DAL ÜSTÜNDE SAKSAĞAN- YUMUŞAK HUYLU OLMA
Çayırlardan birinde, aşağıdan gelip geçen bütün hayvanları görebilecek kadar yüksek bir ağaç dalında tüneyen bir saksağan yaşardı. Sağdan soldan topladığı bütün eşyaları yuvasında saklayan saksağan yaşadığı çayırın kendisine ait olduğunu, altından geçen herkesin ve her şeyin gerçekten kendisinden aşağı olduğuna inanırdı.
Çayırdaki bütün varlıklar da saksağanı tanır ve dalının altından geçerken sadece onun hoşuna gidecek şeyleri söylemeye, onun dediklerini yerine getirmeye gayret ederdi. Çünkü saksağanın çok kötü bir huyu vardı; hoşuna gitmeyenlere yuvasında sakladığı şeyleri atardı. Bu nesneler de genellikle sert veya keskin olurdu. Ama, çoğu hayvanlar saksağanı idare etmesini bilirdi.
Gel zaman, git zaman, küçük bir tarla faresi saksağanın ağacının köklerine yerleşip yaşamaya başladı. Fare saksağanı gördüğünde ‘’Hayırlı sabahlar’ ’derdi neşeyle.
O gün elde ettiği şeylerden bazılarını da saksağanla paylaşmayı teklif ederdi.
Gel gelelim, saksağan bu davetsiz neşeli misafirin görünüşlerinden öyle rahatsız oldu ki, önceleri onunla konuşmadı bile. Daha sonraları, gayrete gelip oradan gitmesi için fareye nesneler atmaya bile başladı.
İlk gün, irili ufaklı dallar attı farenin üzerine. Fare ise bu dalları gayet mutlu biçimde topladı ve yuvasına götürdü.
İkinci gün, kendini beğenmiş kuş, ağaç tohumları ve sert yemişler attı minik hayvanın üzerine. Farenin üzerinde yaralar, kızarıklıklar oluştu bu yüzden. Ama yine de onları aldı ve deliğine götürdü.
Üçüncü gün, saksağan aşağı komşusuna duyduğu nefretten dolayı tam anlamıyla köpürüyordu. Nasıl olur da kendi hakimiyet alanına girer ve sonra da onu uzaklaştırma gayretlerini görmezden gelebilirdi bu küçük yaratık? Ertesi gün yaramaz kuş, farenin deliğinden çıkmasını bekledi ve sonra da onu taş yağmuruna tuttu.
Fare, yaralarını yaladıktan sonra, her zamanki gibi taşları deliğine taşıdı.
Dördüncü gün, o sırada tarladan dönmekte olan fare ağacın yanında bir çocuğun durduğunu gördü. Çocuk ve saksağana ulaşmaya çalışıyordu. Sonunda kuşu sapanıyla düşürdü ve botlarının altında ezmeye hazırlandı.
Fare yıldırım ve onu topuğundan ısırdı. Çocuk acıyla haykırdı ve silahını
elinden düşürdü, sonra da ağlayarak evine koştu.
Fare saksağanın yanına koştu ve bozulan tüylerini düzeltti. Daha sonra deliğine gidip, bir zamanlar saksağanın kendisine attığı kumaş parçalarını ve dalları getirip bir sedye yaptı.
Saksağanı sedyenin üzerine yerleştirdi ve kendi yuvasına götürüp yaralarını tedavi etti. Sağlığına kavuşuncaya kadar onu meşe tohumu çorbasıyla besledi ve çorbayı taş kaselerde ikram etti.
Yaklaşık bir hafta sonra saksağan konuşabilecek kadar iyileşti. Hayatını farenin kurtardığına bir türlü inanamıyordu.
“Neden?” diye sordu, “Sana yaptığım onca şeyden sonra neden beni kurtardın?”
Fare,kuşun sözlerinden hayrete düştü.
“Neden? Bana gösterdiğin onca yardımseverlikten sonra başka nasıl davranabilirdim ki?”
“Yardımseverlik mi?” diye çığlık attı saksağan. Başka bir şey söylemedi, çünkü daha önceki gerçek niyetinden dolayı utanç duydu.
“Yakmam için çer çöp, yuvamı döşemem için dallar verdin bana” dedi fare. ”Bütün kış beslenme yetecek kadar tohumlar ve yemişler ikram ettin ve bu harika kaseleri yapabilmem için bana taş vermiştin. Evet maksadın çoğunlukla kötüydü, ama böylesine cömert bir komşuma nasıl kızabilirim?
O günden sonra, saksağan hem fareye hem de çayırdaki bütün hayvanlara karşı gerçekten cömert davrandı. Dört bir tarafa uçup topladığı nesneleri onlarla paylaştı. İkramlarını artık kibarca yapması gerektiğini anladı ve komşularına hiç taş atmadı.