Gelenekle yeniliğin yer kavgası içindeki 1873 yılı İstanbul’unda dünyaya geldi,
Hoca Tahir Efendi’nin oğlu Mehmet Ragif, namı diğer Mehmet Akif... Eğitim hayatı bu çekişmeden nasibini aldı. İlköğreniminin iki yılını N# Mahalle Mektebi’nde okudu, O kalan üç yılı Maarif Nezaretine "X bağlı, yeni sisteme göre öğrenim yapan ilkokulda tamamladı. Bu süreçte babası Tahir Efendi’den Arapça dersleri aldı.
Ortaokul çağı geldiğinde yeni ile geleneksel arasında karar verme Anne ve baba, oğullarının tahsili konusunda fikir ayrılığına düştü. Anne Emine Şerif Hanım, oğlunun medrese eğitimi almasını arzu ediyordu. Ancak Tahir Efendi, dönemin şartlarının modern eğitim kumrularının verdiği eğitimi gerektirdiğini savundu. “Medresede alacağı eğitimi evde ben de verebilirim” diyerek oğlunu Fatih Rüştiyesi’ne yazdırdı. Mehmet Akif, sırf kendi ailesine özgü olmayan, dönemin birçok ailesinde tahsil konusunda yaşanan bu çatışmayı dizelerine yansıtır:
Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,
Rahmetli babam: “Âdem olur oğlum ilerde. ”
Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu...
Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?
Amali tezâd üzre giderken ebeveynin,
Hep böyle har âb olmada etfâl ara yerde!
Lise çağına geldiğinde ise söz sırası Akif’teydi. Tahir Efendi, lise seçimini oğluna bıraktı. Bunun üzerine Akif, kendi seçimi doğrultusunda Mülkiye’nin idadî kısmına kaydoldu.
Beklenmeyen olaylar, zoraki tercihler
Ancak tercihleri doğrultusunda bir hayat beklemiyordu Akif’i... İdadî’yi bitirip Mülkiye’nin yüksek kısmına geçtiği yıl babası öldü. Bu olaydan kısa bir süre sonra da ailenin yaşadığı ev yangında yok oldu.
Bundan sonra Akif’i babasından miras aile reisliği sorumluluğu ve maddi sıkıntılarla örülü bir eğitim hayatı bekliyordu. Yükseköğrenimin birinci yılını güç bela tamamladı. Bu sırada imdadına, Halkalı Ziraat Mektebi bünyesinde yeni açılan Baytar Mektebi yetişti. Akif, yine bir yol ayrımıyla karşı karşıyaydı. Mülkiye, her yıl çok sayıda mezun veren bir okuldu ve mezunların yalnız bir kısmı memuriyete kabul ediliyordu. Baytar mektebi ise iş garantisi ve dolgun maaş vaat ediyordu. Üstelik öğrenimin son iki yılının yatılı olması, artık çok daha küçük bir evde yaşamakta olan Akif için ayrıca cezbediciydi.
Baytar mektebi, birçoğu dar gelirli halk çocuklarını, donanımlı eğitmenlerle buluşturuyordu. Akif, hocalarından meslekî anlamda çok şey öğrendi. Halkalı Ziraat Mektebi’nin tek katkısı baytarlık talim ettirmek değildi Akif’e... İstiklal şairi ilk şiir denemelerini de mektebin yatılı yıllarında yaptı. Akif’in şiire ilgisi rüştiye yıllarına dayanır. O yıllarda Fuzuli’nin Leyla ile Mecnununu okumasıyla başladı şiir serüveni. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen genç rüştiye öğrencisi, birçok şairi tanıma fırsatı edindi. Ancak Akif’in ilk şiirleri, Baytar Mektebi yatakhanesinde vücuda geldi.
Akif'in şiire ilgisi rüştiye yıllarına dayanır. 0 yıllarda Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun'unu okumasıyla başladı şiir serüveni. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen genç rüştiye öğrencisi, birçok şairi tanıma fırsatı edindi. Ancak Akif'in ilk şiirleri, Baytar Mektebi yatakhanesinde vücuda geldi.
Ne var ki Akif, daha sonraları bu şiir denemelerini beğenmedi ve imha etti. Yine de onun gibi düşünmeyen, Akif’in dizelerini beğenen birileri çıktı, imha ettiği şiirlerin bir kısmı okul arkadaşlarının şiir defterlerinde zamana tutundu. Babasını kaybetmenin verdiği elemi döktüğü satırlar, bunların arasındadır.
Geldi saadetle, fakat nevbahar,
Bende ne ol neşve, ne ol şevk var!
Annemin ıssızca kalan lânesi,
Kardeşimin eşk-i yetimânesi,
Mevce-ger oldukça hayalimde, ah
Görmez olur artık âlemi artık nigah.
1893 yılında Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi, Devleti Aliyye’nin ilk sivil baytarlarını mezun etti. Mektebin ilk birincisi; Mehmet Akif...
Mezuniyetin ardından da Akif’in baytarlık ile şairliği iç içe devam etti. Diplomasını aldıktan dört gün sonra baytar müfettiş muavini unvanıyla göreve başladı. Göreve başlamasından iki gün sonra da ilk kez bir mecmuada dizeleriyle yer aldı.
Mülkiye Nezareti’nde görev yaptığı ilk dört yıl Rumeli’den Arabistan’a imparatorluk topraklarını arşınladı. Teftiş için gittiği Edirne’de ev tutup annesini yanına aldıracak kadar uzun kaldı. Bu süreçte destan derlemesi bile yaptı. Şiir yazmayı da ihmal etmedi. Yıllar sonra “Terkibi Bend”i, Edirneli bir şiirseverin defterinden çıkacaktı.
Teftişin yanı sıra bulaşıcı hastalıklarla mücadele konusunda da çalışmalarım yürüttü. Kâh at sırtında, kâh çamurlu yollarda tabana kuvvet yolculuk ederken memleket gerçekleri ile göz göze geldi. Baytar müfettişi olarak gittiği yerlerde ilkel zirai şartları eleştirdi. Toprağın verimsizliğini anlatırken, köylünün gayretsizliğine de dem vurmaktan kendini alamadı.
Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlaki bitik;
Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.
Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri;
Nerde evvelki refahın ancak onda biri?
Dam çökük, arsa rehin, bahçeyi icra ister;
Bir kalem borca bedel faizi defter defter!
Hiç bakim görmediğinden mi nedendir, toprak,
Verilen tohumu da inkâr edecek, öyle çorak,
Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur:
Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur.
Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine;
Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine
Mehmet Akif’in memuriyeti boyunca, tahsilini tamamladığı Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi ile bağı kopmadı. Okuldaki eğitimin en yüksek standarda çıkması için çabaladı. Veteriner hekim yetiştirmenin, salt okul açıp masa başında ders vermekle olmayacağına inanıyordu. Okul bünyesinde bir bakteriyoloji laboratuvarı açılması için var gücüyle mücadele etti.
1906’da eski okuluna muallim olarak geri döndü. Memuriyetinin yanında, Halkalıda “Kitabiyeti Resmiye” dersleri vermeye başladı. 1907’de ise buna, “Çiftlik Makinist Mektebi”nde verdiği Türkçe dersleri eklenecekti.
Müfettiş muavini olarak başlayan meslek hayatı, yirmi yıl sürdü. Mesleğinde, genel müdür yardımcılığına kadar yükseldi.
Veteriner hekimlik konusunda çalışmaları memuriyetle sınırlı kalmadı. 1908’de ilk veteriner hekim derneği olan “Osmanlı Cemiyet-i İlmiye Baytariyesi”ni kurdu. İlk veterinerlik dergilerinin de kurucuları arasında yer aldı.
Mehmet Akif, memuriyet hayatında dürüstlük ve hakkaniyeti benimsemişti. Haksızlığın olduğu yerde Akif’in yeri yoktu.
Akif, meslek hayatında gördüğü haksızlıklar karşısında iki kez istifa talebinde bulundu. Bunların ilkinde aynı zamanda Mülkiye öğrencisi olan bir genç baytarlık dairesinde işe başladı. Akif, gence okula devam edebilmesi için öğleden önceleri idari izin verdi. Bu durum, dairede Akif’in genci önceden tanıdığına dair dedikodulara yol açtı. Bu dedikodular, Akif’in gence giriş sınavında yardım ettiği iddiasına kadar gitti ve sonuçta gencin işine son verildi. Akif durumu öğrendiğinde son derece müteessir oldu ve derhal istifa talebinde bulundu. Bu durum karşısında, yapılan hata anlaşıldı ve genç memuriyete geri alındı. Akif de amiri ve çalışma arkadaşlarının ricasıyla istifasını geri aldı.
Bu olaydan iki yıl sonra 1913’te Akif’in müdür yardımcılığı yaptığı dairenin müdürü Abdullah Bey, nazırla girdiği fikir ayrılığından ötürü görevinden azledildi. Mehmet Akif, bu konuda Abdullah Bey’in haklı olduğunu biliyor ve azlin, siyasi sebeplere dayandığına inanıyordu. Bu yüzden haksızlık karşısında katı tutumun bir kez daha takındı ve ailesi ile birlikte düşeceği ekonomik darboğazı göze alarak istifa etti.
Akif’in memuriyet hayatı böylece sona erdi. Ancak veteriner hekimlikle bağını hiçbir zaman koparmadı. Ölümünden bir yıl önce, Baytar Mektebi’nin bakteriyoloji laboratuvarı müdürü ile mektuplaşması bunun göstergesidir.
Mezuniyetin ardından da Akif'in baytarlık ile şairliği iç içe devam etti. Diplomasını aldıktan dört gün sonra baytar müfettiş muavini unvanıyla göreve başladı. Göreve başlamasından iki gün sonra da ilk kez bir mecmuada dizeleriyle yer aldı.
Akif, başkasına yapılan haksızlık karşısında meslek hayatına son vermekten ötürü pişman oldu mu, hiç “keşke” dedi mi bilinmez... Ancak “Asım” şiirinde, gerçek ya da kinaye, “Keşke baytarlık edeydim” ifadesine yer verir. Şiirin bu bölümünde, Köse İmam ile mülakatı üzerinden baytarlığın önemine de dikkat çeker.
Keşke baytarlık edeydim...
Yine et mümkünse.
Yapamam –Belki yapardın be...
Unuttum be Köse!
Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lâzımmış;
Beni dinler misin evlâd, yine kim bilse çalış:
Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar,
Bize insan hekiminden daha lâzım baytar
Akif’in mesleğe bakışı ve Pasteur
Akif’in baytarlık anlayışı, ilim ve fende zamanın en ileri noktasına ulaşmaktı. Bunun için batıda geliştirilen tekniklerle bir yarışa girmek gerektiğine inandı. Millî ve manevi değerlere sıkı sıkıya bağlı istiklal şairi, konu müspet ilim olduğunda yabancı ülkelerdeki gelişmelerin sıcağı sıcağına takip edilmesini savundu.
Çağı yakalamak için yabancı yayınların Türkçeye kazandırılması gereğinin farkında olan Mehmet Akif, bunun için mesleki Fransızcasını ilerletme kararı verdi. Adana’da bulunduğu yıllarda, Miralay Baytar İbrahim Ethem Bey’den yardım aldı. Adana’dan sonra bulunduğu Şam’da ilk kitap çevirisini yaptı.
Akif’in meslek hayatına ışık tutan pek çok değerli hocasının yanı sıra bir de yabancı bilim adamı vardır: Fransız kimyager Louis Pasteur... Mesleki Fransızcasını ilerlettikten sonra Pasteur’un çalışmalarını derinlemesine inceledi. Eserlerini incelemekle de kalmadı, Pasteur’un bir fotoğrafım, çalışma odasının duvarına astı. Fransız kimyageri sırf çalışmaları ile değil, dindarlığı ile de takdir ederdi.
Dindarlığı takdirle karşılaması hiçbir zaman İlmî gerçekleri ikinci plana düşürmesine yol açmaz Akif’in... Bir gazetedeki okur mektubuna baytar unvanı ile verdiği cevap bunun en güzel kanıtıdır.
Okur, “hayvan hastalıklarına karşı para ile hafız tutarak yağmur duasına çıkılması yönündeki eski fakat dindarane usul” için devletin niçin bütçe ayırmadığından şikâyet eder mektubunda. Bu konuda Akif’in cevabı açıktır: “Böyle eski bir usul vardı, fakat hiçbir vakit dindarane değildi, iyice bilmeliyiz ki ne kadar hastalık varsa tedavisi için tabibin tavsiye edeceği tedbirlerden başka yapılacak bir şey yoktur.
TRT, VİZYON DERGİSİ