Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞAH İSMAİL - NEYLEREM OL CENNETİ İÇİNDE DİDAR OLMASA

GAZEL
1) Neylerem ol cenneti içinde didar olmasa
    Koy anı virane kalsun bağçede yar olmasa


2) Gaflet ehli kaldı hakdan şöyle bil kim bî nasib
    Kande didarı görür ol bunda bidar olmasa


3) Dünyede aşık olan geydi melamet donunu
    Her yeten aşık olur mu derd ana kâr olmasa


4) Aşıkın meydanda başı top yerine çalınur
    Başını meydane koymaz kim ki serdar olmasa


5) Doğruluk dost kapusudur doğru gel gir bu yola
    Eğri meydanda utanur bunda ikrar olmasa


6) Ey Hatayi cevheri harc eyleme nadana sen
    Cevherin kadrini bilmez ger hırîdâr olmasa

(Syf: 141, 120. şiir, gazel)

VEZNİ: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün

Neylerem ol cenneti içinde didar olmasa
Koy anı virane kalsun bağçede yar olmasa
İçinde sevgilinin güzel yüzü olmazsa ne yapayım o cenneti? Bir bahçe olan cennette sevgili olmayınca o cenneti bırak harabe kalsın.
Didar: Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda. Virane: f. Harabe. Yıkılmağa yüz tutmuş eski yapı.
Tasavvufta didar, şeyhi ya da Allah’ı temsil eder. Cennet bahçesi de olsa cemalullah ile müşerref olmazsam ne yapayım cenneti ben, diyor şair. Yani Allah’ı görme iştiyakı, cennetin lezzetlerini bir hiç olarak görmesine neden oluyor. Eğer “didar” şeyh olursa şair, cennette şeyhiyle hem-dem olmak istediğini ve o olmadan cennetin pek değerinin kendi indinde kalmayacağını; hatta cenneti “virane” yani harabe olarak ifade ediyor.

Gaflet ehli kaldı hakdan şöyle bil kim bî nasib
Kande didarı görür ol bunda bidar olmasa
Şöyle bil ki gaflet ehli hakdan nasipsiz kaldı. O bunda uyanık olmasa nerede sevgilinin yüzünü görür?(göremez!)
Bidar: Uykusuz, uyumayan. Uyanık. Kande: nerede
Şair, “hak” kelimesini hem Allah hem de kazanılmış haklar anlamına gelecek bir şekilde tevriyeli kullanmıştır. Mürit, Allah’ı görmek istiyorsa gözünü(kalp) açmalıdır; aksi takdirde Allah’ı nasıl görebilir o nasipsiz, diyor şair. Diğer anlamı ise sevgiliyi görmek isteyen gözünü açmalı ki didarı görme hakkından nasibi olsun.
“«Hak» Allah adlarından olduğu gibi gerçek anlamına da gelir. Farsça kaidesince Hak ehli anlamına gelen bu söz, Allah adamı, gerçek ehli Allah adamı, gerçek ehli anlamına da gelir. Aynı zamanda Azerbeycan ve İran’da, Hazret-i Alî hakkında aşırı inanç besleyenler, kendilerine «Ehl-i Hak» derler”(Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Gölpınarlı, Ehl-i Hak maddesi) Fakat “ehl-i Hak” tabirini sadece Aleviler veya Şiiler değil Sünni Müslüman kesim de kullanmaktadır. Burada kastedilen ise “ehl-i hak kavramını Aleviler özellikle kullanır.” demektir. Şiileri Kızılbaşlar ve Alevilerin inançlarında bulunan “Hak-Muhammed-Ali” ifadesinden yola çıkılacak olursa “ehl-i Hak” tabirini neden en fazla onların kullandığını daha iyi anlarız.

Dünyede aşık olan geydi melamet donunu
Her yeten aşık olur mu derd ana kâr olmasa
Dünyada aşık olanlar melamet(kınanmışlık) elbisesini giymiştir. Aşık olan bir kişiye dert bir kazanç olmasaydı kendisine her dert yetişen aşık olur muydu?
Melamet: Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık. Kâr: İş. Güç. Amel. Fiil. Temettü’. * Kazanç.
Tasavvufta aşk, aşk-ı ilahidir; Allah’a ve dünyadaki her şeye Allah için olan aşktır. Aşk, lika(kalben kavuşmak) için vasıtadır; bazen de gaye olur aşk. Bunu tercih edenler ise “melâmet” yoluna adım atmış demektir. Şu durumda Allah’a âşık olanlar, bir şeyhe bağlananlar, Allah yolunda gidenler; çetin imtihanlarla, dertlerle karşı karşıyadır. Zira dert olmadan âşık olunmaz, “melâmet” elbisesini giymeyen sevmiş sayılmaz, âşık olamaz!, diyor şair.

Aşıkın meydanda başı top yerine çalınur
Başını meydane koymaz kim ki serdar olmasa
Aşığın başı meydanda top yerine sürülür. Kim ki kumandan olmazsa başını meydana koymaz.
Serdar: Askerin başı. Kumandan.
Şair, askeri bir uygulamaya telmihte bulunarak aşığın fedakarlığına ve feragat hissinin ne derecede olması gerektiğini ifade ediyor.
Meydan kelimesi, geniş, açık saha, alan anlamına Arapça bir sözdür. Türkçeye çeşitli anlamlarla girmiştir. «Koşu meydanı, Cirit meydanı, Ok meydanı. At meydanı» gibi. Güreş yapılan alana «Er meydanı», savaş alanına «Harp», «Savaş meydanı» derler. «Meydan vermek», bir şeyin oluşuna göz yummak anlamına gelir. «Meydana gelmek», belirmek demektir. «Meydan okumak», bir dâvada tek olduğunu söylemek, herkesi, aynı dâvada kendisiyle boy ölçüşmeye çağırmaktır.
Tasavvufta «Meydan», mahabbet alanı, zikir ve vecid alanıdır. Esma(Allah’ın isimleri) ile sülük görenlerin(manevi yolculuk edenlerin) zikirlerinde, ilâhı okuyanlar, «Yâ sâhîb’el-Meydân – Ey meydanın sahibi» sözüyle o tarîkatin pirini kastederler.
Dergahtaki Meydan hizmetlerine bakan, mukabele yapılacağı vakit şeyh postunu semâ’-hâneye götürüp seren, şeyhi semâ’-hâneye getiren, mukabeleden sonra postu düren, kaldıran, yemek zamanını, mukabele vaktini usûliyle bildirecek dervişe sala vermesini buyuran dedeye Meydancı Dede, onun hizmetinde bulunan dervişe de «Meydancı Yamağı» derler.
Bektâşilerde “Meydan”, tarîkate giriş, baş okutuş yahut ölmüş birinin ruhunu ta’zîz ediş törenlerinin yapıldığı müstakil odaya denir.”(Âlevî-Bektâşi Nefesleri; s. 133).
Şâhî’nin,
“Kurbanlar tığlanıp ğül-banğ çekildi,
Gaflet uykusundan uyana yeldim.
Dört kapı sancağı anda dikildi,
Uryân biryân olup meydana geldim.” dörtlüğünde bahsettiği «Meydan»sa, Bektaşi olacak kişinin alındığı Meydan’dır.(Ayni; s. 168).(Bkz. A.g.e. Gölpınarlı, Meydan, Meydancı maddesi)


Doğruluk dost kapusudur doğru gel gir bu yola
Eğri meydanda utanur bunda ikrar olmasa
Doğruluk dost kapısıdır; bu yola doğru gel gir. Bu manayı kabul olmasa eğri kişi meydanda utanır.
İkrar: Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek.
Tasavvufta sıdk ve sadakat “olmazsa olmaz” gibidir. Bu doğruluk sözde olduğu gibi iş, oluş, hareketlerle de doğruluk anlamlarını da kapsayan bir doğruluktur. Zaten doğru olmayanın (eğriliğinden dolayı) herkesin önünde utandığı genel-geçer bir kuraldır; eğri olmanın hiçbir meydanda hiçbir faydası yoktur.
“Alevilikte ve tarikatlerde “ikrar” yemin anlamına gelebilecek bir şekilde yani “sadakat” manasında kullanılır. “Zira ikrarın zıddı inkarla bir görülmüştür. Erenler yoluna girmeye «ikrar Vermek» denir. «İkrarım hakkıyçin», hâl ehlince en büyük yemindir. «İkrarında durana aşk olsun; inkâr edene yuf»”(a.g.e., Gölpınarlı, Ikrar maddesi) Şeyh Galib, “İkrarımıza ser verirüz, Ahde kavîyüz, Biz Şâh-ı Velayet kuluyuz, hem Aleviyüz.” der.
Birinci mısrada “Doğru gel gir bu yola” derken şair(Hatayi), “yol” kavramıyla ilgili olarak şu açıklamaları buluyoruz:
“Yola girmek, yola götürmek, yola sokmak
Yoldan çıkmak, yoldan kalmak
Yolda kalmak
Yol göstermek
Yolsuz, yolsuzluk

Halk tarafından âdet, örf, gelenek, görenek anlamına kullanılan «Yol», sözü, tasavvuf ehlince «Tarıyk-Tarîkat» karşılığıdır ve bu sözlerin Türkçesidir. «Yola girmek, yola getirmek, yola sokmak», tarîkate girmek, birini tarîkate sokmak anlamlarına gelir. «Yoldan çıkmak, yoldan kalmak», tarîkate uymayan bir şey yapmak, bir kusur işlemek anlamlarındır. «Yolda kalmak», tarîkatte olmakla beraber feyiz alamamak demektir. «Yol göstermek» birisini irşâd etmektir. «Yolsuz, yolsuzluk», tarîkate uygun olmayan birşeyi yapmak ve bir kusurda bulunmak yerine kullanılır. «Yolsuzluk» sözü, tarîkatten düşkün anlamınadır.”(a.g.e., Gölpınarlı, Yol maddesi)

Ey Hatayi cevheri harc eyleme nadana sen
Cevherin kadrini bilmez ger hırîdâr olmasa
Ey Hatayi değerli taş olan cevheri cahil için harcama. Çünkü eğer müşteri olmazsa cevherin değerini bilmez.
Nadan: Cahil, bilmez, haddini bilmez. Cevher: Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. Harc: Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. * Vergi. * Çıkmak. * Yeni çıkan bulut. * Yemâme vilayetinde bir yer. * Ecir. * Buğday. Hıridar: Alıcı, müşteri, tâlib.
Tasavvufta cevher, ulaşılması güç olan tecrübi(deneme-yanılma sistemine dayalı) hakikatlerdir. Bu altından değerli cevher misali hakikatlerin değerini ancak sarrafı bilir; kadir kıymet bilmeyen nadanlar bilmez. Zaten onlar “müşteri” sıfatına dâhil de olamazlar. Zira onlar alıcı değil; sadece laf olsun diye sorucudurlar. “Talip” olan müşteri ancak cevherin kadrini bilir.
Bununla beraber beyitte geçen, Gevher(cevher) kelimesinin anlamı şudur: “Mücevher, değerli taş anlamına Farsça bir sözdür. Bektâşiler, İmâm Huseyn’in kabrinden, kabrinin civarından alınıp Fırat suyuyla karıştırılarak kalıplara dökülüp kurutulan toprağa «Gevher» derler. Nevruz’da içilen ve lohusa şekeriyle pembeleştirilen süte, Muharremin onuncu günü, ikindi vakti meydanda herkese sunulan suya bu topraktan biraz karıştırılır.
Namazda secde yerine, ibâdet için değil, teberrük için bu toprağı korlar ve secdenin toprağa, yahut topraktan meydana gelen, yenmesi, içilmesi, giyilmesi âdet olmayan bir şeye olması şarttır. Taşa, hasıra, cilâlı ve boyalı olmayan tahtaya secde edilebilir; fakat kilime, halıya baş koymak caiz değildir. İmâmiyyede, şifâ için de bu topraktan bir parça, suda ezilip içilir.”(a.g.e, Gölpınarlı, Gevher maddesi)
Ey Hatayi sen, gerçek cevher talipleri olan alıcı için elindeki cevher gibi hakikatleri harca; aksi durumda harcama!, diyor şair.

1. HAYATI
İran Safevi Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail, 1487 yılında doğdu. Babasının ismi (Şeyh) Haydar’dır. Aynı zamanda şair olan Şah İsmail, “Hatâyî” mahlasıyla Türkçe şiirler yazdı. “Şah Hatayi” mahlasıyla şiirler, deyişler söyleyen Şah İsmail(1487-1524), Safevi Devleti’nin kurucusu ve Alevilerin büyük ozanlarından biridir. Şah İsmail, Devletin sınırları genişleyip Şiilik Anadolu’ya doğru hızla yayılınca Osmanlılarla çatışır. Sonunda Çaldıran’da Yavuz’a yenilir (1514) ve kaçar. Bu yenilgiden sonra Tebriz’e döndüyse de eski gücünü yitirdiği gibi uğradığı ruhsal çöküntüyle de kendisini şaraba verir. Oğlu Tahmasb’ı yerine atabey olarak bırakır, her yılını ayrı bir kentte geçirerek yaşamını tamamlar. Azerbaycan’da iken miladi 1524 tarihinde ölür. Cenazesi Erdebil’e götürülür.
2. SANATI
Şah İsmail’in sanatçı kişiliği, çok zor koşullar altında geçen çocukluğu sırasındayken oluştu. Aruz ve heceyle yazdığı şiirler Azerbaycan edebiyatının Nesimi ve Fuzuli arasındaki döneminin en güçlü temsilcisi olduğunu kanıtlar. Özellikle heceyle yazdığı şiirler Anadolu’da gelişen tekke edebiyatını büyük ölçüde etkiler. Alevi-Bektaşi edebiyatının en güzel örneklerini sunar. Sadettin Nüzhet Ergun, şiirlerini şu şekilde dörde ayırıyor:
a)Tasavvufi düşüncelerini içerenler,
b) Aleviliği dile getirenler,
c) Hurufiliğin ilkelerini yansıtanlar,
d) Âşıkane olanlar.
Aruzla yazdığı şiirlerinin ise daha çok “tasavvufi” olduğu görülmektedir. Tasavvufi anlamda yazdığı şiirlerinde kullandığı dil, klasik şiirin dilidir.
3. TARİKATI
Hatayi için “Kızılbaş” dememiz, doğruya daha yakın bir tespittir. Kızılbaşlık için ise Türkmen Şiiliği de diyebiliriz. Şiirlerinde mezhebi açıkça görülür.
Yararlanılan Kaynaklar:
1- Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Abdulbaki Gölpınarlı
2- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
http://www.kandildergisi.com

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi