Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ÇAMURLU  AYAKKABILAR

Fakir bir ailenin ortanca çocuğuydu. İlkokulu, tek sınıflı bir köy okulunda bitirmişti. Ortaokula devam edebilmek için köyünden kilometrelerce uzaklıktaki ilçeye gitmesi gerekiyordu. Okumaya olan sevgisinden dolayı her gün bu yolu gidip gelmek ona zor gelmiyordu.

Ondan bir yaş büyük olan ağabeyi okumamıştı. İlçede bir lokantada çalışıyor, eve ara sıra geliyordu.

Son gelişinde kardeşinin ayağındaki delik ayakkabıları görünce: "Kardeşim, sen okuyorsun. Benimkileri sen giy!" dedi ve kendi ayağındaki botları ona verdi. Biraz büyüktü botlar, ama razıydı buna... Çünkü kış gelmişti. Okula gelirken ayakkabıları kirleniyordu. Öğretmen ona sert bir ses tonuyla: "Ne bu pislik?" dedi. Bu sözü duyunca tahtada İyice ezilmiş, sınıfın karşısında rezil olduğunu hissetmişti.

Bir an gözünün önünden sınıfa gelmek ve dersi dinleyebilmek İçin çektiği sıkıntılar geçiverdi. Bir takım elbisesi vardı. Tam üç yıldır aynı elbiseyle okula gidip geliyordu. Allah'tan hafta sonları okul yoktu da annesi bu elbiseyi yıkayıp kömürlü ütüyle ütüleyebiliyordu. Temizliğine çok dikkat ediyordu. Babası, okul masraflarını karşılayabilmek için ev halkının rızkı olan yumurtaları, ineklerinden sağdıkları sütleri içmeyip satarak kazandığı parayı harçlık olarak kendisine veriyordu.

Bütün aile onun okuması için ellerinden gelen her türlü fedakârlığı yapıyordu. Çünkü o okuyacak, ailenin bütün hayallerini gerçekleştirecekti. Annesi de akşama kadar tarlalarda çalışıyor, çocuklarının masraflarını karşılamak için fedakârlık yapıyordu.

Bütün bunları aklından geçirirken öğretmeninin söylediği bu sözler onu çok üzmüş, yıkmıştı. Gözleri doldu. Arkadaşlarından utanmasa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı, kendisini zor tutuyordu.

Daha şoku üzerinden atamamıştı ki öğretmen ona bir soru daha sordu: 'Yayla nedir?" Aslında bu sorunun cevabını biliyordu; ama cevabı söyleyecek hâli kalmamıştı. Öğretmenin sorusunu bile zor duymuştu. Yüzüne dik dik bakmakta olan öğretmen ondan sorusunun cevabını bekliyordu. Ama söyleyemedi işte.

Biraz kırgındı. Sınıfa da rezil olmuş, onuru kırılmıştı. Birden öğretmen sertleşti ve ona: "Otur yerine, sıfır verdim sana!" dedi. Sanki sırtında tonlarca ağırlık taşıyormuşçasına zorlukla yerine oturabildi. "Ben öğretmen olsam, kimseye böyle davranmam." diyordu içinden...

Yıllar birbirini kovaladı. Üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirmişti. Genç bir öğretmendi artık. Mesleğinde kısa sürede başarılı oldu. Öğrencileri onu çok sevdi. Ödüller aldı.

Bir gün parkta otururken yaşlı bir adam gördü. Bu adam, dikkatini çekmişti. Bu adamı bir yerden tanıyorum; ama nereden, diye düşünüyordu. Biraz dikkatle bakıp hafızasını da azıcık zorlayınca o kişinin orta okuldaki öğretmeni olduğunu fark etti. Bir anda yıllar önce yaşadığı ve hayatı boyunca unutmadığı ve kendisinde çok büyük izler bırakan acı olay, gözünün önünden geçse de aldırmadı.

Gidip öğretmeninin elini öpüp hâlini hatırını sormayı düşündü. Ona da bu yakışırdı. Yaklaştı. Öğretmenine kendisini tanıttı. Öğretmeni onu görünce çok sevinmişti. Kimsenin yüzüne bakmadığı bir yaşta genç bîr insan: "Ben sizin eski bir öğrencinizim!" diye elini öpüyordu. Öğretmen sordu: "Ne iş yapıyorsun?" "Ben de öğretmen oldum, hocam!" diye cevapladı soruyu. "Ya...!" dedi öğretmeni, "Nasıl oldu da bu zor mesleği seçtin?" Öğretmeninin bu sorusu karşısında kafasını biraz kaldırdı, gökyüzüne baktı, sonra etrafını süzdü, gözleri doldu, kısa bir iç çekişten sonra tane tane ve yumuşak bir tonda: "Çamurlu ayakkabılar hocam!" dedi. "Çamurlu ayakkabılar...!"

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi