ı Veli öğrencilik hayatından sonra Ankara’da Melike Hatun isimli bir hayırseverin yaptırdığı Kara Medrese de müderrislik yaptı. İlmi ve talebe yetiştirmekteki mahareti ile kısa zamanda tanındı. Herkes tarafından sevilip hürmet gösterildi.

Daha sonra Hacı Bayram-ı Veli Hz.’leri zamanın ünlü din bilgini olan Ebu Hamidüddin Aksarayi ( Somucu Baba ) tarafından Kayseri’ye davet edildi.Bir Halveti şeyhi olan Ebu Hamidüddin ile karşılaşması ilk defa bir kurban bayramı günü olduğu için şeyh kendisine Bayram adını verir.Bugünden sonra Numan ismi yerine Bayram ismini kullanır.Bu ziyaret esnasında Ebu Hamidüddin Hacı Bayram-ı Veli’ye zahir ilminin ve batın ilminin derecelerini ve geleceğini manevi yolla kendisine göstererek ,ikisi arasında bir seçim yapmasını söyler ve kendisini tasavvuf yoluna girmeye, bu yolda öğrencisi olmaya davet eder. Hacı Bayram-ı Veli bu daveti kabul eder ve tasavvuf eğitimine Ebu Hamidüddin nezaretinde başlar.

Ardından kesin tarihi bilinmemekle birlikte ( muhtemelen 1394)şeyhi ile birlikte Bursa’ya gider ve orada Çelebi Sultan Mehmet (Yeşil Medrese) medresesinde de müderrislik yapar. 1400 yılında şeyhi ile Bursa’dan ayrılan Hacı Bayram-ı Veli ; üç yıl süren Şam, Mekke ve Medine’yi kapsayan hac yolculuğuna çıkarlar.Geri döndüklerinde Ebu Hamidüddin Hazretleri çok yaşlanmıştır ve manevi emanetini Hacı Bayram-ı Veli ‘ye bırakarak 20 Eylül 1412 tarihinde Aksaray’da vefat eder.

Hacı Bayram-ı Veli daha sonra Ankara’ya döner.Artık yalnızca müderris değil, Hamidüddin Aksariyi’nin halifesi

ve kendi adıyla anılan Bayramilik tarikatının şeyhidir.Tarikatın eğitiminin yapılması için tekke adı verilen binalara ihtiyaç vardır.Bu tekkeler yenilip içilen,yatılan, ibadet edilen yerlerdir.Yapılan danışmalar sonucunda bugünkü Ulus meydanında yüksekçe bir tepe olan Augustus mabedine bitişik şekilde 1415 senesinde Bayramilik Tarikatı tekkesinin inşaatına başlanır.

Bu tekkenin ilk imamı Hacı Bayram-ı Veli Hz.’nin öğrencisi ve gelecekteki damadı Eşrefoğlu Rumi Hz.’leridir. Bayramilik tarikatı Hacı Bayram-ı Veli Hz.’lerinin profesör olması ve eğitim metodunu güzel uygulaması sonucu kısa zamanda büyük kitlelere ulaşırarak yayılır.Bu esnada Akşemseddin Hz.’leri Ankara’ya gelir Hacı Bayram-ı Veli Hz.’lerinin öğrencisi olur.

Bayramilik yaygınlaşırken, Edirne’de Sultan II.Murad Han 1421 yılında tahta geçer.Bu tarikatın çok yaygınlaşması kimi çevrelerde korku ve kuşku uyandırır ve Hacı Bayram-ı Veli Sultan II.Murad’a şikayet edilir.Yakın geçmişte yaşanmış Şeyh Bedrettin isyanı ile kurulan hayali bağlantılar ve spekülatif benzerliklerle de kışkırtmalar yapılır. Sonuçta Hacı Bayram-ı Veli, II.Murad Han tarafından Edirne’ye davet edilir.

Hacı Bayram-ı Veli öğrencisi Akşemseddin’i de yanına alarak Edirne yolculuğuna çıkar.Bu yolculuk esnasında Gelibolu’ya uğrar ve burada Yazıcıoğlu Ahmet ve Muhammed kardeşlerle görüşür onları tasavvufi yola sokar.

Sultan daha ilk görüşte Hacı Bayram-ı Veli’den etkilenir ve ihbarın asılsız olduğu anlaşılır.Sultan ve vezirlerle görüşen Hacı Bayram-ı Veli onlara çeşitli tavsiye ve telkinlerde bulunur.Yaklaşık iki ay Edirne’de kalır ve bu esnada Edirne Eski Camiinde halka va’z eder.Hacı Bayram-ı Veli ‘den çok etkilenen Sultan bu büyük veliyi saygı ve sevgi içinde Ankara’ya uğurlar, O’na olan sevgisi sebebiyle müridlerini vergiden affeder.

Hacı Bayram-ı Veli Hz.’leri 1426 yılında tekrar Edirne’ye gider.Bugünkü tarihi Uzunköprü’nün temeli dualarla atılır.

1429 yılında Edirne’ye bir yolculuk daha yapılır.Bu seyehat Hacı Bayram-ı Veli Hz.’lerinin Fatih Sultan Mehmet’i gördüğü son Edirne seyehatı olur.Bu görüşme esnasında İstanbul’un Fatih tarafından feth edileceği müjdesini Sultan II.Murad’a verir.1430 yılında halife olarak Akşemseddin Hz. ve Bıçakçı Ömer’i bırakarak Ankara’da vefat eder.

Hacı Bayram-ı Veli Hz.’lerinin üç kız ve beş erkek çocuğu olduğunu biliyoruz.Kızlarından sadece Eşrefoğlu Rumi ile evlenen Hayrunisa’nın ismi bilinmektedir.Oğullarının adları sırasıyla Şeyh Ahmet Baba, Ethem Baba, Baba Sultan, İbrahim ve Ali’dir.


AHMET KABAKLI'NIN TÜRK EDEBİYATI KİTABINDAN

HACI BAYRAM
1352-1429
Hacı Bayram-ı Veli diye anılan ve bugün Ankara'da bir cami'i ile türbesi bulunan bu mutasavvıf şair, "Bayramîlik" (Bayrâmî-Melâmetî) tarîkatinin de piridir. Çubuk suyu kenarında Soifasol (Zülfâzıl) köyünde doğmuştur. Koyunluca Ahmed adlı bir köylünün oğludur. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş ve uzun zaman Ankara'da müderrislik yapmıştı. Sonra kendini tasavvufa vermiş, Hicaz ve Şam'ı dolaşmış, yurda döndükten sonra Bursa ve Aksaray'da bulunmuştu. Çağının en büyük sofilerinden sayıldığını aşağıdaki manzume göstermektedir:

Devranıdır sürülen
Sultan Hacı Bayram’ın
Nevbetidir vurulan
Sultan Hacı Bayram'ın

Havzasında nur çıkar
Arşın üstüne ağar
Görür gözü açıklar
Sultan Hacı Bayram'ın

İsa Peygamber gibi
Ölmüş gönlü diriltir
Yetişicek cezbesi
Sultan Hacı Bayram'ın

Tasavvuf hayatında bir zümre, dergâhlara çekilir, zikir, esma ve türlü âyinlerle Allah'a yaklaşmak isterlerdi. Halktan uzak ve gizli hava içinde biraz aristokrat yaşarlardı. Mevleviler, buna bir örnektir.
Diğer bir zümre, Kaygusuz Abdal'da görüldüğü biçimde, kendilerini halkın horlamasına, ayıplamasına uğratacak şekilde açık, suçlu gibi ve olduklarından kötü görünerek yaşarlardı. Melâmeti (veya Melâmiler) buna örnek sayılır. Bunlar faziletlerini özenle gizler, ibadetlerini bile saklar, buna karşılık her kabahatlerini abartarak gösterirlerdi. Bundan amaçlan; herhalde, halkın kınaması ile nefislerini öldürmek, kendilerini aşağı görerek Allah'a yaklaşmak olabilir.


Hacı Bayram'ın mensup olduğu ve sonradan öncülüğünü yaptığı diğer bir zümre ise yine Melâmetîler gibi, hiçbir şeyi gizlemeden yapmak, ama aynı zaman da, tarikat dervişlerinin çalışmalarını (iş yapmak; ticaret, zanaat, tarım, askerlik, halka hizmet, halkı yetiştirmek ve irşat vs.) amaç edinmek prensibleri içinde yaşarlardı.


Demek ki Hacı Bayram'ın, sonradan kurduğu, öncüsü olduğu, birçok şeyh ve şairin yetişmesini sağladığı Bayramiye (Bayramî-Melâmîlik) tasavvufun halka, millete ve devlete en faydalı koludur, Nitekim bu yüzden hem esnaf, hem asker, hem de gençlik teşkilâtı olan Ahilik mensupları, Hacı Bayram'ın tarikatına bağlanmışlardır.


Hacı Bayram, Ankara Karamedrese'de müderris (Prof.) iken, Aksaray'daki Şeyh Hâmid-i Velî'nin şöhretini duymuş, gidip, basit bir mürit gibi ona intisap etmiş... Ondan aldığı feyizle, Ankara'da Halvetiyye ile Nakşıbendiyye kollarını birleştiren Bayramiyye tarikatını kurmuştur.


Hacı Bayram'ın, Ahilerden, köylülerden hatta biraz da Safevîlere kapılmış Alevî Bektaşilerden o kadar çok müridi olmuştur ki Sultan II. Murad (Fâtih'in babası) bir isyan çıkaracağından kuşkulanmış ve Şeyh'i Edirne'ye getirtmiştir. Fakat (ilerde Fatih'in mürşidi Ak Şemseddin'i de yetiştirecek olan) bu değerli veliyi sevmiş, onu ağırlayarak Ankara'ya uğurlamış ve hatta Hacı Bayram dervişlerini, vergiden muaf tutmuştur.


Edirne Eski Cami'de vaaz ve nasihatlarda bulunan Şeyh, Hacı Bayram, Gelibolu'ya da uğramış, ünlü "Muhammediye" sahibi Yazıcızâde Muhammed'e halifelik vermişti.
Hacı Bayram, Ankara'da, bugün camiinin bulunduğu yerlerdeki tarlaları, müritleri İle beraber ekip biçer, yiyeceklerini kendi elleriyle hazırlarlardı. Üç Aylarda (Recep, Şaban, Ramazan) Hacı Bayram ve dervişleri cerre çıkarlar, camilerde halkı irşat ederler, topladıkları hububatı ve parayı getirir, kendi ihtiyaçlarını aldıktan sonra yoksullara, muhtaçlara dağıtırlardı.


Tasavvufun büyük şeyh ve bilginleri arasında bulunan Ankara'nın manevî varlığını temsil eden Hacı Bayram, aynı zamanda, tarikat öncüleri arasında Mevlâna'dan sonra en büyük denilebilecek kıratta bir şairdir. Elimizde ancak aruzla iki, hece ile üç şiiri mevcut olmasına rağmen, Hacı Bayram, tarikat şiirimizin zirvesinde ve Yunus Emre'nin yanı başında yerini almaktadır. Birkaç mısra ve¬ya kıt'a içinde tasavvufi aşkı faydalılık, yapıcılık ilkesiyle kaynaştırarak inanılmaz bir lirizm içinde ifade etmesi, Türkçemizin pek az şairinde görülebilecek bir meziyettir.


Hacı Bayram'ın, fikirde, tarikatta olduğu gibi şiirde de bir çığır açıp bir "ekol" kurduğunu rahatça söyleyebiliriz. Onun halifesi olan veya tarikatının büyükleri arasında bulunan birkaç parlak şairin ismine hemen işaret edelim:


Vizeli Kaygusuz (Ölm: 1562) Ahmed Sârbân (1545-1646) Olanlar Şeyhi İbrahim (1655) Gaybî (1663) İdrîs-i Muhtesi (1615) ve Mesnevî'yi şerh edenlerden Sarı Abdullah (1660) bunlar arasındadır.


15. yüzyıl Ankara'sının manevî çehresi Hacı Bayram'ın efsane karışık kişiliği¬ni ve o çağlardaki tarikat düzenini Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inden aldığımız şu parça, çok güzel anlatıyor:
"Bu terkiplerin en manalısı, imparator Agustus'un şerefine toprağa dikilmiş mermer bir kaside olan Roma mabedinin kalıntıları ile yanı başındaki Hacı Bayram Veli Camiinin beraberce teşkil ettikleri zıtlar mecmuasıdır. Bitmiş veya tam diyebileceğimiz hiçbir eser, bu toprağın macerasını bu kadar güzel hulasa edemez. Hacı Bayram Roma kartalının bu mermer yuvasında, çilehanesini seçmeğe götüren gizli tesadüf nedir? Camiinin altındaki dar çile odasında geçirdiği ibadet ve murakabe saatlerinde, yanı başında güneş vurdukça yaldızlı akislerle parlayan ve üstüne diz çöktüğü toprakta bir nevi iğva gibi gizlenmiş duran bu taştan dünya, kendisininkinden büsbütün ayrı zaferleri terennüm eden bu iyi yontulmuş mermerler, o sert ve kibirli Roma hemşerisi çehreleri, acaba onu rahatsız etmiyor muydu? Bu Velî'nin rahmani rüyasına, komşularının mağrur sükûtundan sızan düşünce ve duygulan bilsek ne kadar iyi olacaktı.
Hacı Bayram, eriştiği bu hakikatin şevkiyle:


Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil, sen seni!

diye haykırır. Fakat Hacı Bayram, sade "Hakla hak" olan bir veli değildir. Türk cemiyetinin bünyesinde gerçekten yapıcı bir rol oynar. Kurduğu Bayramiye tarikatı, esnaf ve çiftçilerin tarikatıdır. Böylece Anadolu'da, Horasanlı Baba İlyas'la başlayan geniş köylü hareketiyle Ahilik teşkilâtı onun etrafında birleşir. Daha sağlığında, hareket o kadar genişler ki, İkinci Murad, yanı başında gelişen bu manevî saltanattan ürkerek, Şeyh'i, Ankara'dan Edirne'ye getirtir. Ve ancak niyetinden iyiden iyiye emin olduktan sonra onu geri göndermeye razı olur. Hakikatte bu telaşa lüzum yoktu. Hacı Bayram İmparatorluğun iç nizamını yapıyordu.


Çok defa Ankara ovasına bakarken Hacı Bayram'ın ömrünün sonuna kadar müritleriyle ekip biçtiği tarlaları düşünürüm. Acaba hangi tarafa düşüyordu? Belki de kendi yattığı camiinin bulunduğu yerlere yakındı. Bütün ova, onun zamanında imece ile işleniyordu. Gelenek, Hacı Bayram'la İstanbul fethinin manevî ve nuranî yüzü olan Ak Şemseddin'i, bu ovada karşılaştırır. Ak Şemseddin, o zamanlar, devrinin ilmini ilahiyattan tıbba, nahivden musikiye kadar öğrenmiş. Fakat bir türlü ruhundaki susuzluğu gideremediği için yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendisine mürşid arayan genç bir âlimdi. Nihayet dayanamayıp Şeyh Zeyneddin-i Hafinin yanma gitmek için Osmancık medresesindeki müderrisliğini bırakıp yola çıkar. Fakat Halep'te bir gece rüyasında, bir ucu boynuna geçmiş bir zincirin öbür ucunu Hacı Bayram'ın elinde tuttuğunu görür ve nasibinin Hacı Bayram'da, olduğunu anlar; yoldan döner.


Ankara'ya geldiği zaman Hacı Bayram'ı müridleriyle beraber ovada mahsul toplarken görür. Yanma yaklaşır, fakat iltifat görmez. Aldırmayarak işe girişir. Yemek zamanına kadar Şeyh'in müridleriyle beraber çalışır, Yemek vakti olur. Hacı Bayram, kendi eliyle aş dağıtır. Fakat Ak Şemseddin'in çanağına ne burçak çorbası ne de yoğurt koyar; artan aşı da köpeklerin Önüne döker. Ak Şemseddin darılıp gideceği yerde Şeyh'in kapısının köpekleriyle ve onların çanağında karnını doyurur, Bu alçak gönüllülük, bu "teslim" üzerine Hacı Bayram, onu yanma çağırır, müridliğe kabul eder. Ölünce de kendisine halef olur yahut hiç olmazsa tarikatın fazlaca şeriatçı kolu, onu şeyh tanır.


Fatih'e İstanbul'un fethinde o kadar yardım ettikten sonra çekilip köyüne gidecek kadar vakar ve haysiyet sahibi olan, mektuplarında ona, sahib olduğu manevî rütbeden bir akran gibi hitap eden, nasihatler veren: Eğer pâdişâha huzûr-i sûrîmiz matlûb ise biz anda varırız veya pâdişâhla diyar-ı Arabî beraberce fethederiz diye ufuk gösteren Ak Şemseddin'in, Şeyhinin köpekleri ile bir sofraya oturması, ancak onbeşinci asır Türkiye'sinde görülür.


Hacı Bayram'ın, kâinatı ve insanı beraberce oluş hâlinde gösteren bir manzumesi vardır ki bilhassa bir bendi, bu on beşinci asır Türkiye'sinin âdeta manzarasını çizer:

Nâgehân ol sara vardum,
Ol şan yapılur gördüm,
Ben dahi bile yapıldum
Taş ve toprak arasında...

Hacı Bayram'dan Şiirler
I

Çalabum bir şar yaratmış
İki cihan arasında
Bakıcak didâr görünir
Ol şehrin kenaresinde

Nâgehân bir sara vardım,
Ol şan yapılûr gördüm
Ben dahi bile yapıldum
Taş u toprak arasında

Şakirtleri taş yonarlar
Yonup üstada sunarlar
Mevlânun adın anarlar
Taşun her bir paresinde

O surdan oklar atılur
İnip canlara batılur
Arifler sözü satılur
Ol şarun bazâresünde

Ol şar didüğüm gönüldür
Ne câhildür ne kamildür
Âşıklar canı sebildür
Ol şarun kenaresinde

Bu sözüm arifler anlar
Cahiller işidüp tanlar
Hacı Bayram, kendi banlar
Ol şehrin minaresinde


II

Bilmek istersen seni
Cân içre ara canı
Geç canından, bul anı
Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef'âlini
Ol bildi sıfatını
Anda gördi zâtını...
Sen seni bil, sen seni!

Görinen sıfâtıdur
Anı gören zâtıdır
Gayri ne hacâtıdur
Sen seni bil sen seni!

Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldı
Tevhid-i Zât'ı buldı
Sen seni bil, sen seni!

Bayram özüni bildi
Bileni anda buldı
Bulan ol kendi oldı
Sen seni bil. sen seni...

III

N'oldı bu gönlüm, n'oldı bu gönlüm
Derd ü gam ile doldı bu gönlüm
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldı bu gönlüm

Yan, iy gönül yan, yan iy gönül yan!
Yanmadan oldı derdüme derman.
Pervane gibi, pervane gibi
Şem'ine ışkun yandı bu gönlüm.

Gerçi ki yandı, gerçeğe yandı
Rengine ışkun cümle boyandı
Kendünde buldı, kendünde buldı
Matlûbım hoş buldı bu gönlüm.

Sevâd-ı â'zâm, sevâd-ı â'zâm:
Belki olupdur arş-ı muazzam
Mesken-i canan, mesken-i cânân
Olsa aceb mi şimdi bu gönlüm!

Seyr-i Billah'dur, seyr-i Billah'dur
Fenâfillah'dur, fenâfillah dur
Âyinesinde, âyinesinde
Gerd-i sivâ'yı buldı bu gönlüm

Bayram'um imdi bayramum imdi
Bayram iderler yâr ile şimdi.
Hamd u senalar, hamd u senalar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm.

Açıklama
Dîdar: Tanrı'nın, sevgilinin çehresi. - kenare: kenar. - nâgehân: ansızın. - bile: birlikte. - bâzare: çarşı, pazar. - sebil: (burada) Tanrı uğruna harcanmak. - kenare: (kanara) mezbaha, salhane. - tanlamak: şaşmak, dona kalmak. - banlamak: seslenmek, çağırmak, ezan okumak, -şem: mum. - matlub: istenen, istek. - ef'âl: işler, fiiller, eylemler. - Zât ve Sıfat; Tanrı'ya ait esas ve görüntüler. - gayri ne hacatıdır: başkasına ne lüzum var?. - hayret: Tanrı'ya hayranlık. - müstağrak olmak: gömülmek; boğulmak, batmak - Tevhid-i Zât: tek varlık, her şeyin yalnız Tanrı olması. -sevad-ı A'zam: ulu şehir. Mekke-i Mükerreme. - Seyr-i billah: Allah'ın mülkünde gezip dolaşmak. - arş-ı muazzam: Dokuzuna kat gök, en yüce makam, -mesken-i cânân: Allah'ın oturduğu yer (insanın gönlü). - olupdur: olmaktadır. - Gerd: toz, toprak. - sivâ: Allah'tan başka her şey. -fenâfillah: Allah'ta yok olmak.