Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SEYYİD VEHBİ HAYATI VE ESERLERİ

Safayî Tezkiresi’nde geçen “İsmi Hüseyin ve nesebi Hüseynî’dür. Menbet-i şu‘be-i cûybâr-ı şühûdı hâk-i İstanbul’dur” cümlelerinden anlaşılacağı üzere, Seyyid Vehbî’nin asıl adı Hüseyin olup, İstanbul’da doğmuştur.
Nitekim kendisi de:

İdüp sipârişini gayre mâ bihi’t-tercîh
Hüseyin Vehbî’yi eyle müfettiş-i Haremeyn
(Divan, yk. 32b)

Şefâ‘at eyle kemînen Hüseyn Vehbî’ye
Eyâ şefî‘-i kerem-hilkat es-selâmü ‘aleyk
(Divan, yk. 128b)

gibi bazı beyitlerinde adının Hüseyin olduğunu söyler.
Seyyid Vehbî, Yenişehr-i Fener kazasından ma‘zulen ölen İmam-zâde Mehmed Efendi’nin kethüdası Hacı Ahmed Efendi’nin oğludur. Vehbî’nin doğum tarihi belli değildir. Ancak, mülâzim olduğu tarih düşünülerek ve o sırada hiç olmazsa 20-23 yaşlarında olması gerektiği hesaplanarak, H.1085/M.1674? dolaylarında doğmuş olduğu söylenebilir.

Seyyid Vehbî, şiir söylemeye başladığı gençlik yıllarında, ecdat silsilesi ehl-i beytten Hüsameddin Efendi’ye dayandığı için Hüsamî mahlâsını edinmiştir. Sonraları yeni bir mahlâs aramış, kendisiyle bu konuda görüştüğü hocası Mirza-zâde Ahmed Neylî (öl. H. 1171/M. 1758) ona Vehbî mahlâsını uygun görmüştür.

Ali Canip Yöntem, Hayat Mecmuası’nda Seyyid Vehbî hakkında yazdığı makalesinde, Müstakim-zâde’nin Hüsamî mahlâsına ait bir açıklamasını kaydetmekte ve “Anası tarafından nesli erbâb-ı mücâhedenin ser-bülendi Hasan Hüsame’d-din Efendi nâm pîr-i ‘azîze müntehî olur!’7 demektedir ki, ceddi seyyidlerden sayıldığından “Seyyid’ Unvanım da bu nedenle adının başına geçirdiği anlaşılmaktadır.

Seyyid Vehbî, devrine göre iyi bir eğitim görmüş, zamanının şöhretli bilginlerinden, bu arada bilhassa Mirza-zâde Şeyh Mehmed Efendi’den ders almıştır. Ayrıca o, Kazasker Abdülbakî Arif Efendi’den de hat dersi almıştır. Çağdaşı tezkireci Safvet Mustafa’nın ifadesine göre, devlet ileri gelenlerine mektupçu, tezkireci olan ve kassamlık görevi yapan Vehbî, ergenlik çağında akranı arasında seçkinleşmiş, nakîbü’l-eşrâf Hoca-zâde Seyyid Osman Efendi’nin Anadolu kazaskerliğinde H. 1108/M. 1696 tarihinde mülâzım olmuştur. Böylece ilmiye mesleğinde hizmete başlamış olan Vehbî, bir süre çalıştıktan sonra 40 akçelik medreseden ayrılmış, H. 1123/M. 1711 yılındaki Moskova seferinde, güzel kaside ve tarihler kaleme alarak III. Ahmed’in (1703-1730) takdirini ve ilgisini kazanmıştır.

Paşmakçı-zâde Seyyid Ali Efendi’nin ikinci şeyhülislâmlığında (H. 1122-1148/M. 1710-1736) Hariç medresesi payesi ferman olunmuş ve bunun üzerine girdiği sınavı da başardığından, Hariç 50 akçe ile Hoca Hatun Medresesine müderris tayin olunmuştur (H. 1123/M.1711-1712). Bu tarihten dört yıl sonra (H. 1127/M. 1715) kıymeti takdir edilerek, Sâlim’in babası Mirzâ Mustafa Efendi’nin şeyhülislâmlığı sırasında Şerife Hatun Medresesine nakledilerek makamı bir derece yükseltilmiştir. Daha sonra Dahil ve Hareketi Dahil aşamalarından geçen ve H. 1132/M. 1720 tarihinde sünnet düğünü için fermanla yazdığı Sûrnâme’sinin de olumlu etkisiyle meslek hayatında çok hızlı ilerlemeler kaydeden Seyyid Vehbî, H.1134/M. 1722 tarihinde İbrahim Paşa’nın kadirşinastlığı sayesinde Hüsrev Kethuda Medresesine müderris tayin edilir ve aynı yıl Sahn-ı Seman müderrisliğine terfi ettirilir.

H. 1135/M. 1723 tarihinde Kemerler’de yeniden yapılan büyük sedde söylediği tarih şiiri gibi tarihlerin olumlu etkisiyle olacak ki “kibâr-ı müderrisin” sınıfına yükseltilir ve mevleviyyetlere tayin edilir.

İbrahim Paşa’nın kurduğu Tercüme Komisyonunda yer alan ve Aynî Tarihi’ni Arapçadan Türkçeye çevirmek için teşkil ettiği âlim ve şairlerden oluşan heyete katılan
Seyyid Vehbi, bir ara naiplikle Halep’e gider. Tebriz’in ikinci fethinde (H. 1137/M. 1725) oranın ilk kadısı olarak görev yapan Seyyid Vehbî, daha sonra III. Ahmed ve Damat İbrahim Paşa’nın himayeleri ile Kayseri, Manisa ve Halep mevleviyyetlerinde bulunur.
H. 1147/M. 1734-1735 tarihinde hacca gitme ve hac görevini yerine getirme
imkânını bulur. Hicaz dönüşü Halep’ten ayrılıp İstanbul’a dönünce hastalanır. Aksaray’daki evinde kısa bir süre yatar ve H. 1149/M. 1736 tarihinde ölür. Cenazesi, Canbaziye Mescidi haziresine defnedilmiştir. Arkadaşlarından Suyolcu-zâde Mehmed Necib Efendi’nin şu iki mısraı Vehbî’nin ölüm tarihidir:

Âh Vehbî-i hüner-pîşe cihandan gitdi (H. 1149)
Göçdi ‘ukbâya emîrü’ş-şu‘arâ-ı dânâ (H. 1149)

“Seyyid Vehbî’nin kabri, İstanbul’un Fatih ilçesine bağlı Cerrahpaşa semtinde, Kürkçübaşı Ahmet Şemseddin Mahallesi’nin (eski Hobyar Mahallesi) Kargı Sokağı’nda (eski Tatlıkuyu Sokağı) Canbaziye Mescidi haziresindedir. Mezarı Canbaziye Mescidi’nin kıble yönünde, mihrap çıkıntısının sağ tarafında ve üçüncü sırada yer almaktadır. Seyyid Vehbî’nin mezar taşındaki vefat tarihi 1149’dur. Kabir, günümüzde bakımlı ve tamdır.”

Seyyid Vehbî’nin oğlu şair Münif Efendi (öl. H. 1153/M. 1740) tarafından yazılan mezar kitabesi şöyledir:

Ve ’ l -Hayyü ’l -Bâkî
Ah kim eyledi ‘adem mülkini âhir mesken
Pederüm mâlik-i mülk-i hüner ü fazl ü sühan
O Hüseyn-ism ‘Alî-sîret ü Vehbî-mahlas
Zübde-i zümre-i eşrâf-ı mevâlîden iken
Terk idüp zulmet-i dünyâyı fenâsın bildi
Nûr-ı rahmetle ola kabri İlâhî rûşen
Ne sa‘âdetdür İlâhî bu ki ol âl-i Rasûl
Gitdi âgâh bakâ mülkine geldi hacdan
Çıkdı bir âh ile târîhi Münîfâ dilden
Geldi hacdan pederüm itdi na‘îmi mesken
El-fatiha Sene, 1149

Eserleri.
1. Divan.
Hamit Dikmen tarafından doktora çalışması olarak üç nüshası karşılaştırılmak suretiyle neşre hazırlanan divanda (bk. bibl.) bir münâcât, dört na‘t, bir mi‘râciyye, beş rubâî şeklinde tevhidle kırk üç na‘t, seksen altı kaside, bir takriz, dört arz-ı hâl, iki mektup, 128 tarih manzumesi, iki terkibibend, iki terciibend, iki müseddes, yirmi tahmîs, dört şarkı, 266 gazel, elli bir kıta, on dokuz lugaz, yetmiş beş rubâî, iki nazım, yirmi beş müfred ve altmış iki adet matla‘ beyti mevcuttur. Bâkî, Neylî, Nef‘î, Râşid, Nedîm gibi şairlerin gazellerini tanzir ve tahmis etmiş, Keçecizâde İzzet Molla gibi bazı şairleri etkilemiştir.

2. Surnâme.
III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet, kızlarının düğün merasimlerini günü gününe takip eden şairin gördüklerini bütün teferruatı ile aktardığı mensur bir eserdir. Türünün en meşhur örneği olan kitapta şair aynı zamanda İstanbul’u tanıtmakta, devrin örf ve âdetlerini anlatmaktadır. Benzerleri arasında en düzgün metin kabul edilen eserde yer yer manzum parçalar da vardır. Birçok kütüphanede yazmaları olup (İÜ Ktp., TY, nr. 11, 1607, 3035, 3974, 6098, 6099, 6124; Karatay, I, 280) Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshada (III. Ahmed, nr. 3593) Levnî tarafından yapılmış 137 minyatür mevcuttur. Bu minyatürler üzerinde Hüseyin Elmas (Nakkaş Osman ve Levnî’ye Ait Surnâme Minyatürlerinin Kompozisyon ve Renk Açısından İncelenmesi,1994, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Süreyya Eroğlu (Surnâme-i Hümâyun ve Surnâme-i Vehbî Bağlamında Nakkaş Osman ve Nakkaş Levnî, 2000, İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Nalan Aracı (Nakkaş Osman’ın Surname Yapıtından Resim Yorumları, 2005, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Reşat Ekrem Koçu’nun özetle yayımladığı (İstanbul 1939) Surnâme metni üzerinde Ahsen Tuba Kaynarca tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Seyyid Vehbî’nin Sûrnâmesi: İnceleme-Metin, 2000, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Levnî’nin Surnâme minyatürlerini Esin Atıl yayımlamış (İstanbul 1999), bu minyatürler ve Mertol Tulum tarafından yeni harflere aktarılan Surnâme metni Robert Bragner’in İngilizce tercümesiyle birlikte ayrıca neşredilmiştir (Bern 2001).

Örnek -Sûrnamei Vehbî'den

Ve zûrbâzânı mezkûreden biri dahi dibi tablalı bir kargı mızrağın nevki sertîzini başındaki arakiyyeye mümâs idüp bîhavf u hirâs cilvei bîkıyâs eylediginden sonra mızragın ucını miyânı ebruvânına vaz' idüp yemîn ü yesâra temâyül ü ihtizâz iderek reftâr iderken dûşını tahrîk itdikçe mızrak fırfır şu'lei cevvâl gibi döner ve Arap mızrakdan tefkîki nazar itmeyüp meydânda cevlân eyler idi. Mızrağın fırlak gibi sür'ati devrânı görüldükçe nevki sertîzi sîhi büryân gibi serâpâ vücûduna güzâr itmek mülâhazası nîzei müjgânı temâşâyiyânı hâlidei sâhaı hayret itmekle, sadrı a'zamı sâkıbu'lârâ nîzei Arab'ı huzûrına getürüp hemnişînleri olan devleti erkân hiddeti nazarla im'ân u dikkat eylediklerinde bu abdı fakîr dahi câkerdei saffu'nniali bârgâhı âsafî bulunmagla, 'Gel sen de nazarı tedkîk eyle tahrîr idecek hârikada şübhen var ise tahkîk eyle' buyurmaları ile teşhîzi nazarı im 'ân ve nevki yelmânına messi benân itdigimde, 'alîmallâh yelmânı şemşîri tâbdârdan tîz ve nevki sûzeni müjgânı hûbândan bârîk ü nebtîz olup, idâre sûretinde olan hiddeti güzârişinden kat'ı nazar, cebîni insânî degül siperi nühtûyı eflâke nihâde olunsa, şemşîri berkmisâl bir cânibinden bir cânibine güzer itmemek muhâl mertebesinde buldum.

Ve yine bir mızrağın çamurlığı tarafına bir tabla geçürüp, etrâfına altı meş'al ve miyânına bir hum sitâde ve nevki sinânı başına nihâde eyleyüp, germi cevlânı bâzîkünân olup ba'dehû hum yerine düvâzdehsâle iki şâkirdini iclâs eyleyüp, anlar tabl çalar iken kendi batî vü serî' hırâm eyledi. Gâh dahi şâkirdini bir sütûnı mevzûna mârı pîçîde gibi sarup ve boynına bir tabl âvîze eyleyüp ol tabl çalar, kendi sütûnun ucını başına ve kaşına koyup istediği gibi oynar idi.

Mehmet Arslan, Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri 3: Vehbi Sûrnâmesi, İstanbul 2009, s. 209.

Çeviri

Ve adı geçen zorbazlardan biri de dibi düzlenmiş bir kamış mızrağın keskin ucunu başındaki külaha temas ettirip korkusuz bir şekilde gösteriş yaptıktan sonra, mızrağın ucunu kaşlarının ortasına koyup sağ ve sol tarafa eğilerek giderken omzunu oynattıkça mızrak fırfır, hareketli bir ateş topu gibi döner ve Arap, mızraktan gözlerini ayırmayıp meydanda dolaşırdı. Mızrağın, fırıldak gibi dönüşünün sürati görülünce keskin ucunu kebap şişi gibi baştan ayağa vücuduna geçirme düşüncesi, seyredenlerin kirpiklerinin mızrağını hayretle meydana saplamaktaydı. Parlak fikirli sadrazam, Arap'ın mızrağını huzuruna getirip sohbet arkadaşlarından olan devletin ileri gelenleri dikkatli bakışlarla baktıklarında, bu fakir kul da sadrazam dergâhının en aşağısında yer edinmiş bulunmaktaydım. Sadrazamın 'Gel sen de dikkatle bak, yazılacak harika şeyden şüphen varsa incele' diye emretmeleriyle dikkatle bakışlarımı yoğunlaştırıp, ucunun sivriliğine parmaklarımı dokundurduğumda Allah bilir ki ucunun kıvrımı kılıçtan keskin, güzellerin kirpiklerinin iğnesinden ince ve narin olup geçişinin hiddetinden bakışı kaçırmayı, insanın alnına değil, feleklerin dokuz kat siperine konulmuş olsa, şimşekten kılıç gibi bir tarafından bir tarafına geçmemeyi imkânsız bir şey derecesinde buldum. Ve yine bir mızrağın çamurluğu tarafına bir hedef geçirip, etrafına altı meşale ve ortasına bir küp koydu ve mızrağın ucunu başına dayayıp oyun yaparak hızlıca dolaştı. Ondan sonra küp yerine on iki senelik iki öğrencisini oturtup onlar davul çalarken kendi bir yavaş ve bir hızlı yürüdü. Bazen de öğrencisini düzgün bir direğe, kıvrılmış yılan gibi sarıp öğrencisinin boynuna bir davul asar, öğrencisi de o davulu çalardı. Kendisi de direğin ucunu başına ve kaşına koyup istediği gibi oynardı.

3. Hadîs-i Erbaîn Tercümesi.
Türünün başarılı sayılabilecek bir örneği olan ve bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan (TY, nr. 1376, vr. 3b-6a) bu tercümede her hadis metni dört mısralık bir kıta içinde iktibas edilmiştir.

4. Takriz
Seyyid Vehbî, Safayî Tezkiresi’ne uzun bir takriz yazmıştır. Mustafa Safayî, H. 1050/M. 1641 tarihinden sonra tezkireci yetişmediğini görerek bu yolda bir eser yazmıştır. Devrin tanınmış edipleri bu kitaba takrizler yazdılar. Bunlardan biri de Seyyid Vehbî’dir. Onun takrizi “El-hak bu kitâb-ı bedâyi‘-zurûfun sevâd-ı hurûfı bir bender-i lâhurpesend-i ma‘nâdur...” diye başlar ve:
Billâh Safâyî-i sühan-güstere tahsin
Bir tuhfe getürdi yine yârân-ı safâya

Cem‘ eyledi bir encümene tezkiresiyle
İtdi hele tertîb-i ziyâfet şu‘arâya

Geçmişlerini itdi benî nev‘inün ihyâ
Hakkâ babalık eyledi ashâb-ı vefaya

Nakdîne-i tahsin bizüm câ’izemüzdür
Vâ-bestedür ihsân-ı mükâfî küremâya
kıt‘asıyla sona erer.


5. Risâle-i Sulhiyye.
1130 (1718) yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması hakkında Sadrazam Damad İbrâhim Paşa’nın emriyle kaleme alındığı anlaşılan manzum risâlede Varadin mağlûbiyetiyle Belgrad’ın kaybedilişi anlatılmakta, ancak İbrâhim Paşa’nın bu işi barışla sonuçlandırdığı dile getirilmektedir. Bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (TY, nr. 2711, vr. 220b-229b). Kafzâde Fâizî’nin (ö. 1031/1622) başlayıp Seyyid Vehbî’nin tamamladığı Leylâ vü Mecnûn’un Nev‘îzâde Atâî’nin hattıyla 1624’te yazılmış bir nüshası bulunmaktadır (Levend, s. 325). Eser ayrıca Fâizî divanının bazı nüshaları içinde de yer alır (İÜ Ktp., TY, nr. 1699). Seyyid Vehbî devrin tanınmış bazı edipleri gibi Mustafa Safâyî’nin Tezkire’sine yazdığı uzun takriziyle da dikkat çekmektedir (Tezkiretü’ş-şuarâ-yı Safâyî, DTCF Ktp., Mustafa Con, B boyu, nr. 601, vr. 2-3).

5. Sulhiyye
H. 1130/M. 1718 tarihinde akdedilen Pasarofça Antlaşması hakkında, Sadrazam İbrahim Paşa’nın emri ile kaleme alındığı anlaşılan bu küçük manzum risalede Varadin yenilgisi, sonra Belgrad’ın kaybedilişi anlatılmakta, ancak İbrahim Paşa’nın bu işi sulh ile sonuçlandırdığı dile getirilmektedir. Şair risalesini:

İlâhî ‘ömrin efzûn eyle İbrâhîm Paşa’nun
Odur âsâyişine bâ‘is ü bâdî bu dünyânun
Derûnîdür sözüm ‘ömrümi zammet ‘ömrine anun
Budur senden niyâzı dâ’imâ Vehbî-i şeydânun

kıt‘asıyla bitirmiştir. Yazma bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir.

EDEBİ KİŞİLİĞİ


Arapça ve Farsçaya oldukça hâkim bir şair olduğunu Nuhbe ve Tuhbe adlı eserlerinde belli eden şair. Çağdaşlarını aşamasa da onlardan da pek geri kalmayan bir şairdir. Baki, Nedim, Nabi ve Sabit’e ziyadesi ile düşkün olan şairin bu şairlerin tesirinde kaldığı belli olmaktadır.

Nedîm tarzında yazmakla birlikte Nedîm'i taklit eden şiirlerinde çok başarılı olabildiği söylenemez. Sürûri ile sürekli takışmaları sonucu karşılıklı birbirlerine hicivler yazmışlar hatta bu tartışmalar yüzünden bir ara görevinden de azledilmiştir. Çeşme vs gibi şeyler için de şiirler yazmış, tarih düşürme konusunda başarılı örnekler vermiştir. Eğlenceye ve işrete olan düşkünlüğü kimi zaman devletteki görevlerinden azl edilmesine yol açmış olsa da muzip şiirleri ile ün salmış, bu tarz şiirleri, Eşref ve Neyzen Tevfik gibi şairlerimizin üzerinde tesirli olmuştur. Vehbî şiirde geçmiş divan şairlerini aşamamakla beraber belli bir seviyeyi korumayı başarabilmiştir.

Vehbî, şiirde daha çok şekle önem verirken lirizm yönünden zayıf kalan şiirler yazmıştır. Nâbi ve Sâbit'ın etkisi altında kalan şair şiirlerinde didaktik konulara yer vermeye çalışmıştır. bu bakımdan da onu hikemi tarz şairlerinden biri olarak görmek gerekecektir.
Şiirlerinde sağlam bir nazım kuvveti gösteren şairin lirizm yönü pek kuvvetli değildir. Sâbit’e nazireler yazmış, eğlenceye olan düşkünlüğünü dile getiren şiir örnekleri vermiştir. Açık, ama kuru bir anlatımla Sabit gibi yerel konulara yer vermiş, günlük hayatta kullanılan atasözleri ve deyimleri kullanmıştır. Şiirlerinin, çağın toplumsal yapısını yansıtması bakımından önem taşıdığı söylenebilir.

Sünbülzade Vehbî, III. Selim'e sunduğu kasidelerde, onu klasikleşmiş ve kalıplaşmış övgü sözleriyle anlatır. Bu türlü övgü sözlerine her hangi bir padişaha sunulan kasidelerde bol bol rastlanır. Bazı şiirlerinde ince hicivler, iğneleyici alaylar ve oldukça mizahi unsurlar da bulunur

Şi’r-i bâzice-i tıflâne iden eşhâsın
Kimisi söz ebesidir kimi bâbâ-yi sühan

Sünbülzâde Vehbî’, ahlâkî¸ edebî ve tasavvufî nasihatler içeren "hikemi tarzın" 18.Asırda yaşamış önemli temsilcilerinden biridir.

 

Sonuç
Lâle Devri’nin büyük şairlerinden sayılan Seyyid Vehbî, ilmiye sınıfından olup, müderrislik ve kadılık yapmıştır. Onun intisap ettiği ilmiye mesleğinde mevleviyyete kadar yükselmesinde zekâsı ve kültürü ile birlikte yüksek çevrelere karşı yumuşak ve sevimli davranışları ile menfaatini korumasını bilen kişiliği rol oynamıştır.


Seyyid Vehbî üzerinde en çok etkisi görülen ve kendisinin de örnek şair saydığı şahsiyet şüphesiz şair Nabî (1642-1712)’dir. Nabî’den başka, o Nef'î’den (öl. 1635), Nailî (öl. 1666)’den ve kendi devrine yakın diğer şairlerden de etkilenmiştir. Bilhassa Nedim (öl. 1730)’in şiirlerine karşı geniş bir takdir hissi ile dolu olduğunu defalarca ifade etmekten geri kalmamıştır.


Şüphesiz her divan şairi gibi kendi devrinin edebî kültürüne sahip ve divan şiirine tamamen hakim bir şair olan Seyyid Vehbî, Nabî’den çok etkilenmiş, Nedim tarzını da beğenmiş olup her iki tarzda da şiirler ve nazireler yazmıştır. Ancak, onun Nabî tarzında daha başarılı olduğu görülmektedir. Nedim’in gününü zevk ve eğlence içinde geçirmek arzusu ve yaşama sevincinden gelen neşesi, şuhluğu Seyyid Vehbî’de Nedim’deki gibi güçlü değildir.


Şiirlerinde hayat felsefesini aksettiren şair, divanında İran etkisini son derece azaltarak kendi çevresinin şairi olmak, çevre özelliklerini; yaşanılan devrin ve yaşanılan hayatın şiirlerini söylemek yolunda belirli adımlar atmıştır.


Divan şairlerinin divanlarında gördüğümüz klâsik divan düzenine uyan şair, divanında yaklaşık bütün divan nazım tür ve şekillerine yer vermiş olmakla birlikte, kasidelerinde nesip ve teşbiblere pek rastlanmaz. O, şiirlerinde aruzun değişik bahirlerini başarılı bir şekilde kullanmıştır.


Seyyid Vehbî’nin dili Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalardan büsbütün sıyrılmış sayılamaz. O, Arapça ve Farsça terkipleri bol bol kullanan bir divan şairi olmakla birlikte devrinin diğer şairleri gibi dilinde nisbî bir sadelik de vardır. Kalemine tamamıyla hakim bir sanatkâr olan Seyyid Vehbî, Türkçe deyimleri, atasözlerini ve konuşma kalıplarını gayet güzel kullanmıştır. Şiirlerinde yerli unsurlar, İstanbul’a ait tasvirler, tablolar bulunmaktadır.


Fuzulî’den bu yana her türlü söyleyişi deneyen, ancak kasidede Nefî’yi beğenen, gazelde daha çok Nabî ve Nedim tarzlarında yazan Seyyid Vehbî, eserlerinde Lâle Devri’nin birçok olaylarını aksettirmiş, dilde nisbî bir sadelik göstermiş olmakla birlikte, duyuş ve düşünüşte bir üstünlük ve orijinalite gösterememiştir. Divanında yer yer eserlerinin tazeliğinden bahsetmesi, onda her sanatkârın eserinde göstermek istediği yenilik arzusunun bir tezahüründen ibarettir. Dilin inceliklerini iyi bildiği anlaşılan Seyyid Vehbî’nin şiirleri duyuş, düşünüş ve söyleyiş bakımından gelenekten farklı değildir. İlham kaynağı divanlardır, gösterdiği yenilik de mazmunculuğa münhasır kalmıştır.


Şairliği itibariyle, rahmetli Abdülkadir Karahan’ın da ifade ettiği gibi, esasen Seyyid Vehbî, ne Nabî ve Nedim gibi bir edebî mektep kurabilmiş, ne de Türk edebiyatına dil, üslûp, ifade ve buluş bakımından çağdaşlarını aşan bir üstünlük gösterebilmiştir. Bu yüzden orijinal ve belirli bir edebî kişiliği vardır demek de güçtür. Bununla birlikte ustaca kasideler ve gazeller yazabilmiş, özellikle nesir alanında sağlam bir beyan üslûbu içinde, fikirlerini güzelce ifadeye muvaffak olmuş, kalemine tamamıyla hakim bir sanatkârdır. Şüphesiz eski Türk edebiyatında, ikinci derecede gelen şairler ve nasirler kafilesinin ön sıralarında edebiyat tarihinin kendisine uygun gördüğü yeri ve değeri hakkı ile almıştır.


Özetle, XVIII. yüzyılın özellikle Lâle Devri’nin ünlü şairlerinden olan Seyyid Vehbî, edebî kültür ve teknik maharet bakımından yetkin ve güçlü olmakla birlikte, eski üstatların yolunda başarılı şiirler yazmaktan öte üstün bir şairlik gücü gösterememiştir. Onda edebî kişiliğinin oluşmasında eski büyük şairlerin etkisi olmuştur. Fakat o, kasidede daha çok Nef'î’nin, gazelde Nabî ve Nedim tarzının etkisinde kalmış, ancak onlar seviyesine ulaşamamıştır. Bütün bu özellikleriyle Seyyid Vehbî başarılı, usta bir divan şairidir.


Kaynaklar:
1.Yard. Doç. Dr. Hamit DİKMEN, Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.4, Sayı 1, Ocak-Haziran 2004
2.https://edebiyatvesanatakademisi.com
3.https://islamansiklopedisi.org.tr
4. https://www.turkedebiyati.org

SON EKLENENLER

Üye Girişi