Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bakın, kaynak nasıl fışkırmakta 
Kayalardan neşe ile 
Nurlu yıldızlar gibi pırıl pırıl! 
Bulutlar üzerinden melekler 
Onun gençliğini beslerdi 
Fundalıklardaki kayalar arasında. 

Taptaze, gencecik 
Raks ederek bulutlardan 
Mermer kaynaklara iner, 
Tekrar yükselir sevinç 
Nağmeleriyle semaya. 

 

Dağ geçitlerinde, o 
Kovalıyor rengârenk çakılları, 
Koparıp sürüklüyor genç önder 
Kardeş kaynakları da birlikte. 

Çiçekler açıyor aşağı vadide 
Yeşeriyor çimenler adım attığı her yerde 
Nefesinden. 

Onu yolundan alıkoyamıyor hiçbir 
Karanlık vadi, hiçbir çiçek 
Aşk dolu gözlerle onu süzerek 
Dizlerini sarıp tutamaz 
Düzlüğe gidiyor kıvrılarak akışı. 
Karışıp birleşerek 
Dost oluyor dereler. 
İniyor şimdi ovaya 
Gümüş pırıltılarla, 
Ovalar onunla ihtişama bürünür. 
Ovalardan ırmaklar, 

Dağlardan dereler 
Sevinçle sesleniyor ona: Kardeş, 
Kardeş, kardeşlerini de al, 
Beraber ezelî atana götür, 
Açılmış kollarıyla 
Bizi bekleyen 
Ebedî okyanusa. 
Eyvah, boşuna açılmış kollarla bekler 
Hasret çektiği bizleri kucaklasın diye; 
Çünkü, ıssız çölde bizi yer 
Kumlar. 
Tepemizde güneş emip bitirir kanımızı, 
Ve bir tepe engelliyor. 
Göle varmamızı. 

Kardeş, 
Ovalardan gelen kardeşlerini de al, 
Dağlardan gelen kardeşlerini de al, 
Birlikte götür atana! 
Gelin hepiniz! 
Ve coşuyor şimdi o 
Bütün ihtişamıyla, 
Bir nesil kaldırır bu Sultan’ı yükseklere, 
Ve kükreyince o, zaferler kazanıyor, 
İsimler veriyor beldelere, 
Şehirler oluşuyor ayak bastığı her yerde. 


Durdurulmaz bir akınla devam ediyor, 
Kulelerin alevli zirvelerine, 
Mermer sarayları, hilkatinin icabı 
Arkasında bırakarak. 


Sedir ağaçlı evler atlas taşır 
Geniş omuzlarında, 
Dalgalanarak başının üstünde 
Binlerce sancak yükseliyor göklere 
İhtişamına şehadet ederek. 


Ve böylece kavuşturuyor kardeşlerini, 
Sevdiklerini, evlâtlarını 
Gönlü muhabbetle dolu, onları 
Bekleyen Yaratıcı’ya. 


1993-1994 öğretim yılında Amasya Eğitim Fakültesinde bir dönem misafir öğretim görevlisi olarak Türkçe derslerine girmiştim. Yukarıdaki şiiri, sınıf öğretmenliği bölümü üçüncü sınıf öğrencilerine, şairini söylemeden okumuş ve şiirin kısaca yorumunu yaptıktan sonra “Arkadaşlar sizce bu şiir kime ait olabilir?” diye sormuştum. Herkes kendince bir tahminde bulunmuştu. Kimi “Mehmet Akif” dedi. Kimi Necip Fazıl, kimi Yahya Kemal, kimi Faruk Nafiz, kimi Arif Nihat Asya... En sonunda dedim ki: “Hayır arkadaşlar, tahminlerinizin hiçbiri doğru değil, çünkü bu şiir ünlü Alman şairi Goethe’ye aittir. Öğrencilerin hepsi çok şaşırdı. Böyle bir sonucu hiç beklemiyorlardı. Ön sırada oturan ve kıvırcık saçları omuzlarından aşağı sarkan; ince, zayıf, esmer bir kız öğrenci gözleri yaşararak ve hayıflanarak; “Hocam bir yabancı Peygamberimize böylesine değer verirken, biz O’nu tanımıyoruz, O’na yabancı kalıyoruz.” dedi. Bakışlarından anladığım kadarıyla diğerleri de aynı duyguyu paylaşıyordu. Ben de derin bir teessürle “Maalesef öyle” dedim. 

Evet, bin kere, yüz bin kere maalesef kıymetini bilmediğimiz daha nice değerlerimiz var. Ama bu değer, bütün değerlerimize değer kazandıran değerler üstü bir değer. Bu değer; hayatımızdan çıkanca, hayatın anlamsızlaştığı bir değer. Bu değer; milletçe sahip olduğumuz 
bütün erdemlerin, bütün güzelliklerin kaynağı, temeli olan bir değer. Bu değer Mehmet Akif’in ifadesiyle “Bütün beşeriyetin kendine medyun” olduğu yücelerden yüce bir değer. O’na yabancı kalmak ne büyük kayıp, ne büyük acı; çünkü O’na yabancı kalmak demek insana, insanın gerçeğine; saadete, huzura, emniyete velhasıl bütün faziletlere, hepsinden önemlisi ve hepsinden öte Allah’a yabancı kalmak demektir. 


İşte Goethe, pek çok akl-ı selim sahibi batılı düşünür ve sanatkâr gibi “Levlâke levlâke vema halâktül eflâk – Sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” hitabına mazhar olan bu Yüce Kametin farkına varan, O’na yabancı kalmayan büyük bir şair. O, şiirlerinde referans olarak sık sık İslâmî kaynaklara, özellikle de Kur’ân-ı Kerim’e müracaat etmiştir. Doğu-Batı Divanı(2) adını verdiği şiir kitabında bunu açıkça görmek mümkündür. Gençlik yıllarından itibaren İslâm’a büyük ilgi duyan Goethe, “Friedrich David Megerlin’in Arapça’dan Almanca’ya, Ludorico Marraccios’un Arapça’dan Lâtince’ye yaptıkları Kur’ân-ı Kerim tercümelerinden mukayeseli bir çalışma yapar ve muhtelif on sureden bir de Kur’ân-ı Kerim Hulâsası (Koran- Auszüge) meydana getirir.” (3) 

Burada Goethe’nin Müslüman olup olmadığı tartışmasına girmek istemiyorum. Ancak onun İslâmiyet’e büyük sempati duyduğu ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kabul ettiği eserlerinden anlaşılmaktadır. (4) “Hz. Peygamberin hayatını K. E. Oeliner’in “Mohamed” adlı esrinden okuyan Goethe, “Çok kısa bir süre önce İslâm peygamberinin hayatını büyük bir ilgi ile okuyup tahsil ettikten sonra gördüm ki O, asla yalancı bir peygamber değildir.” (5) sözüyle O’nun hak peygamber olduğunu açıkça ifade etmiştir. Açık olan bir şey daha varsa o da Goethe’nin Hz. Muhammed’e olan derin hayranlığı ve sevgisidir. 

Goethe, 70 yaşına girdiği yıl, ramazan ayında kendini kastederek söylediği şu sözle Hz. Muhammed’e olan sevgi ve hayranlığını bütün samimiyetiyle ortaya koymuştur: “Kur’ân-ı Kerim’in Peygambere semadan indirildiği bu mübarek geceyi o, niçin hürmetle tes’it etmesin.”(6) 

Goethe, Kur’ân-ı Kerim’i okuduktan sonra 1772 yılında, Hz. Muhammed’le (s.a.s) ilgili büyük bir piyes yazmaya girişir. (7) “Mohamed-Drama” adını verdiği bu piyesin girişinde Peygamberimizin tevhid inancına ulaşması dile getirilir. Sonra Hz. Muhammed’le (sav) süt annesi Halime arasında geçen bir konuşmadan söz edilir. Ardından da Hz. Ali ve Hz. Fatıma arasında Peygamberimizi anlatan bir diyalog geçer. Goethe piyesi tamamlayamaz, ama piyesin Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasındaki diyalog kısmından yukarıda verdiğimiz şiir ortaya çıkar.

http://resulum.net/hz&muhammed_44/siir/naat.htm

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi