Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Elleriniz... Ellerinize bakın lütfen. Beyaz, küçük yapılı; iri, nasırlı; esmer, yumuşacık, kırılgan veya kirli sert ve kaba ellerinize... Ne görüyorsunuz orada? Kimi görüyorsunuz? Gerçekten iyisiyle kötüsüyle, suretiniz ve siretiniz aksediyor mu ellerinize? Günlerce koşmuş yorgun bir bedenin, bir su kenarında soluklanması ve başını eğdiğinde o berrak suda ışıl ışıl kendini görmesi gibi, biz de kendi aksimizi görebiliyor muyuz ellerimizde? Yoksa uzun zamandır onlara küs olduğumuz için, onları umut ve mutlulukla gökyüzüne kaldırıp hiç seyretmediğimiz için ve onları beynimizin emrinde çalışan sefil ve itaatkâr köleler olarak gördüğümüz için, kendi aksimizi bizden saklayacak kadar kırılmışlar mı bize?                      

   Hadi onların gönlünü alalım o zaman. Çünkü ellerimiz bize verilen en kıymetli hediyelerimiz aslında. Ellerimize bakalım. Fakat ellerimiz üzerinden gelecek planları yapan, bizlere yalan vaatlerde bulunan, çıkarcı ve riyakâr falcı kadınlar gibi değil. Umutla ve aşkla bakalım onlara. Bize parmaklarımızın uçlarında sunduklarını ve sunacaklarını düşünerek...

   Mesela ninelerimizin ellerine bakalım önce. Nasırlaşmış, yorulmuş, şefkat ve merhamet dolu; son bir hamleyle “Elveda Dünya” diyen eller...”Neler gördük geçirdik evladım” diyen yorgun nefeslerin kelamı olan eller... Bir şairimizin deyimiyle de “Dua dua karıncalanan”,gökyüzüne açılan, yeryüzünü kucaklayan, secdelerde ve seccadelerde izler bırakan eller... Her bayram şeker, harçlık, hürmet bahaneleriyle öpüp başımıza koyduğumuz; sonraki bayrama kadar da bir daha hiç hatırlamadığımız o eller iyi bakın ve gerçekten öpün onları bugün. Bütün hüzünleri, sevdaları ve umutları kokladığımız  cefakâr ve dünyanın en kutsal elleridir bunlar; anne elleri... Kimi zaman saçlarımızda, kimi zaman rüyalarımızda gezinen  o elleri öyle bir öpün ki bugün gözyaşlarımızla ıslanarak yumuşasın  nasırları ve çözülsün kırışıklıkları.

      Bir ressamın ellerini düşünün sonra. Mavi, yeşil, turuncu lekeler var üstünde. Birbirine karışmış ve safiyetini yitirmiş renkler. Kirli fakat bir anneninkinden çok daha tatminkâr. Çünkü bir ressam, bazen kendi ellerini de kâğıtlara yansıtabilir ve bu esnada uzun uzun seyreder onları. Sadece bir ana sığdırdığı uzun bir hasbıhal oluverir elleriyle gözlerinin arasındaki. Ellerine ne çok muhtaçtır bir ressam aslında. Mutluluğu ve hüznü ellerinde taşır; siyah beyaz tüm gölgeler ve siluetler onum ellerinde oynaşırlar. Van Gogh gibi kulaksız yaşayabilir de bir ressam peki ya elsiz yaşayabilir mi? Ya da ellerini yitiren insan bir ressam olabilir mi? Şüphesiz ellerinin parmakları uçlarında ona sunduğu şey zevk ü sefa içinde sürülen bir hayattan çok daha fazlasıdır. Satın alınamayan ve satılamayan hayaller sunulur bize. Her gün yeniden bembeyaz bir sayfa açarız hayata. Bir kalemle ince ince hayallerimizi işleriz üstüne. Yitirmekten korktuğumuz ve kirletmekten çekindiğimiz değerlerimiz ve düşlerimiz olur dahası.

 

       Peki ya bir hırsızın elleri nasıldır? İri, yorgun, korkak ve tedirgin belki. Kan revan içinde kalmış, kir ve pise bulaşmış, geleceğe dair umutlar beslemeyen çaresiz eller... Karanlığa, gürültülere ve hakaretlere alışkın kocaman ve kaba eller... Fakat bütün bunlara rağmen yaşlı bir kadının elinden tutabilecek kadar merhametli, bir dilenci çocuğun başını okşayabilecek kadar şefkatli ve karanlık kimsesiz gecelerde gözyaşlarıyla yıkanmaya alışmış... Kalp ve akıl nasıl hep çatışma halindeyse sağ el ve sol el de hep çatışma halinde. Yerden bir taş alıp onu karşıdaki süslü vitrine fırlatan sol el ve hemen onun bileğine yapışıp” Hadi kaçalım, alma onu, dur lütfen” diye bağıran da sağ el. Buna rağmen çalınan bu altın kolyeyi taşıyan ve saklayan her ikisi de. Aslında gerçekten onları seyredebildiğimizde, her an canı yanan ve kurtulmayı bekleyen eller bu eller. Başka ellere muhtaç; ekmekten, sudan ve çalıntı bir kolyeden çok daha muhtaç...

      Yeni doğmuş bir bebeğin ellerine ne demeli? Yumuk yumuk, süt beyazı ve süt kokulu. Kazanılmış bir mücadelenin sonrasında, seçilmiş olmanın verdiği gururla ana rahmine sımsıkı tutunan  ve şimdi de hayata sımsıkı tutunması gereken eller... Dünyanın bütün kirlerinden ve kirletilmişliklerinden bihaber; bütün kaygılardan ve kederlerden azade; süt kokulu rüyalarda meleklerle oynaşan eller bu eller. Ne bir nineninki kadar yorgun, ne bir ressamınki kadar heyecanlı, ne de bir hırsızınki kadar kirli henüz. Geleceği meçhul; belki bunlardan hiçbiri, belki de sırayla hepsi. Belki dünyayı taşıyacak kadar güçlü, belki de onu çekemeyecek kadar kırılgan... Belki de ileride bütün insanların ellerini kucaklayabilecek kadar ezeli ve ebedi...”Hak’tan alır  halka veririz” diyen, çağıran ve şefkatle kucaklayan Mevlana’nın elleri,”Yaratılanı sevdik Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus’un elleri,”Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem” diyen Akif’in elleri... Şimdi ne yaptığının ve neler yapabileceğinin farkında olmayan, seyredilmeye ve öpülmeye en fazla değen eller bir bebeğinkiler. Çünkü hiç karalanmamış bembeyaz bir kâğıt kadar temiz, tomurcuğa duran bir gülfidanı kadar umut vaat edici ve topraktan yeni fışkıran bir pınar kadar berraktır onlar.

       Evet, bütün bu insanların ellerine baktıktan sonra, şimdi yeniden bakın ellerinize. Ne görüyorsunuz orada, kimi görüyorsunuz? En güzel insanlar inşa edebilecek bir ustanın hünerli ellerini görebiliyor musunuz? Dünyanın en güzel şiirini yazacak, en güzel şarkısını besteleyecek ve en güzel resmini çizecek elleriniz var mı? Kanayan yaraları, akan gözyaşlarını durdurabilecek ve canı pahasına bombalara karşı koyabilecek cesaret sahibi insanların ellerini görebiliyor musunuz etrafınızda? Ellerine dikenler batsa da gülleri sevmekten ve onları yetiştirmekten usanmayan bir bahçıvanın umut dolu elleri var mı ellerinizde? Bütün dünya haksızlıklara göz yummuşken, bunlara isyan edebilecek, Hakk’ı ve hakikati haykırabilecek eller var mı aranızda?

İyi düşünün var mı?

Var mı?

Var...

N. G.

SON EKLENENLER

Üye Girişi