Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEVLANA CELALETTİN RUMİ HAYATI VE ESERLERİ

Mevlana’nın asıl ismi Muhammed, lakabı ise Celaleddin’dir.

Eskiden “Diyar-ı Rum” denilen Anadolu topraklarında, Konya’da yaşayıp vefat etmesi, şahsiyetini orada kazanması ve şöhret bulması sebebiyle “Rumi” (Anadolu) nisbesi ile anılır.
“Mevlana” ‘efendimiz’ demektir. ve hürmet maksadıyla ulema için kullanılırdı. Şeyh Sadreddin Konevi’nin (ö. 1274), sohbetleri esnasında ona “Mevlana” şeklinde hitap etmesinin, onun Mevlana lakab-ı alisiyle şöhret bulmasına sebep olduğu da kaydedilmiştir.

“Hüdavendigar”, “Hünkar”, “Hazret-i Mevlana”, “Mevlevi”, “Şeyh”, “Molla-yı Rumi”, “Rumi”, ve “Hazret-i Pir” lakab ve ünvanları da onun için kullanılmıştır. Hazret-i Mevlana ve Hazret-i Pir saygı hitapları, Mevlevi çevrelerinde ve Anadolu’da daha çok tercih edilmiştir. Bugün İran ve Pakistan’da Mevlevi, Batı’da Rumi lakapları, onu anmak için öncelikle kullanılmaktadır.

Babasının adı Muhammed Bahaeddin Veled’dir. Babası Sultanü’l-Ulema lakabıyla meşhurdur. Annesi ise Belh emiri Rüknüddin’in kızı Prenses Mü’mine Hatun’dur. Mevlana bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh şehrinde doğdu. Belh şehri, köklü bir tasavvufi geleneğe sahip coğrafyalardan biriydi. Mevlana’nın doğum tarihi, oğlu Sultan Veled’in Divan’ının sonundaki bir kayıta göre 6 Rebiülevvel 604 (30 Eylül 1207)’dir. Ancak araştırmacılar, Mevlana’nın doğum tarihini 597/1200’lü, hatta daha önceki yıllara kadar götürmektedirler.
Mevlana’nın hayatını esasen 4 döneme ayırmak mümkündür.

1. Mevlana’nın Babasının Ölümüne Kadarki Hayatı (1207-1231)

Çocukluğunun ilk yıllarını doğduğu şehirde geçiren Mevlana, Hanefi bir alim ve sufi olan babasının, sultanla arasında vuku bulan inanç ve fikir ayrılıkları yüzünden, maiyetinde akraba ve müridlerinden oluşan büyük bir kalabalık olduğu halde Belh’ten göç etmesi sebebiyle (1212 ?), ilmi ve fikri hayatında önemli izler bırakan ve Konya’da sona eren uzun bir seyahat gerçekleştirir.

Bu seyahat esnasında, Nişabur’da ünlü sufi Feridüddin Attar’ın (Ö. 1230) iltifatına mazhar olan ve ondan Esrarname adlı eserini hediye alan Mevlana, yorucu ve uzun göç boyunca uğradıkları her yerde babasına gösterilen ilgi, saygı ve yakınlık dolayısıyla, aralarında Avarifü’l-Maarif sahibi Ebu Hafs Ömer Sühreverdi’nin (ö. 1234)’de bulunduğu, iktidar ve ilmiye sınıfından devrin ileri gelen pek çok şahsiyeti ile tanışma fırsatı bulmuştur. Bahaüddin Veled’e ilgi öylesine büyüktü ki, konaklanan her şehirde sultanlar kendisini ağırlamak için araya hatırı sayılır kişileri elçi olarak koyuyorlardı. Fakat o her zaman, bir medresede konaklamayı tercih etmiştir.

Kervan her şehirde bir müddet konaklamak kaydıyla, Nişabur’dan sonra Bağdat, Küfe, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Halep, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde güzergahını takip ederek Larende’ye (Karaman’a) ulaşır (1221).

Erzincan’da iken, Sühreverdiyye’den Evhadüddin Kirmani (ö. 1237) ve Necmüddin Kübra’nın halifelerinden Sadüddin Hamevi (ö. 1252) ile de görüşülür. Mevlana bu suretle, babasının nezareti altında ve onun izini takip ederek hakiki ve fikri bir seyahat alemi yaşamış, İslam medeniyetinin o zamanki en canlı fikir merkezlerini gezerek şahsiyetini kazanmıştır.

Mevlana, Larende’de yedi yıl kaldı. Hayatının kederli ve sevinçli ilk önemli olaylarını bu şehirde yaşadı. 1225 yılında, babasının müridlerindenLala Şerefüddin Semerkandi’nin kızıGevher Hatun ile evlendi. Kısa bir müddet sonra annesi vefat etti. Onun vefatını, ağabeyi Alaeddin Muhammed’in vefatı izledi. Bir süre geçince de kayınvalidesi vefat etti. Aileyikedere boğan bu üzücü olayların ardından Mevlana’nın iki oğlu oldu. İlk oğluna (Sultan Veled) babasının, ikinci oğluna da (Alaeddin Çelebi) ağabeyinin ismini verdi.

Aile, yedi yıl kaldıkları Larende’den, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad’ın (ö. 1236) ısrarlı daveti üzerine Konya’ya göçtü. Konya’ya geleli iki yıl olmuştu ki babası Sultanü’l-Ulema hayata gözlerini yumdu (1231).

2. Mevlana’nın Babasının Ölümünden, Şems-i Tebrizi ile Konya’daki Karşılaşmasına Kadar Olan Hayatı (1231-1244)
Medresenin ve dergahın bütün yükü omuzlarına binen ve babasının ölümüyle içinde büyük bir boşluk hisseden Mevlana’nın yardımına, babasının önde gelen müridlerinden ve şeyhini ziyaret makadıyla Konya’ya gelen Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi yetişti. Kübrevi tarikatına mensup olan Seyyid Burhaneddin, babasından sonra Mevlana’ya mürşidlik yapan ve onun ilmi ve tasavvufi yönden yetişmesinde önemli rol oynayan ilk kişidir.

Mevlana, mürşidinin isteği üzerine, ilim tahsil etmek üzere önce Halep Haleviyye Medresesi’ne, sonra da Şam Makdemiyye Medresesi’ne gitti. Oralarda altı yıl kadar (iki yıl Halep’te, dört yıl Şam’da), devrin ileri gelen hocalarından ilim, bilhassa tefsir, hadis ve fıkıh tahsil etti. Bu sıralarda Şam’da ikamet etmekte olan Muhyiddin İbnu’l-Arabi (ö. 1240) ve Sadreddin Konevi (ö. 1274) ile de görüştü. Mevlana’nın Halep ve Şam’dan Konya’ya dini ilimler ile mücehhez bir şekilde dönüşünden kısa bir süre sonra Seyyid Burhaneddin vefat etti (1241).

Kendi döneminin önde gelen Hanefi alimleri arasında yer alan Mevlana, babasından olduğu kadar Seyyid Burhaneddin’den de tamamıyla zahidane telakkiler almış; ondan, Gazzali’den (ö. 1111) mülhem olan Ehl-i Sünnet akidesine bağlı bir tasavvuf öğrenmişti.
Onun ölümünden sonra Mevlana bir taraftan medresede tedris ile meşgul oluyor, diğer taraftan da müridleri irşad etmeye çalışıyordu. İşte tam bu sıralarda Mevlana’nın hayatında büyük değişiklik yapan bir hadise oldu. Konya’ya Şems-i Tebrizi (Şemseddin Muhammed b. Ali et-Tebrizi) isimli bir şahıs geldi (1244). Ders ile meşgul olan büyük bilgin, tam bir zahid ve temkin ehli bir sufi olan Mevlana’yı bu garip zat kendinden geçirdi, aşk denizine attı ve coşkun bir Halk aşığı yapıverdi.

3. Mevlana’nın Şems’in Ölümüne (Tamamen Kaybolmasına) Kadar Olan Hayatı (1244-1247)

Şems, alim olmakla beraber şiddetli ruhani bir cezbenin tesiri altında bulunmaktaydı. Mevlana’yı dolu ve yanmaya hazırlanmış bir lamba gibi telakki eden kimseler, Şems’in mevkiini de bir kibritin yaptığı işe benzetirler. Asıl yanan ve nurlanan Mevlana idi. Onu uyandırmak ve ziya saçar bir hale getirmek için kibrit lazımdı ki buu da Şems yaptı. Başka bir görüşle: Şems Mevlana’yı ateşledi, fakat öyle bir infilak karşısında kaldı ki onun alevleri içinde kendisi de yandı.
Şems ile karşılaştıktan sonra Mevlana’nın hayatına tamamıyla o yön vermeye başladı. ki Hak aşığı halvete çekiliyorlar ve Hakk’ı anlama birbirlerine ayna oluyorlardı. Mevlana kendisini tamamen Şems’in sohbetine verdi, onda adeta kendisini kaybetti. Artık medreseye, dergaha çıkmaz oldu. Aslında Şems de Mevlana ile talebelerinin ve müridlerinin buluşmaması için elinden gelen gayreti sarf ediyordu. Ne var ki bu durum Mevlana’nın etrafındakilerin hiç de hoşuna gitmedi. İnsanlar arasında Şems’e karşı haset, kin ve nefret başladı. Belli bir zaman sonra dedikodular ve eleştiriler açıktan açığa yapılmaya başlandı. Şems, işin çığırından çıktığını, herkesin kendisine düşman olduğunu görünce, bir gün ansızın ortadan kayboluverdi (1246).

Şems’in ayrılışına Mevlana çok üzüldü. Divaneler gibi gazeller söylüyor, yüreğindeki ayrılık acısını dile getiriyordu. Etrafındakilerle ilgilenmesi bir yana, Şems zamanındaki hali de kayboldu. Hatta Şems’in gidişine sebep olanlara kızgın ve kırgındı. Onların yüzüne bile bakmıyordu.

Şems’in Şam’da olduğunu öğrenince Mevlana, oğlu Sultan Veled’i, hediyelerle birlikte ona elçi olarak gönderdi. Şems Konya’ya tekrar geldi (Mayıs 1247). Mevlana adeta bayram etti. Kırgın olduğu kimseleri bağışladı. Eski günlerdeki coşkun haline döndü. Fakat çok geçmeden, aralarında oğlu Alaeddin Çelebi’nin de olduğu bir grup, Şems’e karşı eski davranışlarını tekrar sergilemeye, onu ve Mevlana’yı üzmeye başladılar. Sonunda Şems ortadan büsbütün kayboldu.; veya öldürüldü (Aralık 1247). Mevlana onu her yerde aradı, hatta Şam’a bile gitti, ama nafile.

Ahmet Eflaki’nin Menakıbu’l-Arifin’de kaybettiği bir rivayete bakılırsa; düşmanları Şems’i öldürdükten sonra bir kuyuya attı. Sultan Veled onu rüyasında görerek buradan çıkartıp teçhiz ve Tekfin ettikten sonra, yine Tebrizli mimar Emir Bedreddin’in binası olan türbenin yanına defnettirdi. Mevlana, ıstırabının şiddetinden, yalnız başına bahçede dolaştı ve cenaze merasiminde bulunmadı. Adeta Şems’in öldüğüne inanmaktan kaçındı. Mevlana, oğlu Alaeddin Çelebi’ye karşı bu yüzden şiddetli nefret duydu. Alaeddin çok geçmeden şiddetli bir humma neticesinde vefat etti.

4. Mevlana’nın Şems’in Ölümünden Sonraki Hayatı (1247-1273)
Artık Mevlana gece gündüz sema ediyor, gazeller, şiirler söylüyordu. Ağlayışı ve feryadı herkesi yürekten yaralıyordu. Şems’i gönül dünyasında arıyordu. Nitekim onu orada buldu da… Bundan sonra kendini ilim tedrisine ve irşada verdi. Bir yandan da gönlü bir dost arayışı içerisindeydi.

Mevlana’nın can aynası olarak bulduğu diğer bir kişi Konyalı Selahaddin-i Zerkubi oldu. (Kuyumcu, altın dövücü Selahaddin). Aslında Kuyumcu Selahaddin, Seyyid Burhaneddin’in dervişi idi ve okuma yazması yoktu. Fakat Mevlana’nın coşkunluğu onunla tatlı bir sükunete erdi, gönül dünyası onunla huzuru yakaladı. Artık sema meclisleri zevk ve neşe ile kuruluyor, günler birer düğün havasında geçiyordu. Mevlana bütün gönlüyle ona yöneldi. Onunla iki bedende yaşayan bir can gibi yakınlaştılar. Onu, yerine halife ve şeyh ilan etti. Müridlerin irşadını ona havale etti. On yıl kadar süren mutlu bir dostluğun ardından, Selahaddin-i Zerkubi de Hakk’ın rahmetine kavuştu (1258).

Mevlana, daha sonra “kendisine içindeki nur hazinelerini keşfettiren” Çelebi Hüsameddin b. Muhammed b Hasan’ı (ö. 1284) dost, hemdem, yar ve halife seçti. Hüsameddin Çelebi, mensupları Ahi şeyhliği yapmış bir sülaleden geliyordu. Bu ahbablık ve sohbet on yıl kadar sürdü. Bu on yılın en güzel meyvesi ise Mesnevi oldu. Gönülbaşı ve halifesinin ricası üzerine Mevlana Mesnevi beyitlerini söylemeye başladı ve böylece muhteşem bir edebiyat ve tasavvuf klasiği olan Mesnevi telif edildi.

Uzun ve yorucu bir hayatın ardından ansızın ateşli bir hastalığın pençesine düşen Mevlana, dostlarının bütün tedavi çabalarına rağmen hastalıktan kurtulamadı ve 5 Cemaziyelahir 672 (17 Aralık 1273)’de vefat ederek Sevgilisine kavuştu.

Cenaze alayında Sadreddin Konevi ki Mevlana’nın vasiyetine rağmen, kendinden geçmesi sebebiyle cenaze namazını kıldıramadı, Selçuklu veziri Muinüddin Pervane, bütün Selçuklu emirleri, müderrisler, talebeler, her dinden ve mezhepten insan bulundu. Oğlu Sultan Veled’in İbtidaname’sine kaydettiğine göre, sadece Müslümanlar değil Hıristiyanlar ve Museviler de bu vefattan son derece üzüntü içindeydiler.

Mevlana’nın cenazesi Konya’da, babasının ve Selahaddin-i Zerkubi’nin de defnedildiği yere defnedildi. Sultan Veled zamanında sandukanın üzerine bir türbe yaptırıldı.

Mevlana’nın sevenleri, onun bir gazalinde de belirttiği üzere, vefat gecesinin bir ayrılık gecesi değil, bi visal gecesi olduğunu söylediler. Bunun için de o geceye Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) adını verdiler ve ayinlerle ihya ettiler.

İki oğlunun annesi Gevher Hatun öldükten sonra Kira Hatun isminde dul bir kadınla evlenmiş olan Mevlana’nın, bu hanımından da Emir Alim Çelebi isminde bir oğlu ve Melike Hatun isminde bir kız çocuğu olmuş, fakat Emir Alim Çelebi pek genç yaşta iken vefat etmiştir. Mevlana’nın vefatında ancak oğlu Sultan Veled ile kızı Melike Hatun sağdı.
Hz. Mevlana’nın yazılı eserleri şunlardır:

1. Mesnevi,
2. Divan-ı Kebir
3. Fihi Ma Fih
4. Mecalis-i Seb’a
5. Mektuplar.

Eserlerinin orijinal dili Farsça’dır.

Mevlana ve Mevlevilikle ilgili Türkçe en geniş neşriyat Abdülbaki Gölpınarlı (ö. 1982) ve Şefik Can’a (ö. 2005) aittir.
Esasen Mevlana, Mevleviliğin şimdiki ayin ve kaidelerini vaz’ ve Mevleviliği bir tarikat halinde tesis etmemişti. O böyle kayıtlardan tamamıyla uzak bir zattı. Sema etmesi dahi vecd ve hal neticesiydi. Manevi terakkinin vasıtası ise aşk ve sohbetten ibaretti. Onun fikirlerinin intişarında ve tarikatının sistemleşmesinde oğlu Sultan Veled’in (623-712 / 1226-1312) payı büyüktür.

 

MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.


Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.


Mesnevî her ne kadar klâsik doğu şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken, otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.


Altı defter/cilt ve yaklaşık yirmi dört bin beyit civarında olan Mesnevî'ye hatimeyi (sonucu) Sultan Veled yazmıştır.


Mevlânâ tarafından Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları (müritleri) ve acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır.
Mevlânâ'nın Mesnevî'si ile Divan'ı arasında benzerlikler de vardır. Anlatım açısından Mesnevî didaktik olmasına rağmen lirizm yönü de bulunan bir eserdir. Kaynak olarak Kur'an ve hadislere dayanan Mesnevî'de konunun gelişine göre Kelîle ve Dimne'den, Mantıku't-Tayr'dan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî'nin Hadikatü'l- Hakîka'sından da yararlanılmıştır.


Mevlânâ, hikâyelerini doğrudan değil, başka hikâyelerle zincirleme olarak iç içe bir şekilde anlatır. Böylece konu içinde konuyu, hikâye içinde hikâyeyi devam ettirerek sonuca en iyi şekilde ulaşır.


Eserin düzenine, dilin kullanılışına ve nazmın temizliğine fazla önem verilmemiş olması, "şekilcilik"ten ve sanat düşüncesinden tamamıyla uzak kalındığına işarettir.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni: Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikâyeler hâlinde anlatmaktadır.

DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır.


Mevlânâ, hemen hemen tamamı gazel, tercî' ve rubailerden oluşan Divan-ı Kebir, diğer adıyla Külliyât-ı Şems'te özellikle İlahî aşkını, gönül derdini, tasavvufî konuların yanında sabır, hoşgörü, insanlara iyilik etmek ve yardımda bulunmayı, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını kullanarak anlatmıştır.
Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır.
Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur.
Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000'i aşmaktadır.


Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir.
Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

Divan-ı Kebir'den bir gazel örneği
Gel, birbirimizin kıymetini bilelim
Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım

Mademki inançlı kişi inançlı kişinin aynasıdır
Niçin aynamızdan yüz çeviriyoruz

Asil cömert kişiler dostlara canlarını feda ettiler.
Çekiştirmeyi bırak. Biz de insanız.

Öldüğümde beni hoşça anacaksın
Niçin ölüyü severiz de diriye düşmanız

Mademki ölümden sonra barış yapacaksın
Niçin ömür boyu senin üzüntünle sıkıntı içindeyiz

Şimdi öldüğümü kabul et, barış yap, anlaş.
Çünkü biz barışta ölüler gibiyiz.

Divan-ı Kebir'den bir rubai örneği
Dostuyla hoş geçinen dostsuz kalmaz
Müşteriyle iyi anlaşan iflas etmez
Ay geceden ürkmediği için böyle parlak kaldı
Gül de dikenle uyuştuğu için bu kokuyu elde etti

MEKTUBAT
Mevlânâ'nın başta Selçuklu devlet adamlarına, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı 150 kadar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir.
Mevlânâ'nın mektuplarında insanlara öğüt verdiği ve onları hayra teşvik ettiği görülür.
Mektuplarda ayet ve hadislerden alıntılar yapılarak anlatılan konu delillendirilmiştir.
Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır.
Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.

Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.
Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir.
61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır.
Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir.
Bu eser de diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sultan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (ders notları) türünün Anadolu'daki ilk örneğidir.
Fîhi Mâ Fîh Mevlânâ'nın diğer eserlerinden, babasının Ma'ârif'inden ve Tebrizli Şems'in Makâlât'ından izler taşımaktadır.
Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB'A
Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis), adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle meydana gelen bir eserdir.
Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır.
Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Her vaazda ele alınan bir hadis, çeşitli örnekler ve hikâyelerle açıklanmıştır.
Mevlânâ'nın bu eseri, gerek üslup ve gerekse konular yönünden diğer eserleriyle benzerlik ve bütünlük taşımaktadır. Eserde Divan-ı Kebir'den ve Mesnevî'den beyitler de bulunmaktadır.
Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri
Mevlânâ'nın bir Türk şairi olduğunu gösteren bu şiirler, bazı araştırıcılar ve ilim adamları tarafından zaman zaman yayımlanmıştır. Bu şiirlerin en meşhurunun matla ve makta beyitleri aşağıda gösterilmiştir.

Matla
Ussun var-ısa iy gâfil aldanmagıl zinhâr mala
Şol nesneye ki sen koyup gidersin ol girü kala

Makta
İy Şems dile Hak'dan hakı biz fâniyüz oldur bâkî
Kamular anun müştakı tâhod kim ol kimün ola

Mevlânâ'nın Şems mahlasını kullandığı bu şiiri, dört müstef'ilün vezninde yazılmış bir musammmat gazel olarak karşımıza çıkar.

Mevlana Sözleri
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin
Beri gel, beri !
Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...

1.http://www.yenimakale.com

2.https://www.turkedebiyati.org


MEVLÂNA CELÂLEDDIN RUMÎ HAYATI-2

Anadolu Türk Tasavvuf düşüncesinin en büyüğü ve öncüsüdür. Asıl adı Celûleddiıı Muhammed'dir. Bugün Afganistan'ın önemli merkezi olan Belli şehrinde doğdu. Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor.
Mevlâna'dan sonra, Ahmed Eflâki onu görenlerden dinleyerek hazırladığı Ariflerin Menkıbeleri adlı kitabında 30 Eylül 1207 günü doğduğunu yazmaktadır. Sonraları yapılan araştırmalarda, Mevlâna'nın daha önce doğmuş olabileceği görüldü.
Mevlâna, Fîfi Mâfih adlı eserinde, bu tarihten 7-8 yıl öncesini işaret etmektedir.
Bu eserde, Moğolların Semerkant’ı, işgallerini anlatır. Semerkant kuşatması 1207'de oldu. Celâleddin Muhammed bunu hatırladığına göre, 6-7 yaşlarında olmalı. Yani doğumu 1207 değil, 1200'lerde olmalıdır.
Ahmet Kabaklı ve Mehmet Önder de bu tarihi veriyor. Tarihçi Will Duranil 1201, Maurice Barres 1203 tarihini vermektedirler.

AİLESİ

Mevlâna'nın babası, Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled'dir. Bahaeddin Veled, Belh şehrinin en tanınmış bilginiydi. Sözüne güvenilen, sevilen bir insandı.
Üstün zekâsı ve yetenekleriyle genç yaşta müderris (profesör) olup tasavvufta çok ilerlemişti. Bu sebeple kendisine "Sultan'ül Ülema" (Bilginlerin Sultanı) denilmekteydi.
Annesi ise, "Mader Sultan" diye anılan Belh Emiri'nin kızı Mümine Hatun'dur. Türbesi Karaman'dadır.

BELH

Belh, Büyük Selçuklu Devleti'nin önemli bir bilim ve kültür merkeziydi. Nizamül-Mülk'ün yaptırdığı medreseler, kütüphaneler, rasathaneler çoğalmıştı. Ancak sonraki yıllarda gelen istilalar, açlık ve sefalet getirmişti. Halkı tedirgin etmişti.
Daha sonra hüküm süren Harezmşahlar, Belh'i başkent yaptılar. 13. yüzyıl başlarında Belh, Horasan'ın yeniden bilim, kültür, sanat ve özellikle tarikat merkezi oldu. Ama Belh'i bekleyen bir tehlike vardı: Moğol akınları...

GÖÇ KARARI

Bilginlerin Sultanı Bahaeddin Veled'in vaazlarının, derslerinin çevrede önemli bir etkisi vardı. Dersleri, öğrencileri tarafından not edilerek "Maarif" adlı üç ciltlik kitabı hazırlandı.
Bahaeddin Veled, genellikle felsefecilere çatıyordu. Bu sebeple filozof Fahreddin Razi ile arası açıldı.. Onun kışkırttığı Sultan Muhammed Tekiş Harezmşah ile de arasına soğukluk girdi. Bu günlerde, gittikçe artan Moğol saldırısı yaklaştıkça, halkın huzuru kalmamıştı. Pek çoğu İran'a ve Anadolu'ya göçüyorlardı.
Bilginlerin Sultanı Bahaeddin Veled, kendisini kıskananların yaydığı dedikodular karşısında takınılan tavra kırılmıştı. Sultana da güvenmiyordu. Kendisinin ve ailesinin hayatı tehlikedeydi. Moğol tehlikesi de kapıdaydı.
Bu sebeplerden dolayı Bahaeddein Veled, bir daha dönmemek üzere Belh'ten ayrılmaya karar verdi.
Haber duyulunca, yüzlerce seveni, müridi kendisine yalvardı. Gözyaşı döktüler. Ama hiçbir şey kararından dön-düremedi.
Göç kararı alan Bahaeddin Veled, eşi Mümine Hatun, büyük oğlu Alâeddin Muhammed ve küçük oğlu Celâleddin Muhammed (Mevlâna) bu göç esnasında 8-10 yaşlarında olduğu düşünülmektedir.

GÖÇ

Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled, ailesiyle birlikte Belh'ten ayrıldı. İlk önce Nişabur'a geldiler. Nişabur'un en büyük sofisi Feridüddin Attar tarafından karşılandılar ve ağırlandılar. Attar misafirlerine dostluk gösterdi. Celâleddin Muhammed'in büyüklüğünü fark etti. O'na daha çok ilgi gösterdi. "Esrarname" adlı eserini hediye etti.
Misafirlerini uğurlarken de:
- Suphanallah, bir derya bir ırmağın peşine düşmüş gidiyor.
Dediği söylenir.
Mevlâna ise bütün eserlerinde Attar’ı saygı ve sevgiyle anmış, örnekler vermiş, hikmetler anlatılmıştır.

ANADOLU YOLUNDA

Nişabur'dan ayrılan Bahaeddin Veled kervanı hilafet merkezi Bağdat'a geldi. Burada verdiği vaazını halife dâhil, yüzlerce kişinin ayakta dinlediği söylenir. Ayrıca bu vaazında halifeye nasihatlerde bulunup ağır eleştirilerde bulunduğu anlatılır.
Vaaz sırasında Moğolların Belh'i ele geçirdiği haberi geldi. Bahaeddin Veled ve ailesi Bağdat'tan Küfeye, oradan Mekke'ye geldiler. Burada hac görevini yerine getirdiler. Fazla kalmadan Medine'ye geçtiler. Kudüs ve Şam yolculuğunun ardından Selçuklu sınırlarına girdiler.
Halep ve Malatya'da birer ikişer gün kalarak Erzincan yakınlarında bir süre kaldılar. Sonra Sivas, Kayseri, Niğde ve 1221 yılında Lârende'ye (Karaman'a) geldiler.
Karaman Valisi Emir Musa Bey, Bilginler Sultanı'nı sarayına davet etti. Bahaeddin Veled, her gittiği şehirde olduğu gibi burada da saray yerine medreseye indi. Musa Bey de sevgisini göstermek için kısa sürede bir medrese yaptırdı.
Karaman'a geldikleri zaman, Celâleddin Muhammed 21-22 yaşlarındaydı. İlk gençlik yılları yollarda geçmişti.

EVLİLİĞİ

Celâleddin Muhammed 1225 yılında, Lala Şerafeddin Semerkandi'nin kızı Gevher Hatun ile evlendi. Lala Şerafeddin, Bahaeddin Veled'in en önde gelen müritlerinden birisi idi. Belh'ten birlikte göç etmişlerdi. Lala Şerafeddin, aynı zamanda küçük yaşından beri Celâleddin Mııhammed'in eğitimini üstlenmişti.
Bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğulları oldu.
1220 yılında İse iki acıyı birden yaşadılar. Bilginler Sultanı, eşi Mümine Hatunu ve oğlu Alâeddin'i kaybetti. 11er ikisinin mezarı Karaman'dadır. Aile 1228 yılına kadar burada kaldı.

EĞİTİMİ

Mevlâna iyi bir eğitim gördü. Âlimlerle dolu bir ailenin ferdi, Bilginler Sultanı diye anılan bir insanın oğluydu.
Annesi Mümine Hatun'un aile içi eğitimi, müritlerin ilgisi ile büyüdü. Zekâsıyla dikkatleri üzerine çekti. Her hareketi dikkatle izlendi.
Bilginler Sultanı'nın iki yakın dostu, müridi Semerkantlı Şerafeddin Lala ve Tirmizli Seyyid Burhaneddin, küçük Celâleddin Muhammed'in eğitimini üstlendiler.
İlerde biri kayınbabası, diğeri de babasının ölümünden sonra şeyhi olmuştur. Bu iki büyük insan beş yaşında okuma yazma öğrettiler. Eğitimin dışında medresede dersleri dinledi. Göç sırasında da eğitimi hiç aksatılmadı. Karaman'da da devam edildi. Babasının derslerine de devam etti. Okumayı çok sevdiği için gece gündüz okuyordu.

KONYA

Konya Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkentidir. I. Alâeddin Keykubat iyi bir asker olup, Anadolu'yu imar eden, bilime, sanatkâra önem veren bir hükümdardı. Bilginler Sultanı'nın Karaman'da olduğunu öğrenince, onu Konya'ya davet etli.
Bahaeddin Veled ve çevresindekiler, yedi yıldır kendilerini ağırlayan Karamanlılara veda ederek 1228 yılı baharında Konya'ya göç ettiler.
Sultan Alâeddin misafirlerini sarayında ağırlamak istedi. Ama Bilginler Sultanı her zaman olduğu gibi sarayda değil, medresede kalmak istediğini söyledi. Altun Abâ medresesine yerleştirildiler. Daha sonra bir medrese yaptırıldı.
Bahaeddin Veled, Konya'da Alâeddin Camii'nde vaaz veriyor, derslerine devam ediyordu. Konya'da bir kutup olmuştu. Her kademedeki insan onun etrafında toplanmıştı.
Bahaeddin Veled Konya'da iki yıl kadar oturdu. Yaşı 85'i geçmişti. 1231 yılı kışında rahatsızlandı. Hastalığının üçüncü günü 12 Ocak 1231 Cuma günü vefat etti.

BABASINDAN SONRA

Bahaeddin Veled'in ölümünden sonra müritleri ve öğrencileri Celâleddin Muhammed'in etrafında toplandılar. Ama o kendisini babasının yerine lâyık görmüyordu. O zamanın henüz gelmediğine inanıyordu. İşte bu yalnızlık içinde Seyyid Burhaneddin geldi.


TİRMİZLİ SEYYİD BURHANEDDİN


Seyyid Burhaneddin, Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled'in en değerli dostu ve önde gelen müritlerinden biriydi. Celâleddin Muhammed'in eğitimini üzerine almıştı. Kendisi Horasan'da "Sırları Bilen" diye tanınıyordu.
Seyyid Burhaneddin şeyhi ile göç etmeyip Horasan'da kalmıştı. Bir ara Mecnun misali çöllere düştü. Birkaç yıl dolaştıktan sonra Tirmiz şehrine geldi.
Burada bir toplantı esnasında birden ayağa fırlar:
-"Eyvah!.. Eyvah!.. Şeyhim Bahaeddin Veled bu fani âlemden öte âleme göçtü. Haydi, namazını kılalım.
Diye bağırmış. O gün Konya'da ölen Bahaeddin Veled'in cenaze namazını Tirmiz'de kılmış. Sonra da: "Benim şeyhimin oğlu Celâleddin Muhammed yalnız kaldı. Beni beklemekte..." diyerek yollara düştü. Bir yıl sonra Konya'ya geldi.
Seyyid Burhaneddin, Mevlâna'nın eğitiminden sonra, kemâle ermesi için görev alıyordu.
Seyyid Burhaneddin dokuz yıl Celâleddin Muhammed'e şeyhlik yaptı. Onu 1001 günlük çileye tabi tuttu. Onun bilgi ve kültürünü en üst seviyeye ulaştırdı. Artık o Celâleddin Muhammed değil, Mevlâna idi. Onun "zahir" ilimlerini öğrenmesini istiyordu. Zamanın en iyi medreseleri Halep ve Şam'da idi. Mevlâna Halep’e ve Şam'a gitti.
Mevlâna buralarda kendisini ilme verdi. Şam, Moğol saldırılarından kaçan bilginlerin toplanma yeriydi. Ayrıca dönemin büyük bilgini Muhyiddin-i Arabî de buradaydı. Gece gündüz okudu. Toplantılara katıldı. Şam'da dört yıldan fazla kaldı. Bir gün Şam pazarında dolaşırken adamın biri kolundan çekti. Mevlâna döndü. Hiç tanımadığı bir adam elini tuttu, saygıyla öptü:
-Ey dünya sarrafı Mevlâna, beni anla!
Diyerek kalabalığa karıştı. Mevlâna yıllar sonra öğrendi ki, bu adam, içindeki ateşi dizginleyen, kendisini yönlendiren Şemseddin Tebrizi idi.


TEBRİZLİ ŞEMS

Tebrizli Şemseddin 1244 yılının Ekim ayında Konya'ya geldi. Mevlâna 40-45 yaşlarında, Şems ise 60 yaşlarında idi. Şöhretten, cahillikten ve aptallıktan kaçar; bir yerde barınmaz bir dervişti.
Mevlâna dersten çıkıp evine giderken, caddenin tam ortasında biri katırın dizginlerine yapışmış. Bu Şems imiş. İşte o günden sonra Mevlâna'nın en yakın dostu olmuş. Tanrı’yı arama, bulma, hissetme çaba ve çilelerinde yardımcı olmuş. Bu çalışmalar esnasında günlerce bir odaya kapanıp insanlardan uzak kalmaya başlamışlar. Konyaklar Mevlâna'yı göremeyince Şems'e düşman olmuşlar.
Dedikodular ve memnun olmayanlar çoğalınca, Şems, 15 Şubat 1246 günü ortadan kaybolmuş. Mevlâna buna çok üzülmüş. Odasına kapanmış. L:n güzel şiirlerini yazmaya başlamış.
Birkaç ay sonra Şems'in Şam'da görüldüğü haberi geldi. Mevlâna manzum bir mektup yazdı. Özel bir ulakla gönderildi. Hiç ses çıkmadı. İkinci ve üçüncü mektuplar da gönderildi. Sonra Şems'ten bir mektup geldi. Mevlâna oğlu Sultan Veled'i Şam'a gönderdi.
Sultan Veled, bir handa satranç oynarken buldu. Getirdiği hediyeleri Şems'in ayaklarına serdi. Şems:
-Bizi altın ve gümüş elde edemez... Muhammed huylu Mevlâna'mızın daveti yeter.
Dedi. Varını yoğunu fakirlere dağıtarak Konya'ya hareket ettiler.
Konya'da Mevlâna karşıladı. Mevlâna onu evlâtlığı Kimya Matım ile evlendirdi. Yine Mevlâna ile Şems bir odaya kapandılar.
Kısa bir süre sonra Kimya Hatun vefat etti. Şems'in Mevlâna'yı yine halktan kaçırması, sevmeyenleri tarafından öfke ile karşılandı. Bunlar verdikleri sözleri çabuk unuttular. Kimya Hatun'un ölümünden 7 gün sonra 5 Aralık 1247 Perşembe günü Şems yine ortadan kayboldu. Öldürüldüğü hakkında anlatımlar vardır.

SELÂHADDİN

Şems'in ortadan kaybolması Mevlâna'yı çok üzdü. Onun şeyhliğine daha ihtiyacı vardı. Bir ara Şam'a Şems'i aramaya gitti. Sonra bir daha gitti. Bu ikinci seyahat Mevlâna'ya etkili oldu. Onu ruhen doyurdu.
Bir gün kuyumcular çarşısından geçerken, çekiç seslerindeki ahenge daldı. O dükkânın önünde durdu. Sema yapmaya başladı. Bu dükkân, Bahaeddin Veled'in müridi Selâhaddin'in dükkânı idi. Kapı önündeki kalabalığı görünce kalfa ve çıraklarına seslendi:
-Çekici elden bırakmayın.
Kendisi de çıkıp Mevlâna ile sema yapmaya başladı. Yaşlı olduğu için fazla yapamadı. Mevlâna onu tuttu. Bu karşılaşmadan sonra Şems'in yerini Selâhaddin aldı.
Mevlâna bu karşılaşmayı anlatan gazelinin ilk beyti şöyledir:
"Bu kuyumcu dükkânında bana bir hazine görünüverdi
O ne çehre! O ne mana! O ne güzellik! Ne güzellik!"
Selâhaddin okumamış olmakla birlikte arif bir insandı. Telkin gücü yüksek, olgun, saf ve seçkin bir insandı.
Şems'i kıskananlar şimdi Selâhaddin'i kıskanmaya başladılar. 10 yıl halifelik yaptı. Selâhaddin uzun bir hastalık döneminden sonra 1258'de vefat etti.

HÜSAMEDDİN ÇELEBİ
Mevlâna'nın son halifesi Hüsameddin Çelebi'dir. Kendisinden sonra yaşamıştır. Hüsameddin Çelebi’nin en önemli etkisi altı ciltlik Mesnevi'nin yazılmasını teşvik etmesidir. Öncekiler Mevlâna'nın bilgisini ve gönlünü doldurdular. Hüsameddin Çelebi de bunları kâğıda döktürmeye yardımcı oldu.

ÖLÜMÜ
Mevlâna Celâleddin Rumî 17 Aralık 1273 günü Konya'da vefat etti. 73 yıl gibi uzun bir ömür yaşadı. Ömrünün ilk yirmi yılını yollarda geçirdi. Bilginlerin Sultanı diye anılan babasının çevresinde çok iyi bir eğitim aldı. Babasıyla geldiği Konya'da pek çok insan yetiştirdi. Bütün insanların sevgisini kazandı. Ölüm haberi herkesi üzdü. Müslüman'ı, Hıristiyan'ı, Musevi'si, zengini, fakiri, şehirlisi, köylüsü, sanki çok yakınlarını kaybetmiş gibi yas tuttular. Babası Bilginler Sultanı Bahaeddin Veled'in "Gül Bahçesi"ndeki mezarının yanına gömüldü.

MEVLÂNA'NIN ESERLERİ
1- Mesnevi.
2- Divân-ı Kebir.
3- Fihi Mâfih.
4- Mecâlis-i Seb'a.
5- Mektûbat.

 

100 TEMEL ESER-AYDINCAN YAYINLARI