Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bir ilim adamı, ilk defa hazırladığı gramer kitabını devrin hükümdarına takdim etmek üzere deniz yolculuğuna çıkar. Şark’ın dehası İbn-i Sinâ da o sırada tesadüfen aynı gemide bulunur. Âlimin elindeki kitap dikkatini çeker ve incelemek için rica eder. Yolculuk bitene kadar eseri bir güzel okur, hatta baştan sona ezberler. Gemi karaya yanaşınca gramer âlimi tek başına saraya gider ve kitabını hükümdara takdim eder. Etrafına şöyle bir bakınca, İbn-i Sina’nın da orada olduğunu görür ve çok şaşırır. 

           Padişah, getirilen kitabı tetkik etmesi için İbn-i Sina’ya verir. 0 da eseri şöyle bir karıştırdıktan sonra, bunun yeni bir kitap olmadığım, çok eskiden kaleme alındığını söyler. Hatta bazı sayfaları ezbere okumaya başlar. Tabi ki bizim gramer bilgini bu manzara karşısında hem şaşırır, hem heyecanlanır, hem de üzülür. Neden sonra İbn-i Sina işin aslını söyler, gemi yolculuğu devam ederken kitabı baştan sona ezberlediğini belirtir. Hükümdar, gramerciyi de, İbn-i Sina’yı da ödüllendirir.

     Kitabın hikâyesi aslında insanlığın başlangıcıyla başlar. İnan var olalıdan beri öyle veya böyle bir şekilde kitaplar var olmaya devam ediyor. Yukarıda anlatılan hikâye belki de kitabın ve ilim adamının kıymetini ve zekâsını en güzel anlatan örneklerden biri. Bizim geleneğimiz daha ziyada yazılı değil sözlü anlatıma dayanır. Ancak tarihimize baktığımız zaman ilim adamlarımızın kendilerinden sonraya ölüm söz eserler bıraktığını görürüz. “Söz uçar yazı kalır” sözünde de ifade edildiği gibi kişiler gitmiş, anlatıcılar gitmiş ama gönlündeki ilmi yazıya geçirenlerin eserleri dünyayı aydınlatmaya devam etmiştir. İlk insandan başlayarak belli dönemlerde insanlara kutsal kitaplar gönderilmiş ki insanları sapkınlıktan ve yanlıştan kurtarsın diye. Her ne kadar bizim geleneğimiz sözlü dedikse de milletimizin kitaba ve ilmim adamına büyük değer verdiğini görürüz. Kitaplar içeriğine bakılmaksızın kıymete değer bulunarak en başköşelerde saklanmış. Öyle ki eskiden gazete kâğıtları bile yerlere atılmamıştır. Ayakaltlarından kaldırılmıştır. Yazıya ve yazılanlara saygı gösterilmiştir. Bu gün de öyle midir onu söylemek çok zor.

  Tarihi süreç içerisinde öyle insanlar, kitap sevdalıları yetişmiş ki kütüphaneleri kafalarına nakşetmişlerdir. Tam bir kitap sevdalıları olup ömrünü kitaba adamış insanlar, ayaklı kütüphaneler olmuştur. İşten onlardan bir kaçı; batılıların,  “Kafasının içi müdürlüğünü yaptığı kütüphaneden daha zengin “ dediği İsmail Sâib Sencer, Gelenbevi İsmail Efendi, Mütercim Asım, Kethüdazâde Arif Efendi, Ömer Hilmi Efendi,, Hoca Tahsin Efendi, Ali Emîrî Efendi, Babanzâde Ahmet Naim, Muallim Cevdet,, Ömer Ferit Kam, İsmail Fennî Ertuğrul, Nurullah Pertev Bey, İbnülemin Mahmut Kemal İnan, Mükrimin Halil Yınanç, Muzaffer Özak, Ali İhsan Yurt ve daha niceleri. Bu insanlar kitap okumayı geç kitapları kafalarına nakşedip kaybolsa bile yeniden dikte ettirecek kadar kitap sevdalıları.

 

                   M.T.

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi