Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AHMET YESEVİ VE HİKMET AÇIKLAMASI

ŞEFİÜ'L MÜZNİBİN


1. On sekiz bin âleme server oldu Muhammed;
Otuz üç bin ashâba rehber oldu Muhammed.

2. Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed;
Asi, cani ümmete şefaatli Muhammed.

3. Gece yatıp uyumaz, tilâvetti Muhammed;
Garip ile yetime mürüvvetti Muhammed.

4. Yoldan azan şaşkına hidayetli Muhammed;
İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed.

5. Ebû Cehl, Bû Leheb'e siyasetli Muhammed;
Melâmetin sabunu, selâmetti Muhammed.

6. Namaz, oruç kılıcı, ibadetli Muhammed.
Daim teşbih deyici, riyâzetli Muhammed.

7. Mel'un, lâin şeytana siyasetli Muhammed;
Şeriatın yoluna inâyetli Muhammed.

8. Tarikate reh-nüma, iradetli Muhammed;
Hakikate muktedâ, icâzetli Muhammed.

9. Duaları müstecâb, icâbetli Muhammed;
Kötülüğe iyilik, kerametli Muhammed.

10. Tevfik veren zâlime, celâletli Muhammed;
Secde kılan eğilip, itaatli Muhammed.

11. Beş vakit namazlarda imâmetli Muhammed;
Mi'râc aşıp varanda şehâdetli Muhammed.

12. Arş ve Kürsî pazarı, inâyetli Muhammed;
Sekiz cennet sahibi velâyetli Muhammed.

13. Miskin Ahmet kuluna yazdırıcı Muhammed;
Yetim, fakir, garibe sehâvetli Muhammed.

                 AHMET YESEVİ

 

AHMET YESEVİ VE HİKMETLERİ

Ahmed-i Yesevî’nin "Divan-ı Hikmet"inden aldığım bu şiir onun vezinde, nazımda, dilde, fikirde, inançta coşkunlukta hemen hemen bütün özelliklerini gösteren bir "hikme”tir.
Onun için, "Pîr-i Türkistan" hattâ "Hazret-i Türkistan" denen, İslâm da büyük, Türk'te şuurlu, tasavvufla coşkun Ahmed-i Yesevîyi yahut (galat olmakla birlikte, daha alışılmış adiyle) Ahmet Yesevî'yi, anlatmak için bu şiiri tahlile çalışacağız. ,

Önce Şekil Özellikleri:

Divân edebiyatının "gazel" nazım şekliyle dizilmiş olan bu manzume, Hikmet'lerin genel biçiminde değildir.

Çoğunlukla Hikmet'ler, eski ve gelenekli Türk nazım şekil ve birimi olan dörtlüklerle yazılıyor. Buna Yesevî’den bir örnek: ’

Kudret ile ferman kıldı Mevlâm bize
Yerde gökte canlı mahlûk kalmaz imiş
Kâbız kıldı Azrâil'i âlem üzre
Aziz canı almayınca koymaz imiş
….
Kul Hoc(a) Ahmed öleceğni bilegör sen
Ahiretin hazırlığın kılagör sen
Varap deyip yol başında duragör sen
Melekü'l-mevt gelse fırsat koymaz imiş

Bunlar, Prof. Dr. Kemal Eraslan’ın hazırladığı, "Divân-ı Hikmetten Seçmeler' kitabındaki 34 numaralı "Hikmet'in, ilk ve son kıt alandır. Kafiyelenişleri, daha önceki dönemlerden bize kalmış destan parçalarının kafiyeleniş tarzını andırdığı gibi, Anadolu’da daha sonra, saz şairlerinin geliştirdikleri ’’koşma"yı da andırmaktadır.

Kafiye şeması şöyledir:

Birinci kıt’a: A-B-A-B... İkinci ve daha sonraki dörtlükler C-C-C-B... (Yani üç mısra kendi aralarında son mısralar ise ilk dörtlüğün, ikinci ve son mısraları ile kafiyeli)
Manzumede hece vezni kullanılmıştır. Fakat görüldüğü gibi hece veznindeki mısraların çoğu, henüz şiiriyete kavuşmamış, ayrıca durgusuz ve duraksızdır. Bunun sebebi, önce verdiğimiz metnin, şiirin aslı olmayıp, Eraslan tarafından, Anadolu Türkçesine değiştirilmeden uygulanan metin olmasıdır. Ancak, bu hikmetin, Doğu (Hakaniye) Türkçesi’ndeki aslına da baksak, mısralarında tutukluk, şiiriyet azlığı, kafiyelerinde tekrar veya uyarsızlıklar bulabiliriz. Nitekim son kıt’anın aslı da şudur:

"Kul Hâce Ahmed öleringni bile körgil
Ahiretnin yarağıgnı kıla körgil
Barur min dip yol başında tura körgil
Melekü'l mevt kilse fırsat koymas irmiş.

Görülüyor ki, bu Hikmet’in Doğu Türkçesiyle aslında da şiiriyet zayıftır; vezne, kafiyelere ve mısralara yeterince özen gösterilmemiştir.

Yalnız, yukarı alınan bu kıt’alar için değil- pek az istisnası ile Divan-ı Hikmet"teki bütün parçalar hakkında verebileceğimiz bu hükmün bir kısım sebepleri şöyle sıralanabilir:

a) Divanı-ı Hikmet'teki şiirlerin, ne ölçüde Ahmed Yesevî’ye ait oldukları bilinmemektedir. Onun ağzından çıkmış olsalar bile yazıya geçinceye kadar çok değişmişlerdir.

b) Kaldı ki, hikmet tarzı Doğu lehçelerinde, hemen hemen ortaklaşa anonim) bir nazım türüdür. Bu yolda yazılanların çoğu ise Ahmed Yesevî’ye ait sayılmıştır.

c) Hikmet tarzında yazmış. Hâkim Ata, Süleyman Ata. Azîm Hâce, Fakiri, Garibî, Kul Şerifi vs. gibi çok şair vardır. Onların dediklerinden bir kısmı Divân'a karışmış olabilir.

d) Hoca Ahmet Yesevî'nin elinden çıktığı gibi onun zamanında veya ona yakın zamanlarda Divân'a alınmış Hikmet'ler maalesef mevcut değildir. Ancak, bunların bir kısmı defterlere, "cönk"lere, güldestelere, Yesevî tarikatı evrakına yazılarak, belki elden ele değişerek bize kadar gelebilmiş olsa gerek.

e) Bu Hikmetlerin yazıldığı dönem, İslami Türk şiirinde "erken dönem” sayılır. Destanlar, Kopuz şiirleri devam etmekte olsa bile yazılı Türkçe eser ve manzumeler henüz pek azdır. Hakaniye (Karahanlı) çevrelerinde, Ortaasya'da, yazılı büyük eser olarak ancak, Yusuf Hashâcib’in "Kutadgu Biligiyle, Edip Ahmed’in "Atabetü'l Hakayık’ı düşünülebilir.
Şu halde 11 ve 12. asır şiirlerinde, 13. 14. 15. yüzyıl Anadolusunda geleneğe dayanarak yükselen, seçkinleşen, olgunlaşan Tekke ve halk verimlerinin şiiriyeti aranmamalıdır.

f) Bu Hikmet’ler, fikir, duygu, inanç bakımından elbette Ahmed Yesevi’nindir. Ancak üslup yönünden, dil ve şiiriyetleri ile Onların Hoca Ahmed’e ait oldukları söylenemez.
Kaldı ki Ahmed Yesevînin, edebiyatımız, sanatımız, tasavvuf ve düşünce tarihimiz bakımından belki en zengin tarafı onun etrafında teşekkül eden menkıbeler, kıssalar, efsanelerdir. Hoca Ahmed İslâm-Türk varlığının amaçlarını, duyarlığını hatta varlığını harekete geçiren bir "mitos" kaynağıdır. İslamiyet’in şehirler ve bozkırlarda yayıldığı ilk çağların Ortaasya Türkmenleri akıllarına yatan, gönüllerini açan ve tasarılarında yaşayan her şeyi, bir din, ahlâk, fazilet tasavvuf kahramanı olan bu "Pîr-i Türkistan"a yakıştırmışlardır.
"Raşahat"ın tabiri ile : "Ahmed Yesevî meşâih-i Türk'ün ser halkasıdır ve Türkistan ulularının intisabı onadır."

Bu yakıştırmalarda ve bu menkıbelerde Ahmed'in şairliği meselâ Yunus’unki gibi önde değildir. O erişilmez bir Müslüman, Anadolu'ya akıncı "Alp-erenler" gönderen Türklük davacısı, olağanüstüleri gerçek kılan bir ermiş, temiz yüzlü evliyâ ve kimselerin eline su dökemediği bir velî şeyhdir. Ama içine ilhamlar doğan, söz kerameti ile Tanrı katlarına ışık salan bir "şair" değildir.

O halde, Yesevi’den "kilidi açılınca" dilinden dür saçılan şairlik gücünü beklememeliyiz.
Bir şey demek caizse: Mevlâna'nın, Yunus’un şairlikleri veliliklerine üstündür. Ahmed'in ise, evliyalığı, hocalığı ve kerameti daha ağır çekmektedir.

Hoca Ahmed, zaten bütün Türk ülkelerinde ilk tarikat olan Yesevîliğin (Yesevîye) kurucusu, pîri, şeyhi, hattâ "doktrincisidir.
Gerçi onun da Yusuf Hemedâni ve (daha önce, daha efsanevî) Arslan Baba (Arslan Bâb) adlarında "mürşid"leri vardır. Ama Yesevî, tarikatını başlı başına kuran, akıncı, alperen feyizli bir şahsiyet olarak O, Türkistan’ın bir tanesidir.

Bu tarikatı kurmak üzre, şeyhi Yusuf Hemedânî’nin dergâhından ansızın ayrılıp Yesi’ye çekilmesi de, bu konudaki bağımsız kararlılığı ile "misyon"unu ortaya koyar. Nitekim Hemedâni’nin vefatı ile yerine ’’birinci halifesi” Şeyh Abdullah Berkî, onun ölümü ile de "ikinci halifesi" Şeyh Hasan Endaki geçer. Onun vefatıyla da "üçüncü halife" sıfatıyla Hoca Ahmed, postnişin olursa da... (Yine şeyhi Hemedânî’den aldığı işaret üzerine) postunu, "dördüncü halife’’ye bırakarak Yesi’ye (bugün Türkistan denilen şehir) gidip yerleşir. Vefat tarihi olan 1166’ya kadar orada 63’ündcn sonra yer alıma çekilerek irşad görevini yapar.
Yesi'ye çekilişinin bir sebebi de, şüphesiz, buralardaki göçebe Türkmen halkları, sıcak tasavvuf ile kaynaştırdığı İslamiyet’e daha fazla ısındırmaktır.

Gerçekle Ahmed'in, Yûnus ile Mevlânâ'dan ayrı olduğu bir diğer nokta onun bir "davetçi, tarikat yayıcısı" hatta Frenk deyişi ile bir "misyoner" (görevli) olmasıdır. Nitekim onun manzumelerinde ve hakkındaki menkıbelerde de tarikat yayıcılığı propagandaya varacak ölçülerde açık görülmektedir. O bir Hoca’dır, öğreticidir ve ahlâkçıdır. Hikmetlerini de ancak o maksatlarla kullanmıştır

Öğretici şiirlerin ise coşkun, lirik ve âşıkane şiire aykırı oldukları iyi bilinmektedir.
Mevlâna ve Yunus, şiirlerinde (pek azı müstesna) açıktan açığa öğreticiliğe yer vermezler. Tasavvuf -İslamiyet ve ahlâk telkinleri, "elmanın içindeki çekirdek gibi" şiirlerinin özündedir. "Şeriat, tarikat, marifet, hakikat" anlatılırken, kitabîlikten kaçılarak "söz"e ve "söyleyiş"e önem verilir. Mevlânâ'da "Kelam"ın ne kadar çok övüldüğü malûmdur. Yesevî'de söz’ün çarpıcılığına ve büyüsüne önem verilmediği gibi bu konuya dokunulduğu da görülmez.
Yunus’un sözden ne kadar çok keramet ve hizmet beklediği ise dünyâ şairlerine ibret denilecek doruktadır.

Keleci bilen kişinin- Yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin- Işını sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı- Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı- Bal ile yağ ede bir söz

Kişi bile söz demini- Demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini- Sekiz uçmağ ede bir söz

Böylece, Hikmetlerdeki (pek az istisna ile) şekil dokusunun gevşekliği, hattâ zayıflığı ile bunun başlıca sebeplerini görüşmüş oluyoruz.

Hikmetlerin muhtevasına gelince:


Verdiğimiz iki dörtlükte, konu, tema, duygu ve düşüncelerinin bir kısmı görülmüştü ve anlaşılmıştı ki Yesevî'nin hikmetlerinde fikir ve telkin unsuru ile öğreticilik (didaktik tutum) önce gelmektedir. Bütün Divân-ı Hikmet’te işlenen konu, düşünce ve tema'lar iki temelde toplanabilir:

1) Kur’an ve Sünnet’e bağlı İslâmiyet ile tasavvufun esaslarını kaynaştıran telkinler. Yani Yesevi’de tarikat, şeriat sistemi içindedir. Hallac-ı Mansur'u, ideal aşk şehidi olarak göstermesine rağmen, “şeriat, tarikat, birdir varana” görüşüne sımsıkı bağlıdır.

2) Yesevi’nin tasavvuf anlayışı, bir yanı ile Sünnî inanışa dayanırken, bir yanı ile de Allah'a yükselişle "aşk"ın yegâne kanat olduğunu telkin eder. Yesevî de gerçi bir ahlâkçı, bir toplum onarıcısıdır. Ancak, onun ahlâk, din, insan, töre anlayışı, Yusuf Hashacıb’inki gibi ’’sosyolojik bir sistem” olmayıp.... Göçebe ve şehirli Türkmenlere gönül yoluyla kurtuluşun yolunu gösteren kanatlı bir kılavuzdur.

Bu esaslar içinde, Allah sevgisi, peygamber aşkı, gerçek dervişlik, yoksullara yakınlık, biçarelere acuna, Yesevî Tarikatının telkinleri, kör nefis’le mücadele, yalancı şeyhlere tarizler, kulluk, zikir, tevbe, şükür, ilahi aşk, âyet ve hadis yorumları, erken kalkma, gerçek şeyhin kerametleri, Yesevî’nin Hikmetlerindeki yücelik ve hattâ onun "Kız ve erkeklerle birlikte sohbet” edişleri Divân-ı Hikmet"te dile getirilen başlıca unsurlardır.

Şimdi "Şefiü’l Müznibîn" diyerek yazımızın başına aldığımız "Muhammed" redifli Hikmet’in tahliline başlayalım:

İlk gözümüze ilişen, bu "hikmet’in, öbürlerinden farklı olarak beyit birimleri halinde olması ve gazel nazım şekliyle kafiyelenmiş bulunmasıdır. Ancak. Bu tarzdaki hikmet tek ve istisna değildir. Prof Dr Eraslanın düzenlediği Divan ı Hikmet’ten Seçmeler kitabında dörtlüklerle yazılmış 42 Hikmet karşılık “mesnevi nazım şeklinde 2 uzun... ve gazel biçiminde 26 hikmet bulunmaktadır

Ancak, bu manzumelerin çoğu yalnız kafiyeleniş bakımından gazel tarzındadır. Yoksa yukarıdaki Muhammed redifli gazel gibi pek çokları, önce hece ile yazılmışlardır. Yani bunlarda Gazel'in, bir bakıma şartı olan aruz vezni kullanılmamıştır

Ayrıca, bu şiirlerin tema'ları da, yüzde doksanı "aşk terennümü” olan gazellerden farklıdır. Kimisi uzun kimisi kısa tutulmuş olan bu nazımlarda gazelin hiçbir kuralına uyulmamıştır. Muhtevasında da gazel tarzının "mazmunları söz konusu değildir.
Dörtlük dizisi halindeki Hikmet'lerde olduğunu, yukarıda misalleri ve sebepleri ile anlattığımız zaaflar, ihmaller, hattâ sakatlıklar, gazel biçimindeki bu Hikmet'lerde de mevcuttur.

Gazel biçimindeki bu "Hikmet" Doğu ve Batı lehçeli Türk edebiyatlarında vasat ve şaheser türlü benzerleri görülen bir "Nâ't" (Naat da denilebilir) muhtevasındadır. Nâ'tler, bilindiği gibi Hz. Peygamber'e yapılmış övgülerdir. Fuzulî’nin "Su" redifli kasidesi, Türk edebiyatının en güzel Nâ’t’lerinden biridir.

Burada Hoca Ahmed Yesevî’nin, mümkün olduğu kadar şiir gücü yüklenmiş fakat fikir yanı çok ağırlıklı bir nâ’ti ile karşı karşıyayız. Bu, bir şairin olduğu kadar da bir hakîm’in (hikmet eri, bilge) ve bir âlimin (bilgin) eseridir. Beyitlerinin çoğunda şeriât ve din bilgileri, kalan beyitlerde ise tasavvuf görüşleri ağır basmaktadır.

Hakkiyle "hikmet" olan bu şiirde zengin bir kelime hâzinesi vardır; din ve tasavvuf terimleri de yerli yerinde kullanılmıştır. Yalnız bu "gazel" belki konusu icâbı, Kur’ânî terim, tabir ve kelimelerle yüklü olup, Ahmed’in öbür yüzlerce Hikmet’i kadar sade ve yalın değildir.
O kadar hikmet içinde, bu bizim nâ'ti seçişimizin sebebi öteden beri üzerinde durduğumuz ve ancak nâdir şairlerde, seçkin ediplerde rastladığımız "merhamet, acıma" temasını bu manzumede bol bol görmemizdir. Bu temaların Peygamber’e de bağlanarak çok güzel anlatılmasıdır.

"Süleyman Çelebi Mevlid’inin "Merhaba" bahrinde, bir beyit var ki, işittiğim ve künhüne akıl erdirdiğim günden beri, hayranı, tutkunu olmuşumdur:

"Merhaba ey rahmeten li'l âlemin
Merhabâ sensin şefiü'l müznibîn"

Peygamberin bütün âlemlere "rahmet" (Allah’ın iyiliği, lütfu) olduğunu açıklayan ilk mısradan sonra, Hz. Muhammed'in "Şefiü’l müznibin" yani suçluların da, canilerin de şefaatçisi (onları da Allah'ın bağışlaması için yalvaran, araya giren) olarak gösteren ikinci mısrada, İslamiyet’in öz derinliğini, kavramaya güç yetişmez İlâhî insaniyetini buluyordum.
Süleyman Çelebi, aynı "bahir"de, bu beyti yalnız bırakmayarak, onu destekleyen ve açıklayan başka beyitler de sıralıyordu:
.
Merhabâ ey âsi ümmet melcei
Merhabâ ey çâresizler eşfei
….
Ey cemâli gün yüzü bedr-i munir
Ey kamu düşmüşlere sen destgir
…….
Dest girişin kamu üftâdenin
Hem penâhı bende vü âzâde'nin.

Bu beyitlerde peygamberin, suçlulara, düşkünlere, yoksullara acıması, onları öncelikle koruması anlatılmaktadır. "Şefîü’l müznibîn" terkibin ruhu! "Sen ey Muhammedi Asi, (Allah’ın emirlerini yerine getirmemiş, onun emirlerine karşı çıkmış) ümmetinin sığınağısın." mısraında açıklığa kavuşuyordu. Yani "Va ümmeti!" diye bizim için ağlayan Hz. Muhammed, bizim boyun büküşümüze acıyarak, Allah'a bizim için yalvaracak ve müstehak olduğumuz İlâhi cezadan kurtaracaktır.

Sonraki mısralarda da Peygamber: "çaresizlere şifa veren" bütün düşmüşlerin elinden tutan" "Biçareleri koruyan hem de bütün köle ve hür adamların sığmağı olan" gibi ibarelerle övülmektedir.

İşte gönlüm hep o övgülerle beraber iken ve Mevlid'in bu mısraları, 600 yıl günahkâr kullara, teselliler bağışlamış, bizleri ümitsizlik çukurundan kurtarmış iken... Bursalı Çelebi'deki aynı ruhu ondan asırlar önce Türkistan'da yaşamış Ahmed Yesevi’nin bu "gazelinde" ve diğer hikmetlerinde görmek beni mesut etti.

Şüphesiz Kur'ândan ve Hadis'ten ilham almış bu yüce merhamet, insaniyet acıma gerçeğini Ahmed Yesevi’nin şiirlerinde, (belki de diğer mutasavvıflara göre) daha çok benimsemesi, onunla aramdaki muhabbet köprülerini sağlamlaştırdı.

İmdi, bu gazelde, "Şefiü'l Müznibîn" düşüncesine uyan; merhameti, acımayı kutsayan, yoksul kimsesizlere sevgi ufkunu açan ve esasen de Peygamberimizin yaşayışındaki gerçekleri tıpatıp aksettiren bu gazeldeki 2., 3., 4., 5. Ve 13. (son) beyitlere bakalım.
Bu beyitlerin bir kısmı, yorum gerektirmeyecek kadar acık olmakla birlikte, derin ve yüce İslâmî merhamet temasının benimsenmesi bakımından, bir bir ele alınmalıdır.

2. Beyitte, Peygamber efendimiz, bizzat kendisi, açlığa ve giy imsizi iğe kanaat eden, razı olan bir "fakr ü faka" kahramanı olarak ele alınmaktadır. Ondaki "Şefiü’l Müznibîn" eğilimi, yani sağlığında ve ebedî hayatında, suçlulara, cânilere şefaat eden yüce huyu anlatılıyor. Peygamber, bu alçak gönüllü, bu ümit bahşeden tutumu ile bize çok daha yakın ve sevimli geliyor.

3. Beyitte: Gecelerini Kur’ân okuyarak uykusuz geçiren Peygamberimizin özellikle "garipler ile yetimlere" iyilik saçtığı, insanlık yaptığı, arka çıktığı belirtiliyor.

4. Beyitte: "Yoldan azan" yani dinin emirlerini yerine getirmeyen ve hattâ onlara karşı gelen şaşkınlara, Efendimizin Kurtuluş (hidayet) bahşettiği, onları doğru yola getirdiği anlatılıyor.

5. Beyitte: Ebû Cehl ve Leheb gibi, kendisine can düşmanı olan kişileri bile doğru yola getirmek (siyaset) isteyen Hz. Muhammed, "melâmetin sabunu" diye nitelendirilmektedir. Yani ayıplanıp hor görülenleri, günah işleyenleri, hattâ Allah'a daha fazla yaklaşmak için, bütün ayıplarını açığa vurarak, hor ve ha-kir olma yarışı yapanları temize çıkaran, onların asaletini gören, onlara cennet ümidi veren yüce varlıktır Hz. Muhammed.

Son Beyitte: Bu sözleri, mısraları, kendisine Hz. Muhammed’in yazdırdığını… Çünkü Hoca Ahmed gibi yetim, fakir ve garip kişilere onun çok cömert davrandığım söylüyor.
Şefiu’l müznibîn” felsefesi, acıma, yoksullara, gariplere yakınlık ve yardım düşüncesi Yesi'li mürşidin yalnız bu gazelinde olmuş olsaydı, belki tesadüf denilebilirdi. Hatta "Divân’a yanlışlıkla girmiş” denilerek kaale alınmayabilirdi. Fakat öyle değildir. Bu düşünce, duygu ve kaygı Hikmetlerin birçoğunda parça parça bulunmaktadır.

Ahmet Yesevi, yine Divân’ın, mesnevi tarzındaki uzun bir Hikmet inde, Hz. Muhammed'in hayatını anlatırken onun, gariplere, yetimlere, düşkünlere sevgi ve yakınlığını bir olay içinde canlandırıyor:

"Resûl huzuruna bir yetim gelir;
Garib ve mübtelâyım (düşkünüm) diye söyler
Rahim (acıma) kıldı Resûl, onun haline
Dileği ne ise getirdi yerine.
Resûl dedi: "Ben de yetimim
Yetimlikle, gariplikle büyüdüm.
Muhammed dediler: "Her kim yetimdir
Biliniz o benim hâs ümmetimdir
Yetimi görseniz incitmeyin siz , .
Garibi görseniz dağ etmeyin (yaralamayın) siz
Yetimler bu cihanda hâr (hor) olmuştur
Gariplerin işi müşkil olmuştur
…..
Hoca Ahmed, garipliğe düşmüştür;
Resûl evlâdına sözler katmıştır."

Hem yetim hem de Mekke’den göçe zorlandığı için garip sıfatları taşıyan Peygamber'in sağlığında ve ebedî hayatındaki bu tavrı, insanların ibret ve örnek alacaklar, toplumu kurtarıcı bir fazilet ve ahlaktır... Hem de yüce bir ümittir bize. Çünkü "Şefiü’l Muznibin” sıfatı ile Kıyamet günü, iyi kötü, sevaplı suçlu ayırt etmeksizin, hepimiz için, Allah katında bağışlama ricasında, (şefaatte) bulunacaktır. Onun mübarek ricası da muhakkak kabul olunacaktır.

”Her kim "ümmetindenim" dese, Resul işini koymasa,
Şefaat günü olduğunda, mahrum koymaz Muhammed."

Kendisi de yetim ve kendisi de Mekke’den Medine’ye hicretle, doğduğu şehirden ayrılmakla "garib” (gurbette) olan Hz. Muhammed, onlar için ağlamaktadır. Yine yurdunu terk edip bozkırlarda irşad görevi yapmakla garip (gurbete çıkmış) olan Ahmed Yesevî de, kendisini Hazret’e daha yakın görmektedir. O’nun merhamet ve şefkatini bizlere kurtuluş örneği vermektedir.

"Nerde bir gönlü kırılmış kişi görsen, ona merhem ol. Mazlum kişi yolda kalsa ona arkadaş (hemdem) ol.” Ayrıca peygamberin bu yolda "sünneti" olduğunu hatırlatarak şunu da söylüyor:

"Kâfir bile olsa incitme (azar verme) çünkü gönüle katı gelen, gönül kırıcılıkan Allah da incinir, (Huda bizar) Bu konuda.
Hikmet’lerden birkaç öğüt daha sunalım,

" Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
Hem o gece Mîrâc(a) çıkıp Didar gördü."

Yani, Efendimizin Mîrâc’da yükselmesini ve Allah'ın nurunu görmesini, Onun yetim, yoksul ve garib'lere olan ilgisine bağlıyor.

Peygamber’i örnek tutmamıza bir başka nasihati da şudur:

"Akıllı isen gariplerin gönlünü avla
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir."

Aynı (I numaralı) Hikmet'te: "Gönlü katı, dili acı, özü zalim" kişiler "Kur'ân okuduğu halde, onunla amel etmeyen sahte a imlere eş tutulmakladır. Ayni Hikmet'te Yüce Tanrı'nın da bizden razı olması için "garib, fakir ve yetimleri sorar olmamız" şartı ileri sürülmektedir.
Görülüyor ki Hoca Ahmed Yesevî bu "Şefîü’l Müznibin" düşüncesi ile ona bağladığı: Yoksullara, gariblere acıma, kimsesizlere, açlara, boynu bükülmüşlere şefkat düşüncesini ayrı bir ısrar ve özenle ele almakta, derinleştirmekte, övmektedir. Hatta Peygamber’in en büyük, en üstün yanını, o vasıftaki arayışlarında hayır ve tavırlarında bulmaktadır. '
Biz de bu üstün nitelikleri, Kur'an’ın, Muhammed'in, hadislerin özündeki cevher olarak takdis etmeliyiz. Bütün insanlık için kurtarıcı, onarıcı, barışçı olan bu yolu izlemeliyiz.
İnsanî üstünlük olan bu sevgi ve şefkatin, bir ibadet şekli olan "zekât ve fitre"den daha önde.. Çünkü onları da gönüllü olarak yapmamızı sağlayan haslet olduğunu düşünmeliyiz.
Yukarıdaki şiirler dolusu gördüğümüz bu en üstün hikmetleri 12 yüzyıl Türkistan’ından tutarak bütün çağların Müslümanlarına ve insanlarına duyuran, hatırlatan, örnek gösteren Ahmed Yesevîyi de gönlümüze çok âşinâ olan bu öğütleri, bu hikmetleri ile selâmlamalıyız...

Ahmet Kabaklı, (Türk Edebiyatı, Ekim 1989)

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi