TÂCIZADE CAFER ÇELEBİ HAYATI ve ŞİİRLERİ
(ö. 921/1515) Osmanlı şairi, münşî ve devlet adamı.
Ailesi hakkında bilgi veren tek kaynak olan Hüseyin Hüsâmeddin'in Nişancılar Durağı adlı eserine göre (s. 68) 856 Şâbanında (Ağustos 1452) Amasya'da doğdu. Yine aynı esere göre (s. 68-73) Cafer Çelebi, "Tâci Beğ demekle meşhur olan Kefe Beğlerbeğisi Hacı Beğzâde Tâceddin İbrahim Paşa b. Safiyyüddin Mustafa Çelebi b. Gâzî Mehmed Beğ b. eş-Şeyh Alâeddin Ali b. İbrahim mahdûmu"dur. Bu şecerede adı geçen kişilere dair diğer kaynaklarda bilgi yoktur. Tarihî bakımdan itibar edilebilecek, hakkında bilgi bulunan yegâne kişi babası Tâcî Bey'dir. Latîfî (Tezkire, s. 198) ve Âşık Çelebi'ye (Meşâirü'ş-şuarâ, vr. 60a) göre şair, münşî ve hattat olan Tâcî Bey, Amasya'da Şehzade Bayezid'in defterdarı olarak hizmet etmiş ve Amasya seraskerliği görevinde bulunmuştur. Ancak tezkirelerde nakledilen birkaç beytiyle Omer. b. Mezîd'in Mecmûatü'n-nezâir'rindeki (s. 96) bir gazeli dışında günümüze hiçbir manzum eseri ulaşmamıştır. Tâcî B^'in ölüm tarihi, oğlu Sâdî Çelebi'nin Münşeatının sonunda yer alan (s. 68-69) dört ayrı tarih mısraında 890 (1485) şeklinde tesbit edilmiştir. Kâtib Çelebi, Süllemü’l-yüsûl’de (s. 365) Tâcî Bey'in ölümünün bu yılın muharrem ayında elli dört yaşının üstünde iken vuku bulduğunu söyler ki bu onun doğum tarihinin 836 (1432-33) olduğunu gösterir. Cafer Çelebi ilk derslerini Amasya'da Şeyhîzâde Abdi, Muîdzâde Muhyiddin Mehmed ve Horasânîzâde Seyyid Abdullah Çelebi'den aldı. Daha ileri düzeyde bir eğitim için Bursa'ya gitti. Taşköprizâde'ye göre Hacıhasanzâde, Kastallânî Hatibzâde Muhyiddin Efendi ve Hocazâde'nin derslerine katıldı. Hacı Hasanzâde'den mülâzım oldu (eş-Şekâ'ik, s. 324). İlk defa Simav'da bir medreseye tayin edildi, daha sonra orada kadı olarak görev yaptı. Mecdî onun Simav'da cami yaptırdığından bahseder (Şekâik Tercümesi, s. 337). Bir vakıf defterindeki kayıtlara göre (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. 0.91, s. 213, 217, 220, 225, 862) Zilkade 894 - Cemâziyelevvel 897 (Ekim 1489 - Mart 1492) tarihleri arasında Edirne'deki Beyazıt (11) İmareti vakfının mütevelliliğini yürüttü. Muhtemelen bu görevi esnasında Edirne'deki mektebini yaptırdı. 899'da (1493-94) İstanbul'a Mahmud Çelebi Medresesi'ne tayin edildi. 903'-te (1497) Dîvân-ı Hümâyun'a nişancı oldu. Selefleri defterdarların altında iken kendisi derece itibariyle defterdarın üzerinde bir mevki aldı. Ramazan 905 - Muharrem 906'da (Nisan-Ağustos 1500) Modon ve Koron seferine katıldı. Divanındaki bir kasidede Modon'un fethi ayrıntılı biçimde tasvir edilir (Erünsal, s. 83). Bu sefere dair kardeşi Sâdî Çelebi'nin Münşeat'ında yer alan (s. 45-48) ve Modon'dan Bursa'ya gönderilen fetihnameyi de kendisi yazmıştır (Muharrem 906/Ağustos 1500).
II. Bayezid döneminin sonlarına kadar adı önemli herhangi bir hadiseyle ilgili olarak zikredilmeyen Cafer Çelebi'nin bazı faaliyetlerini II. Bayezid devrine ait bir in'âmât defterindeki kayıtlardan takip etmek mümkündür. Buna göre divan kitabetinde çığır açmış, tuğraî ve divanî yazılarını ıslah etmiş, şiyâkat yazısı onun kalemiyle gelişme göstermiştir. 13 Rebîülâhir 909 (5 Ekim 1503) tarihinde yazdığı bir kasidenin takdimi dolayısıyla II. Bayezid'den bir hediye almış ve 23 Cemâziyelâhir 909'da (13 Aralık 1503) Mısır sultanına gönderilmek üzere kaleme aldığı nâme sebebiyle ödüllendirilmiştir. 5 Şaban 909 (23 Ocak 1504) ve 7 Receb 910 (14 Aralık 1504) tarihlerinde de hediye aldığı kaydedilmiş, fakat sebebi açıklanmamıştır. 7 Muharrem 911'de (10 Haziran 1505) sunduğu kaside dolayısıyla kendisine 10.000 akçe verilmiştir. Bunların dışında defterdeki dört ayrı kayıt sebebi zikredilmeden sultanın ihsanına nail olmasıyla ilgilidir (İn'âmât Defteri, s. 16, 25, 32, 134, 262, 282, 318, 419). Başbakanlık Arşivi'ndeki 20 numaralı Tapu defterinde (s. 45) Hasan Fakih Çiftliği'nin 6 Rebîülâhir 910'da (16 Eylül 1504) Dâvud Paşa'ya temlik edildiğine dair Cafer Çelebi'nin el yazısıyla bir derkenar kaydı mevcuttur. 896 Zilkadesinde (Eylül 1491) II. Bayezid'in, kızı Şah Sultan'a verdiği köyleri de bu defterde kaydetmiştir (s. 183, 218-219). Yine aynı defterde (s. 46) 912 Şabanında (Aralık 1506) Edirne yakınındaki Keşenlü köyünün sultan tarafından Şehzade Mustafa'nın kızı Hânî Hatun'a temlik edildiğine dair Cafer Çelebi'nin el yazısıyla bir kayıt bulunmaktadır. Daha sonraki yıllarda Cafer Çelebi'nin sunduğu iki kaside, Mısır sultanına yazdığı iki mektup, oğlunun sünnet merasimi ve Şehzade Mahmud'un ölümü üzerine yaptığı taziye dolayısıyla II. Bayezid'in in'âmlarına nail olduğu anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 236, 351, 366, 402). II. Bayezid döneminin sonlarına doğru şehzadeler arasında cereyan eden taht mücadelesinde Cafer Çelebi, Şehzade Ahmed'i desteklemiştir. Bu konuda yazdığı bir kasidede (Erünsal, s. 158) Şehzade Ahmed'den "vâris-i mülk" diye bahsetmiş ve onun geleceğin sultanı olacağını ümit ettiğini belirtmiştir.
II. Bayezid'in Şehzade Ahmed lehine saltanatı bırakmayı düşündüğü bir dönemde Şehzade Selim'i destekleyen yeniçeriler, bunun önüne geçmek için 27 Cemâzi-yelâhir917(21 Eylül 1511) tarihinde Şehzade Ahmed taraftarı olan yüksek mevki sahibi kimselerin evlerine saldırıp yağmaladığında Cafer Çelebi'nin canını güçlükle kurtardığı söylenir (Hoca Sâdeddin, s. 190-191). Bu isyanın ardından II. Bayezid, yeniçerilerin istekleri doğrultusunda nişancı Cafer Çelebi'yle beraber Vezîriâzam Hersekzâde Ahmed Paşa, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa ve Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi'yi azletti ve Çandarlızâde İsa Çelebi'yi nişancılığa getirdi. Taşköprizâde'ye göre II. Bayezid, Cafer Çelebi'ye günlük 100 akçe emeklilik maaşı teklif ettiyse de o bunu kabul etmedi (eş-Şekâ'ik, s. 324). 7 Safer 918 (24 Nisan 1512) tarihinde II. Bayezid oğlu Selim lehine tahttan çekildi. Cafer Çelebi, Selim'in cülusunu tebrik etmek için Farsça bir kaside sundu (Erünsal, s. 513-517). Ardından II. Bayezid doğum yeri olan Dimetoka'ya doğru yola çıktı, fakat Çorlu yakınındaki Abalar köyünde aniden vefat etti (5 Rebîülevvel 918/21 Mayıs 1512). Cafer Çelebi, bu vesileyle yazdığı mersiyede II. Bayezid'in tahttan çekilmekten duyduğu üzüntüye ve içinde bulunduğu acı duruma hayıflanmasına atıfta bulunur (a.g.e., s. 179-185). Mersiyenin sonunda bu tür kasidelerde mûtat olan yeni sultana dua bölümünün yer almaması dikkat çekmektedir. Çelebi'nin azlinden sonra yeni bir görev almak için ne kadar beklediği tam olarak bilinmemektedir. Yeniden nişancı tayiniyle ilgili kaynaklardan hiçbiri kesin bir tarih vermez. İn'âmât Delteri’nde Cafer Çelebi'nin yerine getirilen İsa Çelebi'nin tayin tarihi 5 Şaban 917 (28 1511) olarak verilir ve Cemâziyelâhir ( Ağustos 1513) tarihli bir belge İsa Çelebi’nin hâlâ bu görevde olduğunu gösterir. Nişancı sıfatıyla Cafer Çelebi'ye ait ilk atıf 919 yılının başlarıdır (Aralık 1513) Bundan dolayı Cafer Çelebi'nin 22 Eylül 1511 - Aralık 1513 tarihleri arasında resmi bir görevde bulunmadığı düşünülebilir. Cafer Çelebi, muhtemelen bu dönemde Yavuz Sultan Selim'e hitaben yazdığı bir kasidede durumundan şikâyet etmiş ve sultandan kendisine resmî bir görev vermesini istemiştir (a.g.e., s. 169). Onun yeniden nişancı tayin edilmesinin ardından 23 Muharrem 920'de (20 Mart 4) Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine çıktı. Âşık Çelebi, Cafer Çelebi'nin tarihçi İdrîs-i Bitlisi ve sultanın lalası Halîmî Çelebi’yle beraber bu sefere katıldığını ve Sultan Selim'le sohbet ettiğini söyler (Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 60b). Cafer Çelebi, ordu İzmit'te iken 27 Safer 920'de (23 Nisan 1514) Şah İsmail'e gönderilecek Farsça bir mektup hazırladı ve sefer boyunca şaha gönden iki mektup daha kaleme aldı. Bu mektuplar Türkçe olup ilki Erzincan'da Cemaziyelevvel 920'de (Temmuz 1514), ikincisi bir ay sonra Çermük'te yazılmıştır. 2 Recep 920'de (23 Ağustos 1514) Şah İsmail bozguna uğrayıp hazinesini ve karısı Taclu Hanım'ı bırakarak kaçtığında Selim, Taclu Hanım'ı Cafer Çelebi'ye verdi. Çaldıran seferinden dönüşte ise Zeyrekzâde Anadolu kazaskerliği görevinden alındı ve onun yerine Cafer Çelebi tayin edildi. 16 Şevval 920'de (4 Aralık 1514) Amasya'ya dönen padişah gelecek yıl sefere devam etmek üzere kışı burada geçirmek istedi. 8 Muharrem 921'de (22 Şubat 1515) İstanbul'a geri dönülmesi için bazı vezirlerin tahrikleriyle ayaklanan yeniçeriler Piri Mehmed Paşa, Halîmî Çelebi ve Cafer Çelebi'nin evlerine saldırıp yaktılar. Sultan, Dukakinzâde Ahmed Paşa'yı isyanın sorumlusu olduğu ithamıyla on gün sonra idam ettirdi.
Yavuz Sultan Selim 29 Cemâziyelevvel 921'de (11 Temmuz 1515) İstanbul'a döndü. Yeniçerileri kışkırtan diğer ileri gelenleri tesbite çalıştığında sorumluların Vezir İskender Paşa, Kazasker Cafer Çelebi ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa olduğunu öğrendi. İskender Paşa ve Osman Ağa hemen öldürüldü. Cafer Çelebi sultanın huzuruna çağrılıp sorgulandıktan sonra 18 Ağustos 1515 tarihinde idam edildi ve kardeşi Sâdî Çelebi tarafından Balat'taki mescidinin hazîresine defnedildi. Cafer Çelebi'ye ait olduğu sanılan bir mezar taşı Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi bahçesindedir. Selim'in Cafer Çelebi'yi haksız yere idam ettirdiği için büyük pişmanlık duyduğunu nakleden tezkireler, "Vah gitti bu cihandan Cafer" (920) mısraını idam tarihi olarak verir. Kaynakların tamamının Cafer Çelebi'nin idam tarihini 8 Receb 921 (18 Ağustos 1515) olarak göstermesi bu tarih mısraının yanlış olduğunu göstermektedir. Cafer Çelebi İstanbul Balat'taki mescidinden başka Simav'da bir cami ve hamam, Bergama'da bir kervansaray ve Edirne'de bir sıbyan mektebi yaptırmıştır.
Cafer Çelebi'nin şiirlerinde Ahmed Paşa'nın etkisi görülür. Üslûp bakımından ondan etkilendiği gibi divanında en çok ona nazîre yazmıştır (Erünsal, s. LXXVILXXX). Ayrıca Necâtî ve Şeyhî'nin etkisinde kalmıştır. Kendisine nazîre yazan şairler arasında Basîrî, Nihâlî, Mesîhî, Revânî. İshak Çelebi, Kemalpaşazâde, Zatî ve Amrî sayılabilir [a.g.e., s. LXXXVI1I-XCI1). Edirneli Nazmî'nin Mecmau'n-nezâir'inde Cafer Çelebi'ye yazılan nazîre sayısının 146 olduğu görülür. Ayrıca Prizrenli Şem'î divanında onu öven bir şiir vardır. Bütün bunlar Tâcîzâde'nin özellikle kendi asrında çok sayıda şairi etkilemiş olduğunun delilidir. Cafer Çelebi'nin edebî kişiliğine gelince onun şiirinde ve nesrinde, XV. yüzyıl dil ve üslûp özelliklerini taşımakla birlikte bazı farklılıkların bulunduğunu söylemek mümkündür. Genellikle sade anlatımın ve Türkçe'nin baskın olduğu, ancak Arapça ve Farsça kelimelerin de yer aldığı edebî bir ifadenin yaygın olduğu bu dönemde Cafer Çelebi süslü nesri başlatan ve sade ifade yerine daha üst bir söyleyişi tercih eden nâsir olarak görülür (a.g.e., s. XCIII). Şiirlerinde ise Türkçe kelimelerle Arapça ve Farsça kelimeler, Farsça terkipler yan yana bulunur. Kendisine "fasih lisan" verilmiş olduğunu söyleyen Tâcîzâde sade Türkçe ifadeler kullandığında onları atasözleri ve deyimlerle süslemiştir. Edebî sanatlarda olduğu gibi kelime oyunlarında da başarılı sayılır (a.g.e., s. XClV-XCVI).
Eserleri.
1. Mahrûsa-i İstanbul Fetihnamesi. Çok sanatkârane bir üslûpla yazılan eser âyet ve hadisler, Arapça, Farsça ve Türkçe beyitlerle süslenmiştir. XVI. yüzyıl Osmanlı nesrinin en mükemmel örneklerinden biri olarak değerlendirilebilirse de dilinin girift Cafer Çelebi'nin bazı yönlerden İstanbul'un fethi için güvenilir bir kaynak olduğunu gösterir. Gerçekte Cafer Çelebi tarafından kaydedilen olaylarla ilgili malûmatın bir kısmı Dursun Bey, Neşri, Âşıkpaşazâde, Ruhî Çelebi ve Enverî'nin kayıtlarından daha sağlam görünmektedir. Dursun Bey ile Cafer Çelebi'nin hemfikir oldukları noktalarla ayrıldıkları noktalar iki eserde tesbit edilmektedir. Meselâ kuşatma öncesinde toplanan harp divanı ve Fâtih Sultan Mehmed'in burada yaptığı konuşma Cafer Çelebi'nin eserinde daha ayrıntılı biçimde aktarılmış (s. 6-8), Halic'in girişini kapatan zincir Cafer Çelebi'nin eserinde daha güzel tasvir edilmiştir. Galata'dan aşırılarak Halic'e indirilen gemilerin sayısı Fetihnamede "kırk ile elli arasında" diye verilirken Dursun Bey onları sadece "birkaç gemi ve tekne" diye anmaktadır. Kuşatma süresince Bizans’ın dışarıdan aldığı yardım hususunda da Cafer Çelebi özel sayılabilecek bilgiler verir; mühimmat, asker ve cephane dolu dört büyük geminin Bizanslılar'a yardıma geldiğini ifade eder. Ferihnâme'nin yazılmasında hangi kaynaklardan yararlanıldığı bilinmemektedir. Eserde yer alan bir pasajdan Cafer Çelebi'nin yazılı kaynaklar yanında görgü şahitlerinin ifadelerini de kullandığı anlaşılmaktadır. Eser, müellifin Hevesnâme'sini yazdığı 899 (1494) yılından bir müddet sonra tamamlanmış olmalıdır. Çünkü Fetihnâme'de Hevesnâme'deki Ayasofya'nın tavsifiyle ilgili bölümler ve beyitler tekrarlanmıştır. Fetihname metninin tamamını Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi Meâsîr-i Selîm Han adlı eserinde vermiştir. Bunun dışında Fetihnameyi kaynak olarak gösteren tek tarihçi XVII. yüzyıl müelliflerinden Hüseyin'dir. Bağdatlı İsmail Paşa da Hediyyetü'l-'ârifîn'de bilgi verir (I, 255). Fetihname, Hâlis Efendi'nin sahip olduğu bir nüshadan Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası'nın eki halinde neşredilmiştir (cüz 20, 21, İstanbul 1331). Eserin girişinde yer alan müellifin hayatına dair kısım Hâlis Efendi tarafından yazılmıştır. Eserin basit bir transkripsiyonlu metnini Şeref Kayaboğazı yayımlamıştır (İstanbul 1953).
2. Münşeat. Hemen hemen bütün kaynaklarda Cafer Çelebi'nin yetenekli bir münşî olduğu ve yazılarının çoğunun bir münşeat mecmuasında toplandığı belirtilir. Ancak kaynaklardan Münşeât'ın müstakil bir eser olduğu anlaşılamamaktadır. Fetihnâme'ye yazdığı girişte Hâlis Efendi, hususi kütüphanesinde Cafer Çelebi'nin Münşeât'ının bir nüshasının bulunduğunu ifade eder. Hâlis Efendi'nin ölümünden sonra kitaplarının intikal ettiği İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bir araştırma yapan Nüzhet Ergun eseri bulamamıştır. Bununla birlikte aynı kütüphanede bir münşeat mecmuası İnşâ-i Tâcîzâde ismiyle Cafer Çelebi'ye atfedilmiştir. Eserde yer alan ilk üç mektupla başka bir mektup Cafer Çelebi'ye ait olup diğerleri başka münşilerin mektuplarıdır. Büyük bir ihtimalle kitabın ismi ilk üç mektubun dışındaki mektupları okumayan biri tarafından yazılmıştır. Hâlis Efendi'nin bahsettiği eser de bu kitap olmalıdır. Bir başka münşeat mecmuası da Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogunda (II, 265) yanlışlıkla Cafer Çelebi'ye ait gösterilmiş, eserdeki "Hazâ inşâ behatt-ı Tâcî merhum" başlığı yanıltıcı olmuştur. Eserdeki mektuplardan bazıları Cafer Çelebi'den çok sonraki bir zamana. Kanunî Sultan Süleyman dönemine aittir. Yapılan tesbitler, münşeat mecmualarında ve tarihî eserlerde yer alan mektuplardan altısının kesin biçimde Cafer Çelebi'ye ait olduğunu göstermektedir.
3. Divan. Günümüze ulaşan sekiz nüshaya dayalı tenkitli metni İsmail E. Erünsal tarafından neşredilmiştir (bk. bibi.). Bu neşirde yirmi sekiz kaside, bir müseddes, 255 gazel, sekiz murabba, üç terciibend, on kıta, dört Arapça kaside, bir Arapça müstezad, bir Arapça gazel, iki Farsça kaside, bir Farsça tahmis, iki Farsça gazel, bir Farsça murabba yer almaktadır. Divanı incelendiğinde Cafer Çelebi'nin kuvvetli bir nazım tekniğine sahip olduğu, dili iyi kullandığı, ancak hayal gücü ve duygularını ifadede yeterli bir seviyeye ulaşamadığı görülür.
4. Hevesnâme. Cafer Çelebi'nin başından geçen bir aşk hikâyesini anlattığı mesnevisi, müellifin edebiyat sahasında kendisinden övgüyle bahsedilen orijinal bir çalışması olup özellikle baş kısmında yer alan, İstanbul'u ve o dönemde mevcut mimari eserleri tavsif eden bölümü dolayısıyla araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Eser Necati Sungur tarafından yayımlanmıştır (Ankara 2006). Cafer Çelebi, Mevlânâ Şükrullah'ın ahlâka dair Enîsü'l-Arifîn adlı bir eserini Farsçadan Türkçeye çevirmiştir (British Museum'da, Or. nr. 8016). Kaynaklarda Kûsnâme isimli mizahî bir eseri daha olduğu zikredilmekteyse de bunun günümüze ulaşmış herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır. Cafer Çelebi'nin çeşitli vesilelerle düşürdüğü tarihler divanında yer almamaktadır. Sa'dî Çelebi Mecmuasındaki Cafer Çelebi'ye ait tarihler Necati Lugal ve Adnan Erzi tarafından neşredilmiştir (bk. bibi.).
...
İSMAİL E. ERUNSAL, TDV ,İSLAM ANS. CİLT:39
ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER
(Hevesnâme'de Kâğıthane'nin tasviri)
Geniş sahrası çevre yanı Kûhsâr
Dırâhistan u sebzistân u gülzâr
Dıraht-ı sâye-perverler yetişmiş
Budaklar birbirine el verürmiş
Tutarlar el ele serv ile şimşâd
Seğirdüp kalkar üstinden geçer bâd.
Meğer görüp cemâlin bir nigârun
İçine od düşüpdür sebzezârun
Yeni yaprak getürmiş sanma ar'ar
Dil olmışdur kamu cismi, serâser
Gice gündüz niyaz eyler ilâha:
Zeval itişmeye bu sebzegâha
Aralık yirde bir ırmak revâne
Çemenlerdür kenâr-ı bîkerâne.
Çemen pür lâle vü güldür serâser
Gül âteşpâredür her lale ahker.
Gülişür gonceler idüp nezâre
Gül ile mâcerâ-yı cûybâre
Kiyılda bir görinürsiz, diye cû
Döker verdün ayağına soğuk su.
Su ile bid idüp hoş zındegâni
Sever canı gibi âb-ı revanı.
Açıklama
Fahr: öğünme, gurur- cem-î mâl: mal, mülk toplama, mal çokluğu- izzet: ululuk, ululanma- kemâl: yetkinlik, olgunluk- vecd ü hâl: tasavvufta coşkunluk. Aşk ile kendinden geçiş -hûn: kan- hecr od'ı: ayrılık ateşi- göyünmek: yanmak, yakılmak, acımak-üftâde: düşkün, biçare- reh: yol- hergiz: asla -hayfâ ki: yazık ki - Verrî: Gülfidanı, gül çeşitleri.
Fetihname-i Mahruse-i İslambol
Bu hasn önünde bir ferhunde ma'bed
Müzehheb sakfı divarı mümehhed
Müşeyyed sahnı vü muhkem esası
Mutalla hurde minadan sıvası
Tabi ki menzil ü me'va-yı İsa
Feda her takına yüz can-ı Kisra
Cihan mülküne vüs'atde müsavi
Mualla kubbesi eflake havi
Mülevven ca-be-ca a'm ak u takı
Yeşil mermer kimi, kimi somaki
Ruham-ı ferş-i pak ayineden pak
Sütunlar mihver-i aktab-ı eflak
Bu ferşin mermerinde olan emvac
Kılıpdır sahnını derya-yı mevvac
Derununda ibadet ehli bimerr
Sütunlar taklar yer yer mukarrer
Kimi varmış rükua kimi kıyama
Ederler taat ol Rabbü'l-Enam'a
İmaret olmamışken rub'-ı meskun
Bu ali kubbe vaz olmuş hümayun
Sipihr-i ser-firazın tacıdır ol
Mukaddes canların mi'racıdır ol
Ayasofya adı cay-ı inayet
Makam u menzil ü cay-ı ibadet
Ne denlü var ise hurrem me'abid
Mübarek buk'alar ali mesacid
Kamunundur şeh-i Perviz-bahtı
Olupdur minberanın tac u tahtı
Önünde minberin bir hub mahfil
Olur azine gün huffaza menzil
Ederler nice aşr ayet kıraat
Kılıp mihraba te'sir ol tilavet
Aynı guş eylemek sevdasına cüst
Yüzün ol yane etmiş kıbleye püşt
GELÜR
Yine seğrür gözüm ol gözleri şehlâ mı gelür
Şadlıklar görinür yâr-ı dil-ârâ mı gelür
Yine hoş bûy ile pür oldı meşâm-ı dil ü cân
Acep ol ruhları gül zülfi semen-sâ mı gelür
Cûş ider dil hum-i mey gibi safâdan neyi ki
Görün ol la’l-i lebi câm-ı musaffâ mı gelür
Ruh ı zülfin görürem hûblarun düşde aceb
Bu bahâr içre aceb başıma sevdâ mı gelür
Koma gamzen beni oka diküb öldüri-yorur
Cânuma geçdi benüm sana temâşâ mı gelür
Kulağurmaz nice kim ney gibi feryâd ederem
Yâra yâ Rab bu figânım kuru kavgâ mı gelür
Hüsnünün gülşenine medh ü senâ eylemeğe
Dahi Cafer gibi bir bülbül-i gûyâ mı gelür
HOŞÇA MISIN?
Ey yüzi tâze bahârum nicesin hoşça mısın
Gül yanakluca nigârum nicesin hoşça mısın
Gam değül derd ile ben hasta olursam hele sen
Ey benim sevgülü yârüm nicesin hoşça mısın
Âhu-yı Çîn gibi her dem beni hûnin-dil iden
Ey saçı müşk-i tatârum nicesin hoşça mısın
Âteş-i şevki ile bağruma dâğ-ı gam uran
Hey büt-i lâle-izârum nicesin hoşça mısın
Andelîb oldı gülistânuna Cafer dimedün
Bir kez ey bülbül-i zârum nicesin hoşça mısın