Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

BAKİ –FERYADIMA OL KAMETİ ŞİMŞAD YETİŞMEZ

GAZEL
1. Feryâdıma ol kameti şimşâd yetişmez
    Benzer ki anın gûşuna feryâd yetişmez

2. Sermenzile uşşâk erişür cümleden evvel
   Ol mertebeye sa'y ile zühhâd yetişmez

3. Ahımdan önürdü yetişür kapına eşkim
    Germiyyet ile şöyle gider bâd yetişmez

4. Yollarda kalur râh-rev-i ka'be-i vaslın
    Ömr âhır olur mevt erişür zâd yetişmez

5. Bu arsada Bâkî nice üstâda yetişti
    Âlemde bugün ana bir üstâd yetişmez

Vezni: Mef’ûlü Mefâili Mefâilü Feûlün

Günümüz Türkçesi

1. O şimşir boylum feryadıma koşup gelmiyor; galiba onun kulağına feryat erişmiyor.
2. Âşıklar herkesten önce son durağa (varılmak istenen yere) varırlar; sofular ne kadar çalışsalar onların erdiği bu mertebeye eremezler.
3. Gözyaşım, öyle hararetle akar gider ki arkasından rüzgâr bile yetişmez ve âhımdan önce kapına varır.
4. Senin kavuşma kâbenin yolcusu, ömür nihayete erip ölüm geldiği ve yol azığı tükendiği için, o kâbeye varamadan yollarda kalır.
5. Bâkî, bu alanda nice üstatlara yetişti (nice üstatları tanıdı); fakat dünyada bugün ona yetişecek bir üstat yoktur.

İzahlar :
1.. Bu beyitteki “kameti şimşâd”, Farsça bir terkip değildir; boyu uzun gibi Türkçe bir birleşik sıfattır ki manası, “şimşir boylu, boyu şimşir ağacı gibi düzgün ve güzel olan” demektir. Eski eserlerde bu ağaç da, “serv, ban, ar'ar” gibi uzun ve güzel boyun kendisine benzetileni olarak kullanılır.
İkinci mısrada hem güzel bir mübalâğa, hem de benzer ki kelimesi kullanıldığı için kuvveti azalmış, bir yarım hüsnü tâlîl vardır: şair sevgilisinin boyunu, kulağına feryat erişmeyecek kadar uzun gösteriyor. Bu uzunluk tasavvurunun zevkimizi incitmemesini de, sevgilinin ve fasızlığından, veya mağrur oluşundan dolayı feryada kulak asmayışı manası temin ediyor.
Bu gazelde kafiye yapılmış olan “şimşâd, feryâd, zühhâd...” kelimelerinin son hecelerini, vezinde, birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.

2. Menzil, yolda durulacak, geceliyecek konak demektir. Bu kelimenin başına Farsça “ser” kelimesi getirilince manası, varılmak istenen son yer, son konak olur.
Bu beyitte, âşıkların mertebesine zahitlerin niçin erişmeyeceklerini anlamak için şunları hatırlatmak lâzımdır:

Gerek Arapların, gerek İranlıların ve gerek bizim Müslümalıktan gonra meydana gelen edebiyatlarımızda, tasavvuf akideleri ve esasları, nazmın bünyesine girecek kadar müessir olnıuştur. Bu tesir dolayısıyle, tasavvufla hiç alâkası olmayan, yani herhangi bir tarikate mensup bulunmayan şairlerin eserlerinde bile, mutasavvıfane eserlerde kullanılan bazı terimlere sık sık rastlanmaktadır. Gitgide, klişeleşen bu terimlerin her şair tarafından kullanılması, Divan Edebiyatında bir âdet olmuştur.


Tasavvuf, dinin dar çerçevesini ve şartlarını, bir bakıma göre, kırıp insanların düşünüşlerine ve hareketlerine genişlik temin eden bir cereyan olduğu için, mutasavvıflarla şeriatçılar arasında sürüp giden bir münazaanın ortaya çıkmasına da yol açılmıştır. Tasavvufun tefekkür tarzını ve telâkkilerini, sanatkârane tefekküre, şairane tahayyüle elverişli bulup benimseyen şairler, eserlerinde, gönül işlerinin ve hallerinin yabancısı olan zahitlere her vesile ile çatmışlardır.


Bâki'nin bu beyti de, bu bakımdan, mutasavvıfane bir eda taşıyor. Âşıkların herkesten önce eriştikleri menzil, aşk yolundan idgilerek bulunan erişilen hakikatlerdir. Zahitlerin, ibadet ederek o mertebeye erişememeleri de zâhirî ilimleri ile Allah’ın kâinatın, hilkatin ve hakikî aşkın sırlarına akıl erdirememeleri yüzündendir.


Bu beyitteki “sa'y” kelimesi üzerinde de, bir tevriye vesilesiyle durmak lâzımdır: Arapça olan sa'y kelimesi çalışma manasından başka hac esnasında Safâ ve Merve adlarını taşıyan iki mevki arasında koşma manasına da gelir ki, bu, haccın tamam olması için yapılan merasime dâhildir. Bu itibarla, zahitlerin sa'y ile âşıkların vardıkları mertebeye erişemeyecekleri sözüyle, onların ibadet ederek, hacca giderek Hakka ve hakikate varamayacakları da anlatılmış oluyor.

3. Önürdü; önce, daha evvel demektir. Eskiden de az kullanılmış bir Türkçe tabirdir.
Germ, Farsça, sıcak demektir. Sıcaklık da “germî”dir. Arapça kelimelere getirilen “iyyet” ekiyle yapılmış olan germiyyet yanlış olduğu halde çok kullanılmıştır. Bu beyitte kullanılan germiyyet tabiri; hararetle, fevkalâde gayretle, coşup taşarak demektir.
Birinci mısradaki âh ile ikinci mısradaki bâd arasındaki münasebet göz önüne alınmalıdır. 4.

4.Râh-rev : (f. St.) Yolda giden; yolcu. Bu kelimenin râh hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatılarak okunmalıdır.
Kâ'be-i vasl : (f. is. t.) Kavuşma kâbesi. Şair bu terkiple, sevgiliye kavuşmayı Kâbe’ye gitmek kadar istenir birşey olarak göstermiş oluyor.
Râh-rev-i kâ'be-i vasl : (Zincirleme f. is. t.) Kavuşma kâbesinin yolcusu. “Râh-rev” birleşik sıfatının bir isim gibi kullanılarak bu terkipte tamlanan yapılmış olduğu görülüyor.
Ahir olmak; sona ermek, nihayet bulmak demektir.
Farsça zâd kelimesinin manası, yiyecek, azık, nevale dir.
Yolculuğa çıkılırken nasıl yiyecek öteberi alınırsa, aşkı yolcuları da bu yolda kendilerini besliyecek kuvvete, ümide, heyecana muhtaçtırlar. İşte bu beyitte zâd kelimesi de mecazî olarak, bu manalarda kullanılmıştır.

5. Bu beyitteki diğer kelimeler dolayısıyle anlaşılıyor ki şair “arsayı”, edebiyat sahası, şiir alanı yerinde kullanmıştır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi