Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KARİKATÜRLERLE ÇANAKKALE


SFENKS-TÜRK KADINI BOĞAZ'I BEKLİYOR

Burada Osmanlı’nın başarısının kadın üzerinden anlatılması Önemli. Zira Avrupa karikatürleri o döneme kadar Türk kadınını hep olumsuz figürlerle tasvir ediyorlardı. Sfenks-Türk kadınının başının üstündeki hilal de dikkat çeken unsurlardan biri. O döneme kadar küçük, yana ya da aşağıya dönük cılız bir figür olarak çizilen hilal, Osmanlı’nın savaştaki başarısından dolayı İslam’ın yükselişe geçtiğini ima etmek üzere büyük ve yukarı bakar biçimde çizilmiş.

Alman malı fındıklar adamı dişinden eder

Osmanlı toplarının İngiltere ve Fransa’nın savaş gemilerini batırmasını anlatan bu karikatürde Almanya’nın rolüne vurgu yapılmış. İngiltere’yi temsil eden John Bull karakteri vahşi ve hımbıl, canavarımsı bir insan suretinde. Elinde iki kırık azı dişi şeklinde çizilen savaş gemilerini tutuyor. Birinin üzerinde Ocean, diğerininkinde Irresistible yazılı. Bull’un kafasındaki korsan şapkası da ilginç. Soldaki Fransız’ın elinde üzerlerinde Bouvet ve Gaulois yazan, yine savaş gemisi şeklindeki azı dişleri görülüyor. Bunlara bir şeyler ikram eden “sevimli Türk” durumdan hayli memnun. Dişlerin kırılmasının sebebi, tabaktaki fındıklar. Sert mi sert Çanakkale fındıklarının üzerinde “Alman malı” yazıyor. Sağ alt köşede beliren hilal ve yıldızın ise keyfine diyecek yok doğrusu.

Kafalar değil, gemiler mühim!

İngiltere’yi temsil eden John Bull sahili kaplayan iskeletler arasında düşünceli bir şekilde piposunu tüttürüyor. Kaygılı halinin sebebi, ayaklarının altındaki kemikler değil, batan savaş gemileridir. Bu kadar İngiliz askerinin ölmesine rağmen hâlâ savaş gemilerini ve üretici firmaları düşünmesi İngiltere’nin kapitalist anlayışına işaret ediyor.

Payitahtın giyotini

Başarısız Gelibolu çıkarmasının İtilaf devletleri üzerinde meydana getirdiği tereddüt, ümitsizlik ve korku hâli. Üzerinde “Çanakkale” yazan ve giyotin şeklinde tasvir edilen kapının çerçevesinin üst kısmına iki hilâl motifi yerleştirilmiş. Kapının hemen ardında ise fesli ve bıyıklı bir Türk. Giyotinin ipi elinde, dışardakilerin kafalarını uzatmalarını bekliyor. Çanakkale giyotininin hemen önünde bulunan iki amiral endişeli bir şekilde istişare ediyorlar. Görünen o ki, Çanakkale’yi geçme ümitleri kalmamış. Ellerindeki iplikler hemen arkalarındaki savaş gemilerinde bağlı. Giyotinin önünde duran Türk ve arkasındaki şehir oldukça büyük çizilmişken, İngiliz ve Fransız amiraller ile elleriyle çektikleri savaş gemileri aldıkları mağlubiyetle küçülmüş; küçük birer oyuncak gibi tasvir edilmeleri cabası.

Dervişin nefesi düşmanı yerle bir etti

Uzun sakallı, kırmızı fesli ve sarıklı ihtiyar bir derviş dağa abanmış, Boğaz’dan geçmeye çalışan düşmanlara üflüyor. Dervişe göre oldukça küçük tasvir edilen düşman askerleri ve gemiler ise rüzgârın tesiriyle havaya savrulmuş. Osmanlı Devleti’ni temsil eden dervişin karikatürün merkezine yerleştirilmesiyle Çanakkale’de elde edilen başarıya mistik bir hava katılmak istenmiş. Figürü derviş olarak değil de son demlerini yaşayan ihtiyar bir adam olarak da yorumlayabiliriz. Bu kurguya göre yaşlı Osmanlı ölmeden önce bütün kuvvetini toplayarak düşman kuvvetlerini mağlup ediyor.

Boğaz'ı tutan kaya Almanlar

Boğaz’ın her iki tarafına yerleştirilen “Von der Goltz” ile “Liman von Sanders”in ellerinin altındaki tabyalardan düşman gemilerine ateş ediliyor. Başlıklarında Osmanlı hilâli ve yıldızları, göğüslerinde Alman madalyaları bulunan Goltz ile Liman’ın mütebessim hallerinden yaklaşan düşman gemilerinden korkmadıkları ve onları küçümsedikleri anlaşılıyor. Alman subayların devasa büyüklükte, düşman gemilerinin ise minyatür boyutlarda çizilmesi bu imajı destekliyor.
Von der Goltz 1885’ten, Liman von Sanders ise 1913’ten itibaren Osmanlı hizmetinde orduyu ıslah çalışmalarına katıldılar. Her ikisinin Boğaz’ın iki yakasına bekçi gibi yerleştirilmesi Çanakkale’de elde edilen başarılarda Almanların ve ıslah faaliyetlerinin de payının olduğu mesajını vermeye matuf.

Dostlara kapımız her zaman açık!

Sağ üst köşede İstanbul’u temsil eden mekânda oturan Türk, kayıkla kendisine yaklaşan üç kişiyi selamlıyor. Kayıktakiler Bulgaristan ve Avusturya; ayakta kürek çeken ise Almanya. Bunlar “tatlısu yolu’yla cephane fıçısını İstanbul’a getiriyorlar. Altta tam tersine “tuzlu su yolu” ile İstanbul’a ulaşmak isteyenler görülüyor. Gelibolu’dan atılan toplarla gemileri batırılan üç kişi denizde zor durum da kalmış. İtilaf devletleri İngiltere, Fransa ve İtalya’yı temsil ediyor.
Çanakkale’de İtilaf devletlerinin mağlup edilmesinde Avusturya ve Bulgaristan üzerinden gelen Almana cephanesinin etkili olduğu vurgulanmış. Ayrıca İstanbul’u almak isteyen düşman mağlup olup geri çekilirken İttifak devletleri Osmanlı ile anlaşmak suretiyle İstanbul’a ulaşmışlar.

Eski tanrılar bile kapitalizme öfkeli

Kadim Yunan tanrılarından Zeus bulutlar üstünden Gelibolu’da ce¬reyan eden Çanakkale Savaşı’nı seyrediyor. Belli ki hayli üzgün. Bu savaşı kadim Truva Savaşı’yla mukayese ediyor. Spartalı Helen’in Truvalı Paris tarafından kaçırılması sonucunda patlak vermişti Truva Savaşı, aşk için yapılmıştı. Karikatür aynı bölgede şimdi İngiltere’nin kapitalist menfaatleri için savaşıldığı mesajını veriyor.

Süngünün fendi, Poseidon'un yabasını yendi!

Yunanların deniz tanrısı Poseidon şeklinde tasvir edilen John Bull, büyük bir korkuyla denize doğru kaçıyor. Elindeki kadim bir savaş aleti olan üç dişli yabası ve İngiliz bayrağından yapılmış iç çamaşırı dikkatleri çekiyor. Aslında Bull burada biraz da Pitt Bull köpeğine benzetilmiş. Sağda ellerinde süngüleri ve Osmanlı bayrağı olan Türk askerleri Poseidon’u kovalarken. Gökyüzünde başında fesiyle hilâl yaşananları büyüle bir keyifle seyrediyor. Üst yazıda geçen “Allah’ın süngüsüne karşı senin üç dişli yaban neye yarar” ifadesi önemli. Müslümanların Poseidon’u yendiği yorumu da yapılabilir.

Orda bir İstanbul var uzakta!

Üzerinde “Çanakkale” yazan, bar kapısı şeklinde tasvir edilen kapının arkasında Enver Paşa elini uzatmış, İngilizi içeriye sokmuyor. Gelibolu yarımadası üzerinde oturan İngiliz ise bu durumu kabullenmiş görünüyor. Şarkı sözleri İstanbul’a ulaşma ümitlerinin kalmadığını anlatıyor.
Cepheye aktif olarak katılmayan Enver Paşa’nınn Çanakkale’de düşman kuvvetlerini durduran komutan olarak zikredilmesinin iki nedeni olabilir. Öncelikle Alman kamuoyunda Enver Paşa’ya teveccühün bir neticesi olabilir. İkincisi, Harbiye Nâzın ve Erkân-ı Harbiye Reisi olan Enver Paşa, hâliyle Çanakkale’deki başarıda pay sahibi. İkinci izah daha doğru ama Almanların Enver Paşa’ya sempatilerini unutmamak gerek.

Akbabalar İtalyanları bekliyor


Gökyüzünde kocaman hilal ve yıldız, yerde asker cesetleri ve eşyadan oluşan bir tepenin üzerinde iki akbaba... Arkada ise muzaffer ay yıldız. Akbabalar Çanakkale Savaşlarında ölen İngiliz ve Fransız askerlerinin cesetlerini yiyor. Fakat o kadar yemişler ki, sıkılmış, İtalyan askerlerinin cesetlerini bekliyorlar. İngiltere ve Fransa’nın mağlup edildiği, savaşa girecek olan İtalya’yı da aynı hazin sonun beklediği akbabaların lisanıyla ilan edilmiş

GERÇEK SEVGİ: VATAN

Seddülbahir ve Arıburnu’ndaki Tıbbiye öğrencileri sözleşerek, Cuma günü için izin aldılar. Bir araya gelip, üç-beş saati paylaşmak, geçmiş günleri yâd etmek istiyorlardı. Kumandanları tarafından çok sevilirlerdi; kendilerini bekleyen güzel günleri bir kenara itmiş, askere gönüllü gelmişlerdi. Hiçbirisi uygulanan sert disipline uyumsuzluk göstermiyordu. Gece sabahlara kadar kazma kürekle çalıştıklarından, alışkın olmayan el ayaları ve parmaklarının ikinci boğumları su toplamıştı. Deniz motoruyla Eceabat’tan Çanakkale’ye geçerlerken minarelerde öğle ezanı okunuyordu. Topluca Ulu Cami’ye gittiler; hutbe ‘Vatan sevgisine dairdi; İmamın sesi de yüzü gibi nuranî idi; yüreklere işliyordu. Ülkenin içinde bulunduğu elim durumu anlatırken cemaati ‘Ha boşandı, ha boşanacak’ diye bekliyordu. Minberden inerken herkes hutbeyi yarıda keşmişçesine bir duyguya kapıldı. Deniz kenarındaki kahvenin önüne oturdular. Güneşli bir gün olmasına rağmen, hafif bir rüzgâr esiyor, dalgalar üç-beş metre önlerinde sahili okşuyordu. Şehri çevreleyen tepeler, karşılarındaki yamaçlar, canlı yeşilliklere bürünmüşlerdi. Tabiat böylesine cıvıl cıvıl ve canlıyken Çanakkale şehri bambaşka bir manzara arz ediyordu. Uzun menzilli toplarla harabeye dönen şehrin neresine bakılsa, yangın izleri, yıkıntılarla karşılaşılıyordu. Fakir halkın bedbinliği, endişesi de yüzlerinden okunuyordu. Savaş yoktu; fakat adalardaki yoğun faaliyet açık havalarda Gelibolu’nun uç kısmından, Anadolu Yakası’ndan görülüyor, halkın arasında değişik şayialar dolaşıyordu. Gidecek başka yeri olmayanlar burada kalmış, âdeta başlarına gelecek felâketi bekliyorlardı.
Nazmi de Hasan Şakir’e benzer şekilde yanıp tutuşuyordu. Yusuf ona, ‘Kızın haberi var mı?’ diye sorduğunda, ‘Kadın milletine sırrımı verecek adam mıyım?’ cevabı hepsini güldürmüş, esprilere konu olmuştu. Hasan Şakir’i ve Dilara’yı tanıyanlar, ‘gerçekten birbirlerine yakışmışlar’ diyorlardı. Müderris torunu varlıklı ailenin çocuğu olması bir yana, uzunca boyu, narin yapısı, kumral saçları, mütenasip burnu, düzgün dudakları, gözleriyle oldukça yakışıklı olan Hasan Şakir ilk bakışta dikkat çekecek kadar da ağırbaşlı, efendi idi.
Yusuf suretâ imamın hutbesini ele almış gibi:
-Vatan sevgisi güzel de... Dedi ve sustu.
Gülümser bir tavırla baktığı Hasan Şakir, hafifçe pembeleşti. Sabrî manalı bir şekilde Yusuf’a göz kırptı.
-Başka sevgiler de var mı demek istiyorsun?
Nevzat gülümsedi:
-Anlaşana, anne-baba, kardeş, dost sevgisini kastediyor.
Bu sözlerin kendisine söylendiğini anlamazlıktan gelen Hasan Şakir:
-Vatan olmazsa, bütün bunların anlamı kalmaz, dedi. 

Kaynak: Mehmed Niyazi, Çanakkale Mahşeri, Ötüken Neşriyat, İst., 2015, s. 95-96.

 

 


SON EKLENENLER

Üye Girişi