Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

OKU DA GEL! - MEHMET SUCU

Ahmet Bey öğretmendi. Talebelerine sürekli kitap okumalarını tavsiye ediyor, kendisi de çok okuyor ve bu şekilde öğrencilerine örnek oluyordu. Ancak bir derdi vardı Ahmet Bey’in. O kadar talebe yetiştirmiş, birçoğuna okumayı sevdirmiş; ama kendi oğluna bir türlü sevdirememişti.

Bir arkadaşına dert yandı. Arkadaşım, dedi. Yapmadığım kalmadı, okumayı sevdirmek için yapmadığım kalmadı. Küçüklüğünden beri her akşam kitaplar okurum bizim oğlana. Masal kitaplarıyla başladım; hikâye, roman, tarih, hatıra.. neler okudum neler? Hep bir ümitle bekledim. Kendiliğinden gelip "Baba bana şu kitabı alır mısın? Arkadaşın elinde şu kitabı gördüm, bana da tavsiye etti ne dersin, bir kitapta okudum." demesini hep ümitle bekledim. Heyhat, kitapla alâkalı bir cümle kurduramadım bugüne kadar!

"Sen nasıl başardın? Bildiğim kadarıyla senin oğlan çok okuyor, sen nasıl sevdirdin okumayı." dedi arkadaşına.

Tarık Bey gülümseyerek dinledi arkadaşını. Bizimkisi biraz "duygusal" diye cevapladı soruyu.

Nasıl yani, okumayı sevdirmenin "duygusalı" da mı varmış, bak çok meraklandım şimdi dedi Ahmet Bey.

Evet, aynen öyle... Bizimkisi tamamen "duygusal". Senin yaptıklarının hepsini ben de yaptım. Uzun süre uğraştım. Çok zorluk çektim onu okumaya alıştırabilmek için. Ne yaptımsa olmadı. Son bir çarem daha vardı. Kısmen sevdiği türden bir kitap aldım bir gün. Bak evlâdım, dedim. Bu kitabı okumanı istiyorum, sana on beş gün süre. Kitabı oku, bana özetle... Sonra da elli lira sana ananın ak sütü gibi helâl olsun. Sinemaya mı gidersin, yeni bir oyun mu, kıyafet mi alırsın, artık ne yaparsan yap, dedim. Elli lira mı dedi gözlerini fal taşı gibi açarak. Elli lira mı? Tamam dedi, okumam mı babacığım dedi, sen elli liranı gitmiş belle dedi hin hin sırıtarak.

Sonra ne oldu, alabildi mi elli lirayı?

Aldı, aldı, almaz olur mu? Hem de on beş gün bile beklemedi. Üç dört gün sonra geldi yanıma. Ben kitabı bitirdim, dedi. Şaşırdım tabii. Doğrusu bu kadar kısa sürede okuyacağını beklemezdim. Bu ne hız aslanım, dedim. Gözlerim yaşardı, dedim. Aferin sana, hele bir de özetle bakayım, dedim. Özetledi, anlattı. Konudan haberi vardı. Kahramanlardan, mekânlardan söz etti, hâdiseyi kısaca anlattı. Nasıl baba, iyi okumuş muyum, dedi. Okumuşsun, dedim ben de. O zaman elli lirayı görelim babacığım, dedi. Söz verdik ya haylaza. Verdim elli lirayı... Yalnız kitabı bana geri getir, dedim. Hemen odasına koşup getirdi. Ertesi gün bir kitap daha verdim ona. Bunu da oku, sana bu sefer yüz lira dedim. Gözleri parladı birden. Baba sen bir hazine falan mı buldun, dedi. Bizim bu kadar paramız var mıydı, dedi. Hiç de belli etmiyorsun, dedi. Yok yavrum, dedim. Aslına bakarsan o kadar paramız yok. Ama seni okumaya alıştırmak için bir metot olarak deniyorum bunu, bakayım işe yarayacak mı, dedim.

Bence güzel metot dedi gülerek. Çok iyi düşünmüşsün. Sana bu aklı veren kimse bizzat gidip teşekkür etmek isterim, dedi. Bu kitabı da oku, gel, özetle, anlat bana. Ama bu sefer bir imtihan yapacağım seni, kitapla alâkalı daha detaylı sorular soracağım, dedim. Üç gün geçti, beş gün geçti, on gün geçti bizimki gelmedi. On dördüncü gün geldi.

Başı önde, gözleri yerdeydi. Özür dilerim babacığım, dedi. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim. Dersimi aldım, dedi. Bu sefer miktar yüksek, imtihan da olunca kitabı okumak zorundayım, diye düşündüm ve okumaya başladım. Sıkıldım başlangıçta. Ama mükâfat da az değildi hani. Kamçıladı beni yüz lira ne yalan söyleyeyim. Zor da olsa bitirdim kitabı. Ama kitabın sonlarına doğru sayfalar arasında karşılaştığım yüz lira kitaptan daha çok etkiledi beni. Çok utandım onu görünce, çok utandım. Ya önceki kitabın sayfaları arasında da elli lira vardıysa diye çok utandım. Var mıydı baba, önceki kitabın içinde de elli lira var mıydı?

Evet oğlum... Vardı...

Peki, neden kitabı okumadığımı, özetini okuyup geldiğimi bildiğin hâlde sesini çıkarmadın, bağırıp çağırmadın, azarlamadın beni. Okumadığım hâlde okudum, demiştim. Sadece elli lirayı almaktı hedefim. Neden yüzüme vurmadın bunu, dedi bana.

Ne dedim ona biliyor musun? O nasıl söz evlâdım, o nasıl söz... Bir sürçen atın başı kesilir mi hiç? Evet, ben o gün seni azarlayabilirdim, bağırıp çağırabilirdim sana. Neler neler söylerdim. Ama o gün bunları yapsaydım, şimdi seninle böyle bir konuşmayı yapabilir miydik, ne dersin. Önemli olan doğruyu söylemek, doğruyu sergilemek değil mi? Sen de bunu yaptın işte bu bana yeter evlâdım, dedim ona.

Sonra kalktım... Çalışma odama gittim. Elimde iki kitap vardı. Birini tanıdı hemen. Önceki hafta okudum deyip elli lira aldığı kitaptı. Diğeri daha eskiydi. Önce ilk kitabı uzattım. Sayfalarını çevirdi hemen. Buldu elli lirayı. Evlâdım bu sana hatıram olsun dedim. Bilirim saklayacaksın bu kitabı. Belki sen de çocuklarına vereceksin, uzun uzun hikâyesini anlatarak.

Peki diğer kitap nedir diye sordu.

Al, bak dedim, incele... Kitap eskiydi, bu belli oluyordu. Yaprakları sararmıştı. Basım yılına baktı, bir hayli önce basılmıştı. Yoksa dedi, yoksa... Tahminimde yanılıyor muyum dedi. Kendin bak, dedim ona. Hemen sayfalarını çevirdi kitabın. Sonlarına doğru tanımadığı, o güne kadar hiç görmediği bir kâğıt parayla karşılaştı. İşte dedim bu da benim parayla okuduğum, özetini babama sattığım ilk kitaptı... O zamanlar çok büyük paraydı bu evlât dedim. Biz bu parayla o zaman hem simit hem gazoz alabiliyorduk... Çok büyük paraydı dedim ya... İlk kitap sende kalsın. Bu kitap da ben ölünceye kadar bende kalsın... Babamla konuşurum bu kitap vasıtasıyla kimi zaman. Ben öldüğüm zaman bu da senin olsun. Senin çocuklarına hediye edebileceğin iki kitabın olacak o zaman ve anlatacak iki hikâyen...

Ahmet Bey, merakla dinledi Tarık Bey’in hikâyesini. Vay canına, film gibi olmuş, dedi. Hemen yapmalıyım bunu... Müsaade istedi, çıktı. Tanınmış bir tarihî roman aldı oğluna. Tarihî romanları az da olsa severdi çünkü. Yüz lirayı koydu sayfaları arasına ve oğlunu çağırdı.

"Bak evlâdım. Bu kitabı okumanı istiyorum, sana on beş gün süre. Kitabı oku, bana özetle, sonra da yüz lira sana ananın ak sütü gibi helâl olsun. Sinemaya mı gidersin, kendine yeni bir oyun mu, kıyafet mi alırsın, artık ne yaparsan yap."

İki gün sonra geldi oğlu... Kitap elindeydi. Sular seller gibi özetledi kitabı... Yüz liramı isterim baba, dedi o da gülerek. Ver kitabı, al yüz lirayı dedi oğluna. Aferin oğlum dedi. İkinci kitabı da hazırdı. Bu kitabı da oku, bu sefer sana iki yüz lira, dedi. Süren on beş gün, dedi. Oku da gel dedi. Oku da gel...

On beşinci gün geldi oğlu... 

Mehmet SUCU / Hikaye - Şubat 2016

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi