Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞEYH GALİB HAYATI ve ŞİİRLERİ

(ö. 1213/1799)

Klasik Türk şiirinin son dönem büyük şairlerinden.

1171 'de (1757) İstanbul'da Yenikapı Mevlevîhânesi yakınlarındaki bir evde dünya­ya geldi. Doğumuna "eser-i aşk" ve "cezbetu'llah" terkipleri tarih düşürülmüş, ken­disine mevlevîhânenin şeyhi Kûçek Mehmed Dede ile halefi Seyyid Ebûbekir De­de'nin tavsiyesiyle Mehmed Esad adı ko­nulmuştur. Dedesi Mevlevi olduğu gibi ba­bası Mustafa Reşid Efendi de Peçuylu Arif Ahmed Dede'den inâbe almıştır. Annesi Emine Hatun'dur. Divanında ve Hüsn ü Aşk'ında belirttiğine göre ilk eğitimini ba­basından aldı. 1780'de Galata Mevlevîhânesi'ne şeyh olan Hüseyin Efendi'den is­tifade etti. Arapçayı Hamdi Efendi'den, Farsçayı Hoca Neş'et'ten öğrendi. Neş'et Efendi kendisine "Esad" mahlasını verdiy­se de dönemin Esad isimli şairleriyle ka­rıştırılmaması için daha sonra "Galib" mah­lasını kullanmaya başladı (Divanında "Esad" elli, "Esad Galib" iki ve "Galib" mahlasları 463 defa geçmektedir)

Dîvân-ı Hümâyun Kaleminde bir müd­det çalıştıktan sonra ailesinin pek tasvip etmemesine rağmen 1198'de (1784) Kon­ya'ya gidip Mevlânâ Dergâhı'nda çileye gir­di ve Çelebi Seyyid Ebûbekir Efendi'nin sohbetlerinde bulundu. Babası Mustafa Reşid Efendi oğlunun İstanbul'dan ayrıl­masına tahammül edemediğinden Çele­bi Efendi'ye başvurmuş, o da "tekmîl-i çillenin Yenikapı Dergâhı'nda ikmalinin muktezâ-yı merdî ve hüner" olduğunu söyleye­rek genç dervişi İstanbul'a gönderdi. Ga­lib çilesini 1201'de (1787) Yenikapı Mevlevîhânesi'nde tamamlayarak "dede" oldu. Bu arada Ali Nutkî Efendi ile Aşçıbaşı Şe­rif Ahmed Dede'den epeyce faydalandı. Daha sonra Ali Nutkî Efendi'den hilâfet aldı. 1203'te (1789) Trabzonlu Köseç Ah­med Dede'nin et-Tuhfetü'l-behiyye fî tarîkati'l-Mevleviyye adlı eserine Ali Nut­kî Efendi'nin izniyle es-Sohbetü's-sâfiye adıyla bir haşiye yazdı. Öte yandan Yûsuf Sîneçâk Dede'nin Sütlüce'deki türbesi ya­nında bir ev satın alarak 5 Receb 1204'te (21 Mart 1790) buraya yerleşti ve Yûsuf Sîneçâk'in Cezîre-i Mesnevi adlı eserini şerhetti. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Halil Nûman Dede'nin görevinden azli üzerine yerine Konya Şems Dergâhı türbedarı Şem­sî Dede tayin edildiyse de İstanbul'a gelir­ken Kütahya'da vefat ettiğinden 1791'de Konya Âsitânesi şeyhi Mehmed Emin Çelebi'nin emirnâmesiyle 9 Şevval 1205'te (11 Haziran 1791) Galata Mevlevîhânesi şeyh­liği Galib Dede'ye verildi. Bu tayin dola­yısıyla III. Selim'le olan dostlukları gelişti. Galib Dede aynı zamanda Türk mûsikisi bestekârı olan, "İlhâmî" mahlasıyla şiirler yazan ve hat sanatıyla da uğraşan hüküm­dara Galata Mevlevîhânesi'nin tamiri için bir kaside takdim edince padişah onun ar­zusunu yerine getirerek tekkeyi tamir et­tirdi (1 792). 4 Ağustos 1792 tarihinde ya­pılan ilk mukabele vesilesiyle Şeyh Galib'in kaleme aldığı on sekiz beyitlik tarih man­zumesi Galata Mevlevîhânesi'nin kapısına yazılmıştır. Hükümdarın tekke ile ve Şeyh Galib'le alâkası 1793'te mevlevîhâneye bir şadırvan, 1794'te semahane içine bir mahfel-i Hümâyun yaptırmasıyla devam etti, ayrıca 1795'te semahaneyi yeniden tamir ettirdi. Şeyh Galib'in bunlar için kaleme al­dığı tarih manzumeleri divanında yer al­maktadır. Semahane için yazılan dokuz be­yitlik tarih manzumesi binanın kapısına da yazılmıştır. Ayrıca Humbarahâne-i Cedîd'de yapılan Yenicami'deki mesnevîhanlık da Şeyh Galib'e verildi ve padişah burada ic­ra edilen mukabelelere genellikle katıldı. III. Selim'in Şeyh Galib'e olan ilgisi kendi­sine Cevrî hattıyla yazılmış bir Mesnevi hediye etmesi, 1793'te kardeşi Beyhan Sultan'la birlikte 300 altın sarf ederek di­vanını ciltletip tezhip ettirmesi yanında 10 Safer 1209'da (6 Eylül 1794) çıkardığı bir fermanla mesnevîhanlıkların inhasının da Şeyh Galib'e verilmesiyle sürdü. Şeyh Ga­lib'in devrin sosyal ve siyasî hadiselerine de uzak durmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Nizâm-î Cedîd teşebbüsüne karşı Konya Mevlânâ Dergâhı şeyhi Mehmed Çelebi'nin rehberliğinde bir muhalefetin yürütül­düğü fakat Şeyh Galib'in bunu destekle­diği Başbakanlık Arşivi'ndeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.

1209'da (1794) annesi Emine Hatun'un, 1211'de (1796) müridi ve "yâr-ı gâr"ı Es­rar Dede'nin vefatı Şeyh Galib'i derinden üzdü; Esrar Dede için bir mersiye kaleme aldı. Bir yıl sonra hastalanan Şeyh Galib'in hastalığına dair çeşitli rivayetler ileri sü­rülmüştür. Genç yaşta şeyh olması, geniş bilgisi, sarayın kendisine teveccühü, akra­nı arasında nisbetsiz bir saygınlığının bu­lunması sübjektif kanılara yol açmıştır. En son şiiri olan Hamdullah Efendi'nin verdiği "henüz" redifli Farsça gazele yaptığı nazi­rede ölümünün yaklaştığını ima eden be­yitler vardır. Şeyh Galib 27 Receb 1213 (4 Ocak 1799) tarihinde vefat etti. Ali Enver, Semâhâne-i Edeb'de cenazenin yıkanma­sı sırasında babası Mustafa Reşid Efendi'­nin ağlayarak, "Ah oğul! Bu tahtaya o kara sakal yakışmıyor" dediğini nakleder. Şeyh Galib'in kabri, Beyoğlu ilçesinde bugün Divan Edebiyatı Müzesi olarak faaliyet gös­teren Galata Mevlevîhânesi bahçesinde, içinde ayrıca dört sandukanın bulunduğu İsmail Ankaravî Türbesi'ndedir. Şeyh Galib’in Şerife Âişe adında bir şeyh kızıyla evlendiği bu evlilikten Zübeyde isminde bir kızı, Ahmed ve Mehmed isimlerinde iki oğlu olduğu; Şer’i Siciller Arşivi'nde bulunan tereke kayıtlarından ve şairin ölümü dolayısıyla padişahın bir fermanla çocuk­larına Gümrük Mukâtaası'ndan 30'ar ak­çe maaş tahsis ettiğine dair belgeden an­laşılmaktadır. Esrar Dede'nin divanında kı­zı Zübeyde'nin doğumuna düşürülmüş bir tarih de bulunmaktadır.

Nedîm ile lirizmde, Nâbî ile hikemî tarz­da en güzel örneklerini veren klasik şiirin artık tekrara ve taklide düştüğü bir dö­nemde yetişen Şeyh Galib'in divan şiirinin son büyük şairi olduğunda hemen bütün tenkitçiler birleşir. Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre Hüsn ü Aşk'ın baş tarafında­ki Nâbî eleştirisiyle gerçekte şair değil ilk defa şiir geleneği hedef alınmıştır. Hayalî Bey, Nefî, Fehîm-i Kadîm, Neşâtî ve Fasîh Ahmed Dede'den etkilenen Şeyh Galib'in klasik mazmunları kullanmakla beraber şiirde bilinçli şekilde yeniliği aradığı kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Çoğu alışıl­mış tarzı devam ettiren gazel ve kaside­lerinin dışında özellikle terciibend, terkibibend, müseddes ve tardiyyelerindeki ha­yaller, soyut ve somut kavramları birbirine yaklaştıran terkipler kendisinden bir asır sonra bunları deneyecek olan Edebiyât-ı Cedîde şairlerini müjdeler. Şeyh Galib ge­lenekten intikal eden, alışkanlıkların yö­nettiği bir şiir mekanizması yerine çok de­fa tesadüfî olmayarak seçtiği vezinleri, ka­fiyeleri, iç sesleri (aliterasyon ve asonans), gi­rift mazmunları ve itinalı diliyle divan şiirin­de son büyük hamleyi yapmıştır. Bu ham­lede sebk-i Hindî akımına mensup şairle­rin etkisi önemlidir. Başta Şevket-i Buhârî olmak üzere Hint, Afgan ve Türk edebi­yatlarında güçlü taraftarları bulunan sebk-i Hindî mektebine bağlı şairlerin en önemli özellikleri anlamın bilmeceye dönüşecek kadar derin, girift, zarif ve ince olmasına özen göstermeleri, hayal güçlerini son sı­nırına kadar kullanarak anlamı şaşırtıcı güzellikte imajlarla ve duyulmadık mazmunlarla zenginleştirmeleridir. Galib bir rubaisinde mazmunlarını anlamayanları ayıplamayacağını, çünkü bunların her bi­rinin "güher-i gayb-ı hüviyyet" olduğunu ve akıl dalgıcının bu incileri bulup çıkarama­yacağını söylerken aslında sebk-i Hindî'yi tarif etmektedir. Şeyh Galib'in divanında-ki şiirlerin tamamı değilse bile büyük bir kısmı bu tarife uyar. Onun sebk-i Hindî an­layışına uygun biçimde yazdığı, "hâyîde edâ"dan (eskiden beri söylenen, çok du­yulmuş bayağı söz) uzak, girift bir anlam örgüsüne sahip, zarif, fakat zaman za­man yadırganacak derecede hayallerle ve ince bir lirizmle bezenmiş şiirler gerçek Galib'i ortaya koyar. Şeyh Galib çağdaşla­rına meydan okurken şiire Şevket-i Buhârî'nin penceresinden bakmaktadır ve Nâbî'nin Hayrabad'ının etkisini ortadan kal­dırmak amacıyla yazdığı Hüsn ü Aşk'taki bütün hayaller "hayâl-i Şevket" gibi ince şekilde işlenmiştir. Daha sonra III. Selim'i övmek için yazdığı kısa bir mesnevide yak­laşık aynı kelimeleri kullanıp Şevket adını bir bakıma ince hayallerin sembolü olarak zikreden Galib bu İranlı şaire ömrünün so­nuna kadar manevî bir bağlılık duymuş­tur.

Şeyh Galib, altı ay gibi kısa bir sürede yazdığı Hüsn ü Aşk'ın sonundaki "Fahriyye-i Şâirâne"de poetikasınm temel ilke­lerini anlatmıştır. Yaşadığı devirde ciddiye alınacak tek şair bile bulunmadığını, ken­di bulduğu hazineyi yine kendisinin tüket­tiğini söyleyerek sözde sultanlığını ilân eden Galib yepyeni bir şiir anlayışı getir­mekle kalmamış, geniş ilhamı ve engin hayal gücü sayesinde çok özel bir şiir ikli­mi kurmuştu ve daha ilk mısralarından itibaren okuyucuyu bir ışıklar ve renkler dünyasına götürüyordu. Tanpınar bu se­beple onun şiirini "avize gibi renk ve ışık dolu" şeklinde tarif etmiştir. Hüsn ü Aşk'ın bir başka bölümünde sözü yaşadığı dö­nemin şiir ortamına getiren Galib, bu or­tama hâkim olduklarını düşündüğü "müteşair"leri (şairlik taslayanlar) birkaç gru­ba ayırarak alaylı bir dille eleştirir. Birinci gruptakiler eski neslin şiiri de beraberin­de götürdüğünü, kendilerinin onlardan ge­riye kalmış birkaç şair olduklarını, bunun için değerlerinin bilinmesi gerektiğini söy­leyerek birbirlerine dalkavukluk ederler. Bunlar, inşâ gücünden mahrum oldukları­nı gizlemek için öteden beri dünyada söy­lenmedik söz kalmadığını ileri sürmekte, bikr-i mazmunu inkâr etmektedir. Şairlik iddiasındaki ikinci grup kâtip sıngından­dır. Münşeât-ı Râgıb'ı ezbere bilen ve sözlerini ıstılahlara boğarak konuşan bu şairler gerçek şiire güçleri yetmediğinden mey, mahbub, şarap vb. şeylerle dolu tat­sız manzumeler üretirler. Üçüncü grup medreselilerdir. Onlardan hiç şair çıkma­yacağını düşünen Galib yazdıklarından söz etmeyi bile gereksiz görür. Telhıs'teki be­lagat kaidelerini bu kaideleri açıklamak için verilen örneklerle birlikte ezberlemeyi şairlik iddiasına kalkışmak için yeterli sa­yan bu takımın saf şiiri küçümsediğinden söz ederken "şehd-i nazm" (şiir balı, halis şiir) tabirini kullanan Galib sembolistlerin anladığı mânada saf şiiri onlardan çok ön­ce fark etmiş görünmektedir.

Hüsn ü Aşk 'ta çağdaşlarını eleştirir­ken, "Şiir ne değildir?" sorusunun cevabı­nı arayan ve poetikasını bu eleştiriler üze­rine kuran Şeyh Galib'e göre yeni söz söy­leme imkânı kalmadığı iddiası doğru de­ğildir. Varlıkta değişme ve yenilenme var­sa sözde de olmalıdır. Zira kullarına söz feyzini ihsan eden Allah feyyâz-ı sühandır ve feyz-i sühan sonsuzdur; sözlerin önce­den gelenler tarafından tüketilmiş olması ve kendilerine söz feyzi ihsan edilmiş şa­irlerin söylenmişi tekrar söylemeleri dü­şünülemez. Şeyh Galib bu fikrini açıklar­ken "bikr-i mazmun, mazmûn-ı nev" gibi tabirler kullanır. Ona göre halis şiir bir çe­şit vahiydir ve elbette bu cevher taze edâ gerektirir. Gerçek şairin hayal şahini en çapraşık yollarda bile yönünü kaybetmez, dedikodu devine çarpılmadan şiir ceylanı­nı avlayıverir. Şiirde yeni bir yol açmaya ça­lışan Galib'in kendisinden öncekilerle he­saplaşma ihtiyacını duyması tabiidir. Bu yönüyle eski şiire en güçlü eleştirinin Nâ­mık Kemal ve Ziyâ Paşa'dan çok önce Galib'den geldiği söylenebilir. Bu eleştiri gü­cü sayesinde, eski şiirin zaman zaman güç­lü şairleri bile "hâyîde edâ"ya mahkûm eden zincirlerinden kurtularak gerçekten "nev" sıfatını taşıyan bir yol açmıştır. Şeyh Galib şiirinin yeniliği, farklılığı ve bünyesin­de taşıdığı özellikler sebebiyle gündemden hiç düşmemiş, çağdaşlarından başlayarak günümüze kadar çok sayıda şairi derin­den etkilemiştir ve etkilemeye devam et­mektedir.

Eserleri. 1. Divan. 1781 yılında henüz yirmi dört yaşında iken divanını tertip eden Şeyh Galib daha sonra yazdığı şiir­lerle eserini 5500 beyite çıkarmıştır. Muh­sin Kalkışım (1992, IÜ Sosyal Bilimler Ens­titüsü) ve Abdülkadir Gürer (1994, AÜ Sos­yal Bilimler Enstitüsü) tarafından birer doktora çalışmasına konu edinilen diva­nın çoğu İstanbul kütüphanelerinde olmak üzere kırkın üzerinde nüshası mevcuttur. Türkiye dışında ise Kahire, Londra ve Pa­ris'te altı nüshası bulunmaktadır. 1252'de (1836) ta'lik hattıyla basılan divanda yir­mi dokuz kaside, bir terciibend, dört terkibibend, yedi müsemmen, sekiz müsed­des, on yedi tahmîs, dört muhammes, bir tard ü rekb, altı murabba, altı şarkı, on üç mesnevi, bir bahr-i tavîl, bir tezkire, 372 gazel, 130 kıta, altmış üç rubâî, doksan beş beyit ve beş mısra yer almaktadır. Bunlar arasında III. Selim için on bir kasi­de, yirmi dört tarih, bir terciibendi bir şar­kı, iki mesnevi ve altı beyit bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindeki bir nüshasında (Hazine, nr. 941) hece vezniyle kaleme alınmış bir türkü vardır. Di­vandaki tarih manzumeleri üzerine Muh­sin Macit yüksek lisans tezi (1989, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) ha­zırlamıştır.

2. Hüsn ü Aşk. 1783'te ka­leme alınan, 2041 beyit ve dört tardiyyeden oluşan tasavvufî, fantastik ve sem­bolik bir mesnevidir. Eserde tasavvuf yolundaki bir sâlikin seyr ü sülûk-i ruhanîsi anlatılmaktadır. Otuzun üzerinde yazma nüshası ve muhtelif neşirleri bulunan Hüsn ü Aşk (meselâ Bulak 1252; İstanbul 1304, 1341) Tâhirülmevlevî (İstanbul 1339), Vasfi Mahir Kocatürk (İstanbul 1944), Orhan Okay - Hüseyin Ayan (İstanbul 1975) ve Muhammed Nur Doğan (İstanbul 2002) tarafından yayımlanmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı ise Şeyh Galib'in el yazısıyla olan nüshanın tıpkıbasımını yapmış, eseri ye­ni harflere aktararak sadeleştirmiştir (İs­tanbul 1968).

3. Şerh-i Cezîre-i Mesne­vi. Yûsuf Sîneçâk'in eserine 1790'da ya­zılmış bir şerh olup müellifin Türkçe tek mensur eseri olması bakımından ayrıca önem taşımaktadır. Şeyh Galib bu eseri ya­zarken Yûsuf Sîneçâk'in Sütlüce'deki kab­rine bakan evde ikamet ediyordu. Yûsuf Sîneçâk, Mesnevî'den 366 beyit seçerek bir antoloji meydana getirmiştir. Daha ön­ce Abdullah Bosnevî, Mehmed İlmî Dede ve Çevri İbrahim Çelebi'nin şerhettiği ese­rin bu yeni şerhi mübtedîler için kaleme alınmıştır. Şeyh Galib bu eseri, üstadı Ali Dede Efendinin teşvikiyle ve içinde bulun­duğu kültür ve maneviyat ortamına kar­şı bir minnet borcu düşüncesiyle yazmış­tır. Şerh, genel anlamda bir müntehabât olmakla birlikte Mesnevi'den seçilen beyitler kendi aralarında bir konu bütünlü­ğü oluşturmaktadır. Yazar eserin "Tenbih" bölümünde bu hususa özellikle değinmek­te ve yerine göre beyitlerin iki vecih üze­re açıklandığını belirtmektedir. Eser üze­rine Mehmet Malik Bankır doktora (Şerh-i Cezîre-i Mesnevi: İnceleme-Metin-Sözlük, 2004, İÜ Sosyal Bilimler Ensitüsü); Mah­mut Aslantürk yüksek lisans tezi (Şerh-i Cezîre-i Mesnevi: İnceleme-Transkripsiyonlu Metin-İndeks, 1996, Kahramanmaraş Süt­çü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens­titüsü) hazırlamış, şerh ayrıca Turgut Karabey, Mehmet Vanlıoğlu ve Mehmet Atalay tarafından neşredilmiştir (Erzurum 1996).

4. es-Sohbetü's-sâfiye. Trabzonlu Şeyh Köseç Ahmed Dede'nin et-Tuhfetü'l-behiyye fî tarîkati'l-Mevleviyye ad­lı Arapça risalesine yine Arapça yazılan bir ta'likattır. Şeyh Galib, Mevlevi âdâb ve erkânından bahseden bu küçük risaleyi 1789 yılında kaleme almıştır. Ahmet Rem­zi Âkyürek tarafından es-Sohbetü's-sâfiye’nin en-Nushatü's-sâfiye fî tercemeti's-sohbeti's-sâfiye ismiyle yapılan Türk­çe tercümesini İbrahim Kutluk yayımla­mıştır (TDED, 1948, 1II/1-2, s. 21-47). Şeyh Galib ayrıca Esrar Dede'nin Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye'sindeki şiirleri derlemiş­tir.

BİBLİYOGRAFYA :

Şeyh Galib Dîvânı (haz. M. Muhsin Kalkışım), Ankara 1994; Sâkıb Dede, Sefine, II, 30-32, 149; Esrar Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Meüleuiyye (haz. İlhan Genç), Ankara 2000, s. 372-400; Halil Nu­ri, Târih, Süleymanlye Ktp., Âşir Efendi, nr. 239, vr. 471b-473b; Ali Nutkî Dede - Abdüibâki Nasır Dede, Defter-i Dervîşân, Süleymaniye Ktp., Na­fiz Paşa, nr. 1194; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 169-179; Gibb, HOP, IV, 175-206; Osman/ı Müellifleri, III, 351-352; Ihtifalci Mehmed Ziyâ, Yeni Kapı Meulevîhânesi (haz. Mu­rat A. Karavelioğlu), İstanbul 2005, tür.yer.; Ali Nihad Tarlan, Şeyh Galib, Hayatı ve Şiirleri, An­kara 1939; a.mlf.. Edebiyat Meseleleri, İstanbul 1981, s. 86-89, 94-117; Naci Sami Okçu, Şeyh Galib: Divanı ile Hüsn ü Aşk'ında Dinî ve Ta­savvuf Unsurlar (doktora tezi, 1977), Atatürk Üni­versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf.. Şeyh Gâlib, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlili ve Divan'ının Tenkidli Metni, Ankara 1993; a.mlf., "Hüsn ü Aşk", DİA, XIX, 29-31; W. Kirmani, "Tradition and Rationalism in Ghalib", The Rose and Rock: Mystical and Rational Elements in the Intellectual History of South Asian Islam (ed. B. B. Lawrence), Durham 1979, s. 32-60; V. R. Holbrook, Gallb's Beauty and Love: The Ultimate Romance (doktora tezi, 1985), Princeton university; a.mlf., Aşkın Okun­maz Kıyılan (tre. Erol Köroğlu - Engin Kılıç), İstan­bul 1998; a.mlf., "Originalty and Ottoman Poe­tics: In the Wilderness of the New", JAOS, CXII/ 3 (1992), s. 440-454; Halûk İpekten, Şeyh Galib, Hayatı, Eserleri, Sanatı ve Bazı Şiirlerinin Açık­lamaları, Erzurum 1991; Cemâl Kurnaz, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara 1997, s. 421-427; İn­ci Enginün, "Şeyh Galib'in Bugüne Etkisi", Prof. Dr. Nihad M. Çetin'e Armağan, İstanbul 1999, s. 117-144; İskender Pala, Şeyh Galib: Biyogra­fik İnceleme, İstanbul 2001; Ahmet An. Galib Dede'nin Aşk Ateşi: Şeyh Gâlib Divanı'nda Aşk, İsparta 2003; Hanife Koncu, "Şeyh Galib Dîvâ-nı'nda 'Aşk, Âşık, Ma'şûk' Etrafında Oluşan Bazı Anlam İlgileri", Sanat ve İnanç (haz. Banu Mahir- Hâlenur Kâtipoğlu), İstanbul 2004,1, 213-222; Şeyh Galib Kitabı (haz. Beşir Ayvazoğlu), İs­tanbul 1Ş95; M. Fuad Köprülü, "Tetebbuât-ı Ede-biyye: Şeyh Galib", SF, XUII/1110-1118 (1328); a.mlf.. "Şeyh Galib'e Dâir", YM, 111/59 (1918), s. 123-124; G. W. Gawrych, "Şeyh Galib and Selim III: Mevlevism and the Nizam-i Cedid", IJTS, IV/1 (1987), s. 91-114; Cem Dilcin, "Şeyh Galib'in Şiirlerinde III. Selim ve Nizam-ı Cedit", TDe., XI/ 1 (1993), s. 209-219; a.mlf., "Şeyh Galib'in Mev-levî-hanelerin Tamirine İlişkin Şiirleri", Osm.Ar., sy. 14 (1994), s. 29-76; M. Muhsin Kalkışım, "Şeyh Galib, Mevlevîlik ve Şia", Akademik Yorum, sy. 4, Trabzon 1993, s. 53-55; a.mlf., "Şeyh Galib'in Şiir ve Sanat Anlayışı", Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Bülteni, sy. 2, Kahramanma­raş 1994, s. 6-9; a.mlf., "Şeyh Galib'in Bir Terci­hendim Şerh Denemesi", Akademik Bakış, sy. 2 (1997), s. 56-61; Beşir Ayvazoğlu, Kuğunun Son Şarkısı, İstanbul 2006, s. 18-27; a.mlf., "Sütlüce'deki Ev", a.e., XXXVI1/424 (2009), s. 4-9; Şeyh tutfullah Camii -İsfahan / iran lil Çelik. "Tenkitli Metin Yöntemi Açısından Üç Şeyh Galip Divanı", Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sy. 2, Ankara 1996, s. 284-289; İlhan Genç. "Şeyh Galib'in Hayatına Dair Bazı Tespitler", Harman, sy. 46 (1996), s. 12-15; Gü-nay Kut, "Şeyh Galib ve Ötekiler", Ludingirra, sy. 10-11, istanbul 1999, s. 132-140; Abdülkadir Gürer, "Şeyh Galib'in Şiirlerinde Bir Anlatım Özelliği", TDe., Xlll/1 (2000), s. 99-108; a.mlf., "Şeyh Galib Hakkında Yeni Bilgiler", a.e., XIII/1 (2000), s. 203-226; Betül Sinan. "Necati Bey ve Şeyh Galip Literatürü", Türkiye Araştırmalan Li­teratür Dergisi, V/10, İstanbul 2007, s. 565-586; Talip Mert, "Fakirhane-i Galib Dede", Türk Ede­biyatı, XXXVIl/424 (2009), s. 10-14; Abdüibâki Gölpınarlı, "Şeyh Galib", İA, XI, 462-467; Fahir İz, "Ghâlib Dede", EP (İng), II, 999-1000.

M. MUHSİN KALKIŞIM,39 İslam Ans