Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KAYGUSUZ ABDAL - BİR KAZ ALDIM BEN KARIDAN

ŞATHİYYE AÇIKLAMASI

Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurutan
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaza verdik birkaç akçe
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı ne kepçe
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaz değilmiş be bu azmış
Kırk yıl Kaf dağını gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa
Bu ne haldir behey ağa
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh Nebi'den kalmış belki
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kazımın kanadı sarı
Kemiği etinden iri
Sağlık ile satma karı!
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma belâ
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Suyuna biz saldık bulgur
Bulgur "Allah" deyi kalgır
Be yârenler bu ne haldir!
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaygusuz Abdal nidelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldırıp postu gidelim
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.
KAYGUSUZ ABDAL

KIRK YIL OLDU

Yine nükteler dolu, nefis, tasavvufî bir koşmasına

"Yamru yumru söylerim
Her sözüm kelek gibi"

diye başlayan Kaygusuz Abdal’ın, insan bilmecesinin bir yönünü istihza ile anlatan, tanınmış ve "orijinal" bir şiirini, önce olduğu gibi yazalım. Sonra içindeki tiyatro, sahne, hareket ve mana unsurlarını arayalım.

Başlarken söyleyelim ki, şiirde bizi güldüren ve düşündüren ağırlığın yanı sıra, gözümüze ilk çarpan, harikalı bir Türkçe olmakladır. 15. asırlı, Alâiyeli (Alanyalı) bir şairin, Türkçeyi, bugün hayret uyandıracak ölçüde taze, canlı, deyimli, nüanslı olarak kullanması.. Şairin üstünlüğü ile beraber, dilimizi bugün yozlaştıran, ifadesiz cümlesiz hale gelen acıklı hali de gözler önüne sermektedir.

İyi bilinmesi gereken birkaç kelimeyi açıklayalım:

Karı: Kadın, ihtiyar, yaşlı adam,.
Abdal: Saçı başı, suratı, kılığı ve haraketleri ile aşın giden, kurallar dışına çıkan bir derviş zümresi.
Azmış: yoldan sapmış.
Kafdağı: Dünyayı çepçevre kuşattığı söylenen, devler ejderhalar, cinlerle dolu bir masal dağı.
Selki: Hafif, uçarı.
Ala: Elâ.
Kalgır: Oynar.
Yâren: (yârân): Dostlar.

Şiirde hareketli, tiyatroluk, unsurlar bir tekke mutfağı dekoru içinde gösteriliyor:
Karı'dan (bilinen bir satıcı kadın veya yaşlı adamdan) pişirilmek üzere bir kaz satın alınmıştır. Pişirilip dergâhla yenilecektir. Fakat sekiz kişi odun çektiği, dokuz ’’can” da ateş yaktığı halde bu kaz bir türlü pişmiyor. Kaynar suda kırk gün fokurduyor da yine ’’kaynamıyor.”

Sinir ve bezginlikle abdalların kanı kuruduğu halde o başını tencereden kaldırıp bakmaktadır. Fırlayıp bir bucağa uçmaktadır. Hatta bu kazın ’’suyuna salınan” onunla beraber pişirilmek istenilen bulgur dahi, kazı o kadar yadırgamış ki, "Allah!” diye diye, dehşetten oynamaktadır.

Bu kazın portresi, çok üstün ressam gözüyle çizilmektedir: ’’Boynu borudan uzundur, kanadı kuyruğu düzgün, semiz ve gösterişlidir. Hafif ve sarı-elâ kanatlıdır.”
Fakat olağana yakın bu portrenin yanı sıra, kazın olağanüstülükleri de anlatılmaktadır: "Kırk yıl Kaf dağını gezmiş” bu kaz. "Nuh Nebi'den kalmış (Nuh Peygamber devri kadar yaşlı, kart) Dişi koyun emmiş tilkiye” benzemektedir. (Çok kurnaz, içinden pazarlıklı demek mi? Anlayamadım) Kemiği etinden iri, kemiği etinden pekçe" (daha sert)dir.

Başından geçmiş, teklifsiz bir hikâye, bir "nakil” gibi başlatılan şiirde, pek çok kişiye seslenen, şaşırtıcı güzellikte canlı konuşma cümleleri vardır. Bu hitaplar şiirin komedi gücünü artırmakta, onu çok sesli ve etraflı yapmaktadır:

"Bir kaz aldım ben kandan!"... "Kaz değilmiş be bu azmış” (hayretler, çoğaltmak için) "Sağlık ile satma kan!" (sancıya beddua) Var yürü git. Başımıza kalma bela” (kaza hitap) "Be yârenler bu ne haldir!" (hayreti çoğaltmak için)

Başından sonuna, edebiyatımızın en kuvvetli taşlama (komik, hicivli, mizahlı) şiirlerinden biri karşısındayız:

Kazana atılmış bir kaz, kırk gündür kaynamıyor. Bir alay derviş onu pişirmeğe çalışırken o, başını tencereden çıkarıp bakıyor. Hop, başka bucağa, uçuyor. Kemiği pişiyor, eti pişmiyor. Suyuna bulgur salıyorlar. Bulgur "Allah!” diye yerinden hopluyor.
Tabii Kaygusuz Abdal'ın, bir kısmı akıl ve mantık dışına tırmanan, çoğu sembollerden kurulan, çağımızın "gerçeküstü” verimlerini andıran birçok şiirlerinde olduğu gibi, bu şiirdeki KAZ da bir timsaldir.

Burada kırk gün değil, kırk yıl, halta binlerce yıl dervişler arasında kalsa bile "derviş" (Abdal) olmasına imkân bulunmayan, kaba saba, riyacı, gösterişçi, duygusuz, kabiliyetsiz bir insan tipi anlatılmakladır.

Bu tip hiç yeri olmayan dergâha nasılsa düşmüştür. Sekizer dokuzar, dervişlerin ona yardım etmeleri boşunadır. O, adam olmayacak “Abdalların kanını kurutacaktır.” Onunla hiçbir dervişin anlaşmasına imkân yoktur. Nitekim “suyuna salınan bulgur, “Allah” deyi bağırmaktadır.

Bu adamı irşat etmeye imkân yok. Allah’ın sevgisine ve O’nu sevmeğe kabiliyetsizdir. “Pişmek” olgunlaşmak kabiliyeti olmayan, apayrı bir iklimden (Kafdağı) gelmiş olduğunu düşündüren, Nuh Nebi’den beri irşat kabul etmeyen bu yaratığın elinden, Kaygusuz Abdal, önce yakınır. Onu başına saranlara beddua eder. “Var git, başımıza kalma bela” diye, onu uzaklaştırmaya kalkar ama boşuna.

Bakar ki çare yok, kazdan kurtuluş yok bu sefer ümitsizleşir. “Ahd ile vefa güderek” kendi gider. Bu adamın yüzünden şeyhlik postunu dahi bırakmayı göze alır.

“Kaygusuz Abdal nidelim!
Kaldırıp postu gidelim!”

AHMET KABAKLI, Tercüman, 19 Ekim 1975

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi