Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KADI DARİR KİMDİR?

Erzurumlu Kadı (yahut imam) Mustafa Darir, Türkçemizde ilk Siyer yazan (mütercimi) ve nazmedicisi olmak bakımından büyük önem taşır. Kendisi âmâ olduğu için şiirlerinde "Gözsüz" mahlası kullanmaktadır.

Mustafa Darir'in ünlü Siyerinden başka Yusuf ve Züleyha mesnevisi... Yüz Hadis Tercümesi bir de Fütûhüş-Şam adlı Vâkidi'den yapılmış 3 ciltlik bir tercümesi vardır.
Her dört eserinde, inanılmaz güzellikte ve Dede Kork ut lisanına çok benzeyen sevimli bir Türkçe kullanmıştır.

Erzurumlu Mustafa Darir'in (Gözsüz) asıl büyük eseri ise cilt tutan büyük KİTAB-I SİYER-İ NEBİ’dir. Ebü'l Hasan Ahmed b. Abdillahi'i Bekri (ölm; 1295) adlı Arap yazarının, Peygamber'in hayatım anlatan mufassal eserinden tercümedir. Fakat güçlü bilgin, seçkin üslûp sahibi olan Mustafa Darir, bu kitabı 14. yüzyıl Türkçesinin nazım ve nesrine büyük ustalıkla âdeta bir telif eser olarak kazandırmıştır.

Darir'in Siyer-i Nebisi, yer yer geniş miktarda manzum parçalar da serpiştirilmiş olan hacimli bir eserdir.

Bu eserin, bizce, bilhassa nesri, nesrinin sadeliği, Dede Korkut kitabını andıran duru üslûbu üzerinde durulmalıdır. Nazım'da aynı kudreti gösterdiği belki söylenemez. Fakat bir asır sonra, Süleyman Çelebi'de fevkalâde şiirleşmiş ifadesini göreceğimiz Mevlidin (Vesîletü'n Necat) çatısı da, Kadı Darir'in Siyer-i Nebi'si ile çatılmıştır, denilebilir. Aşağıda görülecek nesir ve nazım bölümlerinde Süleyman Çelebi Mevlid'indeki olayların, tasarıların ve imajların bazen kelime kelime ve aynen Kadı Darir Siyer'inin "mevlid" (peygamberin doğumu) bölümünde bulunduğu görülür.

Erzurumlu Mustafa Darir'in Kitab-ı Siyer-i Nebi'si, büyük boyutlarda, üç kaim cilt hâlinde, (1408 sayfa) M. Faruk Gürtunca tarafından, bugünkü dile uygulanarak yayınlanmıştır (1963, Ülkü Yayınevi, İstanbul) tiz. Muhammed'in hayatını, atalarını, savaşlarını ve Ölümünü en geniş şekilde anlatan bu eser, Türk (Osmanlı) ülkesinde ve Mısır'da, (başka Türk İslâm ülkelerinde) en açık ve anlaşılır bir eser olarak halk tarafından çok sevilmiş ve çok okunmuştur.

"Gözsüz" (Kör) olan Muştala Darir Ebu'l Hasanü'l-Bekrinin kendisine Arapça okunan eserini 1388 (h:790) yılında, Mısır Sultanı huzurunda (Ebu Mansur Ali'nin ölm. 1382) Türkçe olarak anlattığı ve böylece yazdırdığı söylenmektedir. Yani kulaktan işittiklerini, dille Türkçe söyleyerek yazıya geçirtmiştir. Çünkü Mısır sultanı Berkok, Türk'tü ve Türkçe sohbetten ve kitaplardan zevk alıyordu. Darir, bu hususu şöyle anlatmaktadır.

"Ben fakir ve hakir, o saadetli pâdişâhın sohbetine söz söylemek için yol buldum. Şirin lâfızlar ve zengin kelimeler bereketiyle ona yaklaşmak hâsıl oldu. Çünkü gözsüz olan (âmâ) kişinin her ne kadar görüş kuvveti yoksa da hafızasının kuvveti çoktur. Sözler gönlünde toplanır ve hafıza kuvveti söz toplamada güçlü olur... Ben Darir, beş yıl padişahın huzurunda her gece meclis eyledim. Pâdişâhların tarihini o padişaha anlattım. O da bir gün bana
- Ey Gözsüz gel bize bir Siyer söyle ki onda hem siyret (iç yüz) hem suret (dış görünüş) bulunsun! dedi.

Padişah'tan bu şekilde işaret gelince Ebul Hasan Bekri'nin kitabının tercümesine başladım. Çok zahmet çektim. Ondan sonra Allah’u Taalâ'nın inayetiyle ve Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in nuru hidayetiyle ben Darir'in kalbine Allah'ın yardımı erişti. Müslümanlar padişahının huzurunda Hazret-i Resulün ibret dolu Siyer'ini Arapça okutup Türk dilince anlattım."

İstanbul kütüphanelerinde bu eserin birçok "yazma"ları bulunmakla birlikte, en meşhur nüshası III. Sultan Murad zamanında yazdırılıp tezhip edilmiş ve minyatürlerle süslenmiş olanıdır ki, içinde 814 (sekiz yüz on dört) harikulade minyatür bulunan bu eser, 6 cilt üzerinde düzenlenmiş olup, bugün maalesef ancak 1., 2., ve 6. ciltleri (Topkapı Sarayı, Hazine-i Hümâyun Kütüphanesinde) bulunmaktadır. Her cildin bugünkü değeri 30 bin altın olarak hesaplanan eserin üç cildinin kayıp olması (Belki Mısır Kütüphanelerinde bulunuyor) büyük bir ziyandır. Eldeki üç cildin, nefis şekilde basılabilmesi hâlinde, insanlık kültürünün, yazı, tezhip ve minyatür olarak çok şey kazanacağı şüphesizdir.

Kadı Darir'den Peygamberin doğumu ve öncesi

"Tevârih ehli dahi, târih kitaplarında böyle deyip dururlar. Raviler böyle rivayet eylediler ki... Çün Resûl'un anası Âmine Hâtûn'un oğlan, karamda yidi aylığ oldıyıdı. Ay temam olıcah bir halvet içinde havadan ün işidüridi kim "Resulün vücûda gelmeği yakin oldı" diyü hatif âvâz virdi.

Âmine Hâtûn bu ahvâli Abdül-Muttalib'e söyledi. Şeybe, oğlı Abdullah'ı ilerü olırdı. Eyitdi: "Yâ veledâ! Ya Abdullah! Yâ ki oldı kim Âmine Hatun ayal vücûda getüre!" didi. "İllâ benüm zannuma şöyledür kim bu doğan oğulun galebesi şâdânlığı azîm olısardur. Maslahatı öyle görürem kim benden birkaç deve alasın bir iki abd birle bir nice yiğitler dahi ehlünden algıl. Medine şehrine vargıl. Birkaç deve yüki hurma ve nuki ve ka'k-ı Şâmî dahi dürlü havâicler kim gereklü olur, alup gelgil." didi. Abdullah eyitdi: "Sem'en ve tâaten didi. Yarağın kıldı. Medine şehrine sefer eyledi. Çünkü kim Medine şehrine geldi, havâicin aldı, düzgünin düzdi. Yene dönesi vaktin ecel yitişdi, Abdullah Medîne şehrinde vefat kıldı. Resul henüz vücûda gelmedin yetim oldı. Haberi Abdül-Muttalib'e yitişdi. Benî Hâşim, Abdullâh'un ölümine katı acıdılar. Yas tutdılar. Azâ kıldılar. Yidi günden sonra Abdül-Muttalib, Âmine Hâtûn katına girdi, hâtırını sordu.

Âmine Hâtûn katı ağladı. Çok zârilih eyledi. Abdül-Muttalib, Resul anasınun gönlüni ele getürdi. And içti. Eyitdi: "O Yâ Âmine Hâtûn! Sana kulluh hidmeti ben eyleyem... Senün tapuna ben durayım, Oğlum ben besleyem. Dahi kişiye inanmayam" didi. Şeybe hem anun bigi eyledi ki, söyledi. Âmine Hâtûn'un hıdmetine durdı. İşine yumuşına yügürdi.
Kaçan kim ay sekiz oldı. Âmine Hâtûn'un gözine ferişteler kuş suretinde görünürler. Yeşil kanatlarla gök yüzinde uçarlarıdı. Hâtifden ün işidüridi kim "Yâhul-keyâ Âmine" yâni "ahtlısun yâ Âmine Hâtûn kim âhirüz- zaman peygamberinün anası olısarsın" diye beşaret işidüridi.

Kaçan kim ay dokız ay oldı. Rebîül- evvel on iki gicesi isneyn gicesine geldi. Eyyam ül- biz gicelerinün evveli oldı. Abdül-Muttalib'ün âdeti oldı kim eyyam ülbîz giceleri yâni ayun on iki gicesinden on bişine değin üç gün gice ve gündüz aydınlıh olur, ol üç günün gicelerinde Abdül-Muttalib Kâbe’den evine varmazıdı. İrteye değin Kâbe’yi tavaf eyleridi.

Çün ol isneyn gicesi, kim Resûl'un mevlûdı gicesiyidi. Şeybe, Âmine Hâtûn katına geldi. Eksügin gereğin gördi. Dahi kapısını üsdine kilitledi. Kilid dilini bile aldı. Zîrâ korharıdı. Eydüridi: "Olmasun kim düşmanlar, kullar, kırnaklar yoldan çıhalar, eve yol bulalar. Âmine Hâtûn'a kasd ideler" didi ihtiyâtdan.

Ziyan irişe diyü ihtiyat ideridi. Ol gice Şeybe oğlanları birle yine tavafa meşgul oldılar. Âmine Hâtûn hücresinde yalunuz oturup durur.

Ol gice Resûl'un mevludı gicesiyidi. Acâiblerden ne görindi? Resul nice vücûda geldi? Uçmak hurilerinden ulu feriştelerden ne söylediler? Nice görindiler. Ne iş işlediler? Ol gice olan ahvâlin râvîsi, haber viricisi Âmine Hâtûn'dur. Cemî naklidenler andan nakl eylediler, anun dilinden söylediler.

Âmine Hâtûn... eyitdi: "Bana ol gicenün evvelinde evvel işaret kim göründi, olidi kim bir kişi hava yüzinden çağırur kim: "Yâ ehl-es-semâvât! Ve yâ ehl-el-aradîn! Bu gice seyyid-ül- evvelin ve'l-âhirîn vücûde gelür diyü münâdî eyleridi.

Âmine Hâtûn eydür: "ol âvâzı işidicek ben yuharu bahdum. Nûr içinde sanasın gark oldum.
Uyandum gördüm kim yirle gök arasında bir döşek döşediler, yeşil harirden. Andan bir ulu ferişte geldi, azîm heybetlü. Ol meleğün elinde üç âlem, bileşince çok ferişteler, yeşil kanatlu. Cemî'si yalın yüzlü, hûb sûretlü. Yayak değüller. İlla kulisi atlu, atları dahi kendüler bigi kanatları var. Gök yüzinde uçarlar. Ol üç alemün birisini maşrık tarafında dikdiler. Birini mağrib tarafına iletdiler. Bir âlemi Kâbe'nün damı üsdinde dikdiler. Andan cihan gulgule birle doldı. Ol karanu gice gündüz bigi aydın oldı. Andan görirem kim ol atlu ferişteler gökden yire indiler. Abdül-Muttalib'in evini yidi kez tavaf kıldılar. Sevünüşürler, birbirine beşaret kılurlar...


Andan Âmine Hâtûn eydür: "Bana oğlan doğmak haleti hâsıl oldı. Susadum. Su diledüm. Bir cevherden ibrik birle bana su sundılar" dir. "Kardan ak, şekerden şirin. Aldum, içdüm" dir. "Andan sonra bir akkuş kanadı birle arhamı sığadı." dir. "Ol dem içinde Resûl-i Rabb-ül-Âlemîn vücûda geldi" didi. Âmine Hâtûn eydür: "Gözümden perde götrildi. Gördüm Mekke şehrini nûr içinde gark olmış. Hava yüzini ferişteler tutmış. Ben aklumı dirdüm. Dahi mültefit oldum kira vücûda gelen ayali görem kim tîmâr kılmışlar mı? Yohsa yir yüzinde mi yatur? Çün gözünü açdum, bahdum çevremde veledümi görmedüm. İstedüm bulımadum. Kim olduğın, kim iletdüğin bilmedüm.

Ol hurilerden dahi kimse kalmamışıdı. Gümân iletdüm kim ol mevlûdı uçmak hurileri aldılar, gitdiler. Çün aklum başuma dirşürdüm ise gördüm; Veledüm evün bucağında Kâbe’ye karşu secdeye inmiş. Sağ elinün şehâdet barınağın yuhan dikmiş, söylenür, illâ bilmezem ne söylemindi... (Kitab-ı Siyer-i Nebi nesir bolümden.

PEYGAMBERİN DOĞUM
Rebîül evvel ayı kutlu olsun
Hemîşe dil ü din kuvvetlü olsun

Resulün mevlûdı bu ay içinde
Cihanda maruf u meşhur oldı

Nebînün ânesi Âmine Hatun
Haber virdi bu söz mastûr oldı

K'ayun on ikisi isneyn gicesi
Harâb olmuş evüm mâmur oldı

Evümden göklere bir nûr çıkdı
Ki dünya dopdolu ol nûr oîdı

Döşendi bir bisât-ı ins sündüs
Havada illa kim mestur oldı

Dikildi üç âlem şarka vü garba
Birisi Kâbe’de menşur oldı

Yakîn oldı bana kim Mustafâ'nun
Vücûda gelmeği destur oldı

İnildedüm yalunuzluh elinden
Ki avret özri ile mâzûr oldı

Divar yarıldı vü üç hûrî geldi
Bum gör kim munisim hûr oîdı

Çalap emr eyledi Rıdvan'a kim tîz
Bezegil cennet ehlin cennet ile

Vücûda gelür ol sultân-ukbâde
Nazar ehline key manzûr oldı

Ana oldun anun bigi Resûl'e
Kim anun ümmeti mağfur oldı

Beni tatlu dilile toyladılar
Cânum ol sözlere mağrur oldı

Bu kez bölük bölük geldi huriler
Kamu ol söz ile mesrur oldı

Bu Ön gelen sorar ol son gelenden
Kim uçmakdan sizi kim kor oldu

Ki ıtrunuz kohusından yir ü gök
Dolu hem müşg ü hem kâfur oldı

Sizün yüzünüz aydının görüben
Bu gice ay u gün mehcûr oldı

Didiler kim teâlâ vü tekaddes
Kim emrine kamu me'mûr oldı

Rebîüîevvel ayı kutlu olsun
Hemîşe dil ü din kuvvetiü olsun

Velî mevlûdı görmedüm evümde
Yüreğüm oda yandı hasret ile


Oturdılar yanlımda vü önümde
Didüer menzilün çün Tür oîdı

Habîbullâh vücûda geliserdür
Dohsar dünya afv u rahmet ile

Bezensün huri vü gümân u vildân
Kamu saçuya gitsün rağbet ile

Çalapdan Cibril'e emr oldı kim tîz
Tamu kapuların yap heybet ile

Cemî-i vahşa, vü tayra haber kıl
Bu gice kalmasunlar gaflet ile

Amine eydür ol dem oldı kim uş
Vücûda geîür Ahmed kudret ile

Susadum su diledüm içmeğe ben
Elüme sundılar kıf şerbet ile

Sovuk kardan dahi şîrîn şekerden
Dahi tatludur içdüm lezzet ile

Bu kez bir nûr içinde garka oldum
Büridi nûr beni ismet ile

Bir ağ kuş geldi arhamı sığadı
Kanadı birle katı kuvvet ile

Vücûda geldi şol dem ol vücûd ki
Azîzdür kamulardan izzet ile

Ne kan gördüm ne su gördüm ne a
Doğutmadum ben anı zahmet ile

İşidürem ki dünya doldı gulgul
Götürüldi hicâbîar zulmet ile

Dile geldi divâr u taş u toprak
Söze geldi dükeli hikmet ile

Beşaret kıldılar biri birine
Ki Ahmed dünya tutdı ümmetile

Görürem Mekke şehri nûr dolmış
Veli gaafil yatur er avretile

Anı üç güne değin gizlü şahlan
Hemîşe gicesin ü...

Gümânum oldı kim huriler aldı
Gözüm dört yanadur bu fikret ile

Rebîüîevvel ayı kutlu olsun
Hemîşe dil ü dîn kuvvetlü olsun

Görürem Kabe'ye karşu Muhammed
Bucaklarda yire urmışdur yüzini

Yüzi secdede barınağın götürmiş
Dili söyler bilimezem sözini

Kesilmiş göbeği sünnet olınmış
Kamatlu sürmelemişler gözini

Bir ak sofla dolamışlar vücûdın
Tenini bağlayan saçmış tuzını

Diledüm kim varam elüme alam
Görem ol aydan arı hûbyüzini

Bir ün geldi havadan heybet ile
Ki gizlen halk gözinden Özini

Ne kim mürsel nebîgeldi cihâna
Muhammed'dür dükelinün güzîni

Cemî-i enbiyâ huy u hisâlin
Virün ana bezenüz kendüzini

Yine bir türlü kavm geldiler tiz
Alup gitdiler ol dîn yılduzını

Yine ol lâhzada ilten getürdi
İşiden anlaya söz rumûzını

Saadet ol kişinün kim Resûl'ün
Gözine çeke ayağı tozını

Ümidi ol-durur bu Gözsüz'e kim
Ümîdsüz koymaya ol, gözsüzini

Rebîülevvel ayı kutlu olsun
Hemîşe dil ü dîn kuvvetlü olsun

Kitab-ı Siyer-i Nebi manzum bölümden

Açıklama
(Nesir bölüm) ün: ses. - Hatif: gaip, sesi duyulup kendi görünmeyen - Şeybe oğlu Abdullah peygamberin babası Ohıdv (okudu) çağırdı. Yâ veledâ: Ey oğul, yavrum, galebe: üstünlük Maslahat: iş, doğrusu Abd birle: Kişi ile Nukl: Çerez Ka'k-ı Şâmî: Şam peksimeti Havâic: gerekli şeyler Yarağın kıldı: tedarikini gördü Yumuş: hizmet, görev Kaçan kim: ne zaman ki Ferişteier: melekler Beşaret: müjde İsneyn: pazartesi Eyyâmü'l: her ârabî aym 12, 13, 14 ve 15 inci günleri Mevîûdı: doğumu Kırnak: câriye Tavaf: Kâbe’nin etrafında dönmek Ahval: hâller, durum Cemî nakl idenler: bütün nakledenler Arapça ibarenin anlamı: Ey gökte ve yerde oturanlar Seyyidü'l-evvelîn vel âhirin: geçmişlerin ve geleceklerin efendisi Hz. Muhammed. Karır: ipek Üç âlem: Üç bayrak hilal Maşrık: Doğu Magrib: Batı. Manzum bölümler hemişe: Daima mastûr: oldu, yazıldı Bisat-ı ins: insanlara mahsus döşek Mestur: Gizli, örtülü Sündüs: Parlak renkli ipek kumaş Munis: Arkadaş. Sultan-ı ukba: Öbür dünya sultanı Key manzür: Ne güzel göründü Itr: Güzel koku mahcur oldu: Unutuldu Sınık: Kırık Rıdvan: Cennetin bekçisi Vildan: Kullar Cemi vahşa ve tayra haber: Yabani hayvanlara ve kuşlara haber Kef, Kab: Bardak. Guîgul: Sesler, çağırışlar Zulmet: Karanlık Hicap: Perde Veli: Fakat Kamatlu: Kundaklı Dükeli: Hepsi güzîn: Seçkin Kendüzini: Kendisini Şahlan: Sakla¬yın Gözsüz: Darîr.

KAYNAK: Ahmet KABAKLI, Türk Edebiyatı Tarihi, II.cilt