Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARI SIRASINDA CASUSLUK OLAYLARI VE...

TÜRKLER’İN CASUSLUK OLAYLARINA KARŞI ALDIKLARI TEDBİRLER... -DOÇ. DR. BURHAN SAYILIR***

Savaşlarda bilgi kaynağı olarak kullanılan unsurlar, beş ana kategoride toplanmaktadır: Birincisi, yöresel casuslardır. Bunlar savaşın geçtiği bölgelerde yaşayan veya daha önce buralarda yaşamış olan kişiler arasından seçilirdi. İkincisi, iç casuslardır. Bunlar, düşman subayları arasından seçilen kişilerdi. Üçüncüsü olan devşirme casuslar, esir olarak ya da kendiliğinden teslim olan düşman askerleri arasından seçilirdi. Dördüncüsü, hükümlü casuslardı ve bu kategoridekiler, savaşta ele geçirilen düşman askerleriydi. Beşincisi ise hayatta kalan casuslardı. Bunlar da düşman eline düşmüş ve bir şekilde bulunduğu kamptan kaçmış askerlerdi. Söz konusu olan bu casus türlerinden, Çanakkale Savaşlarında kullanılanlarının en önemli ve en yaygını, yöresel casuslardı.

          Belemedik esir kampındaki Avustralyalı ve İngiliz esirler (solda)

                                                                                                    ile İngiliz E 15 denizaltısının (sağda) yakalanan mürettebatı...

                Hepsi sıkı şekilde sorgulanmışlardı..

Özellikle Çanakkale ve çevresinde yaşarken veya savaşın ayak seslerinin duyulmasıyla birlikte ya Yunanistan’a, Yunan adalarına, ya da çalışmak için Avrupa ülkelerine göç etmiş olan Rumlar, Ermeniler ve bazı yabancı uyruklu kişiler bu tür casus olarak, Çanakkale Savaşları’nda bilgi kaynağı olarak kullanılmışlardı. Bunun dışında Türk ordusunda silahaltındayken bir fırsatını bulduğunda İtilâf Devletleri tarafına geçen Rum ve Ermeni askerler de Türk ordusu ile ilgili bilgi alınabilecek kaynaklar olarak kullanılmışlardır.
Türkler tarafından casusluk olaylarının önüne geçilmesine yönelik olarak 1913 yılından itibaren bir dizi önlemler alınmıştı. Yetkili merciler tarafından yapılması gerekenleri içeren yazılar ilgili yerlere gönderilmiş ve bu konuda gereğinin yapılması sert bir dille istenmişti. Bölgede yaşayan Rum, Ermem ve Yahudi gibi azınlıkların dışında değişik nedenlerle Çanakkale ve Gelibolu bölgelerine gelip giden yabancılar da yoğun bir takip işlemine tâbi tutulmuşlardı. Bunları takip eden yerel yöneticiler, bunlarla ilgili raporlar hazırlayarak, bu raporları merkeze göndermişlerdi. 1913’ten itibaren gönderilen raporlarda, sözü edilen bölgelere gelip giden yabancılarla ilgili bilgiler ayrıntılı bir şekilde yer almıştı


Çanakkale’de olası casusluk faaliyetlerim önlemeye yönelik olarak yapılan ilk girişim, buradaki İtilâf Devletleri’ne ait konsoloslukların kapatılmasıydı. Başkomutan Vekili Enver imzasıyla Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığına gönderilen 27 Kasım 1914 tarihli yazıda, Çanakkale’nin Rus konsolosunun Divan-ı Harb’e verildiği ve diğer konsoloslukların da kapatılacağı bildirilmişti. Başkomutanlık’tan Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na gönderilen 6 Aralık 1914 tarihli bir başka yazıda, Rus Elçiliği’ne yapılan baskında, Türk ordusu ile ilgili bazı gizli belge ve bilgilere ulaşıldığı bildirilerek, bu bilgilerin ancak ordudaki askerler tarafından sızdırılmış olabileceği ve bu gibi olayların önüne geçilmesi için gerekenlerin yapılması istenmişti. Aynı yazıda ayrıca, önemli yerlere getirilen kişilerin, güvenilir olmasına dikkat edilmesinin de özellikle üzerinde durulması istenmişti. Kısa bir süre sonra Başkomutanlık’tan Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na gönderilen 11 Aralık 1914 tarihli diğer bir yazı ile Çanakkale’deki Almanya ve Avusturya konsolosluklarının kapatıldığı bildirilmişti. 15 Aralık 1914 tarihli yazı ile de Çanakkale’deki Amerikan Konsolosluğu’nun kapatılması istenmişti.


Merkezden Çanakkale’deki yetkililere gönderilen yazılarda casusluk olaylarında kullanılan yöntemlerle ilgili de bilgiler verilmişti. Dâhiliye Nezareti’nin bir yazısından anlaşıldığına göre, casusluk olaylarında kullanılan yöntemler arasında, yabancı gazetecilerin gazetelerine gönderdikleri haber kâğıtlarının üzerine dikkatli bakılmadığında seçilemeyecek bir şekilde, iğne ile bilgilerin şifrelenmesin, özellikle Almanca gazetelerin, incelenmeyeceği düşünüldüğünden olsa gerek, iç sayfalarına rapor ve bazı bilgilerin yazılması, kadınların haç ve kolyelerinin içinde bilgi saklaması gibi yöntemler sayılmıştı


Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’nın Boğazlar Genel Komutanlığı’na gönderdiği 20 Nisan 1915 tarihli yazısında, daha önce Çanakkale’de yaşayan ve savaş hâlinin belirmesi üzerine Çanakkale’den ülke dışına çıkmalarına izin verilen Hıristiyan ailelerin çıkış kapısı olarak belirlenen şehirlerden, Selanik veya Yunanistan’ın diğer bölgelerine gitmek üzere pasaport aldıkları, ancak daha sonra Bozcaada ve Limni gibi İtilâf Devletleri’nin harekât üslerine gittiklerinin belirlendiği vurgulanarak, bu şekilde hareket eden kişilere çok daha fazla dikkat edilmesi istenmişti. Çünkü alınan istihbarata göre, Çanakkale Boğazı Başkomutanlığı tarafından karargâh binası olarak kullanılan binanın bitişiğinde oturan bir Rum ailenin, Selanik’e gitmek üzere İstanbul’dan aldığı pasaportla Bozcaada’ya gittiği belirlenmişti. İzleyen günlerde adı geçen karargâh binası ve yakınlarındaki erzak depolarının düşman uçakları tarafından bombalandı. Bunun nedeni olarak bu ailenin bilgi sızdırmış olabileceği vurgulanarak, bu gibi olaylara sebebiyet vermemek için Çanakkale’de bulunup daha sonra kasaba dışına çıkacak olan ailelerin, Osmanlı ülkesi dışına çıkmalarının engellenmesinin uygun olacağı kararlaştırılmıştı. Ancak yurt dışına çıkışlarda sağlık nedenleri istisna olarak tutulmuştu. Böyle bir uygulama, bir Ermeni’nin ameliyat olmak için Berlin’e gitmesine izin verilmesinde görülüyordu. Rumların dışında, bölgedeki Ermeniler’in yurt dışına, yurt dışındakilerin de bölgeye girişleri kesin olarak yasaklanmışta.


Yukarıda sözü edilen olaydan başka ard arda şahit olunan üç olay daha, bölgeden göç etmiş olan, iyi derecede Türkçe bilen ve bölgeyi tanıyan Rumlar’ın İtilâf ordusunda nasıl casus olarak kullanıldıklarını açık olarak ortaya koymuştu. Mayıs ayı başlarında, aslen biri Keşan diğeri Edremitli olan ve zamanında buralardan kaçarak adalara giden, buradaki Yunanlı memurların aracılığıyla İngilizlerle işbirliği yapmaya razı edilen iki Rum, Bolayır’da Yıldız Tabyası yakınlarında yerde sürünürken, Türk devriyeleri tarafından yakalanmışlardı. İngilizler bu iki Rum’u, bölgeyi iyi bilmeleri nedeniyle, bu bilgilerinden yararlanmak için Anafartalar bölgesine çıkarmışlar ve burada keşif harekâtına katmışlardı. Ancak bu kişiler, buraları bilmediklerinden ve korktuklarından dolayı bir şey yapamamışlardı. Keşan ve Korudağ civarında asker, top ve tahkimât bulunup bulunmadığım anlamak için, üç ay önce diğer üç kişi ile birlikte bir sandal ile Sazlıdere’nin batısında, Mağaris önünde karaya çıkmışlardı. İngilizler bunlara bu hizmetleri karşılığında 5’er pound vermişti. Köy civarında bir başka Rum ile görüşerek ondan top ve askerlerle ilgili bilgi almışlardı.


Yine Mayıs ayının ortalarına doğru, peşpeşe yaşanan iki olayla birlikte, İtilâf Devletleri’nin bölgeye pek çok Rum’u, casusluk amacıyla getirdiği anlaşılmıştı. Türklerin bazı İtilâf siperlerini ele geçirmeleri üzerine buldukları cüzdanların sahiplerinden birinin Girit doğumlu bir Rum olduğu ve Fransız ordusunda gönüllü olarak savaşa katıldığı anlaşılmıştı. Bir başka cüzdan da yine bir Rum’a aitdi. Cüzdanın içinden çıkan evraktan adının Jean Vernesis olduğu anlaşılan bu Rum’un annesi, Samsun’da ikamet etmekteydi ve bu kişi Samsun’dan Atina’ya gitmiş, oradan da 9 Nisan’da Fransız ordusuna katılmıştı.


Temmuz ayına girildiğinde, savaş bölgesi içinde kalan yerlerde yaşayan Rumlar, casusluk ve İtilâf güçlerine yardım ve yataklık yapabilirler endişesi ile daha içerilere göç ettirilmişlerdi. Göç ettirilen Rumlar, İstanbul’a veya Avrupa’ya giden Ermeniler’den boşalan evlere yerleştirilmişlerdi. Bu yerleştirme kapsamında Gelibolu’dan 480 hane 1856 kişi, Çanakkale’den 11 hane 41 kişi taşınarak yeni yerlerinde ikamet ettirilmişti.


Ağustos ayına gelindiğinde, ilgili bütün yerlere Genel Karargâh İstihbarat Şubesi tarafından 11 Ağustos 1915 tarihli bir yazı gönderilerek casusun tanımı yapılıp, bunlara karşı uyanık olunması istendi. Söz konusu yazı, Times gazetesinin 10 Ağustos 1915 tarihli nüshasında yayımlanmıştı. Makalede casusun tanımı şöyle yapılıyordu: “...Düşmanın işine yarayabilecek deniz ve kara bilgileri, kanunen yetkili olan kişilerin izni olmadan toplayan, kaydeden, neşreden veya düşmana yardım amacıyla haberleşmede bulunan her bir kişi “casus”tur. Keza, casus tanımının İngiltere adaları üzerinde ikâmet etmeyen ve şüphe altında bulunan bir kişiyi de kanun ve yönetmeliklere muhalif olarak haberleşen yahut yeltenen kişiyi de kapsar. İngiltere adaları üzerinde veya dışında bulunan düşmana mahsus olarak haberleşmeyi sağlamak üzere kullanıldığı şüphe edilen herhangi bir adresi casus sayar..”


Casusluk olaylarını önlemek amacıyla yapılan işlemlerden birisi de Türk ordusunda savaşan gayrimüslimlerin izlenmesi ve gözetim altında tutulmasıydı. Çünkü Türk ordusunda sayıları çok olmamakla birlikte, Rum, Ermeni, Yahudi gibi unsurlar da vardı. Bunlarla ilgili de Türk Genelkurmayı tarafından sıkı bir denetim mekanizması kurulmaya çalışılmıştı.


Türk ordusunda görev alan gayrimüslim askerlerle ilgili alınan tedbirlerin ana nedenlerinden biri, Birinci Ordu Komutanlığının 19 Haziran 1915 tarihli yazısında, bir düşman askerinin üzerinden çıkan not defterinde 12 Rum’un düşman tarafına geçtiği şeklinde yer alan bir nottu.. Bunun gibi sık sık yaşanan firar olayları gayrimüslimlerin ileri hatlarda bulundurulmasını sakıncalı hâle getirmişti. Çünkü bu askerler, İtilâf Devletleri tarafına geçtiklerinde, bunlardan istihbarat bilgileri almıyor, bu bilgiler ışığında girişimlerde bulunuluyordu.


Rum askerlerle ilgili alınan önlemlere ilişkin ilk girişim, Temmuz ayının başlarında ölü ele geçirilen bir düşman askeri üzerinde çıkan hatıra defterinde, Birinci Ordu Komutanlığı’nın 19 Haziran 1915 tarihli yazısındaki benzer şekilde, Türk ordusunda savaşan birçok Rum askerin İtilâf güçleri tarafına geçtiği şeklinde yazılı olan bir nottu. Bu notu referans alan Beşinci Ordu Komutanlığı, Güney Grubu Komutanlığı’na gönderdiği 17 Temmuz 1915 tarihli bir yazı ile hem bu bilginin doğru olup olmadığının araştırılması, hem de hâlen cephede görev yapan Rum askerlerinin olup olmadığı ve eğer varsa bunların isimlerinin ve bulundukları görevlerin bildirilmesini istenmişti.
Beşinci Ordu Komutanlığı’nın âcil olarak istediği bilgilere ilişkin olarak Güney Grubu ikinci Mıntıka Komutanlığı’nın 3 Ağustos 1915 tarihli yazısı ile hazırlanan listede, ikinci mıntıkadaki Rum askerlerin kullanıldıkları yerler ve sayılan bildirilmişti. Buna göre bu askerlerden 2’sinin subay adayı, 7’sinin topçu, 6’sının amele olarak ve 2’sinin de cephe kolunda kullanıldığı belirlenince Grup komutanlığı tarafından bu Rumların geri hizmete alınmaları istenmişti.


Yine Beşinci Ordu Komutanlığı’nın 29 Temmuz 1915 tarihli bir başka yazısına cevap olarak gönderilen Güney Grubu Komutanlığı’nın 30 Temmuz 1915 tarihli yazısında Birinci Mıntıka Komutanlığı bünyesinde 8. Tümen’de 8 Rum, 15 Ermeni, 6 Musevi, bulunduğu belirtilmişti ve hepsinin silahsız hizmette görevlendirildiğine dikkat çekilmişti. Bunlara ek olarak 10. Tümen’de 70 Rum askerin olduğu ve bunların 18’nin silahlı hizmette, 6’sının emir eri, 6’sının teskereci, 6’sının sanatkâr, 29’unun mehleci ve 5’inin de aşçı olduğu, 13. Tümen’de 55 gayrimüslim asker bulunduğu ve bunların iaşe ve terzilik gibi hizmetlerde silahsız olarak istihdâm edildiği ve tümenin ileri birliğinde hiçbir Rum’un olmadığı belirtiliyordu. Ayrıca 4. Tümen’de de 70 Rum’un olduğu anlaşılmıştı.


15. Kolordu Komutanlığı’nın 1. Şubesi, Birinci, İkinci ve Geri Mıntıka Komutanlıkları’na gönderdiği 18 Temmuz 1915 tarihli yazı ile savaşan birlikler içinde Rum olup olmadığı sorulmuş ve eğer varsa bunların bildirilmesi istenmişti. İkinci Mıntıka Komutanlığı’nın 15. Kolordu Komutanlığı 1. Şubesi’ne gönderdiği 27 Temmuz 1915 tarihli yazısında savaşan birlikleri içinde 55 Rum’un olduğu bildirmişti.


Güney Grubu Komutanlığı’ndan, Birinci Mıntıka Komutanlığı’na gönderilen 31 Temmuz 1915 tarihli yazıda, 1. Tümen birliklerinde bulunan ve silahlı hizmet yapan 18 Rum’un geri hizmete alınması istenmişti.


Beşinci Ordu Komutanlığı’ndan Güney Grubu Komutanlığı’na gönderilen 9 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Musevi askerlerin savaş kabiliyetleri hakkındaki değerlendirmelerine dair bilgi istenmişti Beşinci Ordu Komutanlığı’nın Güney Grubu Komutanlığı’na gönderdiği 10 Ağustos 1915 tarihli yazısında Museviler’in nasıl savaştıkları sorulmuştu. Güney Grubu Komutanlığı’nın Beşinci Ordu Komutanlığı’na yazdığı 10 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Musevi askerlerinin hâl ve tavırlarında şimdilik herhangi bir sakınca olmadığı, ancak gayrimüslimlerin birinci hatta bulundurulmaması hakkındaki emre uyularak bunların geri hizmete verildiği bildirilmişti.


15. Kolordu Komutanlığından Birinci Mıntıka, İkinci Mıntıka ve Geri Mıntıka Komutanlıkları’na gönderilen 12 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Müslüman askerlerin daima savaş hattında görevlendirilmesinin zarurî olmasıyla ilgili olarak, birliklerin amele taburlarındaki gayrimüslimlerin, Müslümanlarla değiştirilmesinin çok zor olduğunun üzerinde durulmuştu. Bu nedenle, herkesin yerinde kalması ve gayrimüslimlerin Müslüman askerler tarafından gözlem altında tutulması istenmişti. Gayrimüslimler hakkında alınacak tedbirler ise şu şekilde sıralanmıştı: Kesinlikle savaş hattında bulundurulmayacaklar, tek başlarına nöbete çıkarılmayacaklar ve gece nöbetlerine gönderilmeyecekler, erzak ve cephane depolarında koruma görevi ile görevlendirilmeyecekler, birliklerde bulunanlar geri hizmete gönderilecekler, çok azı memur olarak bulundurulacak, özellikle Ermeniler’in hareketleri izlenecekti. Bütün bunlar da Müslüman askerler tarafından yapılacak ve bu iş gayrimüslimlere belli edilmeyecekti.


Kasım ayına gelindiğinde, Rumlar’a yönelik takip işlemleri biraz olsun gevşetildi. Çünkü Türklerin savaş bölgesinde Rumlar’a yönelik aldıkları önlemler, Yunanistan’da Yunanistan’ın İtilâf Devletleri safında savaşa katılması için bir baskı aracı olarak kullanmaya başlamıştı ve bu konudaki çalışmalarına hız veriliyordu. Dâhiliye Nezareti 9 Kasım 1915 tarihli şifreli telgraf ile Venizelos taraftarlarının, Osmanlı topraklarındaki Rumlar’a yönelik alınan tedbirler nedeniyle, Yunan kamuoyunu savaşa katılma yönünde tahrik ettiği ve Yunan kabinesini buna zorlamak için harekete geçtiklerinin anlaşılması ve mevcut kabinenin şimdilik iktidarda kalmasının Osmanlı ve müttefiklerinin siyasi menfatleri için yararlı olacağı vurgulanmış, Rumlar’a karşı müsamahakâr bir siyaset takip edilmesinin, hiçbir taraftan şikâyete imkân verilmemesinin devletçe kararlaştırıldığı ve ona göre gerekli tedbirlerin alınması istenilmişti.


Casusluk olaylarının önlenmesine yönelik alınan tedbirlerden biri de haberleşmelerde kullanılan telsiz telgrafların kodlanarak iletilmesiydi. Haberleşmelerde bazı telsiz telgrafların çalınmasının veya herhangi bir şekilde telgrafların, kişi eliyle düşman tarafına geçirilmesinin engellenmesi için bazı önlemler alınmıştı. Bunların en önemlisi de şifreli yazışmalardı. Bu şifreli yazışmalarda önemli görülen bazı kelimeler veya bilgiler rakamlarla ifade ediliyordu ve bu rakamlar sık sık değiştirilmişti.


Casusluk olaylarının önüne geçilmesi için savaş bölgesine gelen ve giden mektup, gazete gibi iletişim araçları üzerinde yoğun bir sansür uygulanması ve bunun nasıl yapılacağına ilişkin bilgilerin ilgili birimlere verilmesi kararlaştırılmıştı. Hatta bu uygulama, asker ve subay mektuplarına da yapılmıştı. Başkomutanlıksan Çanakkale Boğazı Komutanlığı’na gönderilen 19 Ekim 1915 tarihli yazıda, subay mektuplarının incelenerek üzerine “sansür edilmiştir” ibaresinin yazılması istenmişti. Ancak mektup zarflarının üzerinde adres hanesinde yazılı olan alay ve yer adlarının silinmesi nedeniyle mektupların sahiplerine ulaşmasında ciddi sorunlar yaşanmıştı. Bu sorunun giderilmesi için de Başkomutanlıktan Müstahkem Mevki Komutanhğı’na gönderilen 25 Aralık 1915 tarihli yazı ile erlerin ailelerine gönderdikleri veya ailelerinden gelen mektuplarda ordu, tümen ve hatta alay numaraları, bazı sansür memurlarınca silinmekte olduğu ve bu şekildeki mektupların ve havalelerin sahiplerine ulaştırılmasında postaneler tarafından zorluk çekildiği söylenmiş ve numaraların silinmeyip sadece bu alayın nerede olduğunun silinmesi istenmişti.


Gerek yurt dışına giden gerekse yurt dışından gelen bilgi veya propaganda içerikli iletişim araçların sızmasını engellemek amacıyla da pek çok önlem alınmışa. Bu tür önlemlere ilişkin örnekler verilerek, sansür görevi ile görevlendirilen askeri personelin ve postane çalışanlarının dikkatli olmaları konusunda uyanlar yapılmışa. Örneğin Çanakkale Postanesi Askeri Sansür Yüzbaşısı imzasıyla Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na gönderilen 1 Nisan 1915 tarihli bir yazı ile Amerika’dan, Amerika’nın Çanakkale Konsolosu adına gelen “Leslies” adındaki gazetenin sayfaları arasında, kırmızı boya ile işaretlenen saat kadranı üzerinde muharip devletleri temsil eden resimler içinde Osmanlı Devleti’ni küçük düşüren resimlerin bulunduğu, bu resimlerde Türklerin Rusların ayakları alanda gösterilmiş olduğu, bu gazetenin her nasılsa İstanbul sansür incelemelerinin gözünden kaçağı ve gazetenin üzerine “serbesttir” yazıldığı anlaşılmıştı.


Türk yetkililer, İtilâf kuvvetlerinin bilgi kaynaklarının olabildiğince zayıflatılmasına ilişkin aldığı bazı önlemlere rağmen bazı sorunlar da yaşanmamış değildi. Ayrıca bu önlemlere yeterince uyulmadığı da, savaş sırasında yaşanan bazı olaylarla ortaya çıkmışa. Kuzey Grubu Komutanlığı’ndan 5. Ordu Komutanlığı’na gönderilen 9 Ağustos 1915 tarihli bir yazıda, ölü olarak ele geçirilen İngiliz ve Fransız askerlerinin üzerlerinden, esir edildiğinde ya da öldürüldüğünde, Türk askerinden ele geçirilmiş olduğu tahmin edilen kroki ve haritaların çıkağının üzerinde durulmuş ve bu tür malzemeyi hücum sırasında askerlerin yanlarına almamalarının sağlanması konusunda gerekli uyarılar yapılmıştı.


Türk Genelkurmayımdan bütün birliklere gönderilen 21 Aralık 1915 tarihli bir yazı ile İtilâf askerlerinden kalan kitap, gazete, belge, mektup ve hatta kâğıt parçaları toplanarak merkeze gönderilmesi; bu yazıdan kısa bir süre sonra da Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndan 15. Kolordu Komutanlığına gönderilen 31 Aralık 1915 tarihli bir yazı ile gerek siperlerde gerekse savaş alanlarında İtilâf askerlerinden kalan evrak, kitap, gazete ve hatta önemsiz görülebilecek kâğıtların toplattırılarak merkeze gönderilmesi istenmiştir
Gayrimüslimlerin ve bölgede yaşayan yabancı uyrukluların elindeki araziler de, bulundukları yere göre gerek casusluk ve gerekse tahkimât açısından ciddi problemler doğuruyordu. Bu problemi aşmak üzere ilk ve en ciddi teklif, 8 Ağustos 1915’de Hüseyin Hüsnü ve İsmet imzalarıyla İçişleri Bakanlığı’na gönderilen yazıyla Calvert, diğer adıyla Kokana Çiftliği ile ilgili yapılan kamulaştırma teklifiydi. Teklifin gerekçesinde savaş bölgesi içindeki böyle bir yerin bir İngiliz’in elinde bulunmasının sakıncaları belirtilerek, bölgenin kamulaştırılmak suretiyle buralara Müslüman göçmenlerin yerleştirilmesinin uygun olacağı söylenmişti. Yazıda ayrıca Gelibolu Yarımadası ve Biga Mutasarrıflığı dâhilinde bulunan yabancılara ait arazilerin de güvenlik nedeniyle kamulaştırılmasının önemine dikkat çekilmişti.. Savaşın sonuna doğru, ileride doğacak sakıncaları ortadan kaldırmaya yönelik olarak, yabancı uyruklularla ilgili de bazı kararlar alınmışa. Başkomutanlıksan Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığı’na gönderilen 31 Aralık 1915 tarihli yazı ile Boğaz çevresinde yabancılara ve düşman devletleri tebasına mensup olanların ellerindeki fabrika, çiftlik, hane, arazi ve emlâk ile ilgili listelerin hazırlanarak gönderilmesi istenmişti. Çanakkale Müstahkem Mevki Karargâhından Başkomutanlık’a gönderilen 11 Ocak 1916 tarihli yazı ile Çanakkale Boğazı boyunca fabrika, arazi, çiftlik ve emlâk ile bunların sahibi olanların milliyetleri, miktarları bir liste hâlinde bildirilmişti.


Sonuç olarak, Türk askerî makamları Çanakkale Savaşı’nda giriştikleri silahlı mücadelenin sekteye uğramaması, olumsuz bir durumun doğmaması için İtilâf Devletleri güçlerinin bilgi edinme yollarını da kesmeye çalışmışa. Bu nedenle savaş boyunca casusluk olaylarını önlemeye özel bir önem vermiş ve bu konuda ciddi tedbirler almıştı. Bu tedbirler artırılarak savaş sonuna kadar devam etti. Söz konusu tedbirler kimi zaman başarısız olmuşsa da, genel anlamda amacın gerçekleştirilmesinde etkili olmuştur.

*** DOÇ. DR. BURHAN SAYILIR, ANADOLU ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYGIN ÖĞRETİM BÖLÜMÜ

GENELKURMAY ATEŞE DERGİSİ ASKERİ TARİH ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi