Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

REŞAT NURİ GÜNTEKİN - ÇALIKUŞU ROMANIN İNCELEMESİ-1

Romanın özeti

Reşat Nuri Güntekin’in en tanınmış romanlarından biri olan “Çalıkuşu”, roman kahramanı Feride’nin hatıra defteridir. Feride, küçük yaşta annesini ve babasını kaybeder, Erenköyü’ndeki teyzesi, onun yatılı bir okulda eğitim almasını sağlar. Yaz tatillerini teyzesinin Kozyatağı’ndaki evinde geçirir. Teyzesinin oğlu Kamuran’la birbirlerini severler ve iki genç nişanlanır. Kamuran’ın başka bir kadınla ilişkisinin olduğunu, düğün günü kendisine verilen bir mektuptan öğrenen Feride, her şeyi yüzüstü bırakıp İstanbul’dan ayrılır. Anadolu’da Zeyniler, Bursa, Çanakkale, İzmir, Kuşadası gibi köy, kasaba ve şehirlerde dolaşır. Güzelliği her yerde başına dert olur; her gittiği yerde kendisine evlenme teklif eden bir erkek çıkar. Zeyniler köyünde tanıştığı Doktor Hayrullah Beyle kâğıt üzerinde evlenir. Fakat aralarındaki ilişki bir baba-kız ilişkisidir. Feride, öğretmenliğe başlayınca bir günlük tutmuş ve yaşadığı maceralı yaşamı bu günlükte anlatmıştır. Hayrullah Bey bir gün Feride’nin bu günlüğünü bulup okur. Hastalanınca Feride’ye, içinde onun günlüğünün bulunduğu bir zarf uzatır ve bu zarfı Kamuran’a vermesini söyler. Hayrullah Bey, Kamuran'a yazdığı mektupta olan biteni anlatıp Feride'yi bırakmamasını öğütler. Kısa süre sonra da Feride ve Kamuran evlenirler.

Romandan bir bölüm

Araba inişli yokuşlu dağ yollarına girmiştir. Kâh kurumuş sel çukurlarından geçiyor, kâh boş tarlaların, bozulmuş bağlantı kenarlarını takip ediyordu. Seyrek fasılalarla tek tük köylülere, yorgunluktan inler gibi sesler çıkaran kağnılara tesadüf ediyorduk (rastlıyorduk).

Yıkık bir değirmenin önünde, abalı, sarıklı bir ihtiyar adama rast geldik. Kaburga kemikleri soyulmuş zayıf bir ineği çeke çeke, sürükleye sürükleye götürmeye çalışıyordu. Bizi görünce durdu, dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Bu ihtiyar hoca Zeyniler muhtarı imiş... Arabacı onu tanıyordu. Birkaç kelime ile benim kim olduğumu anlattı.

Köyün dar sokakları içine girmiştik. Evleri şimdi daha iyi görebiliyordum. Hani Boğaziçi’nde eski zamandan kalma kayıkhanen yalılar vardır. Bu evler tıpkı onlara benziyordu. Altlarında dört direkten ibaret açık ahırlar, üstlerinde asma merdivenle çıkılan bir iki oda... Herhalde bu Zeyniler gördüğüm, işittiğim köylerden hiçbirisine benzemiyordu.

Etrafı tahta havalelerle çevrilmiş bir bahçenin kırmızı kapısı önünde durduk. Yapraklarına varıncaya kadar siyah görünen bu köyde gördüğüm ilk renk bu kırmızı tahta oldu.

İlk defa söz söylemeye cesaret ettim:

-    Galiba içerde kimse yok, dedim. Muhtar başını sallayarak cevap verdi:

-    Hatice Hanım akşam namazını kılıyor olmalı... Az bekleyeceğiz...

Arabacının beklemeye vakti yoktu. Bavulu kapının önüne bırakarak bizden ayrıldı. Muhtar, abasının eteklerini toplayarak yere çömeldi, ben bavulun kenarına iliştim. Konuşmaya başladık.

Bu Hatice Hanım pek Müslüman bir kadınmış... Tarikata mensupmuş... Köyün dirisine ölüsüne o yetişirmiş... Mevlitleri o okur, gelinlerin yüzünü o yazar, “sekeratta bulunan” (son anlarını yaşayan) hastaların ağzına son Zemzem damlasını o akıtır, cenazeleri o yıkayıp yaşmaklarmış...

Geldiğimin ertesi günü derse başladım. Bu ilk gün hayatımın en unutulmaz bir hatırası gibi yaşayacak... Sabahleyin erkenden aşağı inmiştim. Maarif müdürünün “büyük fedakârlıklarla tecdîd ve ihya ettiği” dershaneyi şimdi daha iyi görebiliyordum. Burası eski bir ahırdı. Yalnız zeminine tahta döşemişler, pencerelerini genişleterek cam, çerçeve takmışlardı.

Ocak bacalarının içi gibi simsiyah görünen kaplamaların üstünde, ters takılmış bir harita ile bir iskelet levhası, bir çiftlik ve bir yılan resmi sarkıyordu. Dershanenin sokak tarafındaki duvarının dibinde ahırdan kalma bir hayvan yemliği vardı ki bozmaya lüzum görmemişler, üstüne kocaman bir tahta kapak takarak bir nevi dolap hâline getirmişlerdi.

Büyük fedakârlıklarla temin edilen levazımdan (eşya) büyük bir kısmı da beş tane eski biçim battal mektep sırasıydı. Fakat tuhafı şu ki bunları dershanenin bir köşesine alıvermişlerdi.

-    Bunları niçin böyle yaptınız Hatice Hanım? dedim.

-    Eski Hoca Hanım yaptı kızım, çocuklar bunun üstünde rahat oturamazlar. Böyle yerde adamın zihnine ders girer mi?

Hoca Hanım müfettiş filan gelir diye büsbütün atmaya da korktu. Çocuklar mektebe geldiği vakit oraya oturturuz. Sonra ders okuyacakları zaman şuradaki hasırın üstüne indiririz.

İhtiyar kadına, bana yardım etmesini söyleyerek, sıraları tanzim etmeye, temizlemeye başladım. Çehresinden, memnun olmadığı belliydi. Fakat itiraza cesaret edemiyordu. Eski muallimler, zavallı kadıncağıza mevkiini öğretmiş (haddini bildirmiş) olacaklardı. Ben ellerim toz toprak içinde bu işleri bitirirken talebelerim de birer birer sökün etmeye (gelmeye) başlamışlardı. Zavallıların kıyafetleri öyle sefil, öyle düşkündü ki... Hemen hiçbirisinde çorap, potin yoktu. Başları eski bez parçalarıyla sımsıkı kundaklanmış, çıplak ayaklarındaki nalınları taşların üstünde şıkırdata şıkırdata geliyorlardı.

Hatice Hanıma:

-    Her zaman böyle gürültü içinde mi çalışırsınız? Buna tahammül edilmez, dedim. O biraz hayretle yüzüme baktı:

-    Elbette kızım. Mektep bu. Balta vurmadan ağaç yontulur mu?

Ne kadar ses çıkarırlarsa, ders zihinlerinde o kadar yer eder.

(Reşat Nuri Güntekin) 

 

“Çalıkuşu” romanı 1922’de yayımlanmıştır. Bu dönemde Anadolu yoksulluk ve sefalet içindedir. İnsanımız, yüzyıllar süren savaşlar, işgaller ve eğitim alamamaktan dolayı perişan durumdadır. Eğitimsizlik ise sefaleti ve yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaktadır. Muhtar, Hatice Hanım ve köylüler ise o dönemde eğitimden bihaber olan kişileri temsil etmektedir.

“Çalıkuşu” romanında “Zeyniler” önemli bölümlerden biridir. Çünkü eserin kahramanı olan Feride, bin bir zorluğu göze alarak bu dağ başındaki Anadolu köyüne gelmiştir. Onun amacı ise köy okulunu tekrar eğitime açmak ve okuma yazma bilmeyen çocuklara eğitim vermektir. Feride’nin buradaki mücadelesi de eserin temasını vurgulayan önemli bölümlerden biridir. Bu bölümde de gördüğünüz gibi Anadolu’daki çocuklarımız eğitimsizdir, onlara eğitim verecek, ışık olacak öğretmenlere ihtiyaç vardır. Bütün bunlardan dolayı eserin teması “Anadolu’daki çocuklarımızın eğitilmeye ve onları eğitmek için fedakâr nice Feride Öğretmenlere ihtiyaç vardır.” şeklinde ifade edilebilir.

Okuduğunuz romanda, liseden mezun olan genç bir kızın, evleneceği sırada nişanlısının başka birini sevdiği dedikoduları yüzünden öğretmen olarak tayinini istemesi ve bunun ardından gelişen olaylar anlatılmıştır. Bunlar bire bir gerçek olaylar değildir. Romanın birinci kahramanı Feride idealize edilmiş bir karamandır. Roman kahramanı bir modeldir. Böyle kahramanların örneklerine günlük yaşamda sıkça rastlamak pek mümkün olmaz. Bu romandaki olaylar ve kişiler kurgulanmıştır. Fakat bunlar bizde yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olaylar hissini uyandırıyor.

Bu romandaki olay örgüsü, Anadolu insanın çileli yaşamı ve eğitimden yoksun oluşu ile ilgili gerçekliği, bir tema etrafında Feride’yle Kamuran’ın birbirine olan aşkları ile birleştirilerek anlatılmıştır.

Feride zorlu bir yolculuktan sonra Zeyniler’e gelir. Daha geldiğinin ertesi günü okula koşar. İlkin okulu elden geldiğince düzene sokar. Ardından öğrencileri birer ikişer okula gelmeye başlar. Feride’nin şartlar ne olursa olsun, öğretmenlik mesleğini fedakârca yapmaya çalışması, metne anlam bakımından bir bütünlük kazandırmıştır.

Reşat Nuri, toplumsal sorunlarla kişilerin duygusal yanlarını birlikte vermeyi yeğleyen bir yazardır. Özellikle romancılığının ilerleyen dönemlerinde, toplumsal özün eserlerinde önemli bir yer tuttuğu, hatta amaç durumuna geldiği açıkça görülür. Onun kahramanları ülkesinin eğitimi, kalkınması, yenileşmesi için sağına ve soluna bakmadan çalışan ideal tiplerdir. Çalıkuşu’ndaki Feride, o döneme kadar yer verilen tiplerden daha da mücadeleci bir kişi olarak karşımıza çıkar. Onun romanlarında aydın, işçi, köylü, asker, öğretmen, mühendis, esnaf kısacası toplumun her kesiminden kişiler yer alır. Bunlar Çalıkuşu’ndaki Doktor Hayrullah Bey, Kamuran, Zeyniler’deki muhtar, Hatice Hanım, çocuklar, köylüler gibi dönemlerinin çevre ve tarih koşulları içinde yaşamlarını sürdüren tiplerdir. Sanatçının kişileri tek boyutlu olup ya iyi ya da kötüdür.

Sanatçının, romanlarında çocuk kahramanlara da yer verdiği görülür. Bunlar genellikle Çalıkuşu romanındaki “Munise” gibi bir kenara itilmiş çocuklar olup bunların topluma nasıl kazandırabileceği üzerinde durulduğu görülür.

Okuduğunuz metinde de gördüğünüz gibi, Çalıkuşu romanındaki olaylar, kahramanın bakış açısıyla ve gözlemci bir tavırla anlatılıyor. Fakat eserde yazarın, kendi duygu ve düşüncelerini başkahraman Feride’nin ağzından anlattığı görülüyor.

Çalıkuşu romanında çevre olarak İstanbul dışına -Anadolu- çıkılmış, Anadolu ve Anadolu insanının yaşamı anlatılmış, yalın bir dil kullanılmıştır. Bütün bunlar eserin Millî Edebiyat geleneğine bağlı kalınarak yazıldığını göstermektedir.

Romanda gözleme büyük önem verilmiş. Çevre her yönüyle incelenmiş, betimlemeler tarafsızca yapılmış, her şey gerçek yönleriyle, realist bir tutumla anlatılmıştır. Aşağıdaki metinde gördüğünüz gibi romanın pek çok bölümünde doğayı, toplumu, olayları olduğu gibi vermek yeğlenmiştir:

“Ocak bacalarının içi gibi simsiyah görünen kaplamaların üstünde ters takılmış bir harita ile bir iskelet levhası, bir çiftlik ve bir yılan resmi sarkıyordu. Dershanenin sokak tarafındaki duvarının dibinde ahırdan kalma bir hayvan yemliği vardı ki bozmaya lüzum görmemişler, üstüne kocaman bir tahta kapak takarak bir nevi dolap hâline getirmişlerdi.”

SON EKLENENLER

Üye Girişi