Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 


  Eski kıraathanelerin, adı üstünde kitap okuma hanelerinin, bugün oyun oynanarak zaman öldürülen, sigara içilerek bedenlerin öldürüldüğü nâhoş mekânlar hâline geldiği gibi, bugün de kütüphaneler, ansiklopedi karıştırılıp fotokopi çekilen, yer yer internete girilip boşa vakit öldürülen, ödev yapılan yerler hâline gelmiş bulunmaktadır. Tabii ki ansiklopedi karıştırılıp fotokopi çekmenin kitap okumakla hiçbir ilgisi yoktur. Türkiye’nin birçok yerinde üç beş meraklısı insan da gidip gelmese kütüphaneler tamamen ziyaretçisi olmayan terk edilmiş mabetler haline gelecektir.

          Dışarıda da durum kütüphanelerden farklı değil. Otobüste, parkta, vapurda şurada burada kitap okuyanlara nesli tükenmekte olan türler nazarıyla bakabilirsiniz.

           Bu durum bizim yanlış eğitim anlayışımızın eseridir. Başarıyı sadece okul başarısı bundan da öte sınav başarısı olarak gören bir sistemde yetişen öğrenciye kitap okutmanın önemini kavratmak ve kitap okumayı onda alışkanlık hâline getirmek çok da kolay değildir. Bu sistemin zaafı.  İnsanımızın da okumaya karşı yanlış bir tavır alması var ki sormayın. “Çok okuma kafayı yersin.” , “Okul bitti hâlâ ne okuyorsun?” gibi söylemler bu olumsuz tutumu açıkça ortaya koymaktadır. Çocuğuna ders kitabı dışında kitap okuma izni vermeyen veya bunu kısıtlayan aileler duyuyoruz ve görüyoruz. Bu olumsuz bakışın arka plânını irdelememiz gerekir ki bu da bizim konumuz değildir.

         Kitap okumayı alışkanlık hâline getirmeyenlere bunun sebeplerini sorsanız size bir çırpıda bir sürü gerekçe sayarlar. Bunların en başında zaman yokluğundan, günlük meşguliyetin fazlalığından veya kitap alamamaktan şikâyet ederler.

      Bu tür gerekçelerin hepsi de insanın kendisini rahatlatmaya yöneliktir. Hiçbirisi çoğunluk için haklı gerekçeler değildir. Zaman yokluğundan şikâyet etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur, zira ABD’den sonra televizyon seyretmeye en fazla zaman ayıran bizim insanımızdır. Televizyona ayırdığı zamanının üçte birini ayırsa – ki bu da en az bir saat ediyor- neler okunmaz ki. En basit bir ifadeyle bir saatte 30 sayfa kitap okuyan biri yılda 10800 sayfa okumuş olacaktır.

Gariptir ki insanlar her şeyin en iyisine, buzdolabına, oturma grubuna, televizyona –hatta ikincisini alırlar- en pahalısından cep telefonuna yığınla para verirler de sıra kitaba geldi mi elleri bir türlü ceplerine gitmez. En lüzumsuz eşyalara, içeceklere, giyeceklere yüksek meblağlar ödedikleri hâlde, eğer azıcık da okuma hevesleri varsa onu da ucuz yöntemlerle gidermeye çalışırlar. Hele bugün için yayınevlerinin arttığı, kitapların çeşidinin çoğaldığı, fiyatların da neredeyse bir sigara paketi seviyesinde olduğu bir durumda bu bahanelerin hiçbir tutarlı tarafı yoktur.

Gönle giren her şey göze hoş görünür. Kitabı insanların gönlüne yerleştirmeliyiz. Okumayı sevdirmeliyiz ki kitaba verilen para, ayrılan zaman, harcanan emek insanların gözünde büyümesin. Teşvik ederek, sevdirerek alışkanlık hâline getireceksin. Bunun başka bir yolu yok. Burada iş, en başta ailelere düşüyor ki bu konuda iyimser olmak zor. Çevre ve medya da malum. Magazin programlarından başka fazla bir şey yok. Geriye kalıyor okul ve öğretmenler. Okulda öğretmenler başta kendileri okuyarak örnek olur sık sık tavsiyede bulunurlarsa netice alınabilir. Değilse netice sınırlı kalır. Unutmayın taşı delen suyun kuvveti değil suyun devamlılığıdır.

    S.K.                      

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi