Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AH ANNEM BİR DAHA BEN SENİN SÖZÜNÜ TUTMAZ MIYIM?

1982–1983 Eğitim ve Öğretim yılında çeşitli imkânsızlıklar ve zorluklar içerisinde babamın öğretmen olarak görev yaptığı Kastamonu-Taşköprü’ye bağlı Yeniler Köyü İlkokulu’nda okul hayatıma ilk adımımı attım. O zamanki şartları hayal meyal hatırladığımda her türlü imkânsızlık ve zorluklar içerisinde bugünlere geldiğimize ne kadar şükretsek azdır, diyorum.

Ben ilkokul dördüncü sınıfa başlayacağım sene babam daha önce görev yaptığı Cide’nin Çamaltı köyüne tekrar tayinini istedi. Böylece ilkokulu orada bitirme yolu bize gözükmüştü. Ne yapalım, büyükler ne derse o olurdu bizim anlayışımızda, itiraz hakkımız bile olamazdı. Bizim vazifemiz çantamızı sırtımıza alıp okulun yolunu tutmaktı.

Her neyse, mekân değişikliği ile değişik sıkıntılar içerisinde tamamladığımız dördüncü sınıf bitmiş, yaz tatilini kendi köyümüzde geçirerek tekrar Cide’ye dönmüştük.

Okulların açılmasına birkaç gün kala büyüklerimizin aldığı kararla kendimi dedemle birlikte İstanbul otobüsünde buluvermiştim. Beni annemden, annemi benden ayıran önceleri kabullenemediğim bu acı karar tamamen benim geleceğim, hayatım içinmiş. Beşinci sınıfa İstanbul Üsküdar’da bir ilkokulda amcamların yanında kalarak devam edecektim.

Hakkımda alınan bu kararı ilk başta kabullenememiş; çevreme, arkadaşlarıma alışamamıştım. Köyden gidip de senin benim gibi insanların pek de kıymetli olmadığı dev bir şehre alışmak çok kolay olamazdı. Ama insanoğlu hayatta her duruma o kadar çabuk alışıyor ki… Biz de alışmıştık o telaşa, koşturmacaya, harekete, kalabalığa…

Yıllar da çok çabuk geçmişti. Ayrılığın verdiği ızdırap da olsa zamanı durdurmak imkânsızdı. Aradan dört yıl geçmiş, ben ortaokulu bitirmiştim. Bu arada İstanbul’a da çok alışmıştım, İstanbul’u çok sevmiş, kendi dengimce bir takım arkadaşlar edinmiştim.

İstanbul insana iyi veya kötü çok şey kazandırıyor. Bana da kazandırdıklarından biri, iyi mi kötü mü bilemeyeceğim futbol sevdasıdır. Beşiktaş futbol takımının tam bir fanatiği olup çıkmıştım. Neredeyse ayda bir maçları izlemeye İnönü Stadına gider olmuştum. Beşiktaş’ın kaybettiği maçlardan sonra bazen oturup ağladığım bile olmuştur.

Sahi sadece yaz tatillerinde kavuşabildiğim değerli annem ve babam ben Lise birinci sınıfa başlayacağım seneden itibaren artık hep yanımda olacaktı. Babamın tayini Üsküdar Zeynep Kamil İlkokuluna çıkmıştı. Bilemezdiniz benim o günlerde ne kadar mutlu olduğumu, anlayamazdınız benim o günkü sevinçli halimi. İnsan annesinin ve babasının ne kadar değerli olduğunu böyle günlerde anlıyor.

Babamın göreve başladığı sene 1990 yılıydı. Beni Üsküdar’daki büyük bir lise olan Burhan Felek Lisesi’ne yazdırmışlardı. Artık daha sevinçli, daha istekli gidip geliyordum. Çünkü nazımı çekecek insanlar yanımdaydı, hemen yanı başımdaydı.

Yanlış hatırlamıyorsam 1990 yılının kasım ayıydı. Kapalı, soğuk ve her an gökyüzünün ağlamaya başlayacağı tipik bir İstanbul havası vardı. Kısacası soğuk bir Cumartesi günüydü. Öğleye doğru televizyonu açtığımda, spor haberlerinde Beşiktaş’ın Sarıyer ile oynayacağı maçtan bahsediyordu. İçimden gelen bir hevesle bir ses bu maça gitmem gerektiği yönünde beni ikna etti. Ben çoktan ikna olmuştum ama annemi böyle bir havada nasıl ikna edecektim. O kadar çok dil döktüm ki artık kadıncağız ısrarımdan bıkmış olacak ki “ Ne halin varsa gör. “ dedi. Bende bu cümleyi izin verilmiş olarak kabul edip bakkaldan bir gazete alarak maçın bilet fiyatının paranın eski haliyle 20.000 TL olduğunu öğrendim.

Bizim evimiz Üsküdar’da olduğu için İnönü Stadının bulunduğu Beşiktaş İlçesine ya otobüsle ya vapurla veya deniz motorları ile geçmek zorundaydık. Biz ucuz olduğu için genellikle deniz motorlarını tercih ediyorduk. Bu motorlarla gidiş dönüş ücreti 3.000 TL idi. Benim yanıma alacağım 25.000 TL benim işimi fazlasıyla görmekteydi. Annemden gönülsüzde olsa 25.000 TL almıştım. Annem ne kadar kızıyor da olsa anne merhametiyle her an yanımda olan o yufka yüreğiyle benim aldığım parayı az bulmuş olacak ki o zamanın en büyük kâğıt parası olan 50.000 TL‘yi almam için ısrar etti. Ben yine onun sözünü tutmayarak bu parayı almadım.

Daha fazla gecikmemek ve bir an önce statta yerimi almak için evden hızlı adımlarla çıktım. Amacım bir an önce stada girip çok sevdiğim Beşiktaş’ın taraftarı olarak üzerime düşen görevi yapmaktı, bol bol tezahürat yapıp sevgimi dile getirmekti. Bu heyecanla motordan inmiş hemen stadın giriş yeri açık tribünün kapısının önünde kuyruğa girmiştim. Turnikeye yanaştığım da kafamı kaldırıp gişenin önündeki fiyat yazılı panoya baktığımda müthiş bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Gazetede 20.000 TL yazan bilet fiyatının doğru olmadığını anlamıştım. Oysa maçın bilet fiyatı 25.000 liraymış. Benim motora verdiğim bu 1.500 liradan dolayı cebimde 23.500 lira kalmıştı. Gişelerden kalabalığı yararak geri çıkmaya başladığım sırada orta yaşlı bir amca nereye çıktığımı sordu. Maçın bilet fiyatını yanlış bildiğimi, olan para miktarımın maça girmeme yeterli olmadığını söyledim. Adam bana cebinden çıkarıp 2.000 lira vermişti. Bende o mutlulukla ve büyük bir heyecan içinde hemen koşup bilet alarak içeri girdim.

Maçın başlamasına az bir süre kala statta yerimi almıştım. Şimdi 25 yaşın üstünde olan ve ancak futbol sevdasını o yıllarda dolu dolu yaşayanlar bilirler ki o yıllar Beşiktaş’ın en başarılı olduğu yıllardı. Futbolculardan Metin, Ali, Feyyaz’ın beraber oynayıp da yenemediği takım sanıyorum yoktu. Her neyse bende bu üçünün oynadığı bu maçı seyredecek olmamdan dolayı gayet mutluydum.

Nihayet beklediğim o mutlu an gelmişti, maç başlamıştı. Beşiktaş’ın atakları fırtına gibi gelişiyor, rakip takımı bunalttıkça bunaltıyordu. İlk yarının bitiş düdüğü ile maç Beşiktaş’ın attığı üç golle ikinci yarıya başlayacaktı.

Adeta maçın ilk yarısının bitiş düdüğü benim kendime gelmem için çalmıştı. Ben –tamamen- geriye dönüş için param kalmadığını ilk yarının bitimine kadar farkında değildim. Cebimde 500 lira bulunan biri olarak denizin karşı kıyısında kala kalmıştım. Bu kalan 500 lira beni biraz olsun rahatlatıyordu. Çünkü bu para ile bir telefon jetonu alabiliyordum. Evi arayıp babamı çağıracağım düşüncesi benim maçın bitimine kadar statta kalacağım kararına vardırmıştı.

Fakat bu sıkıntılı dakikalar bana ilk 45 dakikada yaşadığım zevki yaşatmamıştı. Maçın bitimine beş dakika kala Beşiktaş’ın attığı beşinci golden sonra stattan telefon kulübesi aramak için çıktım. Stadın yakınlarında hiçbir telefon kulübesi yoktu. Beşiktaş merkeze doğru koşmaya başladım. Amacım biran önce telefon edip babamın gelmesini beklemekti.

Nihayet 3 kilometrelik bir maratondan sonra Beşiktaş iskelesine yakın bir yerde telefon kulübesine ulaşarak cebimdeki 500 lira ile hemen yanındaki seyyar satıcıdan 350 liralık jetonu 500 liraya almıştım. Büyük bir korku ile kulübeye girdim. Korkumun sebebi bir değil birkaç tane idi. Birinci ve en önemli korkum jetonu ankesöre yutturup konuşamamak, ikinci korkumun sebebi ise basitti evdekilerden azar işitmek. Ama bu korkularımın dışında beklemediğim bir durum ortaya çıkmıştı. Anneme parasız kaldığımı ve bu yüzden eve gelemediğimi, babamın beni gelip almasını söylediğim anda annem sözünün tutulmamasının başıma açtığı iş yüzünden düşünmeden telefonu sinirlenip yüzüme kapatmıştı. Ama ben daha nerede olduğumu, babamı nerede bekleyeceğimi söyleyecektim. Son kuruşumu ve son ümidimi bu jetona bağlamıştım. Maalesef neredeyse bütün ümitlerim suya düşmüştü.

Son bir ümitle babamın stadın olduğu yere geleceğini tahmin ederek tekrar geldiğim yolu bu sefer yavaş adımlarla geri dönmüştüm. Dönüş esnasında sabahtan beri yaşadığım o hızlı, heyecanlı ve çok çeşitli duyguların yerini başka bir hal almıştı. Her şey sakinleşmiş gibi gözükse de benim içimdeki korkular ve heyecanlar o zamanki çocuk aklımla gitgide büyüyordu. Bütün bu sıkıntılı halimde yağmurun başladığını bile nice sonra fark etmiştim. Yağmur beni bayağı bayağı ıslatmıştı da ondan sonra fark etmiştim.

Stadın denize bakan tarafında gide gele ince bir çizgi oluşturmama rağmen babam hala gözükmüyordu. Yağmur şiddetini iyice artırmıştı. Tepeden tırnağa su gibi çıkmış ne yapacağımı bilemez olmuştum. Artık birilerinden yardım talep etmekteydim. Çekingen ve o yaşların verdiği karakterimin özelliğinden dolayı sıkılgan bir tavır içerisinde orada bulunan bir büfeye yanaşıp suç işlemiş çocuklar gibi başımdan geçenleri anlattım. Yol parası istedim. Fakat oradaki adam böyle şeylere çok alışık olacak ki beni dinlemedi bile. Boynumu bükerek oradan uzaklaştım. Bu üzüntü ile yine babamın geleceğinden ümidimi kesmemiş olmalıyım ki etrafa bakmaya devam ettim. Vakit de ilerlemiş olacak ki trafiğin akışı hafiflemişti. Biraz sonra kendimi toparlayarak o caddenin akışından sorumlu trafik polisi gözüme takıldı. Cesaretimi toparlayarak ona başımdan geçenleri hızlıca anlattım. Hiç unutamayacağım bu sevimli yüzlü polis amca bana bundan sonraki hayatımda bütün trafik polislerine hep iyi niyetle bakmamı sağlamıştır. Çünkü cebinden çıkardığı 2.000 lirayı bana yol parası olarak uzattı. Nasıl bir mutlulukla parayı elime aldıysam cebine bile düşürürüm korkusuyla koymadan tekrar, Üsküdar’a gidecek olan otobüslerin kalktığı Beşiktaş merkeze can havliyle koşmaya başladım.

Otobüs durağına geldiğimde Üsküdar otobüsünün kalkmak üzere olduğunu görerek bir otobüs bileti aldım ve otobüse atladım. Bu anı, bu rahatlama anını da ömrümce unutamayacağımı zannediyorum.

Otobüs Boğaziçi köprüsünden geçerken bendeki keyfi, mutluluğu görmeliydiniz. Artık evimin olduğu tarafa Anadolu yakasına geçmiştik. Buraya kadar geldikten sonra nasıl olursa olsun evime mutlaka kavuşurdum. Her neyse evimize yakın olan durakta inerek evin yolunu tutup büyük bir rahatlama ile ama içimde az da olsa bir korkuyla evin kapısını çaldım. Acaba nasıl bir tepki ile karşılaşacaktım? Bu anda en büyük merakım ve heyecanım bu olmuştu.

Kapıyı annem açmıştı. Ben bana hakaret etmesini belki de beni dövmesini beklerken herhalde yüzümdeki ifadeye bakarak, çok sakin bir tavırla beni içeriye aldı. Annemin evde kardeşimle olduğunu, babamın olmadığını az sonra anlamış bu durum beni daha da rahatlatmıştı. Korkumdan babamın nerede olduğunu bile soramıyordum. İçeri girdikten beş dakika sonra bir telefon çaldı arayan babamdı. Zavallı adamcağız benim yüzümden saatlerdir Beşiktaş’ ta beni arıyormuş. Eve geldiğimi annem babama söyledi.

Aradan yaklaşık bir saat geçtikten sonra kapının açıldığını duyduğumda babamın geldiğini duydum. Annem babamı karşılamış, bir süre kapının orada fısıltılı halde konuşmuşlardı. Babamdan beklediğim tepkiyi almayışımın sebebi herhalde bu konuşmalar olsa gerekti.

SON EKLENENLER

Üye Girişi