Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

AHMET MİTHAT EFENDİ - YENİÇERİLER

Meşhur Dantel Huet’nin dediği gibi hikâye ve rivayet denilen şey ya bir mevcudu tarif yahut bir muhayyeli tasvir demek olup şey-i mevcudu tarife ‘‘tarih” ve şey-i muhayyeli tasvire “roman” yani masal derler

YENİÇERİLER
Yeniçeri bölük ağası Osman Çorbacı, Hüseyin Çorbacı’nın kızı Ayşe’yle evlenir. Bunların beş yıl çocukları olmaz. Osman Çorbacı, İstanbul'dan ayrılarak Sofya’ya, oradan da fırkasıyla Tuna boyuna gider. On bir ay geçmiştir. Karsından, bir erkek çocuğu olduğunu bildiren bir mektup alır, önce sevinir, sonra bunun kendi çocuğu olamayacağı kuruntusuna kapılarak, Ayşe’yi öldürmeye karar verir. İstanbul’a gelir. Osman Çorbacı, karısından sevgisini esirger; çocuğuna da şefkat göstermez. Ertesi gün onları, öldürmesi için, Hasan Pehlivan’la birlikte "Kozyatagı’na gönderir. Ayşe, kendisinin ve çocuğunun yazlığa gönderildiğini sanır.


Biçare Ayşecik hem hazırlanır, hem de Osman Çorbacı'nın “Zaten orada harem var“ dediğini tefsir etmek ister. Bir yandan dahi yalnız bir yeniçeri ile Kozyatağı‘na kadar nasıl gideceğini ve kocası kendini ne akıl ile gönderdiğini düşünür.
Her ne hal ise bir saat kadar sonra Hasan Pehlivan gelip “Hanım hazır oldun mu?“ diye sual etmesi üzerine kadıncağız derhal yaşmaklanıp ve çocuğunu da kucağına alıp çıkar. Yeniçeri ile birlikte Samatya iskelesine inerler. Oradan bir kayığa binip Kadıköyü yolunu tutarlar.
Hasan çocuğu kurağına almış ve kalafatı önüne eğmiş düşünür. Artık kalbinden neler geçer.
Arada bir kalafatın, altından kadıncağızın yüzüne bakar. Görür ki melek. Yüzünün her mesamatından cevher-i aslisi iffet ve sadakattan ibaret bir âbru tebahhur etmektedir ki bu hali bir cellâd-ı sahih görse yüreği parça parça olur. Ya ne kadar güzel! Ne kadar güzel! Biçare yirmisini henüz tecavüz etmiş, Kudretten rastlıklı kaşlar, kudretten sürmeli gözler! Ağzın şeklini yaşmak tayin eder ki sahihan hokka gibidir. Burun ve yanaklar... Hâsıl-ı kelâm bir tenasüp ki tarife sığmaz.
Hasan oturduğu yerde gaşyolup gidiyor. Bazı çocuğun yüzüne bakar, gâh bir nim tebessüm ederek etvarıyla çocuğa merhamet gösterir ve gâh kaşlarını çatarak hemen çocuğu boğup atacak gibi bir vaz'da bulunur. Dikkat isterim ki tamam vaz-ı cellâdâneyi alır almaz çocuk dudaklarını yayarak ve yanaklarını çukurlatarak bir tebessüm gösterdiği anda Hasan bir kere burnundan solur ve bir kere kafasını bükerek çehresinde beşaşet göstermeye mecbur olur.
Bunlar şu hâl ile Kadıköyü’ne varırlar ve o civarda bir öküz arabası bulup binerler. Yolda hal gene kayıktaki hâlin aynı. Fakat biçare Ayşe’nin kalbinde bir sıklet var ki düşünür, düşünür, çorbacının ikinci karısı Kozyatağı'ndaki bağda olmasından başka bir şeye hamledemez. Gide gide Kadıköyü’niin bayırlarını aşarlar, tamam tenhalığa düşerler.
Bir de Hasan Pehlivan arabayı durdurup “Hanım kız kardeş gideceğimiz bağ şurada, sol taraftadır; fakat araba işlemez. Artık orasını da yaya gidelim” diyerek ve arabacıyı savarak caddenin sol tarafına doğru caddeden tebaüde başlarlar ve bin sekiz yüz, bin ve bin iki yüz hatve kadar gittikten sonra bir büyücek badem ağacının altına vararak Hasan Pehlivan “Hanım abla, yorulduk değil mi? Biraz burada oturmalıyız“ demesi üzerine ağacın dibinde otururlar.
İşte burada zavallı Ayşe’nin yürekçiği oynamaya başlar. Bu iş hayırlı bir iş olmadığını anlar.
Sanki Hasan Pehlivan’ın yüreği oynamaz mı? Beş kat daha. Ancak pehlivan gözlerini kadına dikmiş, ayırmak ihtimali yok. Kadın kaşlarının altından pehlivanın yüzüne bakar ki herifin gözleri hâlâ kendisinde. Derhal gene önüne eğer.
Elhasıl aradan bir yarım saat kadar zaman dahi bu suretle geçer. Nihayet Hasan'ın kınıyla beraber bıçağı çıkarıp engerek yılanı gibi çimenlerin arasına yatırdığını gürünce kadın bütün bütün tevahhuş ederek istizah-ı merama mecburiyet görür.
— Canım Hasan Pehlivan, sizin meramınız ne? Kardeşim ol, doğru söyle.
— ... (Sükût.)
— Hayır, hayır saklama. Ben Osman Çorbacı’da da, sen de bir başka meram anlıyorum.
— Vallahi hanım abla benim hiç kabahatim yoktur. Ben âdeta bir emir kuluyum. Ne emrederse yapmaya mecburum.
— Sana ne emretti? ...
— Ah, ne emredecek? Seni ve çocuğunu buraya getirip kesmeyi emretti. Bu haber ürerine Ayşe’ye bir baygınlık gelerek oturduğu yerde dahi duramayıp yıkılıverir ve bir müddet öyle bihuş yatar. Nihayet aklını biraz başına aldıktan sonra;
— Pek güzel kardeşim, ne yapayım benim de ecelim bu yüzden imiş derim. Fakat rica ederim sana ki kabahatimin ne olduğunu bilir isen bana söyleyesin.
— Vallahi hamın sana doğrusunu söyleyeyim mi? Ben senin bir kabahatine inanmıyorum. Çünkü çocuğun gözleri ve gülüşü tıpkı Osman Çorbacı. O diyor ki bu çocuk kendisinden değildir.
— Ya öyle mi? Öyle ise rica ederim sana emrettiğini yapmaktan geri durma. Çünkü ben bu çorbacıyı kendi nefsimden çok severim ve çorbacı bugün yeniçeri ocağının yarısıdır. Benim gibi kanı katli helâl bir kadıncağız onun namusunu yerlere vurmuş olmasın. Ben kendimi tanıyorum. Beni benden başka kimse tanımaz ise Allah tanır. Huzur-ı mahşerde yüzüm kara çıkmadıktan sonra ölümden havf etmem...
— Güzel söylüyorsun. Ben seni kıyamam, çünkü seni kabahatsiz görüyorum, melek gibi melek gibi, namuslu görüyorum. Bana kalsa şimdi kalkar İstanbul'a gideriz. Ben de yalvarırım, senin kabahatin var ise de, yok ise de affettiririz.
— İşte yalnız bunu kabul etmem. Bundan sonra beni affetse de, ona karı olamam. Çünkü o, karı koca ne demek olduğunu bilir bir adam olmuş olsa idi bir kere işi anlar dinler idi. Mademki bir kere katlimi gönlü hükmetmiş artık o iş bitli... Şimdi sen beni ne yapacaksan yap. Onun hükmü yerini bulacaktır.
Bu muşafehe üzerine Hasan Pehlivan ol kadar vâsi' ve amik bir derya-yı hayrete öyle bir düşüş düşer ki başı ta dibine değer. Hem de çıkmaklığın imkânı yok. Bıçağını kınından çekmiş çıkarmış, eline almış, oynar durur ve bir saniyede bin şeye karar verip bin kararını bir saniyede bozduğu dahi zâhir-i halinden anlaşılır idi.
Garip ve biçare Ayşe her an ölüme muntazır olarak lâyenkati tevbe ve istiğfar ile vakit geçirir ve her lemh-i basarında etraf ve eknafı son defa olmak üzere görüp kâinata veda eder idi.
Ciğerpâresi yavrucak çimenler üzerinde yuvarlanıp gâh meme için ağlar ve gâh otlara güler...
Efendim sözü uzatmayalım. Hasan pehlivan tamam iki saat düşündü. Bu müddet zarfında birkaç defa dahi gözleri doldu. Nihayet başını kaldırıp söze başladı: .
— Hanım hemşire ben seni kıyamayacağım. Seni öldürmeğe elim ve kalbimin şehadetine bakar isen senin üzerinde bırakılan kabahati tasdika da dilim varmayacak. İlen seni kurtaracağım. Fakat bir şart ver: Beni kocalığa kabul eder misin?
— ... “Yeni işittiği bu sözlerine gözlerini fırlatır.“
— Yok ama taaccüp etme. Çünkü çorbacı seni bir kere gözünden çıkardı, ölümüne razı oldu. Demek ki artık sen onun karısı olamazsın. Ben ise sana koca değil, kul köle olurum, fakat bu çocuğu kabul edemem. Çünkü zaten seni gayet gizli olarak tutacağım ve daha birtakım sebepler var ki bu çocuğu kabul edemem, ancak öldürmem de, şurada Kadıköyü’n de bakkal dükkânı kepenkine koyarım. Sevabına birisi alır, ne dersin?
Şimdi düşünmeli ki Ayşe bu anda ne hal ve mevkide bulunuyor? Hangi teklife razı olsun? Can dahi tatlı. Bu kere dahi Ayşe başlar düşünmeye. Kendi alnının kara yazısına düşünür, ağlar; biçare yavrucağın kara yazısına, düşünür, ağlar, ağlar, ağlar.
Fakat ağlamaklığın faydası yok. Hasan Pehlivan cevap talebinde ısrar eder. Bıçak dahi herifin elinde. Biçare Ayşe ne yapsın: razı olur. Fakat kendisi de bir rica eder. “Pekâlâ!.... Allah’ın emri ve muradı hu imiş, derim. Fakat sana rica ederim ki çocuğun arkasına bıçağın ucuyla bir çizgi yap. Ne bilirsin... Belki bir gün evlâdımı onunla bulurum.


Bu anlaşmadan sonra çocuk bir dükkân önüne bırakılır; Ayşe, Hasan Pehlivan’la evlenir.
Hikâyenin bundan sonraki bölümünün kahramanı. Üsküdar’la İstanbul arasında kayıkçılık yapan piyade yeniçerisi Civelek Hüsnü’dür.
Civelek Hüsnü, bir akşamüstü kayığıyla, bir anneyle kızını, İstanbul’a geçirmektedir. Bu sırada görüp beğendiği kızla evlenmek için annesinden söz alır. Kız (Şahap) da onu beğenmiştir.
Bir süre sonra Hüsnü, Nizam-ı Cedid’in kurulması sırasında yeniçeriler arasında çıkan bir kavgada sırtından bıçaklanır ve Cellât Hasan’ın (Hasan Pehlivanın) evine yaralı olarak götürülür. Orada; Hüsnü’nün, sırtındaki işaretten, Osman Çorbacı’nın oğlu; Şahap’ın da, Hasan Pehlivan’la evlenen Ayşe'nin kızı, yani kendi kızkardeşi olduğu ortaya çıkar. Hüsnü ölür; Şahap da onun ölümü karşısında çıldırır.

Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden:

  • Biçimi: Nesir (düzyazı).
  • Türü: Hikâye. .
  • Konusu: Hikâyede, Yeniçerilerin sorumsuzca davranışlarda bulundukları bir dönemde, bir yeniçeri ile evlenen Ayşe’nin başından geçen acıklı olaylar anlatılıyor.
  • Ana düşünce: Bir şeyin doğrusunu araştırmadan kuşkuya düşüp yanlış karar vermek sakıncalıdır.

Dil özellikleri:
a. Yazar, konuşmalarda sade, olayların anlatımında yabancı sözcüklerle yüklü süslü bir dil kullanmıştır.
b. Deyimlerden ve halk deyişlerinden yararlanmıştır: Yüreği oynamak, burnundan solumak, kudretten rastıklı kaşlar vb.
c. Kimi sözcüklerde ikinci tekil kişi zamiri, ismin "-i" hal ekinde kullanılmıştır: Örneğin: Ben seni kıyamam." Oysa söz, günümüzde "ben sana kıyamam" biçiminde kullanılmaktadır.
d. Yer yer duygulu cümlelere yer vermiştir. Özellikle Ayşe ile Hasan Pehlivan’ın karşılıklı konuşmalarda kullandıkları cümleler buna örnektir.

Deyimler-Söz Grupları:

  • Burnundan solumak: Çok öfkelenmiş olmak.
  • Yüreği oynamak: Heyecanlanmak, çok korkmak.
  • Gözünü dikmek: Dikkatle bakmak ya da bir şeyi elde etme isteğine kapılmak.
  • Aklını başına almak: Kendine gelmek, toparlanmak, dalgınlıktan kurtulmak.
  •  Yüzü kara çıkmamak: Utanılacak zor bir duruma düşmemek.
  • Gözden çıkarmak: Feda etmek.
  •  Kulu kölesi olmak: Her istediğini yapacak kadar ona bağlı olmak.
  • Tarife sığmamak: Olağanüstü olmak, tanımlanamaz ve anlatılamaz bir durumda bulunmak.
  • Kudretten rastlıklı kaşlar: Doğuştan, rastık sürülmüş gibi kara olan kaşlar.


İçerik Yönünden:
Araştırmalar:

Okuduğumuz metinde gerçeğe uygun ve hayal ürünü yönler şöyle sıralanabilir: Osman Çorbacı ile Ayşe evleniyorlar. Bunların bir çocuğu dünyaya geliyor. Osman Çorbacı, görevli olarak Tuna boyuna gidiyor. Çocuğun kendisinden olmadığı kuşkusuna kapılıyor. Bunlar, gerçeğe uygun yönleri teşkil ediyor.

Osman Çorbacı, Ayşe ile çocuğu öldürme görevini Hasan Pehlivan’a veriyor. Civelek Hüsnü, Şahapla (kızla) evlenmek istiyor, bir kavgada yaralanıyor ve Hasan Pehlivan’ın evine getiriliyor. Sırtındaki çizikten tanınıyor, Ayşe'nin annesi olduğunu anlıyor. Bunlar, rastlantısal olaylar olup parçanın hayal ürünü yönünü oluşturuyor.

Ayşe'nin Hasan Pehlivan’dan gerçeği öğrenmesi ve onun kendisiyle evlenmek istemesi üzerine, durumunda şu değişiklikler oluyor: Ayşe, bu evliliğe razı oluyor, oğlundan ayrılmayı kabul ediyor. Bu değişiklikte yadırganacak bir yan bulunmuyor. Çünkü o, çaresizlik içinde kalan birinin verebileceği en doğru kararı vermiş bulunuyor. Böylece hem kendim hem de çocuğunu kurtarmış oluyor.

Ayşe, kocası Osman Çorbacı'nın sanısını ve kararını öğrenince "ya öyle mi?” diyerek şaşırıyor. Sonra kendinden emin namuslu bir kadın olarak kadere boyun eğiyor. Bunda o zamanki aile yapısının büyük etkisi görülüyor.

Hikâye kahramanlarının belirli birer karakter özelliği vardır. Ayşe ile Hasan Pehlivan, kararsız ve kaderci birer kişilik içindedirler Acıma ile sevgi duygusunu birbirine karıştırmaktadırlar. Osman Çorbacı ise kuşkucu bir tip olarak belirtilmektedir. Kahramanlar, bu tip özellikleriyle gerçek yaşamdaki kişilere benzemektedirler.

Ayşe önce kocası için ölümü göze aldığı halde çocuğunu ve kendini kurtarma düşüncesiyle çocuğundan vazgeçmeyi, Hasan Pehlivan’la evlenmeyi kabul ediyor. Böyle davranmasaydı çocuğu ile birlikte ölmüş olacaktı.

Yazıda geçen kimi cümlelerin günümüzdeki söyleniş biçimleri şöyledir:

  • "Bu iş, hayırlı bir iş olmadığını anlar." (Bu işin hayırlı bir iş olmadığını anlar.)
  • "Çıkmaklığın imkânı yok". (İşin içinden çıkmanın imkânı yok.)
  • "Kabahatin ne olduğunu bilir isen". (Kabahatimin ne olduğunu biliyorsan.)
  • "Ben seni kıymam". (Ben sana kıyamam.)

Parçada geçen, "Dikkat isterim...", "Efendim sözü uzatmayalım." cümleleri, yazar tarafından okuyucuya söyleniyor. Yazar, hikâyenin birçok yerinde araya giriyor. Kimi kahramanların durumuyla, kimi de olayla ilgili olarak sözler söylüyor. Bu sözlerde de okuyucuyu uyarıyor, dikkatini olay üzerinde yoğunlaştırmasını istiyor; önceden anlattığı olay ile anlatacakları arasında bir bağ kuruyor. Bunları bir hikâye ve romanda, hikâye ve roman tekniği açısından uygun görmüyoruz ve bunları bir anlatım kusuru olarak değerlendiriyoruz.

Edebiyat bilgileri, Numan Kartal, Birsen Yayınları, 1990

SON EKLENENLER

Üye Girişi