Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Sararan yapraklarını ağır ağır dökmeye başlamış ağaçlar... Poyraz, çok kötü bir şekilde hissettiriyor kendini... Hava oldukça sert ve gün yeni ağarmakta Seddülbahir'de... Anadolu'da; analar, evlatlarını düşlüyor, cepheye Çanakkale'ye gönderdikleri... Bacılar, kardeşlerini düşlüyor, kara kara... Sevdalılar, geleceklerini, sessiz sessiz... Ve evlatlar da babalarını, umutla... Seddülbahir ise başka, bambaşka bir şeyi düşlüyor... Hiçbir sevgiliye ve sevgiye benzemeyen Anadolu'yu... Vatan'ı Anadolu'nun her bir karış toprağından, analardan, bacılardan, sevgililerden ve evlatlardan ayrılmış; Çanakkale'de yekvücut olmuş, Ahmetler, Hasanlar, Yahyalar... Ve Mehmetler tek bir düşünce içindedirler bu soğuk Kasım sabahında Seddülbahir'de... Onların düşlerini Bayrak ve Vatan süslemektedir... Gün artık iyice ağarmış, gecenin kuş cıvıltıları yoktur. Denizin ve çamların o mis gibi kokuları da hissedilmez olmuştur... Birden bire kulakları sağır edercesine patlayan top seslerinin gürültüsüne kan ve barut kokuları karışmıştır... Bir kaç dakika evvelinin sakinliği yaşanmamaktadır artık Seddülbahir'de... Dost ve müttefikleri Rusya'yı, Almanya karşısında düştüğü güç durumdan kurtarabilmeyi ve dünyanın en stratejik topraklarına sahip Anadolu'yu işgal etmeyi gece düşlerinde gören İngiliz donanmasına mensup gemiler yavaş yavaş Çanakkale Boğazı'na doğru ilerlemektedirler... Saatler, 06.50'yi gösterirken, Seddülbahir ve Ertuğrul Tabyaları, yüzyıllar evvelin haçlı zihniyetinin mermileri ile gene dövülmeye başlanmıştır.

Seddülbahir, 2 Kasım 1914 akşamının Seddülbahir'i değildir. Kan ve barut kokmaktadır.
       Temmuz 1914'de başlayan ve Ekim 1918'de sona eren Birinci Dünya Savaşı'nın kanlı sayfaları içerisinde 8 ay 14 gün süre ile özel ve önemli bir fasıl işgal eden, tarihi şanla ve zaferlerle dolu Türk Milleti'ne yeni ve eşsiz zaferler kazandıran ÇANAKKALE MUHAREBELERİ başlıyordu artık.
           Bir İngiliz kruvazöründen atılan mermi, Seddülbahir cephaneliğini onbin ton barut ve 360 top mermisi ile birlikte havaya uçuruyor ve Türk Milleti, Çanakkale Muharebeleri'nin ilk şehitlerini, 3 Kasım 1914 günü- nün bu soğuk sabahı veriyordu... 5 Subay ve 81 Er'imiz şehit olmuştur... Kars'tan, Ardahan'dan Gümüş- hane'den, Gaziantep'ten Erzurum'dan, Kahramanmaraş'tan... Kısacası, Anadolu'nun bağrından kopup gelen bu yiğitler, Çanakkale'de ölüme seve seve koşacaklar ve bir karış bile olsa bu vatanın topraklarından fedakârlık etmeyeceklerdi... Boğaz'daki Tabyalarımız zayıf ve yetersizdi... 3 Kasım bombardımanının ardından Çanakkale'de bulunan Barbaros Hayrettin ve Turgut Reis zırhlarından sökülen toplarla tabyalarımız takviye edildi... Su uyuyor, düşman uyumuyordu... İngiliz Bahriye Hazırı Sir W. Churchill'in ısrarlı tutumu üzerine Seddülbahir tabyamız 19 Şubat 1915 günü İngiliz ve Fransız kuvvetlerinden oluşan birleşik bir donanma ile yeniden dövülmeye başlandı... Seddülbahir ve Kumkale kışlaları cehennemi bir ateş altında kaldı... Seddülbahir kışlasındaki yangın büyük boyutlara ulaşmıştı. İtilaf devletlerine göre, Çanakkale mutlaka geçilecekti... Bu inançla tekrarladıkları saldırıda, Seddülbahir ve Kumkale tabyalarımızı susturdular... Ve karaya bir miktar asker çıkarmaya başladılar...
         Akşam ezanı okunmakta, Seddülbahir'de kan ve barut kokuları birbirine karışmakta idi... Mehmetçikler, hiç korkar mıydı ölümden... Ölüm, onlar için Tanrı'ya kavuşmaktı, sevgiliye kavuşmak gibi bir şey...
          Mehmet Çavuş, var gücü ile bağırıyordu... "Ne hakla geldiniz, dünyanın bir ötesinden sizi buralara çağıran mı oldu, ne akla hizmet geldiniz... Gafiller... " Bir elinde küçük bir ağaç dalı, diğer bir elinde irice bir taş parçası... Saldırıyordu düşmana, korkmadan ve yılmadan... Tüfeğinin mermileri tükenmiş, sapı kırılmıştı... Ama Mehmet Çavuş'un daha kayıp ettiği bir şey yoktu ki, taş vardı, sopa vardı... Ve hepsinin ötesinde Mehmet Çavuş'un göğsünde imanı vardı... Bu aşkla, Mehmet Çavuş ve arkadaşları düşmanı bir taraftan denize dökerken, bir müddet evvel susan tabyalarımızdan yeniden açılan cehennemi top ateşleri düşman gemilerini geri çekilmek zorunda bırakıyordu... Ama düşman inatçı idi, acımasızdı... Ve ısrarlıydı... Çanakkale'yi mutlaka geçecek ve Anadolu'yu işgal edecekti... İşte bu amaçla, asıl vurucu ve düşürücü saldırıyı Mart 1915'i ortalarına doğru yapmayı planlıyordu. 7-10 Mart günleri, Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson, Buvet, Charlemagne, Souffren ve Gaulois zırhlıları Boğaz'a girdiler... Karşılıklı cehennemi atışlar Türk tabyalarında ve düşman zırhlılarına oldukça önemli hasarlar meydana getirdi...
           5 Mart'ta başlayan ve zaman aralıkları ile 10 Mart'a kadar devam eden sonuçta düşmanın yenilgisine sebep olan deniz muharebelerinin ardından İngiliz ve Fransızların Boğaz’ı sadece donanmaları ile zorlayarak geçmekten ümidi keserek karadan da zorlama yapacaklarını büyük bir isabetle tahmin eden 25 Şubat 1915'den beri Maydos (Eceabat)'ta 19'uncu Fırka ve Maydos Mıntıka Kumandanı olarak bulunan Mustafa KEMAL, birliklerini muhtemel bir kara savaşına hazırlamaktadır. 10 Mart günü geri çekilen Birleşik Donanmanın 18 Mart 1915 günü sabahından itibaren yeniden Boğaz'a taarruz etmesi İtilaf Devletleri Harp Meclisi'nce kararlaştırılmıştır... 17 Mart gecesi, birleşik donanmanın Boğaz'da yaptığı mayın aramaları neticesi, Boğaz'ın temiz olduğuna ve kati saldırının yapılabileceğine karar veren İngiliz ve Fransızlar, 3 tümen halinden 18 Mart 1915 günü sabahından itibaren yeniden Boğaz'a taarruz etmesi İtilaf Devletleri Harp Meclisi'nce kararlaştırılmıştır... 17 Mart gecesi, birleşik donanmanın Boğaz'da yaptığı mayın aramaları neticesi, Boğaz'ın temiz olduğuna ve kati saldırının yapılabilineceğine karar veren İngiliz ve Fransızlar, 3 tümen halinde 18 Mart 1915 günü sabahı saat 10.30'dan itibaren Boğaz'a girmeye başladılar. Birinci Tümen; Başkomutan De Robeck komutasında Queen Elizabeth, Inflexible, Lord Nelson ve Agamemnon zırhlılarından, ikinci tümen; Albay Hayes Salder komutasında Ocean, Irresistible Wengeace, Albion, Swiftsure, Majestic, Conopus ve Cornwallis zırhlarından ve Üçüncü Tümen'de Fransız Amirali Guepratte komutasında Triumph, Prince George, Gaulois, Souffren, Charlemagne ve Bauvet zırhlılarından müteşekkildir...
          Saat 10.30'da sabahın sisleri tamamen dağılmıştır. Güneş bütün parlaklığı ile Türk Tabyalarının üzerinde kendisini hissettirmeye başlamıştır... Doğmaktadır güneş, bir Zafer'i müjdecisi gibi, Türk Vatanı'nın üzerinde, Türk Tabyaları'na doğru... Mehmetçiklere doğru...
     Gafil düşman, halen Türk Tabyalarını rahatlıkla vurabileceğini Çanakkale'yi ve Anadolu'yu işgal edebileceğini düşlüyordu... Bu amaçla toplamıştı, eski Dünya'dan yeni Dünya'dan "Ne için gelip, ne için savaş- tıklarını bilmeyenleri"...

1071'de Anadolu'yu yurt tutmuş, bu mübarek topraklar için kanlarını, canlarını vermiş, Alpaslanların torunları; 1453'de Dünya'nın çehresini bir anda değiştiren, insanlığı bilmeyenlere öğreten ve bugün bile insan haklarından bahsedenlere daha o günde insan haklarının ne olduğunu öğreten Fatih'in torunları; Devlet kavramına gereken önemi vererek idamesini sağlayan, yarattığı kanunları ile Osmanlı toplumunda Kanuni, kendisinden korkan toplumlarda da Muhteşem lakabını alan Sultan Süleyman'ın torunları acaba bu işgale imkân tanıyacaklar mıydı?
           Asırlardan bu yana, daima kendisinden sonra gelebilecek büyük bir yazar, devlet adamı, asker, bilgin yetiştirmeye alışmış ve bunu kedisine düstur edinmiş Türk Milleti, düşmana aman verecek miydi? Bir gece evvelinde, Boğaz'ın fırtınasına, akıntılarının şiddetine aldırmadan her türlü teknik imkânsızlıklara rağmen Vatan'ın savunulması için denize çıkan sessiz sessiz ama emin adımlarla ilerleyen, döktüğü her mayınla bir milletin kaderini yeniden çizen, Nusrat Mayın Gemisi'nin kahraman personeli acaba Çanakkale Boğazı'nın geçilmesine yüzyıllardan buyana Türk Vatanı olan bu Mukaddes topraklarının çiğnenmesine izin verecekler miydi? Bir tarafta bugün kendilerini rahmetle andığımız isimlerini dahi bilmediğimiz 253.000 şehidimiz, diğer taraftan çoğunluğu ne için geldiklerini ve savaştıklarını bilmeyen insanlar... Amiral Hayes komutasındaki İkinci Tümen Boğaz'da ağır ağır ilerlemeye başlamış ve Tabyalarımızı dövmeye başlamıştı.. Saat 11.50 sularında Çanakkale'de müthiş infilaklar oluyor, Çimenlik Cephaneliği ateş alıyor ve Anadolu Hamidiyesindeki kışla ile Namazgâh kışlası yıkılı- yor, şehirde büyük bir yangın başlıyordu... Çanakkale Yanıyor, ama geçilemiyordu... İtilaf kuvvetlerinin 316 adet uzun menzilli ve etkili donanma toplarına karşılık, birliklerimizin toplam kısa menzilli 93 topunun esamesi bile okunacak gibi değildi...

Mehmet Akif ERSOY’ UN dediği gibi;
"Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından
Alınır kal'amı göğsünde kat kat iman?"

 

Ve akşam, gün batmaya yaklaşırken düşman Bouvet, İrresistible, Ocean gibi büyük zırhlılarını Boğaz'ın sularına gömmüş, Souffren ve Gaulois zırhlıları büyük yaralar almış halde iken harekatı yöneten İngiliz Amirali De Robeck, komutan gemisi direğine "Gemiler Geri Çekilme" emrini toka ettiriyordu... İşte Türk Milleti, asırlardan beri şanla, şerefle yazılmış tarihine yeni bir sayfayı daha ekliyordu... 18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ'ni...
        Bir gece evvel Nusret Mayın Gemisi'nin kahraman mürettebatının döktüğü mayınlara çarparak ağır kapılar veren düşman, Boğazı'ın sadece denizden zorlamalarla geçilemeyeceğine emin olmuştu artık... Donanma hücumları yanı sıra bir "Anfibi Harekâtı" ile yarımadanın ele geçirilmesi gerektiğine inanan düşman, Aznak, İngiliz, Hintli ve Fransız kuvvetleri ile iki grup halinde Yarımadayı işgal etmeyi planlıyordu. Birinci grup, Seddülbahir kesimini işgal ederek Boğaz'ı aşacak, ikinci grup ise Conkbayırı kesimini ele geçirip kuzeyden gelecek Türk kuvvetlerinin güneye inmelerine engel olacaktır. Bu amaçla 25 Nisan 1915 sabahı alaca karanlıkta denizden yapılan bombardımanla Gelibolu Yarımadası'nın üç kesimi üç yandan ateş altına alınmıştı. Çıkarma noktaları olarak Seddülbahir ve Arıburnu seçilmişti. Düşman çıkarma yaptığı bütün kesimlerde, Türk kuvvetlerinden sayıca ve mühimmat yönünden kuvvetliydi... Ancak, düşmanın hesaba katmadığı, katamadığı Türk'ün imanı ile bütünleşen bir Vatan ve Bayrak Sevgisi'nin olması idi...
         I., II. ve III Kirte ve Kerevizdere Muharebeleri olarak Seddülbahir Bölgesi'nde süren savaşlar, 28 Haziran'da başlayan Kanlı Zığındere savaşları ile noktalandı. Öte yandan, Anzak Kolordusu'nun talihin garip bir cilvesi sonucu Arıburnu'ndaki sarp kıyılara sevk ettiği çıkarma kuvvetleri, harbin bir gün Seddülbahir ve Karatepe civarında cereyan edecek Kara Muharebeleri şekline dönüşeceğini daha Ocak 1915'de gören ve buna göre gereken tüm önlemleri alan Türk Milleti'nin Ulu Önder'i, Aziz Atatürk'ün tarihe altın harflerle geçen "BEN SİZE TAARRUZU EMRETMİYORUM; ÖLMEYİ EMREDİYORUM..." emri ile şahlanan Kahraman Mehmetçikler'imizin iman dolu göğüslerine, süngülerine çarpıyordu. Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimentepe muharebelerinde düşmana aman vermiyordu Mehmetçik, vermeyecekti de...
6-7 Ağustos gecesi Büyük ve Küçük Kemikli sahillerinde başlayan ve daha sonra oldukça gelişen harekât; Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal'in birliklerine 10 Ağustos sabahı yaptırdığı süngü hücumları ile Türk Milleti'ne yeni bir Kahramanlık Destanı'nı ve yeni bir Zafer'i hediye ediyordu. Ve düşmana ANAFARTALAR’DA dersini veriyordu.
Kahraman Türk Ordusu, imanı ile cesareti ile Vatan ve Bayrak sevgisiyle Yüce ATATÜRK'ünden aldığı emirle şahlanıyor, şahladıkça düşmanı eziyor, eziyordu... Kanla, şahla ve şerefle Türk ve Dünya tarihine yeni bir ibret ve gurur sayfası yazıyordu... ÇANAKKALE GEÇİLMEZ... diyordu.
Ve düşman, 20 Aralık 1915'de Arıburnu ve Anafartalar Cephesini; 9 Ocak 1916'da da Seddülbahir Cephesini terk edip gidiyordu...

SON EKLENENLER

Üye Girişi