Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

1.BENT ALTERNATİF AÇIKLAMA

1. BENT
1. Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng

2. An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı 'ömr
Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng

3. Ahır mekânun olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı 'ayşa seng

4. İnsân odur ki âyine-veş kalbi sâf ola
Sînende n'eyler âdem isen kîne-i peleng

5. 'İbret gözinde niceye dek gaflet uyhusı
Yitmez mi sana vâkı'a-i Şâh-ı şîr-ceng

6. Ol şeh-süvâr-ı mülk-i sa'âdet ki rahşına
Cevlan deminde 'arsa-i 'âlem gelürdi teng

7. Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Üngürüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng

8. Yüz yire kodı lütf ile gül-berg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi

Günümüz Türkçesi 

Birinci bent

1. Ey kâh şöhret, kâh utanç bağlarıyla tuzağa yakalanmış olan insan! Bu kararsız, dönek dünyanın işleriyle uğraşmak arzusu ne zamana kadar sürecek?
2. Ömrü ilkbaharının sona erip lâle gibi kırmızı yüzlerin sarı bir sonbahar yaprağına döneceği günü düşün!
3. Kadehin dibinde kalan son yudum nasıl yere dökülürse, senin de son yerin toprak olacak ve devranın elinden zevk ve safa içinde geçen hayat kadehine bir taş gelecektir,
4. Kalbi ayna gibi saf olan kimse ancak insandır. Eğer böyle bir adamsan göğsünde, kalbinde bu kaplan kini ne arıyor?
5. İbret gözünde gaflet uykusu ne zamana kadar devam edecek? Bu uykudan uyanman için aslan gibi döğüşen padişahın başına bile gelen hâl yetmez mi?
6. Saadet ülkesinde at oynatan o ünlü binicinin atına, dolaştığı zaman, dünya meydanı dar gelirdi.
7. Macar kâfirleri kılıcının suyuna (parlaklığına, keskinliğine) baş eğdiler ve Frenkler kılıcının cevherini takdir ettiler.
8. (İncinmesin diye), taze bir gül yaprağı gibi, yüzünü yavaşça yere koydu; devran denilen haznedar bir mücevher gibi onu sandığa (mücevher kutusuna) sakladı.

İzahlar
Birinci bent
Pây-bend  (f. St.) Ayağı bağlı; yakalanmış, tutulmuş. Bu kelime, hayvanların ayağına vurulan köstek manamna da gelir vo pâ-bend şeklinde de kullanılır.
Kaydi-i nâm : (f. is. t.) Nam kaydı, bağı, tasası; şöhret bağı, tasası. Neng kelimegi de kayd in diğer bir tamlayanıdır.
Bununla birlikte isim tamlamasının managı, nam, şöhret ve utanç kaydı olur. Neng, utanç, âr demektir,
Dâmgeh-i kayd-i nâm ü neng (Zincirleme f.i s.t .)Nam utanç kaydının tuzdı.
Pây-bend-i dâmgeh-i kayd-i nâm ü neng (Ûçüzlü zincirleme f. is. t.) şöhret ve âr tasası, tuzağı ile ayağı bağlı olan.
Tâkey; ne zamana kadar, niceyedekd emektir.
Dehr-i bîdireng: (f. s. t.) Kamrsw dünya, dönek dünya.
Meşgale-i dehr-i bîdireng : (f.i s.t .)K aranız dünyanın işi.
Hevâ-yi meşgale si dehr-i bîdireng : (Zincirleme f. is. t.) Kararsız dünyanın işinin arzusu, hırsı.


Farsça zincirleme terkiplerle yazılmış olup içinde, baştaki ey hitabından başka Türkçe kelime bulunmayan bu beyit, bugünkü dilimize çok aykırı gelmekte ve bu yüzden manasının anlaşılması da çok güçleşmektedir. XVI ncı asrın lisanında da ağır olan bu ifadeyi, şairin, bir ölüm şiirine ağır ve karanlık bir başlangıç olsun diye ihtiyar ettiği sezilmektedir. Aynı tesir, daha sonraki beyitlerin ahenginden de alınmaktadır.


Bu birinci beytin daha iyi anlaşılması için manası üzerinde biraz daha duralım:

Nam ü neng yani şan, şöhret ve utanma düşünceleri öyle birtakım kayıtlardır ki insanı dünyada hesaplı hareket etmeğe birçok tedbirler almağa sevk eder. Bu mecburiyet bir tuzak gibidir O tuzağa ayağını kaptırmış olan insan artık serbestliğine sahip değildir. Şöyle yapsam, böyle etsem de şuna nail olsam diye kendini yer durur. Fakat bu üzüntüler, bu hevesler, boştur. Ölüm her şeye olduğu gibi bu heveslere de nihayet verir. O halde bir günü bir gününe uymayan geçici bir ömür için bu kadar didinmek birtakım emeller, hırslar peşinde koşmak neye yarar?


Birinci mısradaki pây - bend kelimesinin pây ve dâmgeh kelimesinin dâm hecelerini, vezinde; birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.
Bu bendin kafiyeleri olan neng, direng, reng... kelimelerinin sonlarında bulunan “g” harfleri bizim söyleyişimizde “k” olarak ses verir.

2. Âhir olmak; sona ermek, nihayet bulmak demektir,
Nevbahâr-i ömr: (f. is. t.) Ömrün ilkbaharı.
Berk-i hazân : (f. is. t.) Sonbahar aprağı.
Lâle-reng : (f. St.) Lâle renkli; kırmızı.
Rû-yi lâle-reng ; (f. s. t.) lâle renkli, kırmızı, sıhhatli yü!
Şair burada, zevk içinde geçen hayatı ilkbahara, ölümü sonbahara benzetiyor ve ölümü hatırlacak fani bir ömür için, olur olmaz emellerle kalbi doldurmanın faydasız olduğunu anlatıyor.

3. Câm-i ayş : (f. is. t.) Hayat kadehi; zevk ve safa kade
Eski iki meclislerinde, kadehte kalan son yudumun içilmeyip yere dökülmesi âdetmiş. Bâkî de bu âdeti hatırlarak şarabın son yudumunu nasıl toprak içiyorsa seninhayatının sonu da toprak olacaktır." diyor.

4. Âyîneveş; ayna gibi demektir.
Kîne-i peleng : (f. is. t.) Kaplan kini; kaplan hırsı.

5. Niceyedek; ne zamana kadar demektir.
Şîr-i ceng : (f. is. t.) Ceng aslanı; aslan gibi cengeden. Bu i8im tamlaması, bazı nüshalarda şir-çenk suretindedir. Bu takdirde ve çenk pençe demek olduğuna göre, bu sıfat takımının manası aslan pençeli olur.
Şâh-i şîr-i ceng : (f. is. t.) Cenk aslanı padişah
Vâkıa-i şâh-i şîr-i ceng : (f, is. t,) Cenk aslanı padişahın vakıası, onun başına gelen hal, yani ölümü.
İzmirde Esat Çınarın kütüphanesinde bulunup hicrî 1010 (M. 1602) tarihini taşıyan yazma bir Bâkî divanında ise bu beytin ikinci mısraı:
“Yetmez mi sana vâkıa-i erdşîr-i ceng”
suretindedir. Bâkî’nin ölümünden iki sene sonra yazılmış olması itibarıyla de bu nüsha itimada şayandır. Erdşir; İran’ın Keyanyan sülâlesinin yedinci hükümdan olan meşhur Dârâ’nın babası olan Behmen Şâha, kahramanlığından ve cesaretinden dolayı, dedesi Güştasp Şah tarafından verilen isimdir. Bu sebeple, Erdşîr kelimesi cesur, kahraman, kalbinde hiç korku olmayan adam manasında da kullanılır. Erdşirin asıl lûgat manası kızgın aslandır.
Erdşîr-i ceng : (f. is. t.) Cenk eri; kükremiş cenk aslanı.
Vâkıa-i erdşîr-i ceng : (Zincirleme f . İs. t.) Cenk erinin, kükremiş cenk aslanının başına gelen hal, yani Kanuninin ölümü.
Her üç okunuş şekline göre, Bâkî bu beyitte, XVI’ncı asnn en kudretli ve ihtişamlı hükümdarı olan Kanuni’nin bile, yakasım ecelin pençesinden kurtaramamış olduğunu hatırlatarak: "Ey gafil insan! Gözünü aç, ibret al. Bu dünya Kanuni’ye bile kalmadı" diyor.
Bu beytin birinci okunuşuna göre şîr-i-ceng tamlamasının “şir” hecesini ve diğer okunuşuna göre de erdşîr kelimesinin erd hecesini, vezinde, birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarda okumak lâzımdır.

6. Mülk-i saâdet: (f. is. t.) Saadet ülkesi.
Şehsüvâr-i mülk-i saâdet: (Zincirleme f . is. t.) Saadet ünlü binicisi.
Dolaşma manasına gelen cevelân burada, nazımda yapıldığı gibi, cevlân suretinde kullanılmıştır.
Arsa-i âlem (f. is. t.) Âlem arsası; dünya meydanı.

7.Âb-i tîğ (f. is. t.) Kılıcın Büyü. Kılıcın sağlamlığını ve keskinliğini temin eden şeyin su vermek olduğu evvelce izah edilmişti.
Engerûs; eskiden Macarlara verilen isimdir ki hungarus kelimesinin değiştirilmiş şeklidir.
Küffâr, kâfirin çoğuludur.
Küffâr-i Engerûs : (f. is. t.) Macar kâfirleri.
Şemşîri gevherini, şemşirinin gevherini demektir. Bu Türkçe isim tamlamasında tamlayan eki kullanılmamıştır.
Pesend eylemek; beğenmek, takdir etmekd emektir.
Gevher: Horasan ve Şam'da yapılan kılıçların çeliklerinde görülen siyah, beyaz dalgalı çizgi ve benekler.
Fireng (Frenk); eskiden Fransızlara verilen isimdir ve Franc kelimesinin bize geçerken aldığı şekildir.
Bâkî, bu beytiyle, Avrupa’da birçok zaferler kazanan, Viyanayı kuşatan ve Fransa kıralı I inci Françoisya yardım ederek bütün Avrupaya korku ve hürmet salan ve bu itibarla da Avrupalılar tarafından "magnifique—muhteşem” unvanıyla anılan Kanûnî Süleymanın bu kudret ve şöhretine işaret etmektedir.

8. Gülberk, gül yaprağı demek olup farsça bir birleşik isimdir.
Gülberk-i ter: (f. s. t.) Taze gül yaprağı

Hâzin-i devran (f. is. T) Devran haznedarı; zaman denilen haznedar.
Bâkî, beytin birinci mısraıyle, sıhhatli yüz kelimesiyle de oynuyor. Gülün dağılan yaprakları, çok olduğu için, yüz tarafa dağılır. Aynı zamanda gülün sad-berk (yüzyapraklı) denilen bir çeşidi de vardır.
İkinci mısradaki sanduk kelimesiyle, mezarların üstüne konulan sanduka kelimesi arasındaki münasebet de meydandadır.
Mücevherler hususi kutularda, mahfazalarda saklandı için Bâkî de. Kanûnî’nin tabuta konan “vücud”unu cevhere benzetiyor. Hâzin-i devrân dediği de felektir.
Birinci mısrada yere kelimesi “yire” şeklinde ve ilk hecesi, vezin zaruretiyle, imâleli olarak kullanılmıştır.

N.H.ONAN, İZAHLI ŞİİR DİVAN ANT

SON EKLENENLER

Üye Girişi