ELHÂN-I ŞÎTÂ - CENAP ŞAHABETTİN
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş;
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyam-ı nevbâhârı arar.
Ey kulübün sürııd-ı şeydâsı,
Ey kebûterlerin naşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı;
Kapladı bir derin sükûta yeri
karlar
Ki hamûş-âne dem-be-dem ağlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek;
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar.
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Na’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar.
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük ser-sefîd baykuşlar
gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar...
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgaan,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar,
Yuvalarda —yetîm-i bî-efgaan—
Son kalan mâî tüyleri kovalar
karlar
Ki havâda uçar uçar ağlar...
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter...
Dök ey semâ, revân-ı tabiat günüdedir;
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler...
Her şâhsâr şimdi —ne bir çiçek, ne bir yaprak—
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng-i nâ-ümid;
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma durma çek
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd...
Göklerden emeller gibi rızân oluyor kar,
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar.
Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur, bir aralık, sonra uçarlar,
Soldan sağa, sağdan sola —lerzân ü girîzân—
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân.
Karlar: Bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar: Bütün ezhârı riyâz- melekûtun.
Dök hâk-i siyâh üstüne ey dest-i semâ dök;
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi,
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümidi.
KELİMELER, AÇIKLAMALAR :
herze: titreyiş: eyyam: günler; kulüb: kalpler; sürûd-ı şeydâ: coşkun, taşkın melodi; kebûter: güvercin; neşîde: şiir, ötüş; ferdâ: son, erte, yarın; hamûş-âner sessizce; rîşe: tüy, saçak; cenah: kanat; hadîka: bahçe; na’ş: ceset; mürde: ölü;pervâz: uçmak; ser-sefîd: beyaz başlı; lâne: yuva; mür-gaan: kuşlar; ser-te-ser: baştan başa; yetîm-i bî-efgaan: haykırmayan yetim; şitâ: kış; tûde: yığın; berk-i semen: çiçek yaprağı; cenâh-ı kebûter: güvercin kanadı; sehâb-ı ter: ıslak bulut; revân: (burada) ruh; günüde: uyumuş; şükûfe: çiçek; şâhsâr: fundalık, ağaçlık yer; zılâl: gölge; dest-i âsmân-ı şitâ: kışın göğünün eli; s"tre-i sefîd: beyaz örtü; rîzan olmak: dökülmek; sû: taraf, yön; sûda: yönde, tarafta; pûyân olmak: yüzmek; bâd-ı hamûş: susmuş, esmeyen rüzgâr; per-i saf: saf, temiz kanat; lerzân: titreyen; girîzân: kaçan; elhân: melodiler, güzel sesler; mezâmîr: mezmurlar (Hz. Da-vudHın şiirleri ve şarkıları; Zebûr adlı kitabın duaları niteliğindedir); ezhâr: çiçekler; melekût: yücelikler, ululuklar evreni, âlemi; riyâz-ı melekût: me-lekût bahçesi; dest-i kerem: cfmertlik eli; berf-i sefîd: beyaz kar; elhân-ı tuyûr: kuşların melodileri, ötüşleri; samt-ı ûmid: ümit sesizliği.
İLGİLİ İÇERİK
CENAP ŞAHABEDDİN HAYATI ve ESERLERİ