Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KEMALETTİN KAMU - HİCRET İNCELEMESİ

Allahım ne bunaltıcı, ne boğucu bir gece… 

Gözlerimiz bulutlandı arabaya binince 

Karanlıkta kaçıyoruz, çoğalıyor korkumuz, 

Umulmadık bir felâket geçiriyor ordumuz. 

Fakirleri yalınayak, zenginleri atında, 

Yollar uzun bir inilti yıldızların altında. 

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda, 

Çok sevgili yuvamızı yâd ellere bıraktık; 

Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık,

Elveda ey harap olan baba evi elveda! 

Bütün gece yol alırken tehlikeler içinde, 

Ellerimi unutmuşum kardeşimin dizinde. 

Arkamızda kayboluyor beldemizin bağları, 

Arkamızda beyaz başlı Anadolu dağları 

Sanki: gece yolcuları gitmeyiniz, diyordu. 

Arkamızda bizim gibi gurub eden bir ordu! 

Arkamızda neler yok ki dokunmasın insana, 

Viran bir köy önlerinde indik eski bir hana 

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda 

Bin bahçeli beldemizi yâd ellere bıraktık, 

Gölgesinde barınacak tek ağacım yok artık, 

Dallarında bülbül öten bahçelere elveda! 

1. İçerik: 

Şiirin Yazılış Sebebi: Balkan savaşları felâketi, ardından Birinci Dünya Savaşı; Rusların Doğubayazıt, Ağrı ve Pasinler’i ele geçirmeleri ve hele Erzurum’un düşmesi -ki, Osmanlı’nın doğu kalesi, Anadolu’ya açılan kapı- Ermeni çetelerinin azgınlığı, Kemalettin Kamu’nun ailesini derinden sarsmış, altmış beş yaşına gelen baba, bu ağır felâketlere dayanamayıp kalp krizi geçirerek vefat ediyor. On beş yaşındaki Kemalettin kamu canından çok sevdiği ata yurdunu ve babasını kaybetmenin acı hüznünü yaşarken yüreğinde yaşadığı gurbette varlığını da göçüyor. Gözü ve yüreği arkada kalarak “Hicret” ediyor.

 Konu: 

Hicret, zorunlu göç 

Tema: 

Bir toprak parçasını vatan niteliği, vasfı taşıması için, onu yurt edinen milletin orayla hem hal olması, fedakârlık bilincinin oluşması ve bütünleşmesi o toprağın da o milleti yeniden yaratmasıdır. Birbirlerinin birer uzvu olmasıdır. 

Düşünce: 

Metin, barındırdığı düşünce unsuru bakımından ağırlıklı olarak ata yurdundan ayrılma zorunluluğudur. Âdeta vatandan bir kaçıştır. On beş yaşında ve aile reisliği yükü omuzlarında ata yurdunu canlı yaşayarak, olayları sonradan duyarak değil, bizatihi yaşayarak “Hicret”te bulunuyor. 

Karanlıkta kaçıyoruz, çoğalıyor korkumuz 

Mısraı, şairin şiirinde, ata yurdunun yaşadıklarını ve şairde bıraktığı izlenimi fotoğraf ize ediyor. 

Olay: 

Şiir, manzum hikâyemsi bir vasfa sahiptir, dolayısıyla başı ve sonu belli bir hikâye anlatılıyor. Yaşanan bir hikâye, yaşayan şairin kendisi. Anadolu insanının maruz kaldığı felaket, serhatlılar, ebencetleri serhatin, tüm bu yaşananları yüreklerinde yaşıyor. 

Fakirleri yalın ayak, zenginleri atında 

Sadece Rus, Ermeni, Yunan ile savaşmıyor. 

Yoksulluğu, sırtlarındaki gömlek, yalın ayaktaki nasır gibi vatan uğruna, vatan için beraberinde taşıyor. Anadolu insanının olağan dışı özverisini ve feragatini, yurt bilincini ifade ediyor. Olay unsuru ve düşünce birazda iç içe geçmiş asıl olan olay “Hicret” duygusunun iz düşümüdür. 

Varlık: 

Şiirde yaygın olarak gördüğümüz somut nesneler: ata yurdu, ata yurdunu terk etmek zorunda kalan vatandaşlar: fakir, zengin, gözyaşı, yuva, araba, gece, pencere, belde, dağlar, ordu, köy, han, gölge, ağaç… Birçok nesne veya varlık bulunmaktadır. Dolayısıyla maddi varlık olarak vatan ve insan vardır. İnsanın âdeta bir uzvu olan vatandan zorunlu göçü “hicret” vardır. Şiirin dokusunu oluşturan ana varlık hicrettir. 

Duygu: 

Şiirde esas itibariyle hamasi bağlamda hüzün duygusunu hissediyoruz. Şair, ata yurdu işgali kara haberiyle kaybettiği bir babanın oğludur. Vatan duygusu, ailede en üst seviyededir. Kayıp bir vatan ve o kaybedişin bedeli bir babanın yaşamı yitirmesi, genç yaşta dul kalan anne, bütün olumsuzluklar ittifak etmiş hem de en kutsal ve en değerli varlıklar üzerine. Şair, böyle bir haleti ruhiye ile yaşadığı duygu yoğunluğu tezahürlerini deruni bir tekevvün ile teşekkül etmektedir. Görüntü: Arka fonda hicret edilen ata yurdu; yuva, belde, beldenin bağları, beyaz başlı Anadolu dağları, içinde bulunulan mekân vardır ve yaşanan an ise; viran bir köyde eski bir han ve gecedir. 

Arkamızda beyaz başlı Anadolu dağları 

Sanki gece yolcuları gitmeyiniz, diyordu. 

Canlı, sıcak, somut bir görüntü, yaşanarak, tadılarak kaleme alınan sıcacık ifadeler; yaşanan, gerçek ve nesnel görüntülerde içselleştirilen bir “hicret” bu zorunlu kopuşun, koparılışın derin izleri nakşedilmiştir. Şiirin bir tarafını oluşturan resim, olduça iyi işlenmiş. Pitoersk disiplini iyi derecede uygulanmış, tema, mana, mekân, zaman, duyuş ve manzara (resim) şiirin tüm unsurları, şiiriyet için ittifak etmiş bir terkiptir. Başarılı bir tenasüp ve tasvir uygulanmıştır. 

Simge ve İmgeler: 

Allah’ım ne bunaltıcı, ne boğucu bir gece Gece 

kavramı anlamsal olarak olumsuzluk içeren bir sözcüktür. Siyahtır, zulmettir, gece. Şair bu anlamsal kesafeti daha da yoğunlaştırmak için, bunaltıcı ve boğucu sıfatlarını miktar zarfı “ne” ile katmerli hali getirmektedir. 

Gözlerimiz bulutlandı, arabaya binince 

Ata yurdunda kopuşun ilk adımı olan hicret için, arabaya binmek tahassüslerin yoğunlaşması, kabarması ve dışa vurumu olan bulutlanan gözler. 

Karanlıkta kaçıyoruz, çoğalıyor korkumuz 

Gece ve karanlık bu iki kelime, kasvetli, soğuk ve camid manalara gelmekle beraber “ karanlıkta kaçıyoruz” söz varlığı burada iki anlamı terennüm etmektedir. Ön plana çıkarılmak istenen karanlığın bir örtü, koruyucu; tehlikelere karşı bir sığınma yeri, tahasüngah olmasıdır. 

Yollar uzun bir inilti, yıldızların altında 

Şair, doğa ve mekân ile bütünleşmiş ve yaşanan derin ıstırabın gözlüğüyle etrafa baktığı için, yüreğindeki hüznü çevresine aksettiğini düşündürmektedir. Aslında hüzünlü olan mekândır, Anadolu’dur, çünkü “ebenced” leri Onu terk etmek zorunda. Bin yıllık sahipleri onu bırakıyor, bırakmak zorunda bırakılıyor. Şiir, hemen hemen her tarafı bütünlük arz eden estetik bir kompozisyondur. Böylelikle hem teşbih hem teşhis sanatına başvuruluyor. 

Gönülleri gözyaşına inandığı bir anda 

Hicret şiirinin bütün kudretini bu mısrada görmek mümkündür. Yüksek seviyede bir şiiriyet ve mânia içermektedir. Kemalettin Kamu’nun birçok şiirinde, bu özelliğini görmek mümkündür. Bir mısra âdeta şiirin bütün kuvvetini kendisinde mezc etmektedir. Şiirin kolektif taraflarını, deruni tekevvünü ve şiirin mit’ini bir mısrada görmek mümkündür. Şair, bir mısra ile o şiiri hulasa ediyor. Bu hulasa sadece konu yönüyle değil: tema, üslup, dil, biçim ve ahenk bakımlarında, yüksek sanatın icra edildiği bir mısradır. Yani bu mısra “Hicret” in “yek avazı” dır. 

Çok sevgili yuvamızı yâd ellere bıraktık; 

Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık, 

Elveda ey harap olan baba evi, elveda! 

İçli, narin bir mizaca sahip şair, babayı, baba evini ve ata yurdunu kaybediyor: Yuvamızı yâd ellere bıraktık, yok artık sözcükleri şairin mahzun, muzdarip, firak acısıyla yüklü benliğinin somut tezahürü olan kelimelerdir. Bir bırakış, terk ediş duyuşu, başarıyla resmetmektedir. 

Arkamızda neler yok ki, dokunmasın insana

Şair, geride bıraktıklarının ehemmiyetini, hayatındaki en değerli varlıkların geride kaldığını, yâd ellere terk edildiklerini vurguluyor. Bunlar: şairin ata yurdu, baba ocağı, yuvası çocukluğu, hatıraları ve hayalleri yani, bir bireyin bütünü, her şeyidir. 

Gölgesinde barınacak tek ağacımız yok, 

Dallarında bülbül öten bahçelere elveda 

Kemalettin Kamu’nun Hayatı, Sanatı, Şahsiyeti ve Hicret Şiirinin Tahlili  Birinci mısrada şair, kaybettiklerinin farkında, onların hayatında nedenli bir önem ve kıymete sahip olduğunun şuurunda olmakla beraber bir de zaman zarfı “artık” sözcüğünü kullanıyor. Bu sözcükle şairin yüreğinde temerküz eden ıstırabın, daüssılanın tezahürü, ümitsizliktir, belki de bir daha kaybettiklerine kavuşamama hissi duyulmaktadır. Şair, ata yurdunu terk ederken Refahiye’den Sivas’a hicret eder. Orada aruzla “Hicret Akşamları” şiirini yazar, yıllar sonra depreşen duygularını âdeta o gün yeniden yaşıyormuş gibi sıcak, canlı ve taze bir panorama olarak fotoğrafize etmektedir. 

Dil ve Üslup: 

Şiirin dili, son derece yalın akıcı, açık ve saf Türkçedir. Dil sapmalarına pek rastlanmıyor. Türkçeye mal olmamış kelime yoktur. Yerli ve halka mal olmuş kelimeler, kullanılmıştır. Şair, düzgün, duru ve iyi bir Türkçe kullanmak gayreti içerisindedir. Kemalettin Kamu’da dil temiz ve güzeldir. Lirik vasfı, bu şiirde net gözlemlenebilir. İnsan ruhunun derinliklerinde duyabileceklerini: teessürü, elemi, ümitsizliği, inkisarı, bedbinliği, kasaveti ve hicreti bu şiirinde en yüksek manada bulmak mümkündür. Kendi içinde yaşadığı “autisme” yaptığı iç huzursuzluğu, bu şiirde, her ifade ile harmanlamış, nakşetmiştir. Hicret şiiri, Kamu’nun psikobiyografisi için bir nüve teşekkül edebilecek duygu ve malzemeyi barındırmaktadır. 

Ahenk ve Ritim: 

Şair, kafiye, redif ve vezin sistemlerinden faydalanarak şiirini ahenkli kılmayı başarmıştır. Türkçenin doğal zenginliğinden ve söz varlığından kaynaklanan ses tekrarları yanında Kemalettin Kamu’nun şiirin müzikalitesini, armonisinin temel unsuru olan bilinçli ses tekrarlarına “c,k,r,ş,t” başvurduğunu söyleyebiliriz. Kullanılan kelimelerin içerdikleri sesli veya sessiz harflerin oluşturduğu musiki olay-tema-ritm bağını oluşturduğu ve uygunluk dokusunun örüldüğü, his edilmektedir. Nizamlı ve sistemli olmasa da ses tekrarı şiirde armoni ve ritm zenginliği oluşturarak müzikaliteyi arttırabilir. 

Kelimeler: 

Şair, bu şiirde toplam 123 kelime kullanmıştır. Olumsuzluk ifade eden “ne ne” bağlacına yer verilmiştir. Sanatkâr, şiirin muhtevasına uygun kelimeleri organizeli bir biçimde kullanmıştır.123 sözcükten 16 tanesi Kamu’un ruh haritasını çiziyor: bunaltıcı, boğucu, karanlıkta, kaçıyoruz, korkumuz, felaket, fakirler, inilti, yok, eski, viran, harap, elveda gibi. Söz varlığı olarak kullanılan kelimeler: ne boğucu bir gece, göz yaşına, yok artık, yad ellere, kayboluyor, göz yaşına gibi. 

Sonuç: 

1901’de dünyaya gelen Kemâlettin Kamu, toplumun asude bir yaşamdan, huzurdan izole edildiği sosyo-ekonomik, politik, psikolojik kaosların ve olumsuzlukların ördükleri bir dokunun mevcut olduğu devrin çocuğudur. Erzurum’dan Bayburt’a, Bayburt’tan Refahiye’ye taşınmaları, on beş yaşında ata yurdunun ve babanın yitirilişi, henüz kişilik evresini tamamlayamayan Kamu’nun melankolik, mahzun ve narin bir mizaç edinmesine neden oldu. İçinde bulunduğu bütün bu olumsuzluklara rağmen, babasının zengin kütüphanesi ve abisinin İstanbul’dan gönderdiği kitaplar, aldığı Arapça ve Farsça dersler, onun doğu medeniyetini tanımasına vesile oldu. Okuma ve yazmaya meraklı olan Kamu, ortaokulda ilk şiirlerini aruzla yazmaya başladı, aruzla başladığı şiirlerinde hoş karşılanabilecek bazı acemiliklere rağmen iyi, sade ve doğru bir Türkçeyle yazma gayreti içerisindedir. Milli şair, gurbet şairi, duygulu şair olarak adlandırılan Kamu “millî, yalnız ve duygulu” bir şairdir. On beş yaşında babasız kalan, bekâr ve hasta Kemalettin Kamu, annesini de kaybedince hayatta tutunduğu dallar tek tek koparılmakta, yaşama sevinci tattıracak yeni bir yaşam bağı, dalı bulamamaktadır. Bütün bu yaşananlar, Kamu’nun mizacını, gizli mitolojisini, deruni tekevvününü ve kolektif yapısını dokuduğu gibi onun konu seçimini de oldukça etkilemiştir. Şair, eksik kalan öğrenimini tamamladıktan sonra, Anadolu Ajansı temsilcisi olarak Fransa’ya yüksek tahsile gider. Dönüşünde politikaya atılan Kamu’nun yoğun, yorucu iş hayatı başlar. Aynı zamanda Türk Dil Kurumu’nda Terim Kolu başkanıdır. 1934’e kadar Kemalettin Kamu, muttasıl şiir yazar; fakat Paris’te kaldığı süre zarfındaki durumu durgunluktan ziyade sanattan ve şiirden uzaklaşmadır. Yurda dönüşünde de eski velutluğu yoktur.19. ve 20.yüzyıl şiir merkezi diyebileceğimiz Paris’e, Valery, Malermy, Baudlaire beşiklik eden bu bereketli şiir bostanından mahrum kaldığını görmekteyiz. Kemalettin Kamu, Arapça ve Farsçayı, yani Doğu tarafını tamamlamış, Batı’da bu şansı yakalayarak sanatını kemale erdirebilirdi. İki medeniyetin mezcinden edebiyatımıza yüksek seviyede, nitelikli şiirler kazandırabilirdi. Olgunluk devresinde, şiirden uzaklaşması, hem kendisi hem de edebiyatımız için belki de bir talihsizliktir. Özellikle politika, onu çok sevdiği sanattan, şiirden uzaklaştırmıştır. İlk şiirlerini mütareke yıllarında yazmaya başlayan şair, asıl ününü, şöhretini Milli Mücadele’de yazdığı manzumelerle elde etti. Sayıları az olan; lirik, sade, samimi ve içli duygular taşıyan ve çoğu yurtseverlik çerçevesi içerisinde bulunan şiirlerini, kitap halinde yayımlamamış. Böylece ekmel manada sanatını terennüm edemedi, sanat kozası yarım kaldı. Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına, diyor. Yalnızlık, kimsesizlik ve gurbet de Kemalettin Kamu’nun yaşam gönlüne taht kurdu. Yalnız, kimsesiz ve gurbet duygularıyla harmanlanan kısa bir ömür, yalnızlığın, kimsesizliğin ve gurbetin hâkim olduğu loş bir pansiyon odasında hayata veda etti: 

Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın, 

Kulaklarım komşuların ayak sesinde: 

Varsın yine bir yudum su veren olmasın, 

Başucumda-biri bana «su; yok» desin. 

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” 

Sözü adeta Kemalettin Kamu için söylenmiştir.

AHMET ADIGÜZEL

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/908243984_01Ad%C4%B1g%C3%BCzelAhmet-3-trh-1-17.pdf

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

KEMALETTİN KAMU ŞİİRLERİ

KEMALETTİN KAMİ KAMU HAYATI ve ESERLERİ

GİT BAHAR - KEMALETTİN KAMU

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi