Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 HAYALÎ BEY HAYATI ve ESERLERİ

(ö. 964/1556-57) Divan şairi. 

Vardar Yenicesi'nde doğdu (1497-1499 |?|). Asıl adı Mehmed, lakabı Bekâr Memi'dir. Yetişme çağında esaslı bir öğrenim göremeyen şair, o sıralarda Yenice'ye uğ­rayan Kalenderi şeyhi Baba Ali Mest-i Acemi (Sicill-i Osmânî, III, 493) ve müridlerinin cazibesine kapılarak onlara katıl­dı. Bunlarla birlikte seyahat ederek bir­kaç defa İstanbul'a gidip geldi. Bu yolcu­luklarının birinde, böyle güzel bir gencin Kalenderîler arasında yaşamasını uygun bulmayan İstanbul Kadısı Sarı Gürz Nûreddin tarafından şehir muhtesibi Uzun Ali'ye emanet edildi. Bir şiirinde Şah Bayezid'in dergâhını mesken tuttuğundan bahsettiğine göre, Hayâlî'nin İstanbul'a II. Bayezid'in saltanat yıllarında ve 1512'-den önceki bir tarihte gelmiş olması ge­rekir. Muhtesip Uzun Ali'ye emanet edil­mesi ise Sarı Gürz Nûreddin Efendi'nin ilk İstanbul kadılığı zamanına (1511-1513) rastladığından Nûreddin Efendi'nin 1519-1522 yılları arasındaki ikinci kadılığı dev­resi için söz konusu olamaz. Çünkü bu yıl­larda Hayâli Kanunî Sultan Süleyman'ın çevresine girmiş. Âşık Çelebi'nin şair Ga­zali Deli Birader'den söz ederken belirt­tiği gibi (Meşâirü'ş-şuarâ, vr. 291-298) 1522 yılında Kanunî ile birlikte Rodos se­ferine katılmıştır. Şairin Rodos'un fethi münasebetiyle Kanûnî'ye bir de kaside sunduğu bilinmektedir. Baba Ali Mest'in meşhur bir şair olmasına gayret ettiği Hayâlî'nin bir manzumesinde on dört ya­şında iken şiirde şöhrete ulaştığını söy­lediği dikkate alınırsa doğum tarihinin 1497-1499 olduğu düşünülebilir.
       İstanbul'a geldikten sonra Hayâlî'nin hayatında yeni bir dönem başladı. Bir yandan kendini yetiştirirken diğer yan­dan söylediği güzel şiirler onun adını et­rafa yaymaktaydı. Kabiliyetiyle Defterdar İskender Çelebi'nin dikkatini çeken Haya­lî daha sonra da Sadrazam İbrahim Paşa'nın teveccühünü kazandı ve çok geç­meden Kanûnî'nin musâhibleri arasında yer aldı. Rodos'un fethinde, ardından Irakeyn Seferi'nde ve Bağdat'ın fethinde padişahın yanında bulunan şaire 1525-1526'da günlük 10. aylık 290 akçe bağ­landığı, 1528-1535 yıllarında on bir defa 1000'er akçelik ihsanlarda bulunulduğu mevâcib ve in'âmât defterlerindeki ka­yıtlardan öğrenilmektedir. Padişaha bir­biri ardınca sunduğu gazel ve kasideler karşılığında gördüğü ihsanları tezkire sa­hipleri parlak sözlerle anlatırlar. Kendisi­ne önce ulufe, daha sonra timar ve zea­met verilmiştir. Bu ihsanlar sadece hü­kümdardan değil İbrahim Paşa ve İsken­der Çelebi başta olmak üzere diğer dev­let erkânından da gelmekteydi. Âşık Çe­lebi onun zeametinin Serfiçe'de olduğu­nu ve Sütlüce'de bir de bahçesi bulundu­ğunu kaydetmektedir.

Ancak şairin bu ikbali, başta Taşlıcalı Yahya Bey olmak üzere devrin diğer şair­lerinin kıskançlığına sebep olmuştur. İs­kender Çelebi (ö. 1534) ve İbrahim Paşa'nın (ö. 1536) öldürülmesiyle iki büyük hamisini kaybeden Hayâlî'nin talihi dön­dü. Esasen yeni sadrazam Rüstem Paşa edebiyata önem vermediği gibi şair ola­rak da Yahya Bey'i tutmaktaydı. Kendi­ni çekemeyenlerin kışkırtmalarından da korkan şair hayatını emniyette hissetme­diğinden İstanbul'dan uzaklaşmak iste­di. Bunun için padişahtan bir sancak bey­liği, ardından da Rumeli kethüdâlığı dile­ğinde bulundu (Hayâli Bey Divanı, s. 61, 143, 277. 395). Yirmi yıldan fazla arkadaş­lıkları bulunan Âşık Çelebi, hamilerinin ölümünden sonra da padişahın Hayâlî'ye iltifatının devam ettiğini söylüyorsa da bu pek inandırıcı görünmemektedir. Böy­le olsaydı Hayalî gibi istiğna sahibi bir kişi bu tür dilek ve ricalarda bulunmak mec­buriyetinde kalmazdı. Onun ayrıca bazı şiirlerinde 10.000 akçe dirliğinin elinden alındığını, fakirlikten bıçak kemiğe da­yandığı için tevliyet ve dirlik istediğini, hasta olduğunu belirterek timar talep ettiğini, Rumeli'de ecdadının yatmakta olduğu etrafı dağlarla çevrili 2300 akçeli bir köyün (muhtemelen Vize) kendisine verilmesini, hatta "vasf-ı hal’ini dinleme­si için âdeta yalvararak bunun bile bir ih­san olacağını söylediği görülmektedir. Ne zaman ve hangi şartlarda dile getiril­diği tam bilinmeyen bu şikâyetler, şairin padişah yanındaki itibarının zaman za­man sarsıldığını göstermektedir. Onun söz konusu dileklerinin karşılık bulup bul­madığı belli değilse de Hayalî Bey diye anıldığına göre kendisine sancak beyliği verilmiş olduğuna hükmedilebilir.

Hayatının son yıllarına dair fazla bilgi bulunmayan Hayalî Bey Edirne'de öldü. Kabri, Uzunkaldırım Mezarlığı'na karşı dedelerinden kalma Vize Çelebi Mescidi avlusu önünde, kendi yaptırdığı Lüleli Çeşme'nin sol tarafında pencere yanın­da bulunmaktadır (Hayâli Bey Divânı, naşirin girişi, s. XI) Hakkında düşürülen vefat tarihlerinden en güzeli Arşi’nin: "Sö­zü dilde, hayâli gözde kaldı" mısrasıdır.

Hayâlî'nin son yıllarında sıkıntı içinde yaşadığı söyleniyorsa da Gelibolulu Mus­tafa Âlî onun küçümsenmeyecek bir mi­ras bıraktığını haber verir. Kınalızâde Ha­san Çelebi de Hayalî öldükten sonra ço­cuklarının uzun süre bir görev almaya muhtaç olmadan zeametle geçindiğini yazmaktadır (Tezkire, II, 696). Geç evlen­diği için Bekâr Memi lakabıyla anılan Ha­yâlî'nin Ömer ve İbrahim adında edip ve şair iki oğlu olduğu bilinmektedir.

Tezkiresinde Hayâlî'nin güzel bir ruh tahlilini yapan Âşık Çelebi'nin ifadesine göre yakışıklı bir insan olan şair yaratılış olarak dünya malına, giyim kuşama de­ğer vermeyen, gördüğü iltifatlara ve iti­bara rağmen kibirlenmeyen, güzelliğe düşkün, rind meşrep bir kişiydi. Hoşgö­rülü ve dost canlısı olup kendisine hiciv yazılmadıkça başkalarını hicvetmezdi. Böyle olmakla beraber ikbal ve şöhreti etrafında doğan kıskançlıklar karşısında mevkiini korumak için bazan yakın dost­ları aleyhinde bile bulunmaktan çekin­mediği belirtilmektedir.

Hayâlî'nin tek eseri divanıdır. Bazı kay­naklar kendisinin divanını bizzat tertip etmediğini, hatta Kanunî bir defasın­da divanını görmek istediğinde divanın onun şiirlerini toplamış olan Vefalı Şeyhzâde Ali Çelebi'de bulunabildiğini kayde­derler. Bununla beraber bazı şiirlerinde bizzat divan tertip ettiğini belirten ifade­ler bulunmaktadır (Hayâli Bey Divânı, s. 54, 238,290. 330). Ali Nihad Tarlan'ın neş­rettiği divanında bazı şiirleri eksik kay­dedilmiş, İznikli Hayalî Çelebi ve Revânî gibi şairlerin şiirleri onun şiirleriyle karış­tırılmış olsa da mevcut olanlar şairin kud­retini göstermek için yeterlidir.

Divanındaki bazı gazellerinin "Ez Eş'âr-ı Gül-i Sad-berg" başlığını taşıması ve özellikle "Dîbâce-i Gül-i Sad-berg" başlık­lı bir manzumesinde, "Sunup bu nazmı dest-i şehriyâra / Gül-i Sad-berg'i irgürdüm bahara" demesinden, şairin 100 ga­zelini bir araya getirip eklediği bir dîbâce ile birlikte padişaha takdim ettiğini dü­şündürmektedir.

Hayâlî'nin edebî şahsiyetinin gelişme­sinde Vardar Yenicesi'nin rolüne dikkat çekmek gerekir. "Mecma-ı şuarâ ve menba-ı zürefâ" diye anılması yanında "ga­ziler ocağı ve arifler durağı" olarak ni­telendirilen bu küçük Rumeli kasabası başta Şeyh Abdullah-ı İlâhî olmak üzere Hayreti, Usûlî, Garîbî ve Evrenos Bey gi­bi şair, mutasavvıf ve evlâd-ı fatihandan gazilerin meydana getirdiği bir manevî havaya sahipti. Âşık Çelebi'nin naklet­tiği, "Vardar Yenicesi'nde doğan çocuk baba diyecek vakit Fârisî söyler" sözü de burada ne kadar yoğun bir kültür ve sa­nat atmosferinin bulunduğunu göster­mektedir. Böyle bir ortamda doğup bü­yüyen Hayalî, kuvvetli bir tahsil görme­mesine rağmen güçlü şairlik yetene­ğinin yardımı ile önce burada, daha son­ra da İstanbul'daki edebiyat mahfil­lerinde kendini yetiştirdi. Âlî Mustafa Efendi, iyi bir şair olabilmesi için Baba Ali Mest-i Acemî'nin ona oğlu gibi ihti­mam gösterdiğini belirtir. Hayâlî'nin ta­savvuf kültür ve terbiyesini en başta on­dan aldığında şüphe yoktur. Şiirlerindeki tasavvufi unsurların, doğduğu yerin ma­nevî havası yanında Baba Ali ile beraberliğindeki Kalenderîlik döneminden kay­naklandığı söylenebilir. Ali Nihad Tarlan, Hayâlî'nin bâtınî olmakla beraber şiirle­rinde Ehl-i sünnet'i incitecek bir tarafı bulunmadığını ifade eder. Şiirlerini kuv­vetli bir tasavvufi heyecanla söylemesine ve bunlarda Şeyh İbrâhim-i Gülşenî'den hürmetle bahsetmesine rağmen onu doğrudan doğruya mutasavvıf bir şair saymak isabetli olmaz.

Devrinin bütün tezkire yazarları Hayâ­lî'nin büyük bir şair olduğu görüşünde birleşir ve onu "diyâr-ı Rûm'un sultânü'ş şuarâsı, meşhur, mâruf Hayalî Bey" diye anarlar. Hayâlî'yi Hâfız-ı Şîrâzî'ye benze­tenler bununla onun şairlik değerinin yüksekliğini belirtmek istemişlerdir.

Zatî gibi büyük bir şairin şöhretin zir­vesinde bulunduğu bir sırada şiir âlemin­de kendini gösteren Hayalî, zamanla on­dan başka çağdaşlarından İshak Çelebi (Kılıççızâde). Hayreti, Kara Fazlî ve Yahya Bey gibi şairleri de gölgede bırakmayı ba­şarmıştır. Ali Şîr Nevâi ve klasik İran şa­irleri hakkında hürmetkâr bir ifade kul­lanan Hayalî kendini onlarla eşit görür, Osmanlı şairleri içinde de kendisinin Ne­catı Bey'in yerini tuttuğunu söyler. Bu onun atasözü, deyim ve halk tabirleriyle şehirli Türkçesini kullanma yolunda Necâtî Bey'in takipçisi olduğunu da ifade etmektedir. Çağında Hayalîye rakip sa­yılabilecek tek isim olan Fuzûlî onun şöh­retini gölgeleyemeyecek kadar İstanbul'­dan uzakta idi. Bakî şöhrete ulaştığında ise Hayalî çoktan ölmüş bulunuyordu. Ali Nihad Tarlan tasavvufi heyecan itibariyle Hayâlî'yi Bâkî'den üstün görür.

Canlı ve kuvvetli bir üslûpla yazılmış ka­sideleri de olan Hayâlî'nin asıl şahsiyetini yansıtan şiirleri gazelleridir. Bunlarda Ru­meli şairlerinde görülen samimiyet, ilham kudreti, gurur ve istiğna, mahallî renkle­re itina gibi özellikler dikkati çeker. Haya­lî, divan edebiyatında yaygın olarak kul­lanılan "müşebbehün bih"lerdeki benzet­me unsurlarını şahsî heyecanı ve lirizmi içinde eriterek ifade etmesini bilen bir şairdir. Şiirlerinde tasannu zaman zaman ruhundan doğan şiddetli ilhamın heyeca­nı içinde kaybolur. Manzumelerinde şekil mükemmelliğinin bulunmayışı, kayıt al­tına girmek istemeyen mizacından ileri geldiği kadar tahsilinin yetersiz oluşuna da bağlanabilir. Nitekim şiirlerindeki ba­zı imlâ ve söyleyiş kusurlarını Âşık Çelebi'nin düzelttiği bilinmektedir.

Hayalî çağdaşı olan Safî, Huşûî, Âlî ve Yetim Ali Çelebi gibi şairlerce övgüyle anıldığı gibi başta Fuzûlî olmak üzere Rahmî (Pir Muhammed), Ulvî, Vahidî gibi şairler üzerinde de etkili olmuştur. Kanûnî'nin Bağdat'ı fethinde Fuzûlî ile görü­şen ve ondan bir Leylâ ve Mecnûn mes­nevisi yazmasını isteyen Anadolu şairleri arasında Hayalî de bulunmaktaydı. Fuzûlî'nin, meşhur "Su Kasidesi"ndeki "su" redifini Hayâlî'den almış olması kuvvetle muhtemeldir (Köprülü, Edebiyat Araş­tırmaları II, s. 558). Devrinden başlayarak Hayâlî'nin gazellerinin Günâhı, Âlî. Şeyh Galib, Keçecizâde İzzet Molla, İzzet Ali Pa­şa. Bayburtlu Zihnî gibi şairler tarafın­dan tanzîr ve tazmin edilmiş olması tesi­rinin ne kadar güçlü ve devamlı olduğu­nu gösterir.

Hayalî Bey'in divanının Ali Nihad Tar­lan tarafından, İstanbul kütüphanelerindeki on üç nüsha karşılaştırılarak bunlar arasında yedi nüshası üzerinden tenkitli neşri yapılmıştır (bk. bibl). Bu neşre gö­re divanda çoğu Kanunî Sultan Süleyman hakkında olmak üzere yirmi beş kaside, sekiz musammat, bir terkibibend, beş müteferrik manzume, 688 gazel ve otuz üç kıta mevcuttur. Sadece İstanbul kü­tüphanelerinde bulunan nüshalara da­yanılarak hazırlanan bu neşrin sonradan bulunan sağlam nüshalar dikkate alınıp yenilenmesi gerekmektedir. Nitekim bu neşirde, kendisinden otuz üç yıl önce öl­müş olan Hayalî Abdülvehhâb Çelebi'nin (Hayâlî-i Evvel) bazı gazelleri Hayalî Bey'e ait gösterilmişti.(küçük,sy.249 |Ocak 1984|.s.64-69). Hayâlî'nin şiirleri, divanın bu neşrinden hareketle, ayrıca aynı araştırma­cı bu şiirleri Cemal Kurnaz tarafından sistematik bir tahlil çalışma­sına konu edilmiş teşbih ve mecaz unsurları yönünden Ahmed Paşa (Bursalı), Necâtî Bey ve Nev'î divanlarıyla karşılaştırarak orijinal taraflarını göstermiştir (bk. bibl.; Hayalî Bey'in şiirleri üzerinde İstanbul Üni­versitesi Edebiyat Fakültesi'nde yapılmış tez çalışmaları için bk. Kâzım Yetiş. "Tür­kiyat Enstitüsü'ndeki Tezlerin Bibliyog­rafyası", TDED, XXIII |1981|, s. 310).

BİBLİYOGRAFYA:

Hayâlı Bey Dîvânı (haz. Ali Nihad Tarlan), İstanbul 1945, hazırlayanın girişi, s. VII-XV1I; Sehî, Tezkire, s. 126; Âşık Çelebi. Meşâirü'ş-şuarâ, vr. 270b-277", 291s-298"; Latifi. Tezkire, s. 150- 151; Ahdî, Gûlşen-i Şuarâ, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 774, vr. 81b; Beyânî. Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîri, Tarih, nr. 757, vr. 31b; Künhü't-ahbâr'ın Tezkire Kısmı(haz. Mustafa isen), Ankara 1994, s. 212-215; Kınalızâde. Tezkire, I, 354-360; II, 696; Riyâzî, Riyâzü'ş-şuarâ, Nuruosmâniye Ktp., nr. 3724, vr. 64=-67=; Abdurrahman Hibri. Enisü'l-müsâmirin, İCİ Ktp., TY, nr. 451, vr. 77"; Muallim Naci. Esâmi, İstanbul 1308, s. 137; a.mlf., "Hayalî", Mecmûa-i Muallim, sy. 36, İstanbul 1305, s. 141-142; Faik Reşâd. Eslâf, İstanbul 1311, s. 81-85; Sicill-i Osman'ı,II, 313; III, 493; Gibb. HOP, III, 58-69; İbrahim Necmi [Dilmen], Târih-i Edebiyyât Dersleri, İstanbul 1338, I, 98-101; Osmanlı Müellifleri, 11, 160-161;M. Fuad Köprülü, Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1934, s. 133-135, 144-148; a.mlf.. Edebiyat Araştırmaları II, s. 558; a.mlf.. "Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumi Bir Bakış", Yeni Türk, sy. 7", İstanbul 1933, s. 541; Osman Nuri Peremeci. Edirne Tarihi, İstanbul 1939, s. 195-197; TYDK, I, 135-142; Kocatürk. Türk Edebiyatı Tarihi, s. 325-326; Banarlı, RTET, 1, 573-574; Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1986,111, 378-379; Mehmed Çavuşoğlu. Hayâli Bey ve Divân'ından Örnekler, Ankara 1987; Cemal Kurnaz. Hayâli Bey Dîvânı: Tahlili, Ankara 1987, s. 19-60, 563- 611; a.mlf., "Âşık Çelebi'ye Göre Hayalî Bey", 7KA,XXHI/1-2(1985), s. 373-393; a.mlf.. "Necati Bey, Ahmed Paşa, Hayalî Bey ve Nev'î Divanlarındaki Teşbih ve Mecaz Unsurları", a.e., XXVI] (1987), s. 127-173; Halûk İpekten. Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, İstanbul 1996, s. 95-98, 100, 144, 231; Ali Nihad Tarlan. "Hayâlî-Bâkî", TDED, l/l (1946). s. 26-38; Sabahattin Küçük. "Hayalî Bey'in Yayımlanmamış Gazelleri", TDİ, XLVIll/394 (1984). s. 418-421; a.mlf.. "Hayâlî-i Kadîm", TK, XXII/249 (1984). s.64-69; ismail E. Erünsal. "Kanunî Sultan Süleyman Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri", Osm. Ar.,IV (1984). s. 1-17; Fevziye Abdullah Tansel, "Hayalî", TA,XIX, 97-99; Th. Menzel. "Hayâli", İA, V/l, s. 384; Fahir İz, "Hayâli", El2 (ing). IV, 1137; Harun Tolasa, "Hayalî Bey", TDEA, IV, 169-171.

Cemal Kurnaz, islam ans. tdv., 17 cilt 

SON EKLENENLER

Üye Girişi