Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KÜTÜPHANE DEDİĞİN BİRAZ DA ESTETİK OLACAK- ZEYNEP KILIÇ

Bu yıl, Kütüphaneler Haftası’na sevindirici bir hadiseyle girdik. 100 yılık tarihî bir bina restorana ya da otele değil, kütüphaneye dönüştürüldü. Üstelik Kadıköy’ün orta yerinde açılan bu kütüphane bir ihtisas kitaplığı olacak.

Mart ayının son yedi günü, Türkiye’de Kütüphaneler Haftası olarak kutlanıyor. Halk olarak kitap ve kütüphane ile ilişkimizin ‘bir ileri iki geri’ şeklinde olduğu malum. New York ya da Avrupa’daki görkemli ve zengin içerikli kütüphanelere bir süre daha uzaktan bakıp iç geçirmeye devam edeceğimiz de aşikâr. Ancak umudumuzu artıracak işler de olmuyor değil. Kadıköy Belediyesi tarafından iki hafta önce açılan ‘Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi’ (TESAK) onlardan biri.

TESAK’ı özel kılan Kadıköy gibi zaten kendisi oldukça merkezi olan bir semtin en merkezi yerinde açılmış olması değil sadece. Şehremaneti gibi Kadıköy’ün tarihî ve simge yapılarından biri olan eski belediye binasının restorana ya da otele değil, kütüphaneye dönüştürülmüş olması başlı başına ümit verici bir gelişme. Üstelik başında Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi Türkiye’nin en iyi tarih profesörlerinden ve entelektüellerinden biri bulunuyor. Biz de hem bu sıraladığımız hususiyetler hem de Kütüphane Haftası vesilesiyle kapısını çalalım dedik. Başından beri kütüphanenin hazırlık çalışmalarını yürüten belediye başkan müşaviri Dr. Murat Katoğlu’na TESAK’ın diğer kütüphanelerden ne gibi özellikleriyle ayrılacağını ve henüz çok yeni olan kütüphanenin Kadıköy ve İstanbul halkının kitap okuma alışkanlıklarında neleri değiştireceğini sorduk.

Beşiktaş İskelesi’nin hemen karşısında yer alan 100 yıllık yapı oldukça yeşil bir alanın ortasında bulunmasıyla daha ilk bakışta dikkatleri çekiyor. Oldukça zevkli dekore edilmiş iç mekân da sıradan kütüphanelerden farklı olacağının habercisi. Katoğlu da TESAK’ın klasik kütüphaneden farklı olacağını özellikle vurguluyor.

TESAK; tarih, sanat ve edebiyat konularına odaklanan bir ihtisas kütüphanesi. Henüz çok yeni olduğundan rafların büyük kısmı boş. Kitap sayımlarının ve dijital kayıtlarının devam ettiğini söyleyen Murat Katoğlu, 120 bin kitaplık kapasitesi olduğunu belirtiyor. Kütüphanenin hemen yanındaki Maliye Bakanlığı’na ait binanın da kütüphaneye ilave edilmesi için çalışmaların sürdüğünü anlatan Katoğlu, “Hükümet destek olur, burayı da kütüphaneye ilave edebilirsek 300 bin kitaplık bir koleksiyon oluşturmak mümkün olacak. Bu küçümsenecek bir şey değil.” diyor. Sonbahardan itibaren her şeyin yerli yerine oturacağını düşünen Katoğlu, kütüphanenin sadece insanlara kitap koleksiyonu sunan ve ziyaretçilerin ders çalışıp araştırma yapacağı klasik bir kütüphane olmayacağını özellikle vurguluyor. Mesela, kütüphanede imkân dahilinde çeşitli seminerler hatta kongreler düzenlenecek. Kütüphaneye ismini veren ‘Tarih-Kültür ve Edebiyat’ tanımının sözde kalmayacağı, ekim ayında yapılması planlanan I. Dünya Savaşı kongresinden anlaşılıyor aslında. Katoğlu’nun verdiği bilgiye göre, İlber Ortaylı’nın girişimiyle kütüphane bünyesinde savaşın 100. yıldönümü dolayısıyla iki gün süren bir kongre düzenlenecek. Kütüphanenin alt katında bulunan 100-150 kişilik konferans salonunda yapılacak etkinliklerden bir diğeri de Anka Sanat Tiyatrosu’nun gecikmiş 50. yılı toplantısı olacak. Mayısta yapılacak toplantının, tiyatro eleştirmenleri ve Anka Sanat Tiyatrosu’na emek vermiş oyuncu, yönetmen ve dramaturgların katılacağı bir seminer olması planlanıyor.

Bizdeki kütüphaneler neden bu kadar sıkıcı?

Katoğlu’na Türkiye’de kütüphanecilikte gelinen noktanın hâlâ neden istenilen düzeyde olmadığını soruyoruz. Bir diğer deyişle neden Paris’teki ya da New York’taki gibi insanların geniş vakitler geçirdikleri ve cazibe merkezi konumundaki kütüphanelerimizin olmadığını... “Bunu bana sormayın, çünkü cevabı çok acı.” deyip biraz sitem etse de “Olacak işte onun için uğraşılıyor.” diyor. Katoğlu, kütüphanenin hemen girişinde ziyaretçileri karşılayan karşılıklı iki duvara resmedilmiş matbaanın mucidi Johannes Gutenberg ve Türkiye’de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferikka portrelerinin altında yazan tarihin, soruyu kısmen cevapladığını söylüyor. Avrupa’da matbaanın icadından yaklaşık 250 sene sonra matbaa ile tanışmamızın kütüphane ve kitap konusunda Batı’yı geriden takip etmemize sebep olduğunu söyleyen Katoğlu, “250 sene toplumların hayatında az bir şey değil. Ama olmaz diye bir şey yok.” diyor. Murat Katoğlu’na göre insanları kütüphaneye çekmede geri kalınmasının bir diğer sebebi, estetik endişenin olmaması: “Gelişen dünyada insanlar tiyatro, sinema ya da müzeye gittiği vakit düzgün bir mekâna girmek istiyor. Yeri düzgün olsun, duvarı düzgün olsun. Bir resim, bir tablo olsun istiyor. İnsanlar özenli, güzel mekânlara önem veriyor. Özellikle kültürle ilgili kurumlarda mekânı iyi düzenlemek önemli. Bence bütün kamu kurumları ve devlet dairelerinde mekâna dikkat edilmeli. Güzel olan, her zaman pahalı değildir. Böyle bir şey var ‘efendim çok pahalı masraf olur’. Bu çok yanlış, üstelik masraf olursa da olsun. Kamunun görevi vatandaş için elinden gelen en üstün kaliteli mekânı oluşturmak olmalı.”

Kütüphaneler için de bu durumun geçerli olduğunu söyleyen Katoğlu, “Kütüphaneler tek başına donuk mekânlardır. İçeride anlamlı etkinlikler olacak ki, insanlar buralara merak edip gelsin.” diyor. Anıtlar Kurulu’ndan izin çıkarsa bir kış bahçesi de yapacaklarını söyleyen Katoğlu, “İçine dergiler, yeni gelen kitaplar konur. İki haftada bir değişir. Vapurdan çıkan insanlar buraya gelir oturur. Tüm bunlar tasarlandı ve devreye girecek.” diyor.

Kütüphanedeki koleksiyon büyük oranda bağış yoluyla oluşturulmuş. En büyük katkıyı ise Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gülsoy, çoğu babasının kitaplarından oluşan 30 bin kitap bağışlayarak sağlamış.



 


SON EKLENENLER

Üye Girişi