Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

LAMİ’İ ÇELEBİ- MEĞER VAR İDİ BİR DİVANE-İ UR

KASİDE AÇIKLAMASI

Meğer var idi bir divâne-i ûr
Ki üryanlıkla olmuş cismi rencû

Yatardı rûz-ı şeb bir gaar içinde
Vücudu hastalıktan hâr içinde

Durup bir gün dedi: Ey Halıku’n-nâs
Demidir eylesen ben ûrı, ilbâs

Eğerçi ûrlıktan etmezem âr
Velî, pûsiş gerektir cisme, nâçar

Tutalım gelmeye benden bir ibram
Hani insâf ü lûtf ü fazl ü in'âm

Nidâ-yı gayb erip dedi ki: Ey ûr
Seni kıldıysa berd-i gaar, rencûr

Çıkıp al âfitâbımdan benim tâb
Tenin eşk-i gam ile etme gark-âb

Dedi: "Yarab, nedir bilsem bu buyruk
Güneşten gayri yok mu canım ayruk

Zihî lûtf ü mürüvvet bâreka'llah!
Zihî cûd u fütüvvet Allah Allah!

Cevap erdi ki: "Bu hafta dahi var
Bu derde sabr kıl ey ûr-ı bî-âr

Verem bir cübbe k'ola cübbetü'l-berd
Giyesin vermeyip bir habbe ey merd

Tamam oldu çü hafta, geldi bir pîr
Getirdi bir pelâs-ı köhne, dilgir

Var idi pembesi yüz yerde artuk
Görünür pembeden gayri yeri yok

Görüp ol delki bu dîvâne-i zâr
Dahi beter olup zâr ü dilefkâr

Dedi: "Ey kâr-sâz-ı cümle bîkes
Bir hafta içre bu muydu işin, pes!

Ne hoş, usanmayıp elden komadm
Üşenmeyip bunu bir bir yamadın!

Kim öğretti sana bu pembe-dûzî
Bu, gece işi mi, yâ kâr-ı rûzî?

Bu resme terzilik bir şahs bilmez
Bu surelü yamalar kimse ilmez

Değilsen çoktan eskici, kemâhi
Bu hırka hangi şeyhindir İlâhi?

Hünerler arz edip ey kâmil üstâd
Ağırladın bizi ki âferin-bâd!

Gel ey dil pusiş için yeme gussa
Bu zîbâ kıssadan ahz eyle hisse

Bu sözler gerçi mecnûndan revâdır
Velî, âkil deyicek gey hatâdır

Tefekkür kılsan amma hâl-i âlem
Hemin bu kıssadır va'allâhî âlem.

Ki dünya ehlini bir lâhza söylet
Eğer bir şükr ederse, bin şikâyet.

Kimisi nâr-ı fakr ile tutuşmuş
Kimi derd-i gına bahrine düşmüş

Cihân ol gaardur, garetger-i cân
Yatar ehli-içinde zâr u uryân.

Müzehheb câmeler bil ol pelâsı
Nedir insana ton, takva libâsı

Bu fâhir tonları ko LAMİ'İ var
Şiâr-ı fakrdan âr etme zinhâr!

Dediğim fakr şol yokluktur ey dil
Ki fahr etti onunla ehl-i Hak bil.

Teni üryan, eli boş karnı da aç
Olanları severmiş Hak, gözün aç

Bu dergâha güzâfin yol verilmez
Yoğ olmayınca ol vara varılmaz.

Niceler geldi muhrîm, gitti mahrum
Niceler düştü mücrim, oldu merhum.

Cihan bir hâne-i ibrettir ey cân
Bu işin âhiri, hayrettir ey cân."
LAMİ’Î ÇELEBİ

ÂLEM BİR KISSADIR

Dört başı mamur, teknikçe mükemmel olan bu manzum hikâye üzerinde durmak istiyorum. Yukarıya aldığım, manzum hikâye, eski Türk edebiyatında bu tarzın çok az olan örneklerinden biridir.

Bu hikâyeyi Lâmi'î-Zâde Abdullah Çelebi’nin "LATİFELER" adı ile (Tercüman 1001 Temel Eser, 118) yayımlanan kitabından aldım, (sayfa: 100-104) Şiir, (müellifin ünlü babası) Bursalı Lâmi'î Çelebi'nin olsa gerektir. Eserin tercüme mi, telif mi olduğunu bilemeyiz. Ancak, Lâmi'î, 1531 (938) tarihinde vefat ettiğine göre bu eserin, 16. asır başlarında yazılmış, dolayısıyla en eski manzum hikâyelerimizden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Bilindiği gibi bu tarzın, 15. asırda yazılmış şaheser örneği Şeyhî’nin HARNAME'sidir. Hamâme, kahramanı bir eşek olan, mizahî fabl türünde bir manzum hikâyedir. Yazarının hayatı ile de ilgili, sade, güçlü, alaycı dille yazılmış, ölümsüz bir eserdir.

Lâmi'î'nin bu hikâyesi de, kahramanı mağarada yaşayan bir idraksiz kişi olmakla beraber, yine de bir fabl (ibretli manzum hikâye) sayılabilir.

Dilinin bir hayli ağdalı, koyu terkiplerle dolu olması dışında, bu hikâye de, son derece kuvvetli tekniklerle yazılmış, seçkin bir eserdir. Şeyhî'nin Hamâme’sinden ayrı olarak, bu hikâyenin tasavvufi yanı ağır basmaktadır.

Hamâme gibi, bu hikâyede de mizahlı söyleşmeler büyük yer tutuyor. Yine onun gibi bu hikâye de timsâli (alegorik) niteliktedir.

Bu eser, tahkiye (hikâye edilen) ve ibret bölümleri olmak üzere, iki kısımdan oluşmaktadır. Tek gözlü divanenin Allah’la olan sitemli, laubali söyleşmeleri hem mizahça güçlü, hem de hikâyenin canlı bölümleridir. Demek ki, hikâyede bu türdeki eserlerin başlıca ifade unsurları olan tahkiye, tasvir, söyleşme ve hitap ustalıkla kullanılmıştır.
Dili eskimiş olan bu hikâyenin, başlıca kelime ve deyimlerinin bugünkü karşılıklarını verdikten sonra, bölümleri göstererek yine konuşma dilimizle nesre çevirelim.

Divâne-i ûr: tek gözlü divane.
uryanlık: çıplak olmak,
cismi rencur: vücudu incinmiş.
rûz u şeb: gece ve gündüz.
gaar: mağara,
hâr: diken, batıcı şeyler.
Ey Halıku'n-nas: Ey insanların yaratıcısı!.
ilbâs: giydirmek,
veli: fakat,
pûsiş: örtünme giyinme,
nâçar: çaresiz, zaruri,
İbram: yalvarmak,
fazl in'am: fazilet ve nimetlendirme.
nidâ-yı gayb: gaipten gelen ses. –
ey ûr: ey tek gözlü.
berd-i gaar: mağaranın soğuğu.
âfi-tabımdan tâb al! güneşimden ısın, kuvvet al.
eşk-i gam: gamlı gözyaşı,
garkab: gözyaşına, suya boğmak.
ayruk: başka (ısıtacak şey)
ûr-ı bî-âr: arsız tek gözlü.
cübbetü'l berd: soğuğa karşı cübbe.
pelâs-ı köhne: eski, yırtık hırka.
dil-gir: eski, gönül sıkıcı yırtık pırtık hırka.
pembe: Pamuk.
delk: eski, yamalı, dilenci hırkası.
divane-i zâr: ağlayan divane.
dilefkâr: gönlü yaralı.
Ey kâr-sâz-ı cümle bîkes: ey bütün kimsesizlerin işini yapan, yardımına koşan Allah!.-
Pembe dûzi: pamuk dikicilik.
kâr-ı rûzi; gündüz yapılan iş.
kemâhî: eskiden beri,
âferin bâd! çok yaşa, bravo!
Ey dil: ey gönül.
pusiş için yeme gussa! Giyinmek meselesinde gam yeme! (tasalanma)
ziba kıssa: güzel ibretli hikâye.
mecnundan revadır: mecnun, divane kişi söylerse zarar yok.
velî, âkil deyicek gey hatâdır. Fakat akıllı kişi söylerse büyük hatâdır.
Hâl-i âlem: dünyanın hali,
va'llâhi âlem: Allah bilir ya!
nâr-ı fakr: yoksulluk belirtisi, alâmeti.
âr etme zinhar! sakın ulanma!
fahr etti: öğündü.
Ehl-i Hak: Allah’a yakın kimseler.
Bu dergâha: Allah'a yaklaşma kapısına.
güzâfın: boşuna, rastgele.
muhrîm: hürmetli, saygıdeğer.
mücrim: suçlu
merhûm: rahmetli.
hâne-i ibret: ibret, ibret verici ev.
âhiri: sonu.
hayrettir! hayranlıktır, akıl ermez derinliktir.

(Hikâye, bir tek gözlü, idraksiz, divaneyi anlatmaktadır. Bu yoksul kişi gece gündüz bir mağarada yatar, çıplak bedeni, taş ve dikenlerle incinir.)

Bir gün Allah'a yalvarır, der ki: Allah’ım artık bu tek gözlünü giydirmenin zamanı geldi. Ben gerçi tek gözlülükten sıkılmıyorum ama neyliyeyim ki şu vücudum bir parça giyeceğe muhtaçtır.
Diyelim ben sana "giydir" diye yalvarmadım, fakat senin insafın, lütfun, fazilet ve nimetlerin nerede kaldı?
Ona gaipten gelen bir ses:
- Ey tek gözlü: Mağaranın soğuğundan çok zahmet çekiyorsan, çık güneşim ile ısın, kuvveden, boşuna ağlama.
- Yarabbi senin bu buyruğunu anlayamadım, senin güneşin den başka bana vereceğin yok mudur? Maşallah bu ne büyük cömertlik, iyilik eli açıklıktır!
- Peki, ey arsız tek gözlü, bir hafta daha sabret bakalım. Sana üşümemen için bir cübbe göndereceğim.
Bir hafta sonra, yaşlı birisi, yırtık pırtık, köhne bir hırka getirir. Belki yüz yerinde pamukları çıkmış, her tarafı yama içinde bir hırka. Adam bunu görünce büsbütün bozulur der ki:
- Ey bütün kimsesizlerin yardımına koşan Sen, koca bir hafta bu pis palasla mı uğraştın pes! Demek usanmadan, bir hafta bunu bir bir yamadın. E, bu pamuk dikiciliği sana kim öğretti? Gece işi mi bu yoksa gündüz işi mi bu? Böyle usta terziliği kimse yapamaz, böyle yamaları herkes vuramaz. Yok, ezelden beri terzi değil isen, o halde bu hırka hangi ihtiyarındır? Maşallah ey büyük üstad! Hüner göstererek beni ağırladın...

(Buraya kadar hikâye anlatılmaktadır. Bu ziba kıssadan ahz eyle hisse" Bu hikâyeden ibret al! dediği 21. beyitte ise "morali-te" denilen ibret, hisse bölümü başlamaktadır. Bu bölümde, insanlara hitap ile tasavvufi Öğütler verilmektedir.)

- Bu sözleri mecnun, (çılgın, divane) kimseler söylerse hoş görülebilir- fakat, akıllı kimseler için büyük hatadır.

Biraz düşünsen görürsün ki, dünyanın hali de bu hikâyeye benzemektedir. Şu dünya halkım bir lâhza söyletsen, belki bir şükre karşılık binlerce şikâyet duyarsın. Kimisi fakirlik ateşinden, kimisi de zenginlik derdinden yakınır.

Bu dünya, tıpkı o mağara gibidir. Canlan yer bitirir. Dünyalılar, onun içinde çıplak ve ağlayarak otururlar.

O bahsettiğim pis hırka, diyelim ki, süslü sırmalı bir kürk olsun. Bunun ne değeri var. İnsana yakışan; dindarlık ve iman elbisesidir.

Ey Lâmi'î, sen de pahalı esvapları at ve fakirlik belirtilerinden arlanma! Çünkü Allah’ın yakınları yokluk ve yoksullukla övünmüşlerdir. Gözünü aç; Allah, teni çıplak, eli boş ve kamı aç olanları daha fazla severmiş. Onun Yüce Dergâhına, boşuna yol verilmez.. "Yok" olmadıkça "var”a varılmaz.

İnsanlar arasında niceleri, saygıdeğer geldiler, nasipsiz (mahrum) gittiler. Niceleri de suçlu sayıldıkları halde Allah’ın rahmetine (iyiliğine) ulaştılar.

Ey can, bu cihan bir ibret evidir. Bu işin sonu hayranlık, hayret verici meçhullerdir.

AHMET KABAKLI, Türk Edebiyatı

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi