Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

EŞREF                                   

                                                                      ‘’Bir insanın gerçek zenginliği,

  onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir.’’

Muhammed Bin Abdullah

   Geçenlerde Eşrefimle sahil kenarında dertleşiyorduk. Bir yandan kemancının sesi, bir yandan da denizin doyumsuz eşliğinin, gönlümün ufkunda betimlediği duygular. Eskilere daldık. Çocukluğumuz geldi aklımıza; oynadığımız oyunlar, mutluluklar ve bunlara tezat olarak çektiğimiz acılar... Bir an yüzüme çarpan ayaz, hafif esen rüzgârın uğultusu ve martıların tatlı haykırışı. İstanbul sonbaharda bir başka güzeldi. Acı-acı uzaklara baktık, elimi Eşref’in omzuna attım. 

-Hatırlar mısın üstadım eski bir anıyı? Dün gibi kulağımda haykırışın, sesin, soluğun, hıçkırıkların… Kin dolu gözlerle babana bakışın. Her şeye rağmen yüzünden eksilmeyen masumiyetin, merhametin, dostluğun, kardeşliğin. Aklıma kazınmış be Eşrefim!

-Analım Ali, analım o muhterem günleri. Ayrılmayan kardeşliğin bağlarını. Bu hayatta tek sorumluluğumuz olan yardımları, sevgiyi, insanlığı, merhameti… 

 Annem sobayı yakmış. Güleç sesi kulağımda;

-Uyan evlat.

 Bu tatlı sese hangi beden uyanmaz. Tüm geçen acıların zifiri karanlığını aydınlatır bu ses. Bir anne dokunuşunun verdiği müthiş zevki, başka ne verebilir?

 Kapı çalıyordu, karşımda Eşref; güleç yüzü, mutlu hali, yuvarlak kafası. Yıllardır ayrılmayan dostluğumuzun eseriydi onun insanlığı. Bir gülüşü, masumiyeti, kahkahası tüm dünyaya bedeldir Eşref’in. 

 Acı günlerin tek tesellisiydiler. Allah bu acıların karşısına böyle insanları kaç kişiye nasip eder?  

 On ya da on bir yaşındayız. Kar diz boyu, okul yolu bizi bekler. İki beden büyük gelen yıpranmış botlar, yırtık okul önlüğümüz. Ne anlar çocuk fakirlikten. Bir umuttur okumak bizim için. Birimiz tarihçi, birimiz hâkim olacaktık. Eşref adalet dağıtacaktı, ben ise gençlere atalarımızı öğretecektim. Çocukluk düşüncemiz ya; okuyunca köydeki tüm çocuklara kitap alacaktık. Büyük adam olacaktık ama paramızla değil de kişiliğimizle adam olacaktık. 

 Benim babam ben daha doğmadan ölmüş. Bir yetim maaşı bir de haftada bir pazarda sattığımız sebze ile geçiniyoruz. Eşref annesi ile yaşıyor. Babası kasabada amelelik yapıyor, köyde bir de verimli tarlaları var. Durumları bize göre daha iyi, iyi olsa ne olacak? Köy yerinde geçim zordur. Hele dağın dibinde daha zordur.

  Bir sabah düşmüşüz okul yoluna, sohbet koyu. Tüm eşi, dostu, akrabayı andık. Neredeyse konuşmadığımız kimse kalmadı. Yolu yarılamıştık. Eşrefin gözü botlarımdaydı. Durgun- durgun bakıyordu. Bakmasının sebebini anlıyordum. Yırtıkları artmış ve su topluyordu. Teyzem üç yıl önce kasabadan yollamıştı botları. Dayanamadı Anadolu’nun karına. Eşrefin botlarının da benimkinden pek bir farkı yoktu. O da yıpranmıştı. Allah bilirdi bir daha ne zaman, kaç yaşında alabilecektik yenilerini. Annem daha kaç kere dikiş atacaktı. 

 Aradan bir hafta geçmişti. Eşrefin babası kasabadan geldi. Elinde bir kutu ve bir hararda erzak vardı. Ufak ailesinin yüzünü güldürmek için ne denli acılar çekiyordu? Eşref haftalardır göremediği babasına sevinç içinde koşamıyor, beni düşünüyordu. Üzüleceğim aklınaydı. İnsan ister istemez babanın yokluğunu hissediyor. Arkanda duracak son kale, üzüldüğünde başını yaslayacağın tek omuz. Sevindiğinde sarılacağın tek beden. Darmadağın olur ya hayallerin; bir yapboz misali toplayacak kişi... Sol yanında bir acı hissedersin ve bir sala verilir o gittiğinde. Anlamsızca bakarsın acı hayata. Zordur onsuz yaşaması. Bitmeyen bir özlem birikir kalbinde. Bir umut, sen onun yanına gittiğinde göreceksin. Ne zaman, nasıl, nerede…   

 Ertesi gün Eşrefi çağırmak için evine gitmiştim. Biraz bekledikten sonra geldi. Canı hafif sıkkındı. Ayaklarında yeni bir çift bot vardı.

-Hayırlı olsun Eşrefim!

 Canı neden sıkkın olabilirdi ki? Neden olmasın, benimkiler tamamen eskimişti. Halden anlardı Eşref. Herhalde oda ister böyle şeyler diye düşünmüştür. O botların ayağına girmesine sevineceği yerde, beni düşünüyordu. 

 Çıkacaktık yine o zorlu yola, Eşref biraz beklememi istedi. Ahşaptan yapılmış evine tekrar girdi. Eski botlarını getirdi. Ayağındakileri sırasıyla çıkardı ve eskilerini giydi. Ne yaptığını çözememiş onu izliyordum. Yeni botlarını bana uzattı. 

-Ali, ben eskileriyle biraz daha idare erdim. Senin benden daha çok ihtiyacın var. Sen yenisini alana kadar bunları kullan. Ne olacağımız belli olmaz, bir gün hesaplaşırız.

 Bir an içimden Eşrefe sarılmak geldi. Gözlerimden damla-damla yaş gelmişte fark edememişim. Ne kadar almam, etmem desem de o botlar ayağıma girdi. Önden ben gidiyordum, arkamdan Eşref. Benim bıraktığım izleri takip ediyordu. Yıllar sonra da olsa ilk defa içten gülüyordum. Bu günden sonra Eşrefin öz kardeşten ne farkı vardı?  Hayatın bize bıraktığı acılar kadar mutluluklara da sahipmişiz. 

  Eve dönene kadar ben koştum Eşref kovaladı, Eşref koştu ben kovaladım. Mutluğum ona da yansımıştı. Eşref’in evi köyün biraz daha dışındaydı. Onu bırakmak için yanında gittim. Babası kapının önünde odun kırıyordu. Selam verdim. Babası Eşrefin ayaklarına baktı;

-Oğlum botların nerede?

 Eşref cevap veremeden babası ayağımda olduğunu fark etti. Ben sadece Eşrefe attığı tokadı ve yere düşüşünü gördüm. Botları ayağımdan çıkarıp fırlattım. Çıplak ayakla ağlaya-ağlaya eve koştum. Koşarken tek duyduğum Eşref’in hıçkırışlarıydı.

-Ya Eşref’im, bazen insanın tek sorumluluğudur insanlığı. Kiminin işidir sorumluluğu, kiminin merhameti. Dünya bu; neşesi bizim, acısı bizim, kederi bizim…

 A. T. G.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi