Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR - GULYABANİ

Ben her esirimde kari'lerimi, avâmi şathiyyat

arasında yüksek bir felsefeye doğru çekmeye uğraştım.

GULYABANİ

Kış geceleri çocuklara masal anlatan altmışını geçmiş Muhsine Hanım, bir gece, kendi anıları arasında yer alan Gulyabani’yi anlatır:
Genç yaşında kimsesiz kalan Muhsine, evlendirildiği sarhoş kocasının kötülüklerinden kaçarak Üsküdar'da, Bulglurlu'dan ötede, cinleri, perileri ile tanınmış bir çiftliğe kapanır. Çiftlik evinde Çeşmifelek Kalfa ile Ruşen Dadı adında bir zenci aşçıdan başka, bir de delirdiği söylenen, kendisine gösterilmeyen, Hanımefendi vardır.
Muhsine’ye odası gösterilir, perilere karşı nasıl davranacağı öğretilir.

KORKULU BİR AKŞAM YEMEDİ
Taşlığın kapasına doğru koştum. Sımsıkı kilitli buldum. Alt katta her tarafın pencereleri kalın, sık demir parmaklıklar ile mücehhez idi. Kaçmanın imkânı olmadığını gördüm.
Aman Allah’ım, ben bir tuzağa tutulmuştum amma bu nasıl tuzaktı. O gece başıma neler gelecekti?
Bir müddet ağladım. Sızladım. Döğündüm. Ruşen Kadın:
— Yemek kotaracağım.
Diye savuştu gitti. O tatlı dilli kalfa da meydanda yoktu. Odada bir başıma kaldım. Çaresiz bir belâya uğramıştım. Çırpınmanın para etmeyeceğini anladım. Ecelime tevekkülden başka bir selâmet yolu göremiyordum. Gözyaşlarımı sildim. Kerevetin bir kenarına oturdum.
Artık akşam oluyordu. Dört duvarla mahsur bahçeye baktım. Rüzgâr ile oynayan ağaçların gölgeleri bile esrarlı birer heyula gibi bana dehşet veriyordu. Oda loşlaştıkça etrafımı ihâta eden bütün eşyadan, her şeyden, minder üzerinde yatan kara kediden bile korkuyordum.
Acaba o zayıf kalfa, bu şişman arap insan şekline girmiş birer peri mi idiler? Böyle esrar dolu bir evde her şey muhtemeldi. Yaradanıma sığındım. Bildiğim duaları okumaya başladım.
Bir köşeye büzüldüm, titriyordum.. Nihayat merdivende bir patırdı oldu. Aman Yarabbi kim geliyordu? Çeşmi Felek kalfa elinde bir fiske şamdanıyla göründü. Tepeden tırnağa kadar beyazlar giyinmişti. Saçlarının örgülerini çözmüş. Omuzlarından aşağı salıvermiş. Gözleri gündüzki haline makis olmayacak bir şiddetle parlıyordu.
Kapının eşiğinde durdu. Okur gibi bir şeyler mırıldandıktan sonra ağır bir telâfuzla:
Haydi, kızım gidelim. Ruşen’e yardım edelim. Yemek zamanı geldi. Arkamdan yürü. Kapı eşiği atladıkça “destûr” de, ihtarında bulundu. Kalktık. Ben kapı eşiği atladıkça değil onlardan birine basarım korkusu ile her adımda “destur” diyordum. Periler civciv gibi bu evin her tarafına ayak altlarına dağılmışlar mıydı?..
Taşlığı geçtik. Karşı cihette büsbütün karanlık uzun bir yola girdik. Ben “destur” kelimesini birbiri ardınca tesbih çekiyor, taşları incitmeyeyim endişesiyle parmaklarımın ucuna basıyordum. İki tarafımızda eşya gibi yığın yığın karaltılar vardı. Bunların ne olduklarına ben dikkatle bakamıyordum. Biraz daha yürüdük. Bacaklarıma doğru yumuşak yumuşak bir şey dokunmaya başladı. Korkudan dizlerimin bağı çözüldü. Bir iki destur dedim. Durdum. Helecandan bayılacaktım.
Kalfa:
— Kızım neye yürümüyorsun?
— Ben uğradım galiba?
— Ne var?
— Ayaklarımı okşuyorlar.
Kalfa bir makam-ı mahsusla:
Göklerin mahı.
Diyarların padişahı,
— Çekil, dedi
İki çenem birbirine vurmaya başladı.
Sonra Kalfa:
Eyle kerem
Destur mükerrem.
Kafiyesiyle mumu ayaklarıma doğru tuttu:
— A!.. Kedi imiş, korkma kızım.
Dedi. eğildim, baktım. Filhakika o gündüzki iri kara kedinin ayaklarımın arasında dolaştığını gördüm.
Yine yürüdük. Mevhum bir musikinin ağır temposuna ayak uydurur gibi bir âcaip “kadans” ile gidiyorduk. Kedinin bacaklarıma her temasında tüylerim ürperiyordu. Nihayet geniş bir kapıya geldik... İçeriye baktım. Gayet büyük bir mutfak. Köprü kemeri gibi cesim bir ocağın başında Ruşen kadın “fino” ile karşı karşıya oturmuş. Ocakta bir tencere kaynıyor. Arap da saçlarını çözmüş siyah yün gibi dağılmış. Beyazlar giymiş bu acaip tuvaletin akşamdan sonra perilere karşı iltizam olunan bir nevi “etiket” olduğunu anladım. Sahanlığın üstünde bir kör kandil yanıyordu. Ablanın arkası bize dönüktü. Geldiğimizi görmedi. Fakat hâli bana alışmayan köpek hırlamaya haşladı. Arap başını bize döndürdü:
- Destur tu… tu… siz misiniz? Ötekileri zannettim de korktum Çünkü şeytan onların geldiklerini hissedince hırlar.
Dedi. Nalınları giyip içeri girdik... Çeşmifelek kalfa ocağın başına yaklaşıp:
- Dadıcığım bu akşam yemek geç kalmış...
Arap teessüfle başını sallayarak:
İyi saatte olsunlar, bugün onları gücendirdim mi? Ne yaptım?. Bir türlü pilav kaynamıyor.
— Şerbetlerini, şekerlerini vermedin mi?
— İncirin köküne bol bol döktüm... Şah nerede? Onun kaybolması iyi mana değildir, bilirsin ya? Şah onlardandır. Onların küçüğüdür.
— Bizimle beraber geldi. İşte burada...
Bu muazzam ismin kediye verilmiş olduğunu anladım. Biraz bekledik. Ruşen kalfa Şah’la Şeytan’ın ayrı ayrı kaplarda yiyeceklerini verdi. Nihayet pilav pişti. Evvelce kotardığı yemek sahanlarını dizerek iki tabla tertip etti. Mutfağın bahçeye açılan kapısı önüne gitti. Oradan kordon gibi sarkan, ucuna tahin parçası bağlı bir ipi seksen besmele ve desturla birkaç defa çekti. Sonra bize dönerek:
— Ötekiler, çıngırağı pek seviyorlar. Geçen akşam yine böyle çekerken hep buraya üşüştüler.
Dedi. Biz kendimize mahsus olan tablayı aldık. Mutfağın yanındaki yemek odasına girdik. Sofrayı kurduk. Ekmekleri siniye dizdik. Bol etli silkme, patlıcan kızartması, pilâv, bir de koca kâse kaymak gibi yoğurttan ibaret olan yemeğimizi yedik. Hepsi pek nefis pişirilmişti.
Yemekten sonra yine, o uzun yoldan destur ile yürüyerek gündüz oturduğumuz odaya geldik. Cezveler sürüldü. Kahveler içildi. Bu iki beyaz esvaplı, çözük saçlının arasında ben kıyafetimle, her halimle pek yabancı kalıyordum. Dışardan gelen en ufak bir pıtırtıya ikisi de dikkatle kulak kabartıyorlardı. Dereden tepeden konuşuyorduk. O geçtiğimiz uzun yolda bir gürültü oldu. Şeytan başını kapıya uzattı, havlamaya başladı... Ruşen kadın iki yanına sallana sallana:
Özüm doğru
Sözüm doğru
Korkutma bizi
Gözümün nuru
kafiyelerini makamla mırıldandıktan sonra, dedi ki:
— Rabbim hayırlar versin. Bu akşam yine hiddetleri vur.
Bu acaip kadının periler ile insanlar arasında esrar dolu birer mahlûk olduklarına artık hükmettim. Dışardaki cinler kadar bunlardan da korkmaya başladım.
Şamdan tepsisi üzerinde bir yağ mumu yanıyor, koca odaya bu ziyasızlık, bir türbe mehabeti veriyordu. Hanımefendi bu cinli evin acaba hangi köşesinde oturuyordu? Yoksa perilerin elebaşısı o muydu?
Dadı ile kalfa arasında bazı işaretler, yüz buruşturmalar teati olunduğunu hisseder gibi oldum. Fakat ışığın kuvvetsizliğinden bunlardan vazıh bir meal çıkaramıyordum. Biraz daha oturduk. Çeşmifelek Kalfa şamdanını yaktı. Ruşen'e bakarak:
— Sen bu kadına lâzım gelen şeyleri öğret. Ben gidiyorum. Geç kalmaya gelmez, dedi.
Odadan çıktı. Biz şimdi Ruşen, ben, Şeytan, Şah, dört can karşı karşıya kaldık. Bu hayvanlar bile perilere karışmıştılar. Hele Şah, onların çengisi köçeği imiş. Acaba bu hayvan bana bu gece ne oyunlar oynayacaktı?...
Bu akşam Ruşen'den ders alacakmışım. Buna teslim edecekleri şeylerin icrası kolay mı? Beceremezsem çarpılacak mıyım?
Ahçı kadın Şah’ı uzun uzadıya öpüp kokladıktan sonra bana döndü.
— Ben de gidip yatacağım kızım. Çok uyanık durursan hoşlanmazlar. Gündüz bizim, gece onların... Rahat bırakalım... İstedikleri gibi gezsinler.
Ağlayarak arabın ayaklarına kapanıp:
Aman ablacağım kurbanın olayını. Her tarafım zangır zangır titriyor. Ben bu evde yalnız başıma bir odada kalaman. Nereye gideceksen beni de beraber götür.
Kaşlarını çattı:
— Olmaz, olmaz, benim virdim, evrâdım var... Geceleri çekerim. Yanıma kimseyi alamam...
— Allah aşkına...
— Nafile yalvarma, olmaz. Hiç korkma. Onlar gece insan olan odaya girmezler. Ben şerbetledim. Şimdi senin boynunu bir nüsha takacağım. Bir şeycik yapamazlar. Hem evde en emin oda burasıdır.
Eliyle duvarı göstererek:
Bak orada bir levha var. İçinde “elelnnülecin” yazılı. Onun semtine uğrayamazlar.
Dedi. Korka korka duvara baktım. Bir çerçeve asılıydı, okuma bilmem ki ne olduğunu anlayayım.
— Aman kadıncığım perilerin başı için beni beraber götür, öleceksem senin yanında öleyim. Belki ağzıma bir yudum su verirsin.
Bir pıtırtı duyarak Şeytan yine havladı... Ruşen kapıya doğru gaibe hitapla:
— Biraz müsaade edin efendim. İşe artık yalıyoruz, konak sizin... Bana dönerek sert bir seda ile:
— Yok... İki gözüm, onlar inattan hoşlanmazlar. Periler seni boğacak olduktan sonra benim yanıma gelmeye korkarlar mı? Niçin bu kadar titriyorsun? Onları kızdıracak bir fenalık mı yaptın? Suçun mu var?
— Hiçbir suçum, günahım yok, Mevlâ biliyor. Fakat onların boşuna gidip, gitmeyen şeyleri ben nereden bileceğim?..
— Otur, hepsini anlatacağım. Dinle. Mavili esvap giyme. Kapı eşiği ne oturma, kuşağını kördüğüm etme. Yatağım duvar kenarına yapma. Akşamlan saç örgülerini çöz. Gözlerini birbiri üstüne yedi defadan ziyade kırpma. Seni korkuttukları vakit ayak başparmaklarının tırnaklarını birbirine sürt... İki elinle kulaklarının memelerini tut. Bir demir bulabilirsen üzerine bas... “Emret ya cin! Hazırım.“ diye bağır. Kalbini ferah itikadını tam tut, bir şey olmaz..
Ben raşeler içinde, korkudan, hayretten ayık bir ağız ile arabı dinliyordum. Nihayet boynundan kaytanlı bir nüsha yıkardı. Boğazıma taktı. Bir iki defa okudu. Ye sonra nasihat olarak:
Kasıkların çatlasa gece dışarıya çıkma. Onları rahatsız edersin. Gündüzleri bizim. Geceler onların. Yükte döşek var. Ser. Yat...
Son cangüdaz istirhamlarıma hiç ehemmiyet vermeden Ruşen abla bir tarafında Şah, diğerinde Şeytan çıktı gitti.

Muhsine, odasında yalnız başına, ilk geceyi anlatılmaz korkular içinde geçirmiş dışarıdan gelen horoz ötüşleri, ördek vakvakları, davul zurna sesleri ve buna benzer gürültüleri arasında öğrendiklerini uygulamış sonra bayılmıştır. Ertesi gün çiftlikten ayrılmak için giriştiği çabalar boşa çıkar. Artık her gün aklının ermediği başka başka olaylarla karşılaşır.
Bir akşam, yemekten sonra ona katta, yasak olmayan odalardan birine girince şu sözleri duyar:

— Benim adım Şefika... Babamınki Tayyar... Karaca üzümün kartlaşmamışçası. Ocak kıvılcımlandırıcılarından mısın? Kapı gıcırtcılarından mısın? Ne ocak kıvılcımlandırıcılardanım, ne kapı gıcırdatıcılarındanım.

Bir berber, bir berbere, bire berber. beri gel demiş. Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi... Bir tarlaya kemeken ekmişler. İki kürkü yırtık kel kirpi dadanmış. Biri erkek kürkü yırtık kel kör kirpi. Öteki dişi kürkü yırtık kel kor kirpi; Kürkü erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin kürkünü, kürkü yırtık erkek ket kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler. Kör olası melûnlar; işte dersimi su gibi biliyorum. Benden daha ne soracaksınız? Dört deryanın deresine dört dergâhın derbendine devrederlerse, dört deryadan dört dert, dört dergâhtan dört dev çıkar... Ben bu hesabı sizin kadar bilemez miyim zannediyorsunuz? Pireli peyniri perhizli periler teperlerse pireli peynirler de pır pır pervaz ederler. Bana soracaklarınız işte bunlar değil mi? Sınıf geçmek gayretiyle çalışan bir şakirt gibi ben bu imtihanı size her gün veriyorum... Beni buraya kapadınız. Mal ve mülkümün üzerine oturdunuz. Hakkımı, bu esaretten halâsımı dava edince bu saçmaları tekrar ettirerek beni çıldırtmaya uğraşıyorsunuz. Rabbimden dilerim benden besbeter olunuz. Zebani, minare boyunla, aksakalınla bu gece bana görünme, taşla kafanı yararım alimallah... Şeytan taşlaması sevaptır, sen şeytanların Aha babasısın. Haniya Salim? Haniya Şevki? Şiş şişeyi şişlemiş, şişe şiş demiş!

Muhsine şaşırmıştır. Sonra bunun yardım isleyen Hanımefendi olduğunu ve arada gelen minare boylu bir zebani (Gulyabanî) tarafından çıldırtılmış olduğunu anlar
Başka bir akşam, yattıktan sonra Muhsine'nin odasındaki yüklükten saz sesleri gelir; biraz sonra da çiftlik işçilerinden Hasan’ın perisi çıkarak ona aşk ilan eder: sabaha karşı yok olur Ertesi gün Muhsine, kendi perisinin de, Hasan’a aşk ilân ettiğini öğrenir. Böylece Hasan ve Muhsine birbirlerinin olmak için sözleşirler.
Hasan, bir toplantı akşamından sonra Muhsine’yi yoklamaya geldiği sırada, çiftlik sahibi Şevki Efendi'nin perisi de çıkagelir. Boğuşmadan sonra, içeriye giren başka periler tarafından Hasan götürülür. Ertesi gün Hasan’ın öldüğü haber verilince Muhsine çılgına dönerek Hasan'la olan ilgisini açıklar. Çiftlikteki kadınları bir korku almıştır. Geceyi Hanımefendinin yanında geçirmeye karar verilir.
Gece. Hanımefendi’nin odasının altında dört defa baykuş öter. Bu hepsinin öleceğine işarettir Depreme benzer bir sarsıntı olur ve sonunda, düdük ve trampete arasında servi ve kavakla aynı boyda Gulyabani çıkagelir. Bahçede omuzlarında Tüfekleriyle bir sürü tüylü peri de ortaya çıkmıştır. Muhsine artık, ölümü göze almak pencereden her şeyi izlemekte, Gulyabani’nin korkutucu bağırtılarına cesaretle karşı koymaktadır. Biraz sonra Gulyabani, üçünü katta olan odanın penceresinden sırığını içeri sokup bütün eşyayı ortaya döker. Ruşen ile Çeşmifelek sırığı tutar, yalvarır, bağrışırlar

GULYABANİNİN MAĞLUBİYETİ NİKABININ REF’I
Kalfa ile abla korkudan arız olan dermansızlık, baygınlık tesiriyle mi? Yoksa püryan sırığına geçirilmek nöbetlerini biraz temdit için vakit kazanmak kastıyla mı? Günahları üzerlerinde kalsın her nedense direğin ucunu gevşettiler. Ben kebaplık olarak şişte tek bir av kaldım. Çekile çekile pencerenin kenarına gelmiştim. Yamyam baba tamam beni dışarıya alacağı anda şiddetli bir gümleme ile bir silah patladı. Kurşun koca gulyabaninin kavuğuna yandan girdi. Çıktı. Köşkün kaplamasına saplandı. Sarıkta hafif bir duman peyda oldu. Gördüm. Ahubaba şaşırdı Başını sağa sola çevirdi. Kamerin aksi ziyasıyla gözleri pencere camı gibi Parıldadı. Akabinde uzaktan bir ses:
— Melun çekil pencerenin önünden, şimdi ikinci kurşunu beynine yiyeceksin
Tehdidinde bulundu. Bu intizar edilmeyen halâs tebşir eden sada bana o kadar tatlı geldi ki tıpkı Hasan’ın sesine benzettim... Acaba Hasan mazlumiyet kabrinden çıkarak bütün melekleri imdadına toplayıp biri kurtarmak için âhiretten dünyaya mı gelmişti?
Gulyabani hışımla avenesine doğru döndü:
— Etrafta düşman var. Uyuyor musunuz?
Tekdiriyle bağırdı. Tüylüler ağaçların altından meydana çıktılar. Uzaktan gelen ses esnada yine tekrar etti.
— Habis, sana pencerenin önünden çekil diyorum...
Golyabani kükreyerek:
— Devlerin padişahına emir vermeyi ben sana şimdi gösteririm.
Akabinde bir ikinci kurşun vızlayarak Ahubabanın sol omuzuna saplandı. O koca heyûla can acısıyla inleyerek:
— Of... Aman...
Acısıyla feryatta bulundu. Ufak bir kurşun yarasından bu azman devin teessürüne, şikâyet avazına taaccüp ettim..
Fakat mevkii terk etmedi. İnatçı bir kumandan cesaretiyle avenesine şu emri verdi:
— Kurşunlar soldan kavakların arkasından geliyor. Evvelâ ateş... Sonra hücum...
Tüylüler o cihete doğru gırıl gırıl tüfek boşalttılar... Sonra hücum gösterdiler. .
Karşıdan mukabeleden bir iki yaylım ateş edildi. Tüylülerden birkaçının sapır sapır döküldüklerini gördüm...
Sonunda çiftliğin bahçe kapısından silahlı ve meşaleli köylüler girip perileri yakalarlar. Aralarında Hasan da vardır. Gulyabani çaresiz teslim olur; soydukları zaman bunun çiftlik kâhyası Zekeriya Efendi, öteki peri kılıkların da çiftlikte çalışanlar olduğu anlaşılır.
Hasan okuma yazması olan şehirli bir gençtir; köşkün esrarını çözmek amacıyla çiftliğe işçi olarak girmiş; odadaki boğuşmadan sonra götürülürken kaçmış, köylüyü toplayarak gerçeği ortaya çıkarmıştır.
Çiftlikteki bu düzen de iki yeğen tarafından deli raporu aldıkları halalarının mal ve parasını istedikleri gibi harcamak amacıyla düzenlenmiştir.
Son olaylarda her şeyi öğrenen Hanımefendi. Hasan’a para ve mal verir; onu çiftliğine kâhya yaparak Muhsine ile evlendirir.

Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden:
Biçimi: Nesir (düzyazı).
Türü: Roman.
Konusu: Bu romanda, "hurafe ve boş inançlara saplanmış kişilerin durumlarıyla bu inançlardan yararlanan açıkgözlerin kurdukları düzenler "anlatılmaktadır

Yardımcı Bilgiler:
H. Rahmi Gürpınar, Servet-i Fünûn döneminde yaşadığı halde, onların arasına katılmamış, bağımsız bir yazar olarak kalmıştır. Edebiyatımızda en çok eser veren, geçimini kalemiyle kazanan birkaç yazarımızdan biridir.
Yazı hayatına gazetecilik ile başlamış, romanlarıyla ün kazanmıştır. Romanlarına sosyal sorunları, halkın bâtıl inançlarını, aile geçimsizlikleri ile ruh hastalarını, batılılaşmayı yanlış algılayanların bozuk yanlarını ele alıp işlemiştir. Hayatın gülünç yanlarını, mizah ve nükte ile karışık biçimde anlatmıştır. "Metres'te” Şâdi Efendi, "Şık’ta” Şâtırzade Şöhret Bey, "Mürebbiye’de” Dehri Efendi gibi canlı tipleri tüm eserlerinde yaratmıştır.
Eserlerinin konularını ise, genellikle zengin aile çevrelerinden almıştır. "Şık, Mürebbiye” gibi birçok eserinde konudan ayrı olarak öğretici bilgiler vermiş uzun açıklamalar yapmıştır.
Anlatımında konuşma üslubunu kullanmakta başarı sağlamıştır. Bu başarısı özellikle "Billur Kalp, Metres, Tesadüf, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç" adlı eserlerinde ve benzerlerinde görülmektedir.
Eserlerinde natüralizmin etkisiyle aşırı bir gerçekçilik görülmektedir. O, gözlem yapmış, gördüklerini dimağının süzgecinden geçirmiş, hayatın çirkin yanlarını bir fotoğraf makinesi gibi yansıtmaya özen göstermiştir.

Dil özellikleri:
a) Olaylar, kahramanlarının ağzından anlatılıyor.
b) Konuşma dili ustalıkla kullanılıyor, özellikle halktan kadınların dili, tüm incelikleriyle, Muhsine’nin ve öteki kadınların ağzından yansıtılıyor.
c) Romanda yer yer benzetmelere yer veriliyor. Benzetmeler, civciv ile periler; eşya ile karaltı, siyah yün ile saç ve benzerleri arasında yapılıyor.
d) Romanda halk sözleri ile deyimler çokça kullanılıyor.

Deyimler-Söz Grupları:
Ağzına bir yudum su vermek: ölmekte olan birine su içirmek.
Bir başına kalmak: Tek başına yalnız kalmak.
Dereden tepeden konuşmak: Rastgele şundan bundan söz etmek.
Korkudan dizlerinin bağı çözülmek: Çok korkmak, ayakta duramayacak kadar güçsüz kalkmak.
Sapır sapır dökülmek: Çok sayıda ve kendiliğinden düşmek.
Yaradana sığınmak: Tüm gücünü kullanmak.
Yüz buruşturmak: Hoşnutsuzluğunu yüz hatlarıyla belli etmek.
Zangır zangır titremek: Korkudan sarsılmak.

İçerik Yönünden:
Araştırmalar:

  • Okuduğumuz yazı iki bölümden oluşmaktadır Parçalardan birincisinde, "kurulmuş bir düzen için bir hizmetçi olarak düşmüş Muhsine’nin ilk gece karşılaştığı garip ortam; İkincisinde de düzenin ortaya çıkışı anlatılıyor."
  • Yıllardır konakta hizmetçilik eden Çeşmifelek ve Ruşen Dadı’nın düzene uymalarının sebebi, kişisel çıkarlarını düşünmüş olmalarıdır. Bunlar cinlerin varlığına inanmış görünerek, herkesi evin hanımının deli olduğuna inandırmaya çalışmaktadırlar.
  • Muhsine’nin karşılaştığı ortam ve olaylar, onda ürkeklik ve korku yaratıyor. Bunda cin ve perilerle ilgili hikâyeleri dinlemiş olmasının etkisi olmakla birlikte; gerçekte cin ve periye inanmış olduğu için, bir tuzağa düşürüldüğünü anlamasının rolü vardır.
  • Kurulan tuzağa Muhsine'nin inanmasını sağlamak için, onun bir odada tek başına geceyi geçirmesi düşünülüyor. Köşkte kalanların tümü ayrı ayrı odalarda kalmaktadır ve bu bir kuraldır. Bu kural, çiftlik kâhyası Zekeriya Efendi’nin foyası meydana çıkmasın diye konmuştur. Kural konmasaydı, Zekeriya Efendi'nin foyası ortaya çıkmış olacaktı.
  • Hanımefendi, aslında aklı başında biridir. Kendisiyle ilgili deli raporunun, mal ve mülkünü diledikleri harcamak için alındığını bilmektedir. Bir gün gerçeğin ortaya çıkacağına inanmaktadır. Olaylar, bu inanç doğrultusunda gelişmiş, silahlı köylülerin yardımıyla bu periler yakalanmıştır.
  • Muhsine'nin "gece pencereden dışarı bakmak" yasağına uymayışı, içinde yaşadığı ortamın ilginçliği ve ortamı anlama isteğidir.
  • Konakta, kurulu düzeni ortaya çıkarma başarısını gösteren, kentli bir genç olan Hasan'dır. Hasan, okumuş, eğitim görmüş bir kişidir. Böyle birinin gerçekleri göreceği, cin ve peri Hikâyelerine inanmayacağı bir gerçektir.

    Edebiyat bilgileri, Numan Kartal, Birsen Yayınları, 1990

SON EKLENENLER

Üye Girişi