Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ÂŞIK PAŞAZADE HAYATI ve ESERLERİ

1393-1481

14. yüzyılın ünlü mutasavvıf ve edebiyatın yönlendirici şairlerinden Âşık Paşanın soyundan geldiği için Âşıkpaşazade diye tanınan bu tarihçinin adı Derviş Ahmed Âşıkî'dir.
Hayatı pek az biliniyor. 1393 yılında Amasya'ya bağlı Elvan Çelebi köyünde doğup, 88 yıllık bir ömür sürdüğü anlaşılmaktadır.

Çelebi Sultan Mehmed, II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed zamanlarında yaşayan Âşıkpaşazade, II. Murad ve Fâtih'in ordularında, Anadolu ve Rumeli'nin fethini sağlayan birçok seferlere, akınlara, savaşlara katılmış; İstanbul fethinde de bulunmuştur. Hacca gitmiş, Mısır'da tarikat hayatına karışmış, akınlarda ve Belgrat seferinde kılıç kılıca vuruşmuştur. Tevârih-i Âl-i Osman'ını 83 yaşından sonra İstanbul'da yalnızlık köşesine çekilmiş olduğu sırada kaleme almıştır.

Büyük padişah, şehzade ve beylerbeyilere yakın bulunduğu hâlde, fazla servete bulaşmayıp bir derviş hayatı sürmeği tercih etmiştir. Anadolu, Rumeli ve İstanbul'un parça parça fethedilişi günlerindeki manevî ve saf güzellik Âşıkpaşazâde'nin sanki önce ruhuna, sonra da destan-gerçek karışığı eşsiz tarihine katre katre aksetmiştir.

Derviş Ahmed, Süleyman Şah'tan başlayarak ömrünün (yani aşağı yukarı Fâtih Sultan Mehmed Han devrinin; sonuna kadar Osman Oğulları tarihini destanı ve efsaneli bir tarzda yazmıştır. Kendinden önceki vakaları, bazı adsız (anonim) tarih kitaplarından çıkararak yahut gören kimselerden dinleyerek kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Yaşadığı II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed Han devirleri olaylarının çoğunu ise gözleriyle görüp anlatmıştır.
Kendi bir derviş olan Âşıkpaşazade, sevdiği tasavvuf yaşayışının özüne uyarak ilk Osmanlı pâdişâhlarını birer "derviş-gazi" olarak gösterir. Anadolu ve Rumeli fethinde ve genç imparatorluğun kuruluşunda gazi, ahi, abdal ve bacı diye anılan mutasavvıf öncülerin büyük hizmetini ve iman gücünü heyecanla belirtir.

Tarihine "menâkıb" (lejantlar) adı veren Derviş Ahmed Âşıkî'nin maksadı, serhatlardaki askerin ve yetişen yiğitlerin hem tarih, hem destan ihtiyacını karşılayarak onların manevî gücünü ve savaş iştihasını arttırmaktır.

Bu maksada uygun olarak, tarihini sanat ve süs iddiasından uzak, çok sade bir nesir diliyle yazmıştır. Dili o kadar sadedir ki, uzun Osmanlı çağında bu eser değersiz sayılmış ve ancak günümüzde önemsenmiştir.

Âşıkpaşazade Tarihinin baş özelliği, yalın bir konuşma Türkçesiyle ve açık, saf bir millî-dinî heyecanla, çekici, masalımsı olaylar karışığıyla yazılmış bulunmasıdır. İlerde Evliya Çelebi’de göreceğimiz gibi Derviş Ahmet de kendi çağma ait birçok canlı deyimleri, cümle kuruluşlarını ve söz dizimlerini bize kadar yaşatmıştır.

Konuşma dili icabı olarak bazı devrik cümleler, eksik söyleyişler, çok kısa cümleler onun üslûbuna ayrı güzellik katmaktadır. Eser mensur olmakla beraber, geleneğe bağlı kalınarak araya bazı manzum parçalar da serpiştirilmiştir.

Âşıkpaşazâde, olayları yalnız anlatmakla yetinmez. Vak'aların yorumunda ve değerlendirilmesinde büyük ustalık gösterir. Osmanlı'nın kuruluşunun ve fetih günlerimizin hava, ruh ve ülküsünü anlatışı bakımından bu kitap günümüzde okunması çok faydalı bir eserdir. Tarihi, yepyeni fikirlere destek olacak güçte, gerçek ve nefis fıkralarla süslüdür. Nihâl Atsız'ın Osmanlı Tarihleri (Türkiye Yayınevi, 1949) kitabında Âşıkpaşazâde ve tarihi hakkında Önemli bir inceleme vardır, Nihâl Atsız, bu eseri Âşıkpaşaoğlu Tarihi adiyle 1000 Temel Eser dizisinde de yayımlamıştır. (1970)

Âşıkpaşazâde'den Süleyman Şah'ın Ölümü

Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'dır, En evvel bu, Rûm vilâyetine gelmiştir...Elli bin mikdarı göçer Türkmen ve Tatar evin koştular "Varın Rûm'da gaza edin!" dediler. Süleyman Şah dahi kabul etti. Geldiler, Erzurum'dan Erzincan'a indiler. Erzincan'dan Rûm vilâyetine girdiler. Rûm vilâyetinde altı yıl mikdarı yü¬rüdüler. Etraflarını fethettiler. Süleyman Şah Gazi hayli bahadırlık etti. Bu Rûm'un dağlarından ve derelerinden incindiler. Göçer evlerin davarı, dereden tepeden incinir oldu. Gene Türkistan'a azmettiler. Geldikleri yola gitmediler. Vilâyeti Haleb'e çıktılar.

Andan Ca'ber kalesinin önüne vardılar. Önlerine Fırat ırmağı geldi. Geçmek istediler.
Süleyman Şah Gazi'ye eyittiler:

- Hânım! Biz bu suyu nice geçelim? dediler.

Süleyman Şah dahi, atın suya depti. Önü yarmış. At sürçtü. Süleyman Şah, suya düştü. Ecel mukaddermiş. Allah'ın rahmetine kavuştu, sudan çıkardılar. Ca'ber kalesin önünde defnettiler. Şimdiki hinde ana "Türk Mezarı" derler. (Âşıkpaşazâde Tarihi, 2.Bâb).

Osman Gazi'nin Rüyası

(Bu bâb anı beyan eder ki, Osman Gazi nice düş gördü ve kime haber verdi ve ta'biri ne oldu, anı beyan eder.)

Osman Gazi niyaz etti ve bir lâhza ağladı. Uyku galip oldu. Yatdı, uyudu. Gördü kim, kendilerinin aralarında bir aziz şeyh var idi. Hayli kerameti zahir olmuş idi. Adı derviş idi. Ve illâ dervişlik bâtınında idi. Dünyası ve ni'meti, davarı çok idi. Ve sâhib-i çerağ u âlem idi. Dâim misafirhanesi boş olmaz idi. Ve Osman Gazi dahi, gâh gâh gelür idi. Bu aziz'e konuk olur idi.

Osman Gazi kim uyudu, düşünde gördü kim bu aziz'in koynundan bir ay doğar, gelür. Osman Gazi'nin koynuna girer. Bu ay kim Osman Gazi'nin koynuna girdiği demde göbeğinden bir ağaç biter. Dahi gölgesi âlemi tutar. Gölgesinin altında dağlar var ve her dağın dibinden sular çıkar. Ve bu sulardan kimi içer, kimi bahçeler suvarır ve kimi çeşmeler akıtır.

Andan, uykudan uyandı. Sürdü, geldi Şeyh'e haber verdi. Şeyh eydür: "- Oğul Osman! Sana muştuluk olsun kim, Hak Ta'âlâ sana ve nesline padişahlık verdi. Mübarek olsun!" der. Ve "Benim kızım Malhun (Malhun Hatun, Mal Hatun) senin helâlin oldu." der Ve hemandem nikâh edip kızım Osman Gazi'ye verdi.

Nazım
Der oğlum, nusrat u fırsat senindir
Hidâyet menzili ni'met senindir.


Sana verildi baht u düşmesin taht
Ezeli tâ ebed devlet senindir.


Senin neslinden âlem rahat olan
Dualar nesline erdem senindir.


Yana çırağlarınız âlem içre
Döşene sofralar davet senindir


Çün Hak'dan erdi sana baht u devlet
Cihan içre olan devran senindir.
(4. bâb)

.....

Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, 2.cilt