Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

 

İSTİKLÂL MARŞI’NI YAZILMASI VE BU MARŞIN MİLLÎ MARŞ OLARAK

KABUL EDİLMESİ

Sinirlerin iyice gerildiği, ümitle ümitsizliğin birbirine karışmaya başladığı bir zamanda iki sevindirici haber arka arkaya geldi. Bunlardan birincisi, doğuda Ermenilere karşı kazanılan zafer, diğeri de yunanlıların Batıda başlattıkları saldırıyı durdurmayı başaran I. İnönü Zaferi idi.

Mustafa Kemal Paşa ve Millî Savunma Bakanı Fevzi Paşa İnönü Muharebesi’ni Meclise anlattılar. Fevzi Paşa “TBMM’nin genç ordusu, daha henüz ikmal olunmamış ordusu, ilk rüştünü bu suretle ispat etmiştir” dedi. Fevzi Paşa, Yunanlıların İnönü’den çekilirken birçok köyde ahaliyi katlettiklerinden, kadınların ırzına tasallut ettiklerinden ve halka ait hayvanları alıp götürdüklerinden bahsetmişti. Bu husus, milletvekillerini coşturmuş ve heyecanlı konuşmalara yol açmıştı. Konuşmacılar bilhassa Avrupa’ya ve Avrupa medeniyetine hücum ederek şöyle diyorlardı: “... Bu noktada resmî Avrupa’ya değil; ilmî Avrupa’ya, sanatkâr Avrupa’ya hitap edeceğim efendiler. Nerede bu medenî Avrupa?... Efendiler, şiiriyle, medeniyetiyle hayâl ettiğimiz Avrupa nerede? ...”

Mustafa Kemal Paşa heyecanlanmıştı. Şu konuşmayı yaptı: “Milletimizin bugün bütün mazisinde olduğundan daha çok ve ecdadından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için arz ediyorum... Merhum Namık Kemal demişti ki:


Vatan bağrına düşman dayadı hançerini


Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini.

İşte ben bu kürsüden bu Yüksek Meclis ‘in başkanı sıfatı ile Yüksek heyetinizi teşkil eden bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki;
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini.

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini...”

Öte taraftan İnönü Zaferi’nden yaklaşık iki ay önce devrin Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet Bey (İnönü) bir gün Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret ederek “Millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak, Fransızların Marsailles marşına benzer bir mars” yazılmasını ordu adına teklif etti.

Bunun üzerine, bir yarışma açılacağı bir yandan Maarif Vekâleti’nin bir tebliğiyle okullara duyurulurken, öte yandan da matbuat aracılığıyla “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine” sunulmuştu.  İlânda 23 Kânunîevvel 1336 (1920) de de edebî heyet tarafından gönderilen parçalar arasında bir seçme yapılacağı ve marş olarak seçilecek parçanın 500 lira, besteyi yapana da 1000 lira mükâfat-ı nakdîye verileceği bildirilmişti.

Sonuçta yarışmaya 724 parça katılmış, fakat bunların hiç birisi Millî Mücadele’nin ruhunu ifade edebilecek, büyüklüğünü dile getirebilecek güç ve değerde bulunmamıştı.87 Bu arada böyle bir marşın ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği, fakat işin içine para meselesi karıştığından dolayı onun bu yarışmaya katılmadığı söylentileri dilden dile dolaşmaya başladı. İşi sürüncemede bırakmak istemeyen yeni Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Mehmet Akif’in yakın dostu Balıkesir Mebusu Hasan Basri (Çantay) ile görüşerek, Mehmet Akif’in bu yarışmaya katılmasının yollarını aradı. Sonuçta, Akif’in marşı yazması durumunda, yarışmaya katılmamasına vesile olan ödül meselesini de uygun bir tarzda halledebileceklerini içeren bir davet mektubu yazdı. Mektup şöyledir:

“Pek aziz ve muhterem efendim,

İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi, bu müessir telkin ve tehyiç (heyecanlanma) vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim. 5 Şubat 1337 (1921)

Umur-u Maarif Vekili Hamdullah Suphi.”

Hasan Basri Beyin gayret ve ısrarları ile yukarıda da belirttiğimiz İnönü Zaferinden sonra Mecliste cereyan eden duygusal tartışmalar üzerine marşı yazmaya karar veren Akif Taceddin Dergâh’ındaki odasına çekildi ve çok kısa bir süre içinde İstiklâl Marşı’nı yazdı. Hasan Basri (Çantay) gelişmeleri şöyle anlatır.

“Aradan iki gün geçti, sabahleyin erken üstad bizim evde, yazmış, bitirmiş. Fakat vaktin darlığından müşteki...

-Yarına kadar sizde kalsın, göstermeyin, belki tadilât yaparsınız dedim. Artık (Millî İstiklâl Marşı) yazılmıştı! Şimdi bunu -üstadı rencide etmeden-Meclisten nasıl geçirebiliriz? Ben ve -Marşı çok beğenen- Hamdullah Suphi Bey hayli günler bu gizli endişe ile yaşadık.” On kıtalık marş 17 Şubat 1921’de hem Sebilürreşad hem de Hakimiyeti Millîye’de yayınlandı. Her ikisi de şiiri birinci sayfada ve çerçeve içinde vermişti.

Mahmut Goloğlu İstiklâl Marşı’nın meclis gündemine gelişine değinirken “Yeni bir başkent kurulması yolundaki teklifini kabul ettirememiş olan Mustafa Kemal Paşa, yeni bir devlet düzenine yönelttiği ataklarına devam ediyordu. Ve yeni bir aşama olarak, Millî Mücadele duygu ve çabalarını vicdan ve gönüllere yerleştirip dünyaya duyuracak olan “İstiklâl Marşı” konusunu ele aldırdı” demektedir.

Millî Marş konusu TBMM’nin gündemine ilk kez 26 Şubat 1921 tarihinde geldi. Oturuma İkinci Başkan Vekili Hasan Fehmi Bey başkanlık ediyordu. O, İstiklâl Marşı hakkında Maarif Vekâleti’nden bir yazı geldiğini duyurdu ve uygun bulursanız Eğitim Komisyonu’na gönderelim dedi. Ancak bu görüş Eğitim Komisyonu Başkanı Mehmet Akif’in de bir şiirinin bulunmasından dolayı itirazlara sebep oldu. Tartışmaların yoğunlaşması üzerine Başkan, ortaya çıkan görüşleri basılıp dağıtılmasını isteyenler, tersini isteyenler diye oyladı. Sonuçta basılıp dağıtılması fikri benimsendi.

lk görüşmeden üç gün sonra I Mart 1921’de konu yeniden Meclise geldi. O gün Meclisin ikinci çalışma yılı açılıyordu. O günkü oturumun başkanlığını da yapan Mustafa Kemal Paşa önemli bir konuşma yaptı. Ardındın Basri Beyin, Hamdullah Suphi Beyefendinin İstiklâl Marşı’nı kürsüden okumasına dair teklifi oylattı. Teklifin kabul edilmesi üzerine Başkan Hamdullah Suphi Beyi kürsüye davet etti.

Hamdullah Suphi Bey kürsüye çıkarak “...Bakanlık, yaptığı incelemede olağanüstü güçte bir şiir aramanın gereğini duyduğu için, ben Mehmet Akif Beyefendiye baş vurdum. Kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Çok soylu bir kuşku ile tereddüt ettiler. Bilirsiniz ki, bu şiirler için bir ödül sözü verilmiştir. Bunu kendi adlarına yakıştırmak istemediler ve bundan çekindiklerini açıkladılar. Gerekli tedbiri alır, gerekli ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük şairimiz bize çok güzel bir şiir gönderdiler. Öteki altı şiirle birlikte gözlerinizin önüne koyacağız. Seçmek size aittir.

Arkadaşlar oyumu açıklıyorum. Beğenmek değer vermek konusunda serbestim. Seçimimi yapmışım. Fakat sizin seçiminiz benim seçimimi bozabilir. Bu size aittir” Dedi ve Akif’in şiirini okumaya başladı.

On kıtası da büyük bir coşkunluk ve heyecan içinde dinlenen marş, sürekli ve şiddetli alkışlarla sık sık kesildi. Marşın resmen kabul edilmesi ise TBMM’nin 12 Mart 1921’deki ikinci oturumunda ele alındı. Bazı mebusların marşla ilgili görüşlerini açıklamalarından sonra yapılan oylamada Mehmet Akif’in şiiri “ekseriyet-i azime ile” Türk İstiklâl Marşı olarak kabul edildi.

Marşın kabulünden sonra Meclis Muhasebecisi Necmeddin Bey, kanunen müsabakayı kazanana verilecek olan 500 lira nakdî mükâfatı getirdi ise de Akif Bey, “Ben müsabakaya girmedim; bu para bana ait değildir” diye reddetti. Fakat muhasebecinin “Kanun metninde mükâfatın, kazanana verileceği yazılıdır. Sizin Marşınız kabul edilmiştir; bu para sizindir, Meclis kasasında kalamaz. Siz usulen tesellüm edin, sonra istediğinizi yaparsınız” diye ısrar etmesi üzerine Akif Bey, parayı alıp Sarıkışla Hastanesindeki yaralı gazilere hibe etmiştir.

Mahir İz, Akif ve İstiklâl Marşı ile ilgili bir hatırasını da şöyle nakleder: “Seneler sonra bir gün, Saraçhanebaşı’ndaki evinde kendisini ziyaret ettiğim Akif Beyin çok samimî ahbabı olan Erzurum Mebusu Gözübüyükzâde Ziya Bey, bu mesele açıldığı zaman bana şu hatırasını anlattı: Şâir Akif Beye -Yahu sen bu parayı neden almadın? Sırtında palton yok. Üstelik bana da iki yüz elli lira borcun var. Alıp da bari borcunu verseydin dediğim zaman, merhum sert bir edâ ile -Borç başka, bu iş başka- diye bana mukabelede bulundu. Halbuki ben Akif Beyin karakterini iyi bildiğim halde, sırf bir lâtife olsun diye mahsus böyle söylemiştim.”

Eşref Edip’de konu ile ilgili şunları nakletmektedir: “İstiklâl marşı için tahsis edilen beş yüz lira mükâfatı üstadın kabul etmemesi o zaman çok kimselerce tuhaf görülmüştü. Bahusus o sırada sıkıntısı da vardı. Bu ikramiyeden bahsedenlere çok kızardı. Baytar Şefik’de bir gün bu sebeple üstaddan fena bir azar yedi. Üstad, Ankara ‘da ceketle gezerdi. Paltosu yoktu. Pek soğuk günlerde Şefik’in muşambasını istiare ederek giyerdi. Bir gün Şefik Akif Bey, şu mükâfatı red etmeyip de bir muşamba, yahut bir palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı?- diyecek oldu. Hiddetinden ne hallere geldiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tamam iki ay Şefik’le konuşmadı.”

Akif’in marş için söyledikleri de dikkat çekicidir. 16.5.1936’da Mısır’dan yurda dönüşünde İstanbul’da son günlerini yaşarken bazı arkadaşları kendisini ziyarete gelmiştir. Söz İstiklâl Marşı’ndan açılınca Akif’in gözleri büyümüş ve parlamıştır. Hastabakıcının yardımıyla, yatağından doğrularak şöyle demiştir: “... O günler ne samimî, ne heyecanlı günlerdi. O şiir milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz.— Unu kimse yazamaz... Unu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. U şiir artık benim değildir, ü, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.”96 Baştan sona dikkatle okunduğu zaman İstiklâl Marşı, Millî Mücadele’nin manevî cephesinde zaferin kazanılması yolunda yapılmış “Büyük Taarruz”dur. O dönemde zafere şüphe ile bakanların yanı sıra Millî Mücadele’nin mutlaka zaferle sonuçlanacağına inanmış olanların fikirlerine de büyük bir manevî kuvvet sağlamıştır.

Yrd. Doç. Dr. Osman AKANDERE

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi