Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KİME GÖRE NEYE GÖRE ŞİİR?
 
Türkiye’de şiir, hemen herkesin yolunu düşürdüğü bir ev gibi. Ama Türk şiiri genelde, geleneği olan dergilerde ürünleri görülen şairlerin kanalıyla akıyor. Vatan sathında yazılan iki tarz-ı şiiri inceledik.

Ali Çolak, Zaman’daki köşesinde edebiyat çevrelerinde şiirden söz edildiğinde, çoğumuzun dergilerde yayımlanan örneklerin ve adını bildiğimiz şairlerin basılmış kitaplarının kastedildiğini anladığımızı yazmıştı ve “Bizden şair adı istediklerinde ise ya edebiyat tarihine geçmiş, klasik değeri kazanmış ustaları yahut çağdaşımız, okuyup sevdiğimiz şairleri söylüyoruz. Bunda şaşılacak bir durum yok elbette. Çünkü dolaşımda olan ve genel kabul görmüş şiir budur. Peki, gerçekten de Türkiye’de şiir dendiğinde herkes aynı şeyi mi düşünmektedir ve şiir sadece bir kanaldan mı akıp gitmektedir?” diye de zor bir soru tevcih etmişti. Malum, şiir çok okunmasa da çok yazılan bir edebî tür.

Hemen herkesin bir şekilde önündeki sayfaya çiziktirdiği mısralar olmuş ve bu da ‘şiir’ olarak adlandırılmıştır. Çolak’ın sorusu aslında, bir açmaza da kapı aralıyor, algı çeperlerini genişletiyor. Öyle ki sosyal medya üzerinden örgütlenen şair dernekleri ve takipçileri olduğu gibi, şiirle meşgul olanların  çeşitli isimlerle bir araya gelen çatılar da söz konusu, ulusal bir gazetenin ‘şiir köşesi’ne her gün yazdıklarını gönderenler de…

İbn-i Haldun’dan mülhem söylersek; coğrafya gibi şiir de kader oluyor bir bakıma. Gerçek ya da saf şiir nerede, kim tarafından yazılıyor gibi suallerinin dışında, edebiyat dergileri kanalıyla akan bir şiir nehri söz konusu. İstanbul merkezli edebiyat dergileri, mezkûr durumun lokomotifi şüphesiz… Ancak bir de herhangi bir edebiyat dergisi tavassutuyla görülmeyen, bilinmeyen ‘şair’ler var ki kendi bulundukları yerin ileri gelenlerinden... Boy boy kitapları var. Tam burada İhsan Deniz’e kulak verelim: “Bir şiirin ‘estetik varlık’ ya da ‘estetik obje’ olmasının şartlarını taşıyan/içeren her metni, ‘İşte şiir!’ nidasıyla karşılayabiliriz. Bu bağlamda merkez veya periferi, fark etmez, adına şiir denilen metni ‘şiirolan’ ile tarttığımızda bir sıklet hacmi/yoğunluğu barındırıyorsa ne âlâ, o ‘şiir’dir.” Deniz’e göre, şiir değerlendirmelerinde coğrafî ayrım yapmaya gerek yok. Ancak ‘meslektaş’ı Ömer Erdem, bu önermeye, “Gerçek şiir, sadece şiir olandır ve tarihte bu şiir genellikle merkezde yazılmıştır.” sözüyle karşı çıkıyor ve devam ediyor: “Divan şairlerinin ufku hep İstanbul’a doğru çalışmıştır. Şairin doğduğu yerle asıl doğduğu yani eser verdiği yeri karıştırmamak gerekir. Taşrayı küçümseyemeyiz ve onların direncini merkeze duydukları inanç olarak okumalıyız. Yoksa edebiyat tarihinde, estetik bağlamda taşranın kurduğu bir şiir yoktur.” Bir başka yorum da “Şiiri bir mekâna bağlamak onu çiğnemeye çalışmak gibi. Gerçi ne kadar çiğnense, üstünde tepinilse de şiir kaybetmez, biz kaybederiz.” diyen Fatma Şengül Süzer’den geliyor.

‘Onlar, ilgisizliğin ve duyarsızlığın şiirini yazıyorlar’

Haydar Ergülen’e göre, ‘gerçek şiir’ yerine ‘farklı şiir’ tanımı daha uygun düşüyor, mezkûr tartışmanın başlığına. “Şiiri çünkü” diyor Ergülen, “İnsana yaratılışında verilmiş bir armağan diye görüyorum, dünya hayatında bir kılavuz, dünya yolculuğunda bir yoldaş olarak. O yüzden herkesin bir şiiri vardır, çoğu kişi bunun farkında değildir yalnızca. Şiir insana bunu fark ettirmek içindir.” Antalya’da yaşayan Betül Tarıman da merkez-taşra ayrımına farklı bir pencere açıyor. Anadolu’nun pek çok yerinde, iyi edebiyat dergilerinin okurla buluştuğunu anlatan Tarıman, bu dergilerde yer almayan gizli şairlerin de olduğuna dikkat çekiyor: “Kimi kez onlarda dönemin ruhuna uygun, hayatın onlarda çağrıştırdıklarını, acılarını, sevinçlerini, aşklarını uçlarını sivrilttikleri kalemleriyle bir deftere yazıyorlar. Bu nedenledir ki şiir, insan var oldukça bitmez bir şey olarak hep var olacak.” Hüseyin Akın, edebiyat dergilerinde görülmeyen şairlerin genelde Anadolu’da olduğunu hatırlattıktan sonra bu topraklarda şiir yazıp, şair kalmanın zor olduğuna dikkat çekiyor. Meçhul olanların kendi küçük çevrelerinde memnun ve mesut bir şekilde şiir yazanlar olduğunu söylüyor ve ekliyor. “Dergilerle irtibat kurmayan meçhuller ise kâh gönül koyarak kâh kendilerini müstağni görerek dergilerle aralarına mesafe koymuşlardır ki sanırım bu şairler de ilgisizliğin ve duyarsızlığın şiirini yazıyorlardır.”

Yazdıklarımız merkez-taşra ayrımı gibi gözükmüş olabilir; ama tekrarlayalım böyle bir coğrafî sınır söz konusu değil aslında. Bütün bu yazdıklarımızı, Nevzat Yazıcı’ın tespitleriyle nihayete erdirelim. Kendisi Rizeli halk şairi olarak tanınıyor, İstanbul-Zeytinburnu’nda ikamet ediyor. “Benim köye, çiçeğe, böceğe, toprağa yazılmış binlerce şiirim var.” diye başlıyor söze. Ona göre milletin kapısına gidip ‘şiirimi şöyle böyle yapın’ demek doğru değil. Şiirlerinin vefat ettikten sonra ismini yaşatacağından da emin. Bakın, başka neler diyor Yazıcı: “Benim yazdıklarıma şiir değil diyen halt etmiş. Nevzat Yazıcı gerçeği var; bunu kimse inkâr edemez. Rabb’im ‘oku’ dedi, şairlere de ‘yazın kullarım okusun’ dedi. Bazı şiirler isim yazmıştır, diğerleri arkada kalmıştır. Ama o tanınan insanlardan daha güzel şiirleri vardır. Mevzu budur…”


Fatma Şengül Süzer: İlle de şairin ismini bilmeye gerek yok yazdığı önemli

“Gerçek şiir, sadece şuradaki şiirdir diyemiyorum; boğucu bu, karanlık. Şiirden konuşurken mekânı değil, ‘mekanet’i düşünmek lazım. ‘Şairliğin tescil edilmesi’ ifadesi, kanon kokusu taşıyor. Birileri, bir sebeple “falanca şairdir, şairin hasıdır” diyebilir. Nihayetinde bir işaret, kendilerince bir ‘tescil’. İyi de niye öyle diyorlar? Okumak lazım. İki mısra: “Gördü yaram sağalmaz/ Tabip el yudu benden”. Buradaki güzelliğe ve güce dikkat çekmek istiyorum, söyleyenin şair taifesinden sayılmak kaygısı gütmediğine de eminim. Yanmış ve bir türkü yakmış. İsmini bilmiyorum ama kim söylediyse gönlümün içinin içinde yeri var.”


Hüseyin Akın:Şiirin nabzı neredekuvvetli atıyorsa merkezi orasıdır

“Gerçek şiir değerini yazılmış olmaktan değil, şiir olmaktan alan metindir. Vehbiyetin yanı sıra kesbiyet de bir şairde bir araya gelmişse, cepten yemiyorsa, geçmiş zamanların klişelerine yaslanmamışsa sicilinin düzgün olduğunu söyleyebiliriz. Sanıldığı gibi şiirin merkezi diye tayin edilmiş coğrafyalar yoktur. Taşrayı şiir dışı kabul etmek eski bir peşin fikir, klasik bir önyargıdır. Zira taşradaki merkezden bahsedilebileceği gibi merkezdeki taşradan da bahsetmek mümkündür. Şiirin nabzı nerede kuvvetli atıyorsa şiirin merkezi orasıdır.”


İhsan Deniz: Şair, şiir kamuoyunun bildiği kişidir

“İlkin şairin kendisi bir ‘şair’ tutumu barındırdığını bilir/bilmelidir. Önce kendi inanacak yani. Yetmez! Yoldaşlık yaptığı sanatçı/edebiyatçı dostları/arkadaşları kabul edecek. Yetmez! Şiir tecrübelerinden, şiir görgüsünden istifade ettiği yaşça büyük şairler tescil edecek. Yetmez! Bu bağlamda dergilerde yer bulacak; yıllıklar, antolojiler vs. buna dâhildir. Yetmez! Daha geniş plânda ise, adına ‘edebiyat kamuoyu’ veya ‘şiir kamuoyu’ dediğimiz yapının kabulüne mazhar olacak. Yeter de artar bile!”


Haydar Ergülen:Meçhul şairlerin şiirleri, insanlığa bir nimet

“Ben şiiri bir niyet olarak görür, şiir niyetiyle yazılıyorsa şiirdir diye bakarım. Şairliğin de şiir yazmakla bitmediğini, eylem, ahlâk, tavır, itiraz gerektirdiğini düşünüyorum. Şiir bir eylemse, bu şiirsel eylem biraz da şairin eylemiyle bütünlenir bana göre. Anadolu’daki meçhul şairlerin şiirleri, şiirin insan tabiatına en uygun, organik, içten gelen, topraktan, sudan, gökten gelen bir nimet olduğunu da fısıldar bize. Edebiyattan önce şiir vardı, insanla beraber yaratıldı ve insanla beraber sürüyor.”


Betül Tarıman:İnternet yaygınlaşınca herkes şair oldu!

“Şair olmak bir anlamda pek çok şeyi göze almak demektir. Yeteneğini belirgin kılmak için okumalar yapman, kim senden önce neler yazmış, şimdi neler yazılıyor bilmen demektir. Öte yandan internetin yaygınlaşması sayesinde pek çok kişi, şiir olduğunu iddia ettiği şeyi sanal ortamda yayınlıyor. Tabii bunların hangisi şiir hangisi değil. Açıkça bir kirlenme durumu söz konusu. Bu tartışılır bir konu olmakla birlikte, internet ortamı sayesinde merkez diye bir şeyin kalmadığı da bir gerçek.”


Ömer Erdem: Şairlerin şiirini yaşatan ana kaynak İstanbul’dur

“Edebiyat tarihinde, estetik bağlamda taşranın kurduğu bir şiir yoktur. En son II. Yeni’yi Ankara taşrasına bağlamak gibi bir tutum da vardır lakin o şairlerin şiirini yaşatan ana kaynak yine İstanbul’dur. Peki, taşrada yaşayan şiir yazıcıları daha mı samimiler insani değerler bakımından, olabilir lakin bu bir şiir birimi değildir. Merkezde yaşayan şairlerin birbirlerini sevmedikleri ise sır değil. Bu bir medenilik ve kişilik meselesi sayılmalı. Ben bir şairin şairliğine hâlâ gerçek şairlerin karar verdiğini düşünüyorum ve Yahya Kemal ve Cemal Süreya’nın bu konudaki fikirlerine katılıyorum.”

 

SAMET ALTINTAŞ - İSTANBUL

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi